Kur’an imana ve tevhide çağırırken; küfür ve şirki de terk etmeye çağırması
Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de kullarına hitap ederek çağırdığı ilk çağrı alanı sadece ve sadece Allah’a iman etmek ve ihlaslı bir şekilde Hâlik’ı birlemektir. Bunun zıttı olan küfür ve şirki de terk ederek sahih inanca ve fıtrata ters olan sapmalardan da kaçınmaktır. Sahih fıtrat ise yaratana sahih bir iman ve birlemekle olur. ’Yüzünü, tevhid ehli olarak tamamen dine çevir. Bu Allah’ın fıtrata en uygun dinidir ki Allah insanları yaratılıştan bu din üzerine kılmıştır.’ (Rum, 30) Yani Allah (c.c.), insanları Allah Teâlâ’ya kulluk şuuru, Hakkı kabul etme ve idrak etme şuuru üzerine yaratmıştır.
İman etmek insan hayatının en önemli konusudur; insana hem dünyada hem ahirette mutlu ve huzur dolu bir yaşam sunar. İman eden insanların, Allah’a karşı duydukları sevgi, bağlılık ve kadere olan teslimiyetleri, onları huzursuz edebilecek her türlü nedeni ortadan kaldırır. Çünkü inanan insan için hayatı boyunca ’kötü’ olarak nitelendirebileceği hiçbir şey yoktur. Yüce Allah’ın, zahiren ’şer’ gibi görünen her şeyi, kendisi için ’hayra’ dönüştüreceğini çok iyi bilmektedir. Bu da müminin her zaman imanî bir coşkuya sahip olmasını sağlar. Herkesin karamsar olduğu ortamlarda bile, onu üzecek herhangi bir neden mevcut olmadığından, neşesinden hiçbir şey kaybetmez.
İmanın ve sağlam bir akidenin zarureti:
İnsanoğlu Allah’ın mahlûkatından bir varlıktır. Hayatının elverişli ve doğruluk üzere olması hakkı tanımada ve ona tabii olmaktan geçer. İnsanın yaşantısının kötü ve elverişsiz geçmesi de hakkı tanımama da veya tanıdığı halde inadından tabii olmamasının bir neticesidir. Her şeyden münezzeh olan Allah’ı inkâr etmek ve indirilen hakkı kabul etmemek kişinin hayatının fesat üzere olmasıdır demektir. Nitekim Kur’an da Allah azze ve celle; ’Allah insanları Allah Teâlâ’ya kulluk şuuru, Hakkı kabul etme ve idrak etme şuuru üzerine yaratmıştır.’ (Taha, 123-124) buyurarak Allah’ın hidayetine ancak hakiki müminlerin tabi olacağını işaret etmiştir. İşte o Müminler, yaratanını her zaman hatırında tutan, varlığını, sıfatlarını ve azametini ruhunda hissedip hayatında da bunun tezahürlerinin görüldüğü kişilerdir. Allah’ın göstermiş olduğu ’sırat-ı müstekim’ yolundan yüz çevirenler de yaratanını unutan kimselerdir. Bundan dolayıdır ki insanlar dünya da iki şeyle imtihan olur:
1- Rabbini hatırında tutarak hidayet yoluna tabii olmakla,
2- Ya da Halıkını unutarak dalalet yolunu seçmekle.
Bu iki yoldan başka üçüncü bir yol yoktur. Ya dünyada ve ahirette saadete kavuşacağın hidayet ve iman yolu ya da dareynde şakilerden olacağın küfür ve dalalet yolu. İnsanın kalbinde iman meşalesi kuvvetli yanıp hüküm sürerse insan cesurluk, cömertlik, yumuşak huyluluk gibi yüce ve üstün meziyetlerin sahibi olur.
Nelere iman etmeliyiz?
İslam’ın bina edildiği olmazsa olmazlardan olan 6 tane iman esasları vardır.
