Özlenen Rehber Dergisi

140.Sayı

Kalbe Gelen Hitap ( Havâtır)

Ömer Faruk EJDER Özlenen Rehber Dergisi 140. Sayı
Hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: ’Şüphesiz Allah Teâlâ iyilik ve kötülükleri takdir etmiş ve sonra bunu beyan etmiştir. Binaenaleyh kim bir iyiliği şiddetle arzu eder ve işlemezse, Allah Teâlâ onu, tam bir iyilik olarak yazar. Eğer o iyiliği şiddetle arzu eder ve işlerse, onu on iyilik olarak yazar, yedi yüz kat veya daha çok yazar. Eğer bir kötülüğü şiddetle arzular ve işlemezse, onu tam bir iyilik olarak yazar. Eğer bir kötülüğü şiddetle arzular ve işlerse, onu bir kötülük olarak yazar. Hâlbuki Allah nezdinde (nefsin) şiddetli arzusunda devam edenden başkası helak olmaz.’ (İmam Nevevî, şerhu Müslim, I-XVIII, 1.bs., Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1411, İman, 203-206.)
Bu sayıdaki yazımızda yukarıda zikrettiğimiz hadis-i şerifi tasavvufî bakış açısı ile şerh etmeye çalışacağız. Makalenin başlığından da anlaşılacağı üzere insanın kalbine birçok cihetten ’havâtır’ gelmekte ve buna maruz kalan kimse bu cihetten yola çıkarak kişisel yorumlar yaparak hatalara düşmekte. Bu mesele kişinin kendisinde kalmadığı gibi etrafındaki insanlara da menfi neticeleri sirayet ettiğini görüyor ve duyuyoruz. Bu ’havâtır’dan yola çıkarak kişi bunun Allah’tan geldiğini iddia ederek peşin hükümler vermekte. Bu hususa şöyle misal verebiliriz: ’Allah kalbime bunu böyle ilham etti ve bu meseleyi böyle yapacağım’. Bu söz sahibi kalbine gelen bu düşünceleri hangi mihenk taşına vuruyor ki bunun ilham olduğunu iddia edebiliyor. Şüphesiz bu misalleri çoğaltabiliriz zira bu dünyada ’havâtır’a maruz kalmayan insan yoktur. Kanaatimizce bu mesele hakkındaki bilgi eksikliğimiz yüzünden hayatımızda birçok yanlış kararlar almaktayız. Bu konu hakkında tasavvuf büyüklerimiz tafsilatlı izahat getirmişlerdir. Şüphesiz ki onlar bu görüşleri ile konuyu en güzel biçimde anlayışımıza ve istifademize sunmuşlardır. Öncelikle kelimenin terminolojik manasını tasavvuf terimleri ve deyimleri sözlüğünden aktaracağız. Daha sonra tasavvuf büyüklerimizin bu konudaki yaklaşımlarına değineceğiz.
Havâtır

Arapça, hatır kelimesinin çoğuludur. Hatıra gelenler, hatırlananlar manasına gelir. Kalbe gelen hitaba havâtır adı verilir. Şeytanî, nefsanî olduğu gibi, Rahmanî ve melekî de olabilir. Haram ve helâle dikkat etmeyen sûfîler, gelen hatırın şeytanî mi, Rahmanî mi olduğunu ayırt edemez. (Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri sözlüğü, s.108)
Mevlânâ Halid-i Bağdâdî, nefsin kalbe getirdiği yasak bir takım işlerin yapılmasına ait düşünceler beş seviyededir diyerek şu şekilde özetlemiştir:
Hâcis mertebesindeki düşünceler: Bunlar nefsin ortaya koyduğu sonra da gelip geçen düşüncelerdir. Bu düşüncenin kalbe doğmasından dolayı bir mesuliyet yoktur.
