Akıl, sözlükte ’menetmek, engellemek, alıkoymak, bağlamak, sığınmak ve tutmak’ gibi anlamlara gelmektedir. Aklın şerefini ortaya çıkarmak, ispatı hiçbir zorlamaya muhtaç olmayan konulardandır. Akıl en üstün, şerefli, kıymeti büyük nimettir. Dünya ve ahiret saadetinin vesilesi olan akıl nasıl şerefli olmaz ki? Allah akıldan daha üstün ve şerefli bir mahlûk yaratmamıştır.1
Kur’ân’a göre insanı diğer varlıklardan farklı kılan, onun her türlü davranışlarına anlam kazandıran ve ilahî emirler karşısında sorumlu kılan ancak akıldır. Kur’ân’ın toplam kırk dokuz yerinde geçen akıl, bilgi edinmeye yarayan bir güç ve doğru düşünmenin ölçüsü olarak sunulmuştur. Bu ayetlerden ikisinin meali şöyledir.
’(İnkâr edenleri imana çağıran peygamber ile) inkâr edenlerin durumu, bağırıp çağırmadan başka bir şey duymayan (hayvan)lara seslenen (çoban ile hayvanlar)ın durumu gibidir. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık onlar düşünemezler.’2
’Yine: ’Eğer kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu alevli ateşin ehli arasında olmazdık.’ derler.’3
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyuruyorlar:
’Akıllı kişi, nefsini (Allah’a karşı) hesaba çeken (ya da Allah’a köle yapan) ve ölümden sonraki (hayat) için (salih) amel işleyen kimsedir. (Kusurlu,) aciz kişi ise, nefsini (boş) hevasına (arzusuna) uyduran (yani nefsini masiyetten alıkoymayan) ve (sonra da) Allah’tan (mağfiret) temenni eden kimsedir.’4
Ahir ömrümüz için her ay sigortamızı hiç ihmal etmeyip yatırıyoruz, çünkü akıl bunu gerektirir. Her ay üç yüz-beş yüz TL’yi ahir ömrümüzde rahat edelim diye veriyoruz. İhtiyarlıkta el-ayak tutmaz, göz görmez, çalışamaz durumlara düşeriz diye. Ne de olsa verdiğimiz bize dönecek, emekliliğimizde alacağız. Sonsuz ahiret hayatı için de pirim yatırmak, hazırlık yapmak gerekmez mi? O meşakkatli, zor hesap gününe, amellerimizin bize yoldaş, arkadaş olacağı kabir hayatımıza, Peygamberlerin dahi ’nefsî nefsî’ dediği, güneşin bir mızrak yaklaştırıldığı, said ve mücrimlerin ayrılacağı, amel defterlerinin dağıtılacağı, kişinin en yakınından bile kaçacağı, dünyadan götürdüğümüz işlerin, sözlerin, ahlakların, yapıp ettiklerimizin tartılacağı, mizanın kurulacağı, elli bin yıllık olan mahşer gününe hazırlık gerekmez mi? Önümüzdeki bu badireleri düşünmeden bir hayat sürmek akıl karı mı?
Evimizin üstünü kapatırız, yetmez çatı yapar, yalıtım yaparız, soğuktan- sıcaktan, güneşten korunmak için… Peki, güneşin milyonlarca ışık hızı uzaklığı bize tedbir almayı ve çatı yapmayı veya gölge aramamızı gerektiriyor da, güneşin bir metre yaklaşacağı ve Arş-ı A’lâ’nın gölgesinden başka gölgenin olmayacağı o günde bizi o gölgeliğe götürecek amellere tutunmak gerekmez mi? Belki de yok hükmünde olan ancak yaşayacağımız on-on beş yıllık ahir ömrümüz, sonsuz ahiret ömrümüzden daha mı ehemmiyetli, önemli?
Şu günümüzde bir ev sahibi olmak için orta gelirli bir insan kaç sene çalışması gerekmektedir? İki oda bir salon bir evim olsun diye, senelerce üç, beş belki de on sene tasarruf yapıyor, sağlığından, eğitiminden, yemesinden, içmesinden, giyiminden kısıyor, her türlü giderlerini asgari seviyeye çekiyor. Niçin? Bir ev sahibi olabilmek için! Akıllıca değil mi? Evet, ama cennetin yüce derecelerine, odaları, daireleri sayısız cennetin köşklerine, altından ırmaklar akan saraylarına yerleşmek için de bazı çaba ve gayret ve bazı zaman ve imkânlardan da feragat etmek gerekmez mi? Dünyadaki barınak bize ne kadar nasip bilemiyoruz ama cennetin köşkleri ebedidir. Şu bir ibret ki o sahip olduğumuz ev veya tarlanın biz kaçıncı nesil sahipleriyiz? Bizden önce bu arsaya kaç nesil ev yaptı, o tarlayı kaç nesil ekti biçti, bizden sonra kaç nesil ekip biçecek bilinmez. Biz bu dünyaya gelmiş kaçıncı kuşak nesiliz, bizden sonra kaç nesil gelecek bilinmez. Mübarek efendim bir sohbetlerinde şöyle buyurmuşlardı: ’Yüz sene önce şu mescitte bulunanlardan kimse yoktu, yüz sene sonra da buradan kimse olmayacak. Hâlbuki cennetin nimetleri gidecekler için hazırlanmış, sahiplerini beklemektedirler.’