Bunlar Kur’an-ı Kerim’de ’Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman etmektir.’(Bakara, 177) buyrulur.
’Peygamber, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, müminler de! Hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine, ’Peygamberlerinden hiçbirinin arasında ayırım yapmayız’ diye iman ettiler ve şöyle dediler: İşittik ve itâat ettik! Rabbimiz! Mağfiretini dileriz; dönüşümüz ancak sanadır!’ (Bakara, 285)
Bunlar; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, Rasûllerine, ahiret gününe, kaza ve kadere inanmaktır. Bunlar imanın erkânlarıdır. ’İman, altı rüknünden çıkan öyle bir vahdânî hakikattir ki, ayırma kabul etmez ve öyle bir bütündür ki, bölünme kaldırmaz ve öyle bir külldür ki, parçalanması mümkün olmaz. İman ancak bunların hepsini kabul edince tamam olur. Bütün Rasuller ve kitaplar bu usulleri tamamlamak için gönderilmiştir.
İman ve Salih amel ilişkisi
Gaz lambasının içindeki ışığı koruyan fanus gibi imanı muhafaza edecek salih amel lazımdır. Kur’an’da elliden fazla yerde iman ve salih amel beraber anılmıştır. ’İman edip Salih amellerde bulunanlara gelince, onlar için, altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Büyük başarı işte budur.’ (Bürûc, 85/11) Allah’a inanan, O’na dua eden ve tevekkül eden insanların, diğer insanlardan hem ruhsal hem de fiziksel olarak daha sağlıklı olmalarının sebebi, yaratılışlarına uygun davranmalarıdır. İnsanın yaratılışına aykırı olan felsefe ve sistemler ise, insanlara hep acı, hüzün, sıkıntı ve bunalım getirmektedir.
Allah’ın emirlerine uyan ve Allah’ın rızasını kazanabilmek için durmaksızın çalışan müminler, hem dünyada hem de ahirette mutlu bir yaşam sürerler. Allah, iman edenlerin dünya ve ahiret mutluluğuyla müjdelendiğini Kuran’da birçok ayette bildirmektedir:
"Dünya hayatında da, ahirette de (en büyük) müjde onlaradır. Allah’ın kelimelerinde (size verdiği sözlerde) değişme yoktur! İşte büyük kurtuluş ancak budur.’ (Yunus, 64)
"Fakat iman edip Salih ameller işleyenlere gelince; artık onlar, bir bahçede (Cennette) sevindirilirler." (Rum, 15)
İman ve küfür
İman ve küfür birbirinin zıddı iki kavramdır. İman, inanmak, tasdik etmek, kabul etmek anlamına gelirken; küfür, inkâr etmek, kabul etmemek anlamına gelir. İman, "Kelime-i şahadet" denilen birkaç kelimeyi kabul ederek söylemekle olduğu gibi, küfür de imana ters düşecek, inkâr sayılacak bir inanışa sahip olmak, bu manada bir söz söylemek veya bu anlamda bir davranışta bulunmakla olur. Diğer bir ifadeyle küfür, imanı bir çırpıda sıfırlayan, yok eden bir kavramdır.
