Özlenen Rehber Dergisi

154.Sayı

Yeniden Dirilen Bitkiler ve Yeniden Dirilen İnsan 'Hz. Uzeyr' (a.s.)

’Çürüyüp dağılmışken (şu) kemikleri kim diriltecek?’ (Yâ-sîn, 36/78)

Yeniden Dirilen Bitki

Bilimsel adı ’Selaginella lepidophylla’ olan, İngilizce de ’Resurrection plants’ olarak adlandırılan ve Türkçe karşılığı olarak da ’Yeniden Dirilen Bitki’ ya da ’Dinozor Bitki’ olarak bilinen bu bitki, günümüzde sahra ya da çölün en sıcak alanlarında yaşamlarını sürdürmektedirler. Günümüzde bu bitkilere Amerika-Meksika sınırındaki Chihuahuan çölünde rastlamak mümkündür.
Bu bitki, tohumsuz bitkiler grubundan Eğreltilerin kibrik otları bölümünde yer almakta olup Selaginella cinsine mensup 700 bitkiden sadece bir türünü oluşturmaktadır. Bu bitki türü, yosun ve diğer eğrelti otlarıyla birlikte genellikle nemli alanlarda yaşamlarını sürdürürler. İnternetteki bazı video ve kaynaklarda çoğalmalarının tohumla olduğu ve çiçek oluşturduğu söylense de bunlar tohumsuz bitki grubuna dâhil olması sebebiyle tohum oluşturmaları ve çiçeklenmeleri olanaksızdır. Çünkü tohum ancak iki farklı bitkiden gelen farklı eşeylere ait hücrelerin birleşmesi sonucu oluşur ki biz bu olayın başlangıcına tohumlu bitkilerde tozlaşma ve sonrasına döllenme diyoruz. Oysa bu bitkilerde böyle bir olay söz konusu değildir. Dolayısıyla çoğalmaları spor adını verdiğimiz döllenme özelliği olmayan, fakat başka bir hücre ile birleşmeden tek başına yeni bir organizma oluşturabilen üreme hücresiyle gerçekleşir. Yani çoğalmaları bir nevi karayosunları ve likenler gibidir. Bu bitkilerin ne çiçekleri, ne meyveleri, ne tohumları ne de yaprakları vardır. Gövde genişleyerek yapraksı bir hal almıştır ve onunda üzerinde yer yer spor keseleri oluşmuştur.

Çöl bitkilerinin kurak ortamlarda hayatlarını devam sürdürebilmelerinin üç yolu vardır. Birincisi saklanma (dormansi, uyku hali), ikincisi absorbe (emme) ettikleri suyu muhafaza etme ve üçüncüsü tahammül etmedir.

Kuraklığa karşı saklanma yolunu tercih eden bitkilerin en iyi örnekleri tek ya da çok yıllık bitkiler olup kurak zamanlarda çok dayanıklı tohumlar halinde toprağın altında bulunurlar. Güneş çiçeği familyasının büyük bir kısmını ihtiva eden bu türlerde, bitkinin gövde kısmı tohum bıraktıktan sonra tamamen kurur. Bundan sonra tohumlar, filizlenmelerine sebep olacak bol suyun geleceği zamana kadar toprağın altında uykuda kalırlar. Kuraklıktan suyu muhafaza eden türlere ise, su kaybını azaltıcı yahut su tedarikini artırıcı yahut da her ikisini birden sağlayacak mekanizmalar verilmiştir. Mesela: Kaktüs, sabır otu, avizeağacı gibi bitkilerin etli yaprak ve sapları bitkinin su depolama kapasitesini arttırır. Ani kuraklıkta çok işe yarayan bu su depoları, aynı zamanda su kaybını azaltıcı mekanizmalar ile de güçlendirilmiştir.