Hâtır mertebesi: Bu da kişinin içinde her hangi bir düşüncenin cereyan etmesidir. Meselâ birdenbire hatırında arkasına dönüp baktığında görebileceği bir kadının sureti canlanır. Bu düşünceden dolayı da sorumluluk yoktur. (Gazzâlî, İhyâu Ulûmi’ Dîn., III, 41; Mevlânâ Halid-i Bağdâdî, Mecd-i Talid-Büyük Doğuş, Haz., Yakup Çiçek, Umran Yayınları, İst., 1994, s.72; Çetin, Teklifî Hükümler Ölçüler, Dilârâ Yayınları, Isparta, 1992, s.35)
Hadîsü’n-nefs mertebesi: Hâtır mertebesindeki bir düşüncenin yapılıp yapılmaması konusunda nefsin tereddüt içerisinde bulunmasıdır. Buna tabiî iradeyi tahrik eden heyecan da demek mümkündür. Bu düşüncenin de fiiliyata intikal etmedikçe herhangi bir mesuliyeti yoktur. (Gazzâlî, Age., III, 41; Bağdâdî, Age., s.72; Çetin, Age., s.35.)
Sehl b. Abdullah et-Tüsterî kendi manevî haline uygun olarak, mesuliyeti olmayan bu düşünce hakkında şunları söyler: ’Masiyetlerin en kötüsü, insanın içindeki konuşan nefsin sesi ve onun vesveseleridir (hadîsü’n-nefs).’ (Sühreverdî, Age., s.460; A.mlf., Tasavvufun Esasları, Haz., H. Kâmil Yılmaz-İrfan Gündüz, s.575.)
Hemm mertebesi: Nefsin bir düşüncenin yapılmasına karar verdiği safhadır. Yap veya yapma emrinin gelmesi, örneğimizde yer alan arkadaki kadına bakmaya hükmedilmesidir. Bu da fiiliyata intikal etmedikçe affolunmuştur. (Gazzâlî, Age., III, 41; Bağdâdî, Age., s.72; Çetin, Age., s.35.)
Bu mertebedeki duygular ikiye ayrılır: Birincisi, gelip geçen, karar kılmayan ancak nefse ve ruha sıkıntı veren menfî duygulardır. Bunlar affedilmiştir. İkincisi ise, gelip yerleşen menfî veya müsbet duygulardır. Bunlar iyi his ve niyet ise fayda, kötü ise zarar verirler. (Çetin, Age., s.35.)
Azm mertebesi: Yani bir düşüncenin gerçekleştirilmesine kesin bir şekilde karar verilip fiiliyata geçirme mertebesidir. Bu düşünceden dolayı sahibi sevap veya ceza görür. (Bağdâdî, Mecd-i Talid, s.72-73)
Şiddetli arzu kalbe baskı yaptığı zaman, Allah korkusu bahis mevzuu değilse ve O’ndan gaflet edilerek, kişi onu halkın korkusundan ve utancından dolayı işlemezse bunda herhangi bir sevap kazanmaz. (Gazzâlî, Age., III, 42; Çetin, Age., s.35.)
Ebû Talip Mekkî de kalbe gelen düşünce ve duygularla ilgili olarak şunları ifade etmektedir: Kalpte hayırlı işlere meyil nevînden vaki olan düşünceler, ilham; şer nevînden vaki olan etkiler, vesvese; korku nevînden olanlar, duyum; iyiliği takdir ve tercih nevînden olan düşünceler, niyet; mubah işlerin takdîr ve tercihi ve bu konudaki tamah nevînden olan düşünceler ise kuruntu ve emeldir. Ahireti, va’d ve va’îdi hatırlatmaya vasıta olan duygular tefekkür ve tezekkür (hatırlatma)’dır. Va’d: Arapça, söz vermek demektir. Va’d, müjdeyi ifâde eder. Mutlak va’d, ihsan derecesine ulaşmış mü’minler hakkındadır. Bu, kulların, kendine vâcib kılması dolayısıyla Allah üzerindeki bir hakkıdır. Va’id: Arapça, tehdit ile korkutmak anlamında bir kelime. Mutlak va’îd kâfirler ve münafıklar içindir. Bu, Allah’ın kullar üzerindeki hakkıdır. Ayne’l-yakîn gayb âleminin temaşası olarak kalpte vaki olan duyumlar müşahededir. Nefsin maişeti ve işlerin düzenlenmesine yönelik vesveseleri hemm’dir. Nihâyet kalpte alışkanlık ve şehvete meyil türünden vaki olan düşünceler de günaha yaklaşmadır. (Mekkî, Age., I, 126; Hüseyin Certel, ’Ebû Tâlib el-Mekkî’de Tassavvufî Yaşayış’, (Atatürk Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi), Erzurum, 1993, s.35-36.)
