Özlenen Rehber Dergisi

17.Sayı

Şeytanın Hileleri*

Süleyman İLHAN Özlenen Rehber Dergisi 17. Sayı
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun! Salât ve selam, Efendimiz, Emin Peygamber Muhammed’e... Sonra, O’nun pak âline ve ashâbı’nın tümüne olsun.
İbn-i Abbas (r.a.) Hz.’inden naklen Muaz b. Cebel rivayet ediyor:
Bir gün Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberdik. Ensâr’dan birinin evinde toplanmıştık... Tam bir cemaat olmuştuk. Sohbete dalmıştık. Bu arada, dışarıdan bir ses geldi;
’- Ev sahibi... İçerdekiler... Eve girmem için bana izin verir misiniz? Benim sizden bir dileğim var. Görülecek bir işim var.’ Bunun üzerine, herkes Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin yüzüne bakmaya başladı. Orada ve her zaman büyük O’ydu, izin O’ndan çıkacaktı. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, duruma vakıf oldu ve:
’- Bu seslenen kimdir, bilir misiniz?’ buyurdu. Biz hep birden şöyle dedik:
’- En iyi bilen Allah ve Rasûl’üdür.’ Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz:
’- O, laîn İblis’tir (Şeytandır, Allah’ın laneti onun üzerine olsun!)’ buyurunca; hemen Hz. Ömer (r.a.):
’- Yâ Rasûlallah! Bana izin veriniz onu öldüreyim.’ dedi. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz buna izin vermedi ve şöyle buyurdu:
’- Dur yâ Ömer! Bilmiyor musun ki; ona belli bir vakte kadar mühlet verilmiştir. Öldürmeyi bırak.’ Sonra şöyle buyurdu:
’- Kapıyı ona açın gelsin. O, buraya gelmek için emir almıştır. Diyeceklerini anlamaya çalışınız. Size anlatacaklarını iyi dinleyiniz.’

* * *

Bundan sonrasını ondan dinleyelim; yani Râvî’den. Şöyle anlattı:
Kapıyı ona açtılar, içeri girdi ve bize göründü. Bir de baktık ki, şekli şu: Bir ihtiyar, şaşı, aynı zamanda köse, çenesinde altı veya yedi kadar kıl sallanıyor, at kılı gibi, gözleri yukarı doğru açılmış, kafası, büyük bir fil kafası gibi, dudakları da, bir manda dudağına benziyordu. Sonra, selam verdi, onun bu selamına Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz şu mukabelede bulundu:
’- Selam Allah’ındır yâ laîn!’ Sonra ona şöyle buyurdu:
’- Bir iş için geldiğini duydum; nedir o iş?’ Şeytan şöyle anlattı:
’- Benim buraya gelişim, kendi arzumla olmadı. Mecburen geldim.’ Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz sordu:
’- Nedir o mecburiyet?’ Şeytan anlattı:
’- İzzet sahibi Rabb’in katından bana bir melek geldi. Ve dedi ki:
’- Allah Teâlâ sana emir veriyor: Muhammed’e gideceksin. Ama düşük ve zelil bir halde, tevazu ile. Ona gideceksin ve ademoğullarını nasıl kandırdığını anlatacaksın. Onları nasıl aldattığını söyleyeceksin bir bir O’na. Sonra O, sana ne sorarsa doğrusunu diyeceksin.’ Sonra Allah Teâlâ buyurdu ki:
’- Söylediklerine bir yalan katarsan, doğruyu söylemezsen seni kül ederim, rüzgar savurur. Düşmanların önünde, seni rüsvay ederim. İşte böyle yâ Muhammed! O emir üzerine sana geldim.
Arzu ettiğini bana sor. Şayet bana sorduklarına doğru cevap vermezsem; düşmanlarım benimle eğlenecek. Şu muhakkak ki, düşmanlarımın eğlencesi olmaktan daha zor bir şey yoktur.


