Hz. Cüveyriye (r.anhâ) Benî Müstalik Kabilesi’ne mensup ve kabile reisi Haris b. Ebî Dırar’ın kızı idi. İlk kocası da aynı kabileden Safvan b. Müsafî idi. Onlar henüz İslâm’la tanışmamışlardı ve Müsafî, son dinin en azılı düşmanlarından biri idi.
Bu kabile bir ordu hazırlayarak Medine üzerine yürüyüp Müslümanları mağlup etmek istiyordu. Ancak Hz. Rasûlullah (s.a.v) Benî Müstalik Kabilesi’nin Müslümanlarla savaşmak için hazırlıklara başladığını, asker topladıklarını öğrendi. Onlar Medine’ye saldırmadan önce, Peygamber Efendimiz (a.s) anî bir baskın yapmaya karar verdi. Yanında Hz. Âişe (r.anhâ) da olduğu hâlde Ashâbı’yla yola çıktı. İki ordu Müreysi Suyu’nun başında karşılaştı. Benî Müstalik Kabilesi’nin hezimetiyle son bulan savaşta sağ kalanları Müslümanlar esir olarak aldılar. İşte bu esirlerin arasında savaşta eşini kaybetmiş Cüveyriye de vardı. O hem dul hem de esir olmuştu.(1)
O zamanlarda esirler, hizmetçi gibi besleniyorlardı. Esirler sadece, efendilerinden satın alınarak hürriyete kavuşabiliyorlardı. Ancak Cüveyriye’nin yanında yeteri kadar parası yoktu ve O esir taksiminde Müslümanlardan Sabit b. Kays ve amcasının oğlunun hissesine düşmüştü. Hz. Cüveyriye Sabit b. Kays’la fidyesini ödediği takdirde kurtulacağına dair bir anlaşma yapmıştı; fakat fidyeyi ödeyecek bir imkânı yoktu. Bu sebeple Hz. Peygambere (s.a.v) müracaat etti ve fidye-i necâtının ödenmesi hususunda yardım talebinde bulundu:
’-Yâ Rasûlallah (s.a.v)! Ben, Benî Müstalik reisi El-Haris İbn Ebi Dırar’ın kızı Berre’yim. Bildiğin gibi başıma esirlik belası çattı. Sabit b. Kays’la amcasının oğlunun hissesine düştüm. Kendimi azad ettirmek için onunla anlaştım. Bu konuda Senden yardım istemeye geldim.’ dedi. Hz. Rasûlullah (s.a.v) ona:
’-Bundan daha hayırlısını istemez misin?’ dedi. Hz. Cüveyriye:
’-O nedir? Yâ Rasûlallah?’ diye sorunca; Rasûlullah (s.a.v.):
’-Fidyeni ödeyip seni eş olarak kabul etmemdir.’ buyurdu.
Hz. Cüveyriye aldığı bu teklifin sevinciyle birkaç gün önce gördüğü rüyayı hatırladı. Ay Medine’den sanki yürüyüp gömleğine girmişti. Ve O:
’-Ben, rüyayı Rasûlullah’ın gelişine kadar herhangi bir kimseye anlatmak istemedim. Esir alındığımızda bu rüyadan ümitli idim. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.) beni azat etti ve benimle evlendi. İşte o an rüyası gerçeğe dönüyor ve Kâinatın Nuru’na:
’-Yâ Rasûlallah (s.a.v.)! Eğer beni bu şerefe nail ederseniz şüphesiz benim için bundan daha hayırlı bir devlet ve saadet olamaz.’ (2) cevabı veriyor ve Müslüman oluyordu.
Bu sırada Hz. Cüveyriye’nin babası Haris, kızını kurtarmak için yanına develer alarak Medine’ye gelmek için yola çıktı. Akik Vadisi’ne varınca develerden en çok sevdiği iki tanesini vadide kuytu bir yere sakladı. Daha sonra da Rasûlullah’ın huzuruna gelerek:
’-Kızımı esir olarak almışsınız. Bunlar kızımın kurtulması içindir.’ dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v):
’-Akik’te filan dağlar arasında kuytu bir yere saklamış olduğun iki deveyi neden getirmedin?’ diye sordu. Haris birden şaşırdı. Çünkü hiç kimse develeri oraya sakladığını bilmiyordu. Derhal Kelime-i Şehâdet getirerek Müslüman oldu. Onun yanında bulunan kimseler de Müslüman oldular.