Kalbin bulunduğu makam

İnsanın kalbi hangi makamda ise, nefis de onun hizasında, benzeri bir makamda bulunur. Mesela kalp Allah ile olsa, nefis haller ile olur. Kalp haller ile olsa nefis ahiretle olur. Kalp tevekkülle meşgul olsa, nefis helal rızık arama, mubah kazanç sağlama ile meşgul olur. Kalp kerâmetler ve yakınlık makamlarında olsa, nefis de velîler ve hayırlı insanlar arama yolunda olur. Kalp tembellik içinde olsa nefis de harama dalar. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v): ’İnsan vücudunda bir et parçası vardır ki, o iyi olur ise, beden de iyi olur. Eğer o fenalaşır ise, beden de fenalaşır. Dikkat ediniz o parça kalptir’ buyurmuşlardır. (Buhârî, İman, 39; Müslim, Müsâkât, 107; İbn Mace, Fiten, 14.)
Manevi ilimlerin vücuttaki yeri
Manevî ilmin ve ilhâmın insan vücudundaki yeri kalptir. Mutasavvıfların bu kalpten maksatları, bütün azaları sevk ve idare eden ve bütün azaların kendisine itaat ve hizmet ettiği latif ve nuranî kalptir. (Gazzâlî, Age., III, 13; Dilaver Selvi, Kur’an ve Tasavvuf: Tefsirlerin Tasavvufa Bakışı, Şûle Yayınları, İst.,1997, s.487.)
İmam Gazzâlî, havâtır olarak isimlendirilen bu nevi düşüncelerin, her Müslüman tarafından bilinmesinin farz-ı ayn olduğunu ileri sürer. (Gazzâlî, Age., I, 15.) Bu fikri savunanlara göre hâtır, fiilden önce geldiğine göre, kulun en önemli işi fiilin başlangıcını oluşturan bu tür düşüncelerin nev’ini tanıma olmalıdır. Çünkü bütün fiiller kendilerinden önce olan havâtır’dan doğmaktadır. Fiil ve davranışları kişinin içindeki duygular ortaya çıkarır. Bu duyguların bozuk olması yapılacak olan fiili de bozar. Talip, havâtır’ın bir tohum gibi olduğunu, saadetin de şekavetin de bundan kaynaklandığını bilmelidir. (Sühreverdî, Age., s.463; A.mlf., Tasavvufun Esasları, Haz., H. Kâmil Yılmaz-İrfan Gündüz, s.579.
Havâtır meselesine Gümüşhânevî hazretleri ’Veliler ve Tarikatlarda Usul’ adlı eserinde genişçe yer vermiştir. O, havâtır’ı ’doğuşlar’ terimi ile izahat yoluna gitmiş. ’ Rabbânî olan doğuşlar kalbe rahmetle, azametle ve hikmetle doğarlar. Eğer kalpteki doğuş rahmetle meydana gelirse, o kalpte ünsiyet yerleşir, sevilen ve seven bir kimse olur. Eğer doğuş azametle meydana gelirse, o kalpte heybet yerleşir, herkese kendisini saydırır, eğer doğuş hikmetle meydana gelirse, o kalp mutmain olur ve sükûnete erer.