Kötü ortam şartlarına karşı dayanıklılık ya da tahammül etme özelliğini ise Selaginella cinsine ait ’yeniden dirilen bitkiler’ adıyla meşhur olan bitkide görmek mümkündür. Bu bitkiyi akranlarından farklı kılan özelliği; yaşam alanı olarak seçtiği çöl ortamında hayatta kalabilmesidir. Aynı yaşam alanında akranları dediğim diğer türdeşleri yaşam mücadelesini kazanamamaktadır ve ölmektedirler. Bu bitkinin yaşam alanındaki tek arkadaşları kaktüsler ve bazı kurakçıl bitkilerdir. Saklananların ve su depo edenlerin aksine bu bitkiler, hemen hemen tamamen susuzlukta yaşayabilirler. Bitkideki su potansiyeli, kuraklıkta normal haldekinin %3’üne kadar düşebilir ve bu anda bitkide hiçbir metabolik aktivite ölçülemez. Dıştan bakan birine göre ölü görünen bu bitkiler, çöl yağmurlarının gelmesi ile birlikte yeniden dirilişi hatırlatırcasına, programlandıkları gibi aniden canlanır ve normal metabolik faaliyetlerine başlarlar.

Yeniden dirilme hadisesini, birçok bitki türünde görmek mümkündür. Kurumaya tahammül etme ya da başka bir ifadeyle sıcaklığa karşı dayanıklılık gösterme hadisesi algler, likenler, yosunlar gibi damarsız bitkilerde sık rastlanmakla birlikte eğreltiotu familyasından çiçekli bitkilere kadar birçok damarlı türde de görülmektedir. Fakat yazımıza konu olan bu bitki türünün diğer dirilme hadisesini gösteren türlerden farkı, ister adına uyku hali diyelim istersek adına istirahat hali diyelim, bu sürecin yaklaşık bir asır yani 100 yıl kadar sürebildiğidir. Evet, yanlış okumadınız, bu bitki türü ölü halde ya da başka bir ifadeyle kurumuş halde yaklaşık 100 yıl geçirdikten sonra suyu görmesiyle tekrar fizyolojik aktivitelerine devam edebilmektedir. Sistematik olarak bu bitki grubunun da içinde olduğu Lycopod adını verdiğimiz Eğrelti otlarıyla ilgili diğer bir şaşırtıcı bilgi ise; fosil kayıtlarına göre bu eğrelti otlarının 345 ve 280 milyon yıl önce yaklaşık 30 metrenin üzerinde bir boya ve 2 metre çapında bir gövdeye sahip oldukları ve dünyanın en yaygın bitkisi konumunda olmalarıdır. Kayıtlara göre 400 milyon yıl öncesinde günümüzdeki mevcut boyda oldukları ve ilerleyen dönemde hâkim bitki durumuna geçtikleri tespit edilmiştir. Bu dev ağaçların o dönemdeki yaşam alanları nemli bataklıklardı. İklimsel soğuma ya da diğer bilinmeyen bazı faktörler sonucunda bu dev eğrelti otları yaşam mücadelesini kaybetti ve ortadan kalktılar. Sadece ’Yeniden Dirilen Bitki’ gibi küçük yapılı olanlar yaşamlarını devam ettirebilmişlerdir ve günümüzdeki kullanılan kömür yataklarının bu ölen dev bitki topluluklarının sonucunda oluştuğu bilinmektedir.
Çöl bitkileri üzerine uzun seneler araştırma yapmış olan Prof. Willianı G. Eickmeier bir yazısında bu bitki ile ilgili şu sözleri sarf etmiştir: ’Bu enteresan türlerle ilk karşılaşmam, 1968’de üniversite öğrencisi iken Büyük Bent arazisine yaptığım bir gezi sırasında olmuştu. Görünüşte ölü olan bu bitkilere su dökerek onların birkaç saat içerisinde parlak yeşile dönmesini seyretmek gezinin en ilgi çekici kısımlarından biriydi. Bu hadiseden on yıl kadar sonra, talebeyken karşılaştığım bu hadiseyi birçok defalar laboratuarda tekrarladım. Kuru bitkiler birkaç dakikalığına su dolu bir behere batırılıyor, sonra da kökleri su ile kaplanacak şekilde bir kaba konuyordu. Ani canlanmaları hakikaten şaşırtıcıydı. Yağmura bu kadar çabuk cevap vermelerinin sebebi saçak kök sistemi adını verdiğimiz bir yapıya sahip olmalarıydı. Bu kök yapısı fazla derin olmayıp bol miktarda kılcal yapıda kökçüklerden oluşan ve bu nedenle suyu çok hızlı bir şekilde gövde ve yapraklarına almaları mümkün kılan bir kök sistemidir. Kurumuş bitkiler suyu emince, alt kısımlardaki kahverengi yapraklar açılmaya başlar ve klorofil muhafaza eden üst kısımlar açığa çıkar. Dalların üst kısımlarındaki hususi hücrelerin genişlemesine sebep olan bu açılma hareketi tamamıyla mekaniktir. Ölü bitkilere bile su verildiğinde üst dallarda açılmalar görülebildiği için, gerçek dirilmenin ne olduğunun iyice ortaya konulması gerekir. Gerçek fizyolojik dirilme için, su verilen bitki, normal metabolizmasına kavuşmalı ve fotosenteze başlamalıdır. Normale dönme hadisesini tespit etmek için ise, karbondioksit alışverişini ölçecek aletlere ihtiyaç vardır. Karbondioksit bırakılması ile ölçülen teneffüs aktivitesi S.lepidophylla bitkisinde suyun gelmesi ile başlar. Bitki ışıkta sulanırsa ilk fotosentez belirtisi yaklaşık üç saat sonra görülür. Yaklaşık beş saat sonra ışıktaki bitkiler teneffüse sahip olurlar, bu noktadan sonra net fotosentez hızı sürekli olarak artar. İyi şartlarda fizyolojik dirilme 24 saatlik sulandırma sonunda tamamlanır. Bu dirilme, bitkinin suyunun %97’sini kaybetmiş ve uzun süre susuz kalmış olmasına rağmen şaşırtıcı derecede hızlıdır.

