Ve Cenâb-ı Hak (c.c.) ahsen-i takvim üzere insanı yarattı. Sonra yarattığı o en güzel olan insanın gönlüne nazar etti de kendine en yakın, en sadık, en itaatkâr gönlü En Sevgili (Habîb) seçti.
O Habîb ki, Cenâb-ı Hakk’ın yarattıklarına ’Elestü bi Rabbiküm’ diye hitab ettiğinde, ilk önce ’Ente Rabbî’ demişti. O Habîb ki, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine bahşettiği güzelliklerle Melekler dahi hayrandı. O Habîb ki, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine bahşettiği nûr, Hâlık’ın âlemleri yaratması için sebepti.
Işığa hâmile kapkaranlık bir dünya... Cenâb-ı Hak (c.c.) Hz. Adem (a.s.) vesilesi ile insanı dünyaya teşrif buyurdu. Nefsin insana galebe çalması idi buna sebep. Böylece dünya denilen fani mekânda insanlığın nefsi ile mücadelesi tarihler boyu sürdü. Öyle ki ilk Peygamber dahi binlerce yıl süren tevbesinin kabulüne, ancak O Habîb’in ismini vesile kılınca nail oluyordu. Yani tüm mahlûkat O’nun nuruna muhtaç ve ebediyen de muhtaç kalacaktı.
Ve Nebînin zuhûruna az bir zaman kala müjde ve muştu dolu akisler var ufukta... Vicdanlarda tesiri o kadar fazla ki, birçok Mekkeli, gelecek son Nebîyi anlatmakta... Zuhur eder etmez hemen koşun O’na! Ve bütünleşin O’nun ruhuyla!
Bütün bir beşeriyet canı dudağında ve herkesin umudu gelecek son kurtarıcıda... Ana babalar bu kurtarıcının kendi nesillerinden olmasını istiyor ve birçoğu yeni doğan çocuğuna ’Muhammed’ ismini veriyor...
Milâd’dan sonra 571 senesi... Fil Yılı... 12 Rebiulevvel Pazartesi sabaha karşı... Fil vak’asından 50 gün kadar sonra...
Mekke’nin doğusunda Haşimoğulları Mahallesinde, babadan miras bir ev... Annelerin en şereflisi, âlemlerin en şereflisini bekliyor. Dünya, o âna kadar barındıramadığı ve kıyamete kadar da barındıramayacağı ahsen-i takvim olan insanın en mükemmelini bekliyor. Yer, kendisi ile temas edecek en nadide ayağı bekliyor. Gök, üzerini örteceği en seçkin vücûdu bekliyor. Güneş, üzerine doğacağı en sevgiliyi bekliyor. Melekler heyecan içinde. Ruhlar âlemi telaşlı. Mânâ âlemi coşkun. Yerde; toprak, taş, çiçekler, ağaçlar, gökte; yıldızlar, bulutlar, güneş ve ay hareket halinde.
Geliyor! İnsanlığın medâr-ı iftiharı geliyor...
Geliyor! Cümle âlemin rahmet kaynağı geliyor...
Geliyor! Kurumuş gönüllerin ferahlığı geliyor...
Geliyor! Solmuş benizlerin çiçeği geliyor...
Geliyor! Çölün orta yerine açacak gonca gül geliyor...
Geliyor! Meleklerin imrendiği, Rahmet-i Rahman’ın gözbebeği geliyor...
Geliyor! Makam-ı Mahmud’un sahibi, Ahmed-i Muhammed Mustafa (s.a.v.) geliyor...
Âlem Sen’in Varlığınla Şeref Buldu Yâ Rasûlallah! Selâm Sana!
Abdulmuttalib, torununun doğumu şerefine verdiği ziyafette çocuğun adını soranlara: ’Muhammed adını verdim. Dilerim ki gökte Hakk, yeryüzünde halk O’nu hayırla yâd etsinler.’ cevabını verdi. Annesi ’Ahmed’ dedi. Zira Muhammed (s.a.v.); Üstünlük ve meziyetleri anılarak çok çok övülüp senâ edilen, Ahmed ise; Cenâb-ı Hakkı yüce sıfatları ile öven, hamd eden, demekti.