Melek vasıtası ile olan ilham, kalbe müjdeleyici, korkutucu ve uyarıcı birer ilham olarak doğar. Müjdeleyici vasıfta hâsıl olan doğuş, kalbe bast’ı (açmayı) yerleştirir. Korkutucu vasıfta hâsıl olan doğuş kabz’ı (tutmayı) yerleştirir. Uyarıcı vasıfta hâsıl olan doğuş da kalpten dedikoduyu çıkararak irfan neş’esini yerleştirir.
Nefis vasıtası ile kalbe gelen doğuşlar, sâliki zevk ve sefahete, yalan ve hileye, şehvet ve kötü ahlaka çağırır.
Şeytâni olarak kalbe gelen doğuş ve alışlar, sâliki isyana teşvik eder, fukaralıktan korkutur, edep dışı hareketlere meylettirir, küfür ve küfre vasıta olan şeylerin içine daldırır.
Büyük velilerden Cüneyd-i Bağdâd-i (k.s) nefsin hevâcisi (nefsani ilhamlar) ile şeytanın vesveselerini birbirinden ayırıyor ve diyor ki: ’Muhakkak ki nefis salikte herhangi bir şeye ulaşmak istedi mi, o şey üzerinde durur. Aradan uzun zaman bile geçse, o şeyi bir daha unutmaz. Ta maksadına erinceye kadar o arzu üzerinde bekler. Eğer sâlik onun bu sinsi bekleyişini anlar ve ciddi bir mücadeleye girişirse, bir müddet nefsin zevki o noktada ölür ve artık o hususta sükûnet hâsıl olur. Sâlik de böylelikle onun afatından kurtulmuş olur’.
Şeytanın vesvesesine gelince: O, vesvese ile zillete ve kötü şeyler yapmaya insanı daima teşvik eder. Sâlik de vesvese olarak onun kalbe gönderdiği şeyi yapmazsa, bu sefer şeytan sâlikin içine başka bir kötülüğü havale eder ve evvelden teşvik edip te kandıramadığı kötülük üzerinde durmaz. Evet, nefis bir kötülüğün üzerinde ısrarla dururken, şeytan durmadan çeşitli kötülükleri kalbe gönderir durur. Birisinden olmazsa diğer birisinden sâliki kandırıp azdırmaya ve doğru olan yoldan saptırmaya çalışır.
Melek vasıtasıyla kalbe gelen doğuş ve alışlar (ilhamlar), daima iyi şeyleri hatırlatır ve gönlü huzura kavuştururlar. Fazilete teşvik ederler, sevap kazandıracak şeyleri cazip gösterir, günah ve fena olan şeylerden sakınma lüzumunu ve nefretini kalbe bırakırlar. Salike muhtaç olduğu şeyleri öğretirler. Melek tarafından gelen bütün ilhamlar, sâliki içinden fazilete doğru çeken ve onu veliliğe doğru sevk eden bir üstad hükmündedir. Onların ilka ettikleri ilhamda herhangi bir hayırlı işi tahsis yoktur, her hayırlı işe teşvik vardır. Nefis ve şeytana sâliki teslim etmemek için adeta çırpınırlar.
Ey hakikat yolunun yolcusu olan sâlik! Bilmiş ol ki: Havâtır bir terazidir. Veli halinin başlangıcını bu terazi ile iyi tartarak muhafazaya çalışır. Nihayetini de bu hususları iyi bilmekle takip eder. (Yani bu anlatılanlara kendini ayarlamak sureti ile nefis ve şeytanın ilhamatına iltifat etmez, sadece Hakk’tan ve melek vasıtası ile gelecek ilhamdan faydalanmaya bakar.’)
Havâtırın çeşitleri

Umumi tasnife göre havâtır dörttür:
Birincisi: Rabbânî olan havâtır’dır. Sâlik bu hatıralara her zaman nail olur. Kamil bir mü’min’in Rabbânî ilhamı feraset sahibi olmasını, sadık bir sâlikin ilhamı da keşif sahibi olmasını temin eder.