Dünya nimetleri peşin olduğu için belki bize cazip geliyor ama ahiret nimeti dünyadaki gibi geçici ve sonunda hesap gerektiren bir nimet değildir. Dünya’nın helali hesap, haramı azaptır. Dünyadan bize kalacak; yiyip tükettiğimiz, içip bitirdiğimiz ve giyip eskittiğimizden başka ne vardır? Ki bunların da hesabı sorulacaktır. Diğer nimetler varislerin sayılır.
İnsan şu tekrarı olmayan çok kıymetli ömür sermayesinin kıymetini iyi bilmeli, en iktisatlı şekilde kullanmalıdır. Yaptığı iş ya dünyasına ya da ahiret hayatına faydalı olmalıdır. Ölçüyü iyi ayarlamalıdır. Akıllıca hareket etmeli; ’Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışmalıdır’, ’Dünyada kalacak kadar dünya için, ahirette kalacak kadar ahiret için çalışmalıdır.’
Buraya şöyle bir benzetme getirirsek faydalı olur kanaatindeyim:
Kişi günün çok kısa bir vaktinde kümese yumurta almak için giriyor, işini bitirince de oradan çıkıyor. Şimdi evinde durduğu zamanı, ahiret hayatına, kümeste geçirdiği zamanı da dünya hayatına benzetelim. Evinde durduğu zamanı sonsuz ahiret hayatına kıyaslasak, herhalde kümeste geçirdiği zaman dünya hayatına nispetle daha uzun olur. Buna göre kümesine sadece nasibi olan yumurtayı alıp çıkmak için uğrayan kişi: ’Ben buraya birkaç dakika da olsa her gün uğruyorum. Buraya bir klima taktırayım, kümese yalıtım yaptırayım veya alttan ısıtma yaptırayım, burayı biraz genişletip koltuk kanepe atayım!’ dese akıllıca olur mu? Bunu diyen veya yapanın durumunu pekiyi görmeyiz, acırız adama. Aslında ahirete nispeten dünya da bundan farklı değildir. Peygamberimiz (s.a.v.): ’Benim dünya(nın rahatlığı) ile bir işim yok. Ben dünyada ancak, bir ağacın altında (bir müddet) gölgelenip sonra (oradan ayrılıp) giden ve onu terk eden bir binitli (yolcu) gibiyim.’5 buyurmaktadır.
Dünya, ahiretin tarlasıdır. Bu dünyada kişi ne ekerse ahirette onu biçecektir. Dünyada arpa ekip de buğday biçen olmamıştır, mercimek ekip de nohut biçen olmamıştır. Kişinin amel defterinde yapıp ettiklerinden başkası yoktur. Mizanda tartılacak olanlar bize ait olan işler, fiiller, sözler, amellerdir. Mahşerde şakileri, saidlerden ayıran bu dünyadaki tercihlerdir. Akıllı insan şunu bilir ki dünya üç gündür; dün, bugün, yarın. Ölüme kadar olan yarın, bizim için yok hükmündedir. Ölümden sonra olan yarın, bizim için imanın bir esası ve hükmü haktır. İçinde bulunduğumuz gün gibi hakikattir. Ölüme kadarki hayat, garantisi olmayan bir temennidir. Dün ise bizim için hesabı verilecek bir zaman dilimidir. Ebû Turâb hazretleri ne güzel demiş!
Bu günümü düşünürüm
Dün geçti yarın var mı?
Gençliğe de güvenmem
Ölen hep ihtiyar mı?
İnsanda akıl ve nefis vardır. Melekte nefis yoktur. Hayvanda akıl yoktur. İnsan nefsiyle hareket ederse esfel-i safiline (aşağıların aşağısına) düşer. Ama nefsi ile hareket etmez, aklını kullanır, Allah’ın emir ve yasaklarına göre hareket ederse yüce dereceler elde eder.
Rabbim bizleri akledenlerden eylesin! Âmin!
Faydalanılan kaynaklar:
- İhyâu Ulûmiddin, Tuğra Neşriyat
- Dinî Kavramlar Sözlüğü, DİB Yayınları.
(Endnotes)
1 el-Hakîmu’t-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûli Fî Ma’rifeti Ehâdîsi’r-Rasûli, 208. Asıl, c.4, s.442, Dâru’n-Nevâdir, Beyrut, 2010; Taberânî, Kebîr, c.8, s.339, h.no:8086, Mektebetu’bni Teymiyye, Kahire.
2 el-Bakara, 2/171.
3 el-Mülk, 67/10.
4 Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme Ve’r-Rekâik Ve’l-Vera’, 25.
5 Tirmizî, Zühd, 44.
Akledenlerden Olmak
Özlenen Rehber Dergisi 154. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.