* * *

Bundan sonra, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle sordu:
’- Madem ki, sözlerinde doğru olacaksın. O halde bana anlat: Halk arasında en çok sevmediğin kimdir?’ Şeytan şu cevabı verdi:
’- Sensin, yâ Muhammed! Allah’ın yarattıkları arasında senden daha çok sevmediğim kimse yoktur. Sonra, senin gibi kim olabilir ki?’ Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz sordu:
’- Benden sonra, en çok kimlere buğuzlusun ve sevmezsin?’ Şeytan anlattı:
’- Müttakî bir gence ki, varlığını Allah yoluna vermiştir.’
’- Sonra kimi sevmezsin?’
’- Kendisini sabırlı bildiğim, şüpheli işlerden sakınan âlimi’
’- Sonra?’
’- Temizlik işinde yıkadığı yerleri üç defa yıkamaya devam eden kimseyi.’
’- Sonra?’
’- Sabırlı olan bir fakiri ki; ihtiyacını hiç kimseye anlatmaz, hâlinden şikayet etmez.
’- Peki, bu fakirin sabırlı olduğunu nereden bilirsin?’
’- Yâ Muhammed! İhtiyacını kendi gibi birine açmaz. Her kim ihtiyacını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa, Allah onu sabredenlerden yazmaz. Sabırlı kimselerin işi buna benzemez. Hasılı, onun sabrını; hâlinden, tavrından ve şikayet etmeyişinden anlarım.
’- Sonra kim?’
’- Şükreden zengin.’
’- Peki ama o zenginin şükreden olduğunu nasıl anlarsın?’
’- Onu görürsem ki, aldığını helal yoldan alıyor ve mahalline harcıyor. Bilirim ki: O şükreden bir zengindir.’

* * *

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz bu defa mevzuu değiştirdi ve ona başka bir sual sordu:
’- Peki, ümmetim namaza kalkınca, senin hâlin nice olur?’
’- Yâ Muhammed! Beni bir sıtma tutar. Titrerim.’
’- Neden böyle olursun; yâ laîn?’
’- Çünkü bir kul, Allah için secde edince bir derece yükselir.’
’- Peki, ya oruç tuttukları zaman nasıl olursun?’
’- O zaman da bağlanırım. Taa, onlar iftar edinceye kadar.’
’- Peki, ya hac yaptıkları zaman nasıl olursun?’
’- O zaman da, çıldırırım.’
’- Peki, ya Kur’ân okudukları zaman nasıl olursun?’
’- O zaman da, eririm. Tıpkı ateşte eriyen bir kurşun gibi eririm.’
’- Peki, ya sadaka verdikleri zaman hâlin nasıldır?’
’- Ha, işte o zaman hâlim pek yaman olur. Sanki sadaka veren, bir testere alır eline ve beni ikiye böler.’ Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz sebebini sordu:
’- Neden öyle testere ile ikiye biçilirsin, ya Ebâ Mürre?’ Bunun üzerine İblis:
’- Onu da anlatayım.’ dedikten sonra anlatmaya başladı:
’- Çünkü sadakada dört güzellik vardır. Şöyle ki:
1- Allah Teâlâ, sadaka verenin malına ihsan eyler.
2- O sadaka veren kimseyi halkına sevdirir.
3- Allah Teâlâ, onun verdiği sadakayı, cehennemle arasında bir perde yapar.
4- Allah Teâlâ, belayı, sıkıntıyı ve ahları ondan defeder.

