Beşinci Fasıl:
Şeriat-i garraya muvafık olmak, fasit akidelerden ve çirkin bidatlerden de uzak kalmak kaydıyla tarikatların Allah’a vasıl olduğunu bil.
Tarikatların kaynakları ikidir:
Birincisi: Sıddîkiyet tarikatı
Allah Rasûlü (s.a.v.), Ebû Bekir Sıddîk (r.a.) efendimize hafî zikri, Sevr mağarasında telkin etmişlerdir.
İkincisi: Haydârîye (Cehriye) tarikatı
Allah Rasûlü (s.a.v.)’in, İmam Ali Murteza’ya cehrî olarak telkin ettiği kelime-i tevhid zikri olan ’lâ ilâhe illallâh’ esmasıdır. Gümüşhânevî hazretlerinin ’Câmiu’l-Usul’ adlı eserinin 69. sayfasında geçtiği üzere bütün meşrepler bu iki tarikattan şubelere ayrılmıştır. Yine aynı eserde özeti olan şu sözlere yer verilmiştir:
’Her ne kadar da tarikatların Allah’a vuslat yolunda seviyeleri bir olsa da yakınlık açısından O’na vasıl olmada dereceleri farklıdır. Tevhit derecelerinde en üstün dereceye ulaştıran, tarikatlar arasında vuslat yolunda en yakın olanı ve salike en kolay yol ise Nakşibendî yoludur. Allah sır ehlinin kutsiyetini artırsın. Zira Nakşîlik yolu tasarruf ve süluktan önce cezbe üzerine kuruludur. Bu cezbe ise Peygamber varisi olan bir mürşitten aktarılır. O Rasul ki, bir sözünde şöyle buyurmuştur: ’Allah gönlüme ne verdi ise Ebû Bekir’in gönlüne aktardım, çünkü o bu bağın vasıtası ve bu şanın kurucusudur.’1
Nakşîlik yolu, Sünnet’e ittiba, bidatten sakınma, azimetlere tutunma, kötülükleri terk, güzel ahlak ve faziletlerle bezenme üzerine kuruludur.
Hikem-i Atâiyye eserinin bazı şerhlerinde denilmiştir ki:
’Salikler iki kısma ayrılır:
Cezbe ehli olan sâlik
Süluk ehli olup meczup olan.’
Eserlerinin vücudu ile isimlerinin vücutlarına ve isimlerinin vücutları ile vasıflarının sübutuna ve vasıflarının sübutlarıyla mukaddes zatının varlığına delâlet eyledi. Çünkü kendi başına vasfın kaim olması imkânsızdır. Cezbe erbabına mukaddes zatının kemalini keşfeder. Sonra sıfatlarının müşahedesine reddeder (döndürür). Sonra isimleriyle ilgilendirmek için çevirir. Sonra eserlerinin müşahedesine reddeder. Salikler ise bunun aksinedir.
Şu hâlde saliklerin nihayetleri meczupların bidayetleri ve saliklerin bidayetleri meczupların nihayetleridir. Lâkin bu bir manada demek değildir. Olabilir ki biri çıkarken ve biri inerken yolda mülâki olurlar.
Allah Teâlâ’nın yakınlığına mahsus kulları, salikler ve meczuplar olarak iki kısma ayrılırlar:
Saliklerin şanı, eşya ile Allah’a istidlâl etmektir. Bunlar: ’Her neyi gördük ise sonrasın Allah’ı gördük.’ yahut başka türlü bir deyiş ile: ’Her neyi gördük ise ondan sonra ancak Allah’ı görmediğimiz hiçbir şeyi görmedik!’ diyenlerdir.
Meczupların şanı ise Allah’ın varlığı ile eşyaya istidlâl demektir ve bunlar: ’Hiçbir şey görmedik ki mutlaka Allah’ı ondan önce görmüş olmayalım.’ diyenlerdir.
Delilin daima medlulden pek açık olduğu şüphesizdir.
Saliklere ilk önce zahir olan eserlerdir. Bunlarla esmaya ve esma ile sıfata ve sıfat ile Mukaddes Zat’ın varlığına istidlâl ettiler.
Bunların hâlleri aşağıdan yukarıya doğru uruc ve terakkidir.
Meczuplara ilk önce Mukaddes Zat’ın kemali belirtilerek sıfatın müşahedesine reddedilirler (döndürürler) ve oradan esma ile taalluk için geri döndürülürler. Sonra eserlerin müşahedesine indirilirler.
Bu minval üzere hâlleri yukarıdan aşağıya tedelli ve tenezzül oluyor.
Birincisi (yani salik), eserleri müşahede ederek esmalara istidlal getirir, esmalar ile evsafın sübutuna, evsafın sübutu ile zatın varlığına delil getirir. Vasfın kendisi ile kaim olması imkânsızdır ve bu durum umumiyetle de böyledir. Kur’an ve Sünnet’te buna çokça işaret edilmiştir. Allah (c.c.) buyurdu ki: ’Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün ihtilâfında (art arda gelmesinde, istikametli) akıl sahipleri için elbette deliller vardır.’2
İkincisi (yani meczup) ise; ilk başta zatı müşahede eder ve istidadının liyakatine göre kendisine keşifler açılır. Ardından sıfatları müşahede ederek esmalara rücu eder. Bundan sonra eserleri müşahede eder. Bu salikin durumu birincisinin durumunun tam aksidir. Meczup salikin varacağı son nokta, süluk edip cezbeye varanın başladığı ilk noktadır. İkisinin durumu birbirinden farklıdır. Süluk edip cezbe ehli olanın muradı eşyayı Allah için görmek; cezbe ehli olanın ise eşyayı Allah’ta görmektir. İkincisinin durumu evvelkinden daha üstündür. Zira birinci matlubuna varmak ile beraber mürşit olamaz.
