Özlenen Rehber Dergisi

148.Sayı

Nefsine Bak! Sanatı ve Sanatkârı Göreceksin

Ethem KARLI Özlenen Rehber Dergisi 148. Sayı
Ethem KARLI

NEFSİNE BAK! SANATI ve SANATKÂRI GÖRECEKSİN

Cenâb-ı Hak, Aziz Kitabı’nda nefsi düşünmeyi emrederek buyuruyor ki:
’Nefislerinizde (ruh ve beden varlığınızda) dahi (nice alametler var. Hala) görmeyecek misiniz?’ (ez-Zâriyât, 51/21)
Cenâb-ı Hak, insanı necis bir damla sudan yarattığını zikrederek şöyle buyurdu.
’Kahrolası (inkârcı) insan! Ne nankör şeydir o! (Bu kibir ve gurur neden? Düşünmez mi hiç,) onu (yaratan) hangi şeyden yarattı? Bir nutfeden (sperm) onu yarattı da (insan) biçimine koydu. Sonra (ana rahminden çıkmak için) ona yolu kolaylaştırdı. Sonra onu öldürdü de kabre gömdürdü. Sonra dilediği zaman onu tekrar diriltecektir...’ (Abese, 80/17-22)
Cenâb-ı Hak, bir damla suyu nasıl kan pıhtısı, kan pıhtısını nasıl et çiğnemi ve onu nasıl kemik yaptığını zikrederek şöyle buyurdu:
’Andolsun ki biz insanı, çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık. Sonra onu (Âdem’in neslini) sağlam bir yerde (rahimde) bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi kan pıhtısı haline getirdik. Sonra kan pıhtısını bir parça et yaptık. O et parçasını kemikler haline çevirdik. Ardından kemiklere bir et giydirdik. Sonra ona başka bir yaratılış (ruh) verdik...’ (el-Mü’minûn, 23/12-14)
Dikkat et ki, bembeyaz ve parlak olduğu halde bir damla su nasıl kıpkızıl bir kan pıhtısına çevrilmiştir. Sonra o kanı nasıl bir et parçası yapmıştır. Sonra meninin cüzlerini -ki birbirine benzer ve eşittirler- nasıl kemik, sinir, damar ve damarlardan görünür azaları nasıl taksim etmiştir.
Başı yuvarlak kılmış, kulak, göz, burun, ağız ve diğer azalar yarmış. El ve ayağı upuzun yaratmış, başlarını parmaklara, parmaklarını da büklümlere taksim buyurmuştur. Sonra kalp, mide, ciğer, dalak, kalın bağırsak ve çeşitli azaları nasıl biçimlendirmiştir. Onların her birini özel bir şekil, özel bir ölçüde ve özel bir iş için yaratmıştır. Sonra bu azaları kısımlara nasıl taksim etmiştir. Mesela: Gözü yedi tabakadan oluşturmuştur. Ve her tabakanın özel bir vasfı ve özel bir heyeti vardır. Eğer onlardan bir tabaka yok olsa veya sıfatlardan birisi yerinden gitse, göz görmekten yoksun olur. Kemiklere dikkat et! Kemikler katı ve kuvvetli cisimlerdir. Allah (c.c.) onları nasıl ince ve zayıf bir damla sudan yaratmıştır. Sonra onları bedene nasıl direk ve duvar kılmıştır. Sonra onlara nasıl değişik şekiller vermiştir. Kimisi küçük, kimisi büyük, uzun, kısa, yuvarlak, içli, dolu, enli, ince vb… İnsan bir tek kemikten meydana gelse idi nasıl olurdu. Bu kemiklerin arasında mafsallar bulunur. Birçok kemik meydana getirdi ki kemiklerin hareketi kolay olsun.
Kemikleri zikretmekle gaye onları düzene koyan Yaratan’ı görmektir. Şimdi bir nokta, bir damla suyun tahliline dön, evvela onun halini, sonra vardığı durumu düşün ve düşün ki cinler ve insanlar bir araya gelip bir damla suya kulak veya göz veya akıl veya kudret veya ilim ruh vermeye ya da o damlanın içinde kemik, damar, deri, tüy yapmaya çalışırlarsa acaba buna güçleri yetecek midir? Belki bunun hakikatini çözmekten de aciz kalacaklardır.