Rabbânî ilhamat Cenab-ı Hakk’ın üç türlü tecelliyatına vesiledir. Bunlar da Celâli ile ilham, Cemali ile ilham ve Kemali ile ilham tecellileridir. Cenab-ı Hakk, sâlikin kalbine Celali ile ilham edince, bu ilham ile sâlikin kalbindeki ilahi rızaya uymayan şeyler temizlenir. Cemali ile ilham edince, rızasına uygun olan şeyleri salikin kalbine yerleştirir. Kemali ile ilham edince, sâliki her türlü kötülüklerden ıslah eder, kemalata ve hidayete erdirir. Rabbânî ilham ruhun üzerine gelir. Bu ilhamların görünmelerinin akis yeri ruhtur. Rabbânî olan ilhamlar sâliki asla yanıltmaz.
İkincisi: melek vasıtası ile olan havâtırdır. Melek vasıtası ile gelen ilhamlar akıl üzerine gelir. Bu ilhamlar katiyyen gönlü karıştırmaz, rahatsız etmez. Rabbânî ilhamlar ekseriyetle sâlik halvetten çıktığı veya ğaybetten ayrıldığı vakit yahut da gerçek üzerinde derince düşünüldüğü zaman zuhur eder. Bu hal, kemal halinde olan bir veli için çok faydalıdır. Sâlik bu hal ile kendisine istikamet ve ölçü kazandırır. Gizli ve açık olan her şeyde harikulade şeylere sahip olur. Melek vasıtası ile gelen ilhamlar da, kalbe nasihata ait hallerden, maruf ile emir ve münkerden nehiy gibi güzel ve faydalı halleri ilham eder.
Üçüncüsü:
nefis vasıtası ile gelen havâtır’dır. Nefsanî ilhamlar kalp üzerine gelir. Kibirli olmak, asabi mizaca sahip bulunmak, lüzumsuz acelecilik yapmak, haram yemekten hoşlanmak, kötü insanlarla oturup kalkmaktan zevk almak, kavgacı olmak, çok konuşmayı alışkanlık haline getirmek gibi haller nefis yolu ile gelen havâtır’ın tezahürleridir.
Başka bir eserde hâtır-ı nefs, rahat ve istirahat sonucunu meydana getiren bir hatırdır. Temizlense, arınsa ve teslim olsa bile durum değişmez. Ancak temizlendiği zaman istirahatini ibadet sınıflarında ve hayır işlerinde yapar, rahatını bu gibi yerlerde arar ve bulur. Habis ve pis olduğu zaman ise kötülüğü emreder. Temizlendikten sonra hâtır-ı nefs yine iyi olur. Bunun da alâmeti kendisinden emin olduğu halde kalbin rahatlık, ferahlık ve tatmin bulmasıdır. Tezkiye edilmeyip temizlenmediği zaman ise hâtır kötü olur. Bunun da alâmeti kalbin elem, ruhun da bir sıkıntı, organlarında bir sızlama nefsde bir korku bulunmasıdır. Muhakkak nefis, iğne veya yumurta çalan çocuğun korkusundan suçu inkâr etmesi gibi korkaktır, inkârcıdır. Böyle bir nefse sahip olan kimse iki cihanın ve içinde var olan şeylerin kendisine itiraz ettiğini hisseder.
Dördüncüsü:
şeytanî havâtır’dır. Şeytânî ilhamlar vesvese ile insanın tabiatı üzerine gelir. Şeytan, insanın daha fazla zayıf noktalarını seçerek, istediğini yaptırmak için sâliki o noktalardan vesvese ile doldurmaya çalışır. Sâlik tabii meyillerini tatmin etmek istediğinde, şeriat sınırlarını aşarsa, şeytanın hatırasına alet olmuş olur.