* * *

Bundan sonra, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz ashâbı hakkında ona bazı sorular sordu:
’- Ebu Bekir için ne dersin?’ İblis buna şu cevabı verdi:
’- O bana, cahiliyet devrinde bile itaat etmedi. İslâm’a girdikten sonra nasıl bana itaat eder?’
’- Peki, Ömer b. Hattab için ne dersin?’ İblis buna da şu cevabı verdi:
’- Allah’a yemin ederim ki, her gördüğüm yerde ondan kaçtım.’
’- Peki Osman b. Affan için ne dersin?’
’- Ondan utanırım, hem de çok. Nasıl ki, Rahman’ın melekleri de ondan utanırlar.’
’- Peki, Ali b. Ebî Tâlib için ne dersin?’ İblis onun için de şöyle dedi:
’- Ah, onun elinden bir kurtulsam. O, kendi başına kalsa, ben de kendi başıma kalsam. O, beni bıraksa, ben de onu bıraksam. Ben onu bırakırım, ama o beni bırakmaz.’
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, yukarıdaki soruları sorduktan ve şeytanın verdiği cevaplar da kısmen bittikten sonra, şöyle buyurdu:
’- Ümmetime saadet ihsan eden, seni de tâ belli bir vakte kadar şakî kılan Allah’a hamd olsun.’ Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin o cümlesini duyan laîn İblis şöyle dedi:
’- Heyhat, heyhat! Ümmetin saadeti nerede? Ben, o belli vakte kadar diri kaldıkça, sen ümmetin için nasıl ferah duyarsın? Ben, onların kan mecralarına girerim. Etlerine karışırım. Ama onlar, benim bu hâlimi göremez ve bilemezler. Beni yaratan ve ba’s gününe kadar bana mühlet veren Allah’a yemin ederim ki; onların tümünü azdırırım. Cahillerini ve âlimlerini, ümmîlerini ve okumuşlarını, fâcirlerini ve âbidlerini, hasılı, bunların hiçbiri elimden kurtulamaz. Fakat, Allah’ın hâlis kullarını... Evet, bunları azdıramam.’ Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz sordu:
’- Sana göre ihlâs sahibi olan muhlis kullar kimlerdir?’ Bu suale İblis şu cevabı verdi:
’- Bilmez misin yâ Muhammed! Bir kimse ki, dirhemini ve dinarını sever, o Allah için bir ihlâsa sahip değildir. Bir kimseyi görürsem ki, dirhemini ve dinarını sevmez, övülmekten ve methedilmekten hoşlanmaz. Bilirim ki o, ihlâs sahibidir. Hemen onu bırakır kaçarım. Bir kul, malı ve övülmeyi sevdiği süre, kalbi de dünya arzularına bağlı kaldığı müddet, o size vasfını yaptığım kimseler arasında bana en çok itaat edendir. Bilmez misin ki; mal sevgisi, büyük günahların en büyüğüdür. Bilmez misin ki yâ Muhammed! Baş olma sevgisi yine büyük günahların en büyükleri arasındadır.’ İblis, anlatmaya devam etti:
’- Yâ Muhammed! Bilmez misin, benim yetmiş bin tane çocuğum var. Bunların her birini bir başka yere tayin etmişimdir. Sonra o her çocuğumla birlikte yine yetmiş bin tane şeytan vardır. Onların bir kısmını ulemâya gönderdim. Bir kısmını gençlere yolladım. Bir kısmını da, meşâyiha saldım. Bir kısmını da, ihtiyar kadınlara musallat ettim. Gençlere gelince; aramızda hiçbir anlaşmazlık yoktur. Onlarla gayet iyi geçiniriz. Çocuklara gelince; onlarla da, bizimkiler istedikleri gibi birlikte oynarlar. Bizimkilerin bir kısmını da, âbidlerin başına dert ettim. Bir kısmını da zahitlerin. Onlar, bunların yanına girer; hâlden hâle sokarlar. Bir tepeden öbürüne, hep dolaştırıp dururlar. Öyle bir hâl alırlar ki; başlarlar, sebeplerden herhangi birine sövmeye. İşte böylece, onlardan ihlâsı alırım. Onlar, bu hâller ile, yaptıkları ibadeti, ihlâssız yaparlar gayrı. Ama, bu hâllerinin farkında olamazlar.’ İblis, bundan sonra, aldattığı bir rahibin hikayesini anlatmaya geçti ve şöyle dedi:
’- Bilmez misin, yâ Muhammed! Rahip Barsisa, tam yetmiş yıl ihlâs ile Allah’a ibadet etti.
Bu ibadetleri sonunda, ona öyle bir hâl ihsan edilmişti ki; her dua ettiği hasta, duası bereketi ile şifâyâb oluyordu. Onun peşine takıldım, hiç bırakmadım. Zina etti. Katil oldu. Sonunda da küfre girdi. Bu o kimsedir ki; Allah Teâlâ Aziz Kitab’ında, onu şöyle anlatır: ’... Şeytanın hâli gibidir ki; o insana: ’Kafir ol!’ dedi. O da kafir oldu; bu defa ona şöyle dedi: ’Ben, senden uzağım. Ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.’(El-Haşr 59/16)

Not: Bu yazının devamı ileriki sayılarımızda yayınlanacaktır.

* Muhyiddin-i Arabi’nin ’Seceret’ül Kevn’ adlı eserinden iktibas edilmiştir.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • ranasema

    Allah (c.c) hepimizi korusun şeytandan'..AMİN

  • deniz yıldırım

    ALLAH razı olsun dilerm rabbim tüm insanları iblisin şerrinden korur çalışmalarınızda başarılar dilerm Allah a emanet olun...

  • abuzer korkmaz

    iblisin ALLAHın kulları ile nasıl oyun lar oynadığını gösteren çok güzel bir örnek

  • masum

    Allah bütün çalışanlarınızdan razı olsun.bir eğitimci olarak hem kendim okuyorum hemde öğrencilerime onlatıyorum. çok faydalı oluyor ve önemli konulara yer veriyorsunuz.

4 kişi yorum yazdı.