İmam Rabbânî (k.s.) hazretleri buyurdular ki: ’Bu yolun hususiyetlerinden birisi de cezbenin süluktan önce gelmesidir ve bu yolda seyr-i sülukun birçok tarikatın hilafına âlem-i halktan olmayıp emr âleminden başlamasıdır. Yine bu yolda seyr-i sülukta mesafe kat etme cezbe basamakları arasına gizlenmiştir. Âlem-i halkın seyri, emr âleminin seyrinde yürümektedir.’
Şah-ı Nakşibend hazretleri (k.s.) buyurdular ki: ’Yolumuz en yakın yoldur.’ Yine diğer bir sözünde, Ubeydullah Ahrâr (k.s.) hazretlerinden ’Reşahât’ adlı eserde geçen bir rivayette: ’Duamda Allah’tan vuslata götüren bir yol istedim, fazlı ile duamı kabul buyurdu.’ demiştir.
Burada cezbe konusunda bir aydınlatıcı açıklama yapmanın zaruri olduğu kanaatindeyiz. Zira tarikatların birçoğunda cezbe durumu çok ihtilaflı bir durum halini almıştır. Buna göre bazı meşrepler cezbe üzerinde durarak süluku ihmal etmişlerdir. Bu husus ile alakalı Es’ad Erbilî hazretleri, ’Mektûbât’ adlı eserinin 120’nci mektubunda şöyle buyurmaktalar: ’Rahman olan Allah’ın cezbelerinden bir cezbe insanların da cinlerin de ameline denktir, hükmü bir hadistir. İnsanın kendi kuvvet ve takatiyle Cenâb-ı Hakk’a süluku ve yakınlığı ile Cenâb-ı Hakk’ın kulunu yakalayıp kendisine cezbesiyle çekmesi arasındaki fark, yerle gök arasındaki uzaklık gibidir. İnsanda olan kuvvet, Cenâb-ı Hakk’ın kuvvetine nispetle yok gibidir. Şu kadar var ki gerçek ve hakiki cezbe, seyr-i süluktan sonra olan cezbedir. Bu tip meczuba sâlik-i meczub adı verilir. Meczûb-i salik ise tarikata ilk defa giren müptedilerin hali ve durumudur. Bunda istikamet üzere bulunup kararlı davranırlarsa faydalanırlar. Aksi halde asla istifadeleri olmaz.’3
Altıncı fasıl: Nakşibendiyye yolunun itikadı ve temeli
Ey talip, bil ki; marifetullahı elde etmek için Allah bizi ve sizi muvaffak kılsın. Nakşibendiyye sâdâtının (kaddesellâhu sirrehum) itikatları, Ehlisünnet ve’l-Cemaat itikadıdır. Yolun temeli ise şeriat-ı mutahharanın hükümlerini muhafaza etmektir. İmam-ı Rabbânî (k.s.), şeriatın riayeti (gözetilmesi hususunda) buyurdular ki:
’Bil ki şeriatın edeplerinden bir edebi gözetmek ve tenzihi olsa bile bir mekruhtan sakınmak, zikirden, tefekkürden, murakabe ve teveccüh gibi amellerden mertebece üstündür. Evet, salik bu hususları şeriata riayet etmekle beraber elde ettiyse büyük bir kazanç elde etmiştir. Kulluğun devamı olmadan bu hususlar hâsıl olmaz. İnsanın yaratılışından maksat kulluk vazifelerini eda etmektir. Bidayetteki aşk ve muhabbet salikin kalbini masivadan kesmek, O’na götüren maksatları elde etmek ve kulluk makamının elde edilmesi içindir. Salikin, Allah’a hakiki manada kul olabilmesi ancak masivadan kurtulmasıyla gerçekleşir. Aşk ve muhabbet masivadan kurtulmak için bir vesiledir. Bu sebepledir ki velâyetin nihai mertebeleri kulluktur. Velâyet dereceleri arasında kulluk mertebesinden daha yüksek bir mertebe yoktur. Velâyetin devamı ibadetlerin devamlılığı olmaksızın düşünülemez. Kulluk, masivadan kurtulup her daim Hak ile beraber olmaktan ibarettir. Bu büyük saadete nailiyet, ilahî cezbe olmaksızın elde edilemez. Cezbenin husulü de ancak seyr-i süluku cezbe ile bitirmiş kâmil bir şeyhin sohbetine iştirak etmek ile gerçekleşir.’
(Endnotes)
1 Ehlisünnet hadis kitaplarında bu lafızda bir hadis-i şerife rastlanmamıştır.
2 Âl-i İmrân, 3/190.
3 Es’ad Erbilî, Mektûbât, s.329.
Tarikatların Kaynakları
Özlenen Rehber Dergisi 151. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.