Elhamdülilâhi Rabbi’l-Âlemîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âli Seyyidinâ Muhammedin ve eshâbihî ve ezvâcihî ve evlâdihî ve etbâihî ve ehl-i beytihî ve ümmehâtihî ve ebîhi biadedi külli şey’in fi’d-dünyâ ve’l-âhireti ve kezâlik. Ve’l-hamdü lillâhi Rabbi’l-Âlemîn.
’İşlerinde doğru olarak kendini Allah’a veren ve İbrahim’in, Allah’ı bir tanıyan dinine tâbi olan kimseden dince daha güzel kim vardır? Allah İbrahim’i dost edinmiştir.’(1)
Âyet-i kerîmede açıklandığı üzere, Allah Teâlâ Hazretleri; İbrâhîm (a.s.)’ı, vahdâniyet-i ilâhiyyeyi tasdîk edip, bâtıl akîdelerden berî bulunduğu ve saf, hâlisü’l-muhabbe bir nebiyy-i zîşân olduğu için, kendisine dost edinmiştir.
Keşşâf-u Istılâhâti’l-Fünûn’da mezkûr olduğu üzere, Peygamber-i Zîşan Efendimiz (s.a.v.) kendisine hem ’Halîlullah’ bununla beraber ’Habîbullah’ unvânının da verilmiş olduğunu bir hadîs-i şerîflerinde bildirmektedir.(2)
Dost (velî)un kelime anlamı, ’sevgisiyle yakınlık kazanmış’ şeklinde açıklanabilir. Istılahta ise velî; bütün hâl ve işinin murâdını, Allah’ın üzerine aldığı ve yardımda bulunduğu kimsedir. Allah’ın vahdâniyetini, Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz’in risâletini kabûl eden her kişi Cenâb-ı Hakk’ın velîsidir, dostudur. Çünkü Allah’ın birliğine îmân etmişlerdir. Hz. Allah bunların bu hâllerini Kur’ân-ı Kerîm’inde meâlen şöyle beyân eder: ’Onlar (o Allah dostları) ki, dosdoğru îmân ettiler ve hep Allah’tan korkup (fenâlıklardan) sakınırlar. Dünyâ hayatında da âhirette de müjde onlara. Allah’ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur ve işte bu büyük bir mutluluk ve başarıdır.’(3) Böylece Allah’a îmân eden ve amellerini ihlâslı olarak yapan her müminin, Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve hıfzına mazhar olduğunu şu âyeti-i kerîme beyan ediyor: ’Allah dostlarına hiç korku ve hüzün yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.’(4)
Allah dostları yaptıkları amellere göre derecelenirler. Bütün farzları, vâcipleri, sünnetleri, helâl ve haram hudutlarını çok iyi bilip, onlara göre hareket edip, nefislerinde bu amelleri tatbikte çok titiz davranırlar. Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Kerîm’inde velîlerin bu hâllerine şöyle işâret edilmektedir: ’Şüphesiz ki sizin Allah yanında en şerefli ve îtibarlınız, ondan en çok saygı ile korkup fenâlıklardan sakınanınızdır.’(5) Yine bir hadîs-i kudsîde şöyle buyuruluyor: ’Kul durmadan nâfile ibâdetleri yapmak sûretiyle, bana yakınlaşır. Tâ ki onu sevmiş olayım. Ne zaman ki onu seversem, kendisiyle işittiği kulağı, kendisiyle gördüğü gözü ve kendisiyle şiddetle kavradığı eli olurum.’(6) Diğer bir hadîs-i kudsîde şöyle buyuruluyor: ’Kulum durmadan nâfile ibâdetlerle bana yaklaşır. Tâ ki onu sevmiş olurum.’ (7) Böylece müminler kendi sa’y ü gayretleri ile çalışarak velâyet derecesine ulaşabilirler. Bir âyet-i kerîme meâlinde şöyle buyrulmaktadır: ’İnsanlara çalıştığı kadarı vardır.’(8)
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri Mektûbât’ında insanları Allah (c.c.)’ya kavuşturan yolların iki olduğunu söyler:
a) Vehbî ilimdir ki, buna ledün ilmi de denilir. Kur’ân-ı Kerîm’in Kehf Sûresinde Hz. Mûsâ (a.s.) ile Hızır (a.s.) bahsinde Cenâb-ı Hakk meâlen: ’Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona tarafımızdan bir rahmet vermiş ve nezdimizden (has) bir ilim öğretmiştik’(9) diyerek ledün ilmine işâret buyuruyor. Bu ilme çalışarak kavuşmak mümkün değildir.
b) Kesbî ilimdir ki, kişinin çok çalışmasıyla velâyet derecesine ulaşması demektir. Tasavvufî mânâsı ise; mürîd-murâd diye ikiye ayrılır. Velâyet derecesine ulaşıp veliyyullah olması için mürîd olup, kendi irâdesinden çıkıp bir mürebbînin terbiyesinde azgın nefsinin tezkiyesiyle ve o mürebbînin gösterdiği metodlarla nefs-i emmâre tâbîr edilen hayvânî sıfatlardan (kibir, şehvet, hased, kin, cimrilik riyâ ve buna benzer diğer kötü sıfatlardan) da arınıp Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in ahlâk-ı hamîdeleri ile muttasıf olup, ona benzemektir. Yine buna dâir Kur’ân-ı Kerîm’de emir ve işâretler vardır. Meâlen:
’Ama kim Rabbinin makâmından korkar, nefsini hevâ ve hevesinden tezkiye ederse, onun varacağı yer muhakkak cennettir.’(10) ’Nefsini tertemiz yapan kişi muhakkak umduğuna ermiştir.’(11) ’Kendini (günah ve inkâr ile) örtüp (karanlıklara) gömen kimse hüsrâna uğramıştır.’(12)
Demek ki kişi, üzerindeki bu ahlâk-ı zemîmeleri (hayvanî sıfatları) terbiye etmediği müddetçe, onların tesiri altında kalıp, insana Allah’ı unutturup dünyaya meylettiren ahlâklarla hareket etmeye başlar. Çünkü nefsine zebûn olur ve onun emrinden dışarı çıkamaz.