Hâtır-ı şeytan, bazen ibadet şekillerinde, hayırlı iş çeşitlerinde, kuvvet ve keramet arzusunda olur. Bu durum, kişi gerçekten ihlâs sahibi oluncaya kadar devam eder. Kişi ihlâs sahibi olunca, bu hâl ondan ayrılır ve artık o şahsa tamah etmez. Hâlbuki şeytan, nefsin hatırına muvafakat eder. Eğer hatır kötü ise teşvik eder ve ona hâkim olur. Kötüyü iyi olarak gösterir, hâtır-ı şeytan, hâtır-ı nefisten daha zordur. Çünkü nefsin hatırı bir tek hüner ve oyundur. Şeytanın ki ise pek çok hünerler ve oyunlardır.
Nefis çocuk gibidir. Düşmanı olan şeytan ona bir şeyi musallat kılar, nefs de küçüklüğü ve önemsizliği sebebiyle onu tasdik eder. Çünkü şeytan tuzak ve hileler konusunda mahir ve ustadır. İhlâs kapısı hariç her yol ve kapıdan insana ulaşabilir.
İyice bilinmelidir ki, rahmanî olan hatıralar (ilhamlar), sâliki mukarrabların derecesine yükseltir. Bilcümle geçmişlerin ve geleceklerin ilimlerine keşif yolu ile vakıf kılar.
Melek vasıtası ile gelen hatıralar (ilhamlar), sâliki eshabı yemin (âhirette amel defterleri sağ taraflarından verilecek olan kişiler) makamının sahibi kılar, Salihlerin derecelerine ulaşmanın gayretini ve bu gayretin aşkını verir.
Nefsânî hatıralar (ilhamlar) salike dünyaya ait şeyleri sevdirir, ahirete ait şeylerde müttakî görünme hevesine rağmen ve rütbe sahibi olduğunun iddiası ile beraber, her şey için bir sürü sebep beyan ettirir. Nefsin hatıralarına kalplerini açanlar, Allah’tan korkanların haline arka döner, hevâ ve heveslerine uymada ise aşağıların en aşağısına (esfel-i sâfiline) düşerler.
Şeytânî ilhamlar, sâliki daima fakirlikle tehdit eder. Yalanları cazip gösterir. Ey Hak yolun sâliki, hizmetçisi ve sahibi olan kardeşler, kendinizi her zaman şeriat-ı Muhammediyye terazisinde tartınız. Nefsin ve şeytanın kalbinize ve tabiatınıza atacakları hatıralar (ilhamlar) için gözünüzü dört açınız. (Gümüşhânevî, veliler ve tarikatlarda usul, s.141,Pamuk yayınları, İstanbul.)
Sofyalı Bâlî Efendi ’yedi makam yedi nefis’ adlı eserinde havâtır’ı ancak kâmil bir mürşidin tespit edip salike yardım edebileceğini belirtir. ’Kamil mürşid, tasavvuf yolunda müritlere rehberlik yapan ve onları irşad eden kişi yani şeyhtir. Tasavvuf ehline göre bu kişi, bir tarikata bağlanarak riyazat, mücahede, halvet, zikir, evrad, rüya gibi tarikatların sülûk usullerini takip ederek manevi yolculuğunu yani seyr-u sülûkunü tamamlamış, şeriat, tarikat ve hakikat ilimlerinde yüksek dereceye ulaşmış kimse demektir. İbnü’l Arabî’nin tanımına göre, kalbe ve düşüncesine düşen ’hâtır’ sebebiyle hasta olduğunda ve bu şüphelerin sağlamını ve çürüğünü bilmediğinde, müridin muhtaç olduğu şeylerin tamamını şahsında toplayan kişiye şeyh denir. (Sofyalı Bâlî Efendi, yedi makam yedi nefs Allah yolunda mertebeler ve nefsin halleri, s 92, Hayy kitap, İstanbul).
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

1 kişi yorum yazdı.