Sonra Yaratan o bir damla sudan kulakları yardı. Onlara acı bir su koyuverdi. Ta ki dinlemesini korusun, zarar verici hayvanları ondan uzaklaştırsın. Sesleri derlesin. Kulağa kasteden zararlı hayvanların yürüyüşünü hissetsin diye kulakta virajlar yarattı.
Sonra yüzün ortasından burnu yükseltti. Onun şeklini özel yaptı, burun deliklerini açtı. Oraya koklama kabiliyeti koydu.
Sonra ağzı açtı. Onun içinde lisanı konuşkan, kalbin tercümanı ve kalpteki manayı belirtici olarak koyuverdi. Ağzı dişlerle süsledi, ta ki dişler öğütmenin, kırma ve kesmenin aleti olsunlar. Onların temellerini kuvvetli yaptı, başlarını keskinleştirdi, renklerini beyaz kıldı, saflarını tertipli yaptı. İpten geçirilmiş birer inci tanesi gibi başlarını eşit ve intizamlı kıldı. İki dudağı yarattı, renk ve şekillerini güzel yaptı, onları ağzı muhafaza ettirip örttürdü ki onlarla konuşmanın harfleri tamamlansın.
Sonra başı saç ve zülüflerle süsledi, yüzü de sakal ve kaşlarla süsledi. Kaşları da tüylerin inceliği ve şeklinin kavisliği ile süsledi. İki gözü kirpiklerle güzelleştirdi.
Sonra iç azaları yarattı. Hepsini bir fiil için musahhar kıldı. Mesela; mideyi gıdanın oluşması için, ciğeri gıdayı kana tahvil etmek için, dalağı, ödü ve böbreği ciğere hizmet etmek için musahhar kıldı. Damarlarla kanı vücudun her tarafına ulaştırdı.
Sonra elleri yarattı hedeflere uzansın diye uzun yarattı. Kafesini yassı yarattı. Beş parmağı ayırdı, her parmağı üç boğuma taksim etti. Bu arada her parmakta üç boğum olması, sağ işaret parmağından aynı parmağa gelindiğinde sayının otuz üç olması, sağ elin içinde Arapça ’on sekiz’, sol elin içinde de Arapça ’seksen bir’ rakamının yazısı ve toplamının doksan dokuz yapması, sanki bize beş vakit namazlarınızdan sonraki 33’er adet olan tesbihatı başparmaklarımızla parmak boğumlarının sayılarak çekilmesinin fiziki delilidir. (Ebû Dâvûd, Salât, 359’da tesbihatın parmaklarla çekilmesi emredilmiştir.) Dört parmağı bir tarafa, diğer parmakları bir tarafa koydu, ta ki başparmaklar diğer parmakların yardımına koşuversin. Zira bu tertip ile el, almaya ve vermeye yatkın olmuştur. Onun üzerine istediğini koyabilir, eğer kapatırsa kendisi için vurma aleti olur. Eğer yarım kapatırsa kendisi için kepçe olur. Eğer eli açar, parmakları birbirine birleştirirse kendisi için kürek olur. Parmak uçlarına tırnak koydu, tırnaklarla kaşısın diye arkalarına direkler yarattı, ta ki parmak boğumlarının yapamadığını ince uçlu tırnaklar yapsın. Onlarla ihtiyaç anında bedenini kaşısın.
Sonra eli kaşıyan yere hidayet etti ki hatta uyku ve gaflet halinde olsa bile aramaya ihtiyaç olmaksızın o kendiliğinden kaşınan yere uzanıp orayı bulur. Eğer başkasından bu hususta yardım isterse, başkası ancak uzun yorgunluktan sonra kaşınan yeri bulabilir.
Sonra dişlerin yaratılışındaki şefkat ve merhamete bak. Dişlerin yaratılışını, çocuğun iki seneyi tamamlamasına tehir buyurdu. Zira çocuk iki sene sütten başka bir şeyle tam manasıyla gıdalanamaz ve dişe ihtiyaç yoktur.