S.lepidophylla çok çabuk dirilmelidir, çünkü yağmurlar çok seyrektir ve yılda 25 cm’i geçmemektedir. Bunun da ötesinde sıcak yaz aylarında su çok çabuk buharlaştığından, yağmurun faydaları kısa süre tesir eder. 25 cm’den fazla olan yağmurlar bile bitkinin 2–5 gün aktif kalmasına sonra ise tekrar uykuya dönmesine yol açar. Yılda ortalama 3–7 hafta aktif olduklarından dolayı su geldiğinde en iyi şekilde hareket etmek mecburiyetindedirler. Yağmur geldiğinde hızla biyolojik aktivitesini kazanma, bu işin sadece bir yönüdür; diğer yönü dirilmeye vesile olan yağmurlar arasındaki vakitte canlı kalabilmektir. Bazen kuraklık çok uzun sürebilir ki, bu çölde sık rastlanan bir durumdur. Laboratuvarda 1,5 yıldan fazla kuru olarak saklanan bitkiler nemlendirildiğinde fotosentez hızları düşmesine rağmen yine de aynı hususiyetlere sahip olmaktadırlar. İyi bir tahminle bu bitkiler iki veya üç yıl susuz kalabileceklerdir ki, bu kapasite de zaten onlar için yeterlidir.’

Bu yazıyı yazmamızdaki maksat dergimizin okur profilini de göz önünde tuttuğumuzda elbette karmaşık biyolojik bilgiler vermek değil, amacımıza hizmet etmesi açısından İslam tarihinde de geçen ve Kur’ân-ı Kerim’de de yer alan bazı hadiselerle ilişkilendirmektir. Bu bağlamda Yasin suresindeki şu ayet-i kerimeye bakacak olursak:

’Kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi. Dedi ki: ’Çürüyüp dağılmışken (şu) kemikleri kim diriltecek?’
De ki: ’Onları ilk defa yaratan diriltecek ve o her yaratmayı bilir.’1

Her iki ayet-i kerimeden anlaşılacağı üzere gerek Rasûlullah (s.a.v.) döneminde, gerekse geçmiş peygamberler döneminde insanlar tekrar yaratılmayı kavramada zorlanmış, imanın esaslarından biri olan dünya hayatından sonra ahiret hayatının olacağı yani tekrar bir dirilişin olacağı fikrini kimi insanlar gerek peygamber kıssalarından gerekse Kur’ân’ı Kerim’deki ayetlerden anladığımız kadarıyla sorgulamışlardır.

Tabi ki geçmiş dönemlerde yaşayan Peygamberler döneminde ölü yani cansız nesnelerin dirildiği birçok peygamber mucizesi yaşanmıştır.