Küfrün çeşitleri:
1- Büyük küfür 2-Küçük küfür
Birincisi: büyük küfür; dinden çıkartan küfür. Beş kısımdır:
1) Yalanlamakla olan inkâr; Cenâb-ı Hakkı ve gönderdiklerini yalanlamak olduğunu Kur’an-ı Kerim bize şu şekilde bildiriyor: ’Hâlbuki Allah’a bir yalanı iftirâ edenden veya kendisine geldiğinde hakkı yalanlayandan daha zâlim kim olabilir? Cehennemde kâfirlere bir yer mi yok?’ (Ankebut, 68)
2) Tasdikle beraber büyüklenerek kabul etmeme küfrü: ’O vakit meleklere: ’Âdem’e secde edin!’ demiştik; (cinlerden olan) İblis hâriç, hemen secde ettiler. (O) dayattı ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.’ (Bakara, 34)
3) Şüphe içeren küfür: ’Böylece (kibirle) nefsine zulmedici olarak bağına girdi. ’Bunun (bu bağın)ebedî olarak helâk olacağını sanmıyorum’ dedi.’ (Kehf, 35)
’Kıyametin gerçekleşecek bir şey olduğunu da sanmıyorum; bununla beraber, eğer gerçekten Rabbime döndürülürsem, elbette (orada da) bundan daha hayırlı bir dönüş yeri (bir âkıbet) bulurum (dedi).’ (Kehf, 36)
4-5) Yüz çevirme ve ikiyüzlülük içeren küfür: ’(Biz) gökleri ve yeri ve ikisi arasında bulunanları, ancak hak ile (yerli yerinde) ve belirli bir ecel ile yarattık. İnkâr edenler ise, korkutuldukları şeyden (kıyametten) yüz çeviricidirler.’ (Ahkaf, 3)
’Bu, şüphesiz onların îmân edip sonra inkâr etmeleri yüzündendir; bunun üzerine kalpleri mühürlenmiştir; artık onlar (hakkı) anlamazlar.’(Münafikun,3)
İkincisi; küçük küfür; dinden çıkarmayan inkâr. Bu ameli inkârdır. Büyük inkâr sınırına ulaşmamış fakat Kur’an’da belirtilen günahlardır.
Nimeti inkâr etmek gibi. Nitekim Allah (c.c.) Kur’an’da; ’Allah, bir şehri (Mekke’yi size) misâl getirdi. (Bu şehir) emniyet ve huzur içinde idi, ona rızkı her taraftan bol bol geliyordu. Fakat (halkı) Allah’ın nimetlerine nankörlük etti; Allah da onlara, (özene bezene) yapmakta oldukları şeyler sebebiyle açlık ve korku elbisesini tattırdı!’ (Nahl, 112)
Küfrü gerektiren şeyler
Nassları reddetmek, inanmamak küfürdür. İman bir bütündür. İnanılacak şeylerden birini inkâr, tamamını inkâr olur.
İster büyük, ister küçük olsun, haramı helâl saymak, küfürdür. Meselâ faizi helâl saymak, onu kendi alın terinin karşılığı görme gibi bahanelerle zararsız kabul etmek, küfürdür.
Allah Teâlâ’nın rahmetinden ümidi kesmek, küfürdür. Cenâb-ı Hak bu hususta şöyle buyurmuştur: "...Hakikat şudur ki, kâfirler güruhundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez." (Yusuf, 87)
Allah’ın azabından emin olmak, küfürdür. Zira Allah Teâlâ buyurmaktadır ki: "...Allah’ın tuzağından (onlara mühlet verip de sonra ansızın yakalamasından) emin mi oldular. Fakat ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah’ın (böyle) mühlet vermesinden emin olmaz." (A’raf, 97)
Gaybdan haber verdiğini iddia eden kâhinin, falcının sözlerini tasdik etmek inanmak, küfürdür. Gelecekte ne olacağını bilmek ancak Allah’a mahsustur. Bazı insanlar cinlerden haber alarak gelecekte nelerin olacağını, kişilerin başına nelerin geleceğini bildiklerini iddia ederler. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde şöyle buyuruyor: "De ki: Göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse gaybı bilmez..." (Neml, 65) Peygamberimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur: "Kim, bir kâhine gelir ve onun söylediklerini tasdik ederse; Allah’ın (c.c.), Hz. Muhammed (s.a.v.)’e indirmiş olduklarını inkâr ile küfre girmiş olur." (Müslim, Ebu Davud)
SONUÇ
İMANIN İNANAN MÜMİNE KAZANDIRDIKLARI
Olayları hayır gözüyle değerlendirmek ve olumlu ya da olumsuz görünen tüm olaylar karşısında aynı sabırlı ve itidalli tavrı göstermek önemli mümin özelliklerindendir. Müminler, meydana gelen her olayın yalnızca Allah’ın kontrolünde olduğunu ve Allah’ın herşeyi bir hayır üzere yarattığını bildikleri için hiçbir konuda üzüntüye, karamsarlığa ve ümitsizliğe düşmezler. Allah’ın müminlerin dualarına icabet edeceğini bildikleri için, en olumsuz görünen bir olayın bile imtihan ortamının bir parçası olduğundan ve müminler için mutlaka hayra dönüşeceğinden kuşku duymazlar. Bu da onların her olay karşısında üstün bir ahlak sergilemelerine vesile olur.