Cenâb-ı Hak, hiç bir şeyi boşuna yaratmamıştır. Vücudun bu şekilde incelenmesi Hay ve Kayyum olan Allah Teâlâ’yı bilmenin ve tanımanın anahtarıdır.
Sonra anne ve babanın kalbine şefkat ve merhamet koymuştur. Eğer Allah, rahmetini ana ve babanın kalplerine musallat kılmasa idi, çocuk kendi nefsini yönetmek hususunda mahlûkatın en acizi olacaktı.
Sonra çocuğa kudret, ayırt etme kabiliyeti, akıl ve hidayet ihsan etti. Sonra çocuğu, baliğ, genç ve sonra orta yaşlı ve ihtiyar etti. O zaman ya şiddetle nankör kesildi veya çokça şükredici, ya muti veya asi, ya mü’min ya da kâfir. Bu da şu ayetin tasdikidir:
’Gerçekten insan üzerine öyle bir zaman geçti ki o vakit insan anılır bir şey değildi. Şüphesiz biz insanı karışım hâlindeki bir nutfeden yarattık. (Üzerine mükellefiyet yükleyerek ) onu deneyeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık. Şüphesiz biz ona (gerçek doğru) yolu gösterdik. İster şükreden (mü’min) olsun. İster nankörlük eden (kâfir).’ (el-İnsân, 71/1-3)
İnsanın durumuna hayret et ki güzel bir hattı (yazıyı) veya güzel bir nakışı bir kağıt üzerinde gördüğünde, onu güzel kabul eder. Bütün himmetini ressam hakkında güzel düşünmeye sarf eder. Acaba bunu nasıl çizmiş, nasıl yazmış, nasıl güç yetirmiş, diye düşünür. Durmadan nefsinde büyütür, ’O amma da zeki imiş! Sanatı amma da güzel, kudreti amma da varmış!’ der. Sonra nefsinde ve gayrisinde olan bu acayipliklere bakar da ustasının azametini takdir etmekten gafil kalır! Ustasının azameti onu dehşete ve hayrete nasıl düşürmez?
Buraya kadar saydıklarımız bedenin acayipliklerinden bir nebzecikti. Tamamen saymak mümkün değildir. Bunlar Yaratan’ın azametinin en bariz şahididir.
İnsan, Allah’ın ayetlerinden bir ayettir, en güzel eseridir. Allah bu kıymetli eseri elbette ki boşuna yaratmamıştır. İnsanı yaratıp başıboş bırakmamıştır. Kitaplarla, peygamberleriyle hidayete çağırmıştır. Gönlünü zatına tahsis etmesini istemiştir. İnsanın emrine sunduğu dünyanın peşinden koşmamasını istemiştir. Nitekim bir rivayette, Allah Teâlâ’nın dünyaya: ’Bana hizmet edene hizmet et! Sana hizmet edeni ise yor (ve zahmete düşür).’ şeklinde ilham ettiği nakledilmiştir. (Ebû Nuaym el-Esbahânî, Hilyetu’l-Evliyâ ve Tabakâtu’l-Asfiyâ, c.3, s.194, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1988; Şihâb el-Kudâî, Müsned, Bâb:888, c.2, s.325, h.no:1454, Müessesetu’r-Risâle- Beyrut, 1989)
Çünkü insan, dünyadan daha kıymetli ve değerlidir. Bir mü’min kalbi, Allah katında dünya ve içindekilerden daha kıymetlidir.
Son olarak;
Karşılaştığımız her insana, bir de bu kudretin eseri gözüyle bakalım,
Yaratılanı, Yaratan’dan ötürü sevelim, ona değer verelim,
En yüce makamın; ’Allah’a kulluk’ olduğunu bilelim!

Faydalanılan kaynaklar:
- Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetname, Sarmaşık Yayınları.
- İmam Gazâlî, İhyâ-u Ulûmiddin, Tuğra Neşriyat.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.