Mübarek İsimlerinin Her bir Harfine Bin Can Feda Yâ Rasûlallah! Selâm Sana!
Ve O’nun doğması ile İran hükümdarının Medayin şehrindeki sarayının 14 sütunu yıkılmış, Mecûsilerin İran’da Istahrâbat şehrinde 1000 yıldan beri yanmakta olan ’ateşgede’leri sönmüş, Sâve gölü yere batmış, Kâbe’deki putların yüzüstü devrildikleri görülmüş, bütün dünyada hüküm sürmekte olan cehalet ve küfür ateşi sönmüş, putperestlik yıkılmış, zulmün baskısı son bulmuştu...
Bâtılı Zâil Eden! Yoluna Kurban Olalım Yâ Rasûlallah! Selâm Sana!
İbrahim (a.s.) bin İsmail (a.s.)........ Bin Adnan bin Me’add bin Nizâr bin Mudar bin İlyas bin Müdrike bin Huzeyme bin Kinâne bin en-Nadr bin Mâlik bin Fihr bin Gâlib bin Lüeyy bin Ka’b bin Mürre bin Kilab bin Kusayy bin Abdümenaf bin Hâşim bin Abdülmuttalib bin Abdullah bin MUHAMMED (s.a.v.)
Zerre-i Miskal Leke Almamış, Nesebi Nur-i Pâk Olan Yâ Rasûlallah! Selâm Sana!
Evet, O, insanlığa Allah’ın âyetlerini okumak, fasıl fasıl mucizelerini gözler önüne sermek ve insana kendi mahiyetini öğretmek için gelmiştir. Evet, O’nun sayesinde beşeriyet tabiat kirlerinden arınarak, tertemiz hâle gelecek, kalb ve ruhun hayat derecesine yükselecekti ve yükseldi de. Evet, O, insanlara kitap ve hikmeti talim edecek; insanlık da, kitap ve hikmetin dünyasında kendini bularak, gerçek mü’min olma yoluna girecekti. O’nun gelişi herkes için Cenâb-ı Hakk’ın en büyük lütfu ve en engin ihsanıdır. Bunun böyle olduğunu bizzat Rabbimiz anlatmaktadır: ’İçlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan (kötülüklerden, münkerden) onları temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur.’(Âl-i İmran, 3/164.)
Rahmet-i Rahman’ın Mahlûkata En Büyük Lütfu Olan Yâ Rasûlallah! Selâm Sana!
Cihan O’na koşacak, ilim erbapları O’nu araştıracak, düşünme yeteneğine sahip sineler O’nun arkasına düşecek; hasımların birçoğu ateşli birer dost olup O’na sığınacak ve sığınıyorlar da... Allah Rasûlü bir hadis-i şeriflerinde: ’Ümmetimden on kişi ile tartıldım, ağır geldim. Sonra yüz, sonra bin kişi ile tartıldım yine ağır geldim. O zaman muvazzaf iki melek dedi ki: Bırak, eğer bütün ümmeti ile tartılsa yine ağır gelecek.’ (Kadı İyaz, Şifa.) Nitekim bu da gerçekleşmişti. Efendimiz (sav), gördüğü bir diğer rüyada şöyle anlatıyor: ’Terazinin bir kefesine Ben, diğerine bütün ümmetim konuldu ve Ben ağır geldim.’ (Müsned.)
Lutfet! Sana Koşan, Sana Sığınan, Sana Dost Olma Şerefine Nail Olan Bir Ümmet De Biz Olalım Yâ Rasûlallah! Selâm Sana! Salât O Eşsiz Varlığına!
O’ndan bahseden her söz güzeldir; güzel olmayan, O Güzeller Güzelinin güzelliğini tam anlamıyla ifade edememiş ifade ve üsluptaki kusurlardır ki o da tamamen bize aittir. Kâinatın Efendisi’ne ait olanlar ise sadece ve sadece güzelliklerdir.
Âlemlere Rahmet
Özlenen Rehber Dergisi 26. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.