Şimdi bunlardan bir örneği yani Hz. Üzeyir (a.s.)’ın kıssasında geçen bir hadiseyi Kur’ân’ın Kerim’in ifadesiyle aktaralım:

Yüz Yıl Ölü Bırakılıp Diriltilen Peygamber:
Hz. Üzeyir (a.s.), İsrail oğulları peygamberlerinden bir peygamber olup, ism-i şerif’leri Kur’ân-ı Kerim’de sadece Tevbe sûresi’nin 30. âyet-i kerime’sinde geçmektedir. Bakara suresinde ise bir menkıbesine işaret edilmiştir.

O dönemde İsrail oğullarının bir kısmı baştanbaşa katliama maruz bırakılmış, bir kısmı Şam’da iskân olunmuş, bir kısmı ise esir edilip götürülmüşlerdi. Üzeyir (a.s.) da bu esirler arasında iken daha sonra kurtulmuş, kendisine peygamberlik verildikten sonra ise vefat edinceye kadar kavminin ıslahı ile meşgul olmuştur.

Nübüvveti ile insanlara Hak şahidi olması için, Allah Teâlâ ona yeniden dirilmenin keyfiyetini fiilî olarak göstermiştir. Şöyle ki:
Üzeyir (a.s.) azığını almış, eşeğine binmiş giderken bir kasaba yıkıntısına uğramıştır. Âyet-i kerimede şöyle buyruluyor:
’Veya (binalarının) çatıları çöküp duvarları üstüne yıkılmış (ıssız) bir kasabaya uğrayan kimseyi (görmedin mi?)’2

O bayındır binaların tavanları çöküp inmiş, altındaki duvarlar onların üzerine yıkılmıştı. Bağlarına, bahçelerine rağmen harap olmuş, enkaz haline gelmiş, orada oturanlardan kimse kalmamıştı. Virane kasabayı uzaktan seyreden ve orada konaklayan Üzeyir (a.s.), Allah Teâlâ’nın o yeri bir daha nasıl mamur hale getireceği, bu şekilde ölenlerin nasıl dirileceği hususunda düşünceye daldı ve bu tefekkür hali içinde kendi kendine:

’Allah burayı ölümünden sonra acaba nasıl diriltecek?’ dedi.3

Elbette ki böyle bir düşünce ve sual, bir peygamberin tekrar diriliş hakkında şüpheye düştüğü manasına gelmez. Bunun manası; hakikati kendi gözü ile görmek istemesidir.

Bunu söyledikten sonra Ashâb-ı Kehf gibi uykusu geldi ve yattı. Allah Teâlâ ona bazı hakikatleri göstermek için bir asır sürecek yarı ölümle öldürdü.

Âyet-i kerime’de şöyle buyruluyor:
’Bunun üzerine Allah, onu yüz sene ölü bıraktı (yani duyularını, hareketlerini ve idrakini yitirmesini sağladı), sonra diriltti (bunları tekrar bahşetti).’4

Onu bu muvakkat ölümünden sonra geçen yüz yıl içinde İsrail oğulları zamanla oraya tekrar döndüler. O belde yeniden imar edildi. Üzeyir (a.s.)’ın bu değişmelerden hiç haberi olmadı. Allah Teâlâ ona hayat namına hiçbir şey tattırmadı. Bir uykuya dalmış, o uykusunda öylece kalmıştı. Yüz yıl o halde kaldığı halde Allah Teâlâ cesedini hiç kimseye göstermedi.

Yüz senelik derin bir uykudan sonra kendisine tekrar hayat verildi. Allah Teâlâ o belde gibi ona, duyularını, hareketlerini ve idrakini iade etti. Kendisine:

’Ne kadar kaldın?’5 diye sordu.