"...Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara Suresi, 216) ayetinde bildirilen bu gerçekler doğrultusunda müminler, başlarına gelen her olaya hayır gözüyle bakarlar. Dolayısıyla işlerinin kendi istedikleri şekilde sonuçlanması konusunda ısrarcı davranmazlar. Ellerinden geleni tam yaptıktan sonra sonucunu Allah’tan bekler ve tevekkül ederler.
İnsanlar hayatları boyunca pek çok olay yaşar, beklemedikleri ya da ummadıkları çok durumla karşı karşıya kalırlar. Bunlar olayları sadece görünen kısmıyla değerlendiren imanı zayıf bir kişi için zor durumlar gibi gözükse de, Müslümanlar yaşadıklarını hep hayır olarak görürler. Bundan dolayı da hiçbir zaman hüzne kapılmazlar. Örneğin bir mümin hastalık ya da ölüm haberi alabilir, önemli bir sınavda başarısız olabilir, işinden ayrılmak zorunda kalabilir, iftiraya uğrayabilir, maddi imkânlarını kaybedebilir, en yakınlarının zorlu hastalıklarına şahit olabilir, sakatlanabilir, çok ölümcül bir hastalığa yakalanabilir... Bütün bu örnekleri artırmak mümkündür. Bu tür örnekler din ahlakından uzak bir yaşam süren insanlara yıkıcı, üzücü ya da telafi edilemez nitelikte olaylar gibi görünebilir. Oysa müminler için hiçbir olay üzülmeyi, hüzne kapılmayı gerektirmez. Her şeyi sakin, tevekküllü değerlendirir, evrendeki hiçbir olayın Allah’ın izni olmadan gerçekleşmediğinin bilinciyle hareket ederler.
Allah’a samimi iman edip, O’na gönülden teslim olmak, müminleri tüm bu sıkıntılardan uzak tutmakta, onları hep dinç, neşeli ve umutlu kılmaktadır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), müminlerin bu ahlakını övmüş ve şöyle demiştir:
’Mümin kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır. Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sadece mümine hastır, başkasına değil. Ona memnun olacağı bir şey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder, bu da hayırdır." (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, 2.cilt, s.208)
Allah müminleri cennetle müjdelemiş, yaptıkları tüm salih amelleri kabul edeceğini ve kavuşacakları güzelliğin ve mutluluğun ise pek yakın olduğunu bildirmiştir. Müminleri mutlu kılan, onlara huzur ve ferahlık veren, Allah’a karşı duydukları derin sevgi ve bağlılıkları ve kalplerinin her an Allah ile birlikte olmasıdır. Bundan ötürü hiçbir olay karşısında hüzne kapılmaz, üzüntü ve korku yaşamazlar. Sahabeler de Müslümanlar için bu konuda çok güzel bir örnektir:
"Mü’minler (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya kapılmadan) dediler ki: "Bu, Allah’ın ve Resulünün bize vadettiği şeydir; Allah ve Resulü doğru söylemiştir." Ve (bu,) yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini artırdı." (Ahzab, 22)
Kur'an'da İman ve Küfür
Özlenen Rehber Dergisi 140. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.