Velâyet derecesine çıkabilmek için, üzerindeki o yerilmiş-kötü sıfatları tecerrüd etmek ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ahlâkıyla ahlâklanmak gerekir. Böylece velâyet makamına-yakınlık nûruna erişir ve yükselir. Buna Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in bir hadîs-i şerîflerinde işâret vardır: ’Allah’ın ve Peygamberinin ahlâkıyla ahlâklanın.’(13) İşte böyle hayvânî sıfatlardan tecerrüd edip kurtulan kimsede Cenâb-ı Hakk’ın sıfatları tecellî eder.
Allah (c.c.) dostlarının alâmetleri ise; Allah’ın emrine hürmetle boyun eğmek (itâat), bütün insanlara şefkat, insanları sevmek, yaratılmışlara karşı cömert ve affedici olmak ve halktan gelen eziyetlere sabır ve sebât etmektir.
Allah (c.c.) dostlarının diğer bir alâmeti ise, insanların uhdesine düşen işlerini gönül hoşluğu ile yapabilmesidir. Çünkü onların kalpleri muhabbet denizi ve vahdet yuvasıdır. Onlar bir ân olsun halkı Hakk’a dâvetten geri kalmazlar. Bir hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: ’Allah’a en sevimli ameller, halka en çok faydası dokunanlardır.’(14)
Murâda gelince; bu zümredekiler tamamen kendi ihtiyarlarının (istek ve arzûlarının) hâricinde ve Cenâb-ı Hakk’ın kabzasındadırlar. Bu sınıfa dâhil olanlar peygamberler ve büyük velîlerdir. Fakat bu zümrenin sayıları gâyet azdır. Bu kimselere ’Üveysî’ de derler. Bunların terbiyesini bizâtihî Cenâb-ı Hak ve Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in mübârek ruhâniyetleri terbiye eder. Hep emir ve işâretlerle halkın hizmetine koşarlar. Allah (c.c.) dostlarındaki hâl ise sudûrî bir ilimdir. Satırlarla bu hâli târîf etmek mümkün değildir. Çünkü bu bir hâl ilmidir ve kâl ile târîfi muhâldir.
Hülâsa, Cenâb-ı Hakk’ın katında önemli olan istikâmettir. Allah (c.c.) katında en büyük kerâmet, O’nun ve Rasûl’ünün emirlerine muhâlefet etmeden uymaktır. Allah (c.c.) ve Rasûl’ünün yolunda yürüyebilmektir. Mevzûyu bir hadîs-i şerîfle bağlayalım: ’Allah (c.c.) bir kulu sevdiğinde, o kulun nefsinden ona bir vâiz kılar. Onun kalbinde o kimseyi kötülüklerden sakındırıcı bir kuvvet kılar. Ona emreder ve onu kötülüklerden saklar.’(15)
Ve’s-selâmu alâ men ittebea’l-hüdâ.
Kaynakça:
* Bu makale, Özlenen Fark Dergisi (Şubat 2001) 55. sayısından iktibas edilmiştir.
1) Nisâ Sûresi/125
2) Tirmizî, Menâkıb/1; Dârimî, Mukaddime/8; Tehânevî, Keşşâfu Istılahati’l-Fünûn; Kâdı İyaz, Şifâ-i Şerîf, Rehber Yayıncılık, Ankara, 1992, s.159 (’Allah’ın Habîbi ve Halîli Olarak Yüceltilmesi’ başlıklı bölüm).
3) Yûnus Sûresi/63-64
4) Yûnus Sûresi/62.
5) Hucurât Sûresi/13.
6) Bûhârî,Rikâk/38; İbn Mâce,Fiten/16; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/256.
7) Bûharî,Rikâk/38
8) Necm Sûresi/39
9) Kehf/65 not: Ledün ilmi; bu ilme çalışarak kavuşmak mümkün değildir. Ancak bu ilim Cenâb-ı Hakk’ın kişiye verdiği bir ihsânıdır.
10) Nâziât Sûresi/40-41.
11) Şems Sûresi/9
12) Şems Sûresi/10
13) Bk. Muhammed b. Abdullah Hânî, Âdâb, s. 219; Muhammed E. Erbilî, Mektûbât, s. 76; Hâce Muhammed Pârsa, Faslu’l-Hitâb Tercümesi, s. 202,
14) Bk. İbn Mâce,Nikâh/50; Dârimî,Nikâh/55
15) Hadîsi Deylemî rivâyet etmiştir. Bu konudaki diğer rivâyetler için bk. Râmûz el-Ehâdîs,1. Cilt, s. 25.
İnsan-ı Kâmil (allah Dostları)*
Özlenen Rehber Dergisi 17. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.