Günün başında ölmüş bulunan Üzeyir (a.s.) bir asır sonra günün sonuna doğru dirilmişti. Güneşin hâlâ durduğunu görünce, aynı günün güneşi olduğunu tahmin ederek:

’Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldım.’ dedi.6
O halde yüz sene kaldığının farkına varmamıştı. Kendisini uyumuş da uyanmış gibi hissediyordu. Bunun üzerine ona:
’Hayır! Yüz sene kaldın.’ buyurdu.7
Beraberinde taşıdığı yiyecek ve içecekleri emr-i ilâhî ile hiç bozulmamış taptaze duruyordu. Eşeği ise çürümüş, sadece kemikleri kalmıştı.
Üzeyir (a.s.)’ın: ’Eğer yüz senedir burada kalmış olsaydım, etlerim çürür, kemiklerim dağılırdı’ şeklinde gönlüne herhangi bir duygu gelmemesi için de şöyle buyurdu:
’Yiyeceğine ve içeceğine bak, bozulmamış!’8
Yiyeceğine, içeceğine bakınca gerçekten öyle olduğunu gördü. Ardından:
’Ve bir de eşeğine bak!’9 buyurdu.
Üzeyir (a.s.) bir de ne görsün! Eşeğinin kemikleri sağında ve solunda dağılmış... Onları görünce durumu anladı.
İsteği üzerine Allah Teâlâ ona, bir ölünün nasıl dirileceğini canlı olarak gözler ve duyular önünde bizzat müşahede ettiriyordu. Bununla ilgili olarak şöyle buyrulur:
’(Böyle yapmamız) seni insanlar için (kudretimize) bir işaret kılmamız içindir.’10
Bu apaçık bir mucizedir. Öldükten sonra dirilmeyi inkâr ve keyfiyetinde tereddüt edenler çoğunlukta olduğu için Allah Teâlâ bu hadiseyle gerek o asırda gerekse sonraki asırlarda yaşayan insanlara ahireti ve yeniden dirilmenin sırlarını anlatmaktadır.
Devamında şöyle buyrulur:
’(Merkebin) kemikler(in)e bak! Nasıl onları birleştiriyor, sonra onlara et giydiriyoruz.’11
Üzeyir (a.s.), Allah Teâlâ’nın bu yüce kudretini görünce teslimiyet gösterdi ve bütün varlığı ile O’na yöneldi. Âyet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır:
’(Bu işler) ona açıkça belli olunca: ’Biliyorum ki Allah her şeye kadirdir.’ dedi.’12
Görüldüğü üzere her iki olay arasında da bir fark yoktur. Kurumuş kemiklerin tekrar nasıl canlanacağını merak eden insanlar yazımızın başında yapısı hakkında genişçe bilgi verdiğimiz kurumuş yani ölmüş halde 100 yıl bekledikten sonra tekrar dirilen ’Yeniden Dirilen Bitki’ye bakmaları yeterlidir. Tabi ki daha önceki yazılarımızda söylediğimiz gibi bu misaller akıl sahiplerinedir. Nefsini aklının önünde tutup doğadaki Rabbimizin mührünü ’tabiat ananın mucizeleri(!?)’ şeklinde görenlere ayet-i kerimeyi hatırlatıyorum:
’Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde de bir perde vardır.’13
Rabbim onlara hidayet eylesin! Çünkü kalpler Allah (c.c.)’nun elindedir.
Benzeri dirilme hadiselerini Hz. İsa (a.s.)’ın Rabbimizin emriyle ceset adını verdiğimiz, gerçekte kuru bir bitkiden farkı olmayan cansız bedenleri yani ölüleri diriltmesinde ve yine Hz. Musa (a.s.)’ın kuru bir dal diyebileceğimiz gerçekte ölmüş bir bitki olan asasının Allah (c.c.)’ın emriyle canlanıp yılana dönüşmesi de yine yeniden canlanmaya örnek olarak verebileceğimiz mucizevî olaylardır.


Kaynaklar:
1- Ecology (Ekoloji) Dergisi, c.74 (4), 1993, s.1073-1080. Yazarlar: Jefferson G. Lebkuecher ve William G. Eickmeier. Makale adı: Physiological Benefits of Stem Curling for Resurrection Plants in the Field.
2- http://faculty.ucc.edu/biology-ombrello/pow/resurrection_plant.htm


(Endnotes)
1 Yâ-sîn, 36/78-79.
2 el-Bakara, 2/259.
3 el-Bakara, 2/259.
4 el-Bakara, 2/259.
5 el-Bakara, 2/259.
6 el-Bakara, 2/259.
7 el-Bakara, 2/259.
8 el-Bakara, 2/259.
9 el-Bakara, 2/259.
10 el-Bakara, 2/259.
11 el-Bakara, 2/259.
12 el-Bakara, 2/259.
13 el-Bakara, 2/7.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.