Hz. Rasûlullah (s.a.v) Sabit b. Kays’a (r.a) Hz. Cüveyriye’nin fidyesini ödeyerek, ona durumu arz etti. Sabit b. Kays tereddüt göstermeden: ’-Annem babam sana feda olsun Yâ Rasûlullah! Sana onu bağışladım.’ dedi. Rasûlullah Efendimiz de fidyesini ödeyerek Hz. Cüveyriye’yi babasına teslim etti.
Böylece, Hz. Cüveyriye Annemiz, İslâm’la şeref bulmanın ardından, bir de Ümmühâtü’l-Müslimîn olma şerefine nail olacaktı. Kâinatın Efendisi onu babasından istedi. Hz. Haris de bunu kabul ettikten sonra nikahları kıyıldı (Hicrî 6. sene). Onun mehri bütün Benî Müstalik esirlerinin serbest bırakılması olarak kararlaştırıldı. Hz. Âişe (r.anhâ): ’-Ben hiçbir kadın görmedim ki, kavmine Cüveyriye kadar hayrı dokunmuş olsun. Müstalikoğullarından 110 kişi (aile) Cüveyriye sayesinde esirlikten kurtuldu’ demiştir. (3)
Yine Hz. Cüveyriye; ’-Yâ Rasûlallah! Eşlerin, bana karşı övünüp Rasûlullah seninle evlenmedi (cariye olarak aldı) diyorlar.’ dediğinde şu cevabı alıyordu:
’-Sana en büyük mehri vermedim mi? Kavminden 40 kişiyi azat etmedim mi?’ Ashâb-ı Kiram da Hz. Rasûlullah’ın onunla evlendiğini haber alınca: ’-Bunlar Allah Rasûlü’nün akrabalarıdır.’ deyip ellerindeki Beni Müstalik esirlerini serbest bırakmışlardı.(4) Bu kutlu evlilikle Hz. Cüveyriye çok büyük şerefe nail oluyorken bu makama layık olduğu da şöyle ortaya çıkıyordu: Babası onu kurtarmak için geldiğinde Rasûlullah (s.a.v.) onu, babasıyla gidip kendisiyle kalmakta muhayyer kıldığı anda, o:
’-Yâ Rasûlullah! Ben seni tercih ediyorum.’ demiştir de, Allah’a ve Rasûlü’ne bağlılığını, sevgisini koymuştu gözler önüne. O, 20 yaşlarında genç ve güzel bir kadındı. Ayrıca bir kabile reisinin kızı idi. O, babasının yanındaki tüm menfaatleri terk ediyor ve ebedî bir saadete eriyor, Müminlerin annesi gibi bir ünvanı almanın eşsiz hazzı ile gönlü sükuna eriyordu.
Bu evlilikte sadece onun şahsına değil tüm kabilesine yararı vardı. Babası ve yakınlarının Müslüman olmasının ardından, tüm kabilesi de Rasûlullah’ın ahlâkını müşahede ederek İslam’ı tercih etmişlerdi.(5)
Ayrıca cahiliyenin esir-cariye anlayışı, İslâm’ın cariyeler hür kadınlar ile eşittir ilkesiyle yıkılıyordu bu kutlu evlilikle. Çünkü o demde esirlerle hür kadınlar aynı seviyede değillerdi. Cariyeler kıymetsiz birer eşya gibiydiler. Oysa Hz. Rasûlullah (s.a.v)’in yapmış olduğu bu evlilik zihinlerde bu fikri siliyordu ve pek çok Sahâbe-i Kirâm bu sünnete yönelerek cariyeleri ile evlenmişlerdi.
Hz. Cüveyriye’nin asıl adı Berre idi. Bu ismi beğenmeyen Rasûl-i Ekrem (s.a.v), evlendikten sonra ’kadıncağız - kızcağız’ manasına gelen Cüveyriye koymuştu. Zira onun önceki isminin manasında kendini beğenmek gibi bir anlam vardı. (6)
Hz. Cüveyriye gayet metin, izzet-i nefis sahibi idi. Nitekim hürriyetine kavuşmak için bir hayli çalışmıştı. Son derece ittika sahibiydi. Yoksullara yardım eder fakirleri gözetip kollardı. Bir gün Allah Rasûlü (s.a.v) onun odasına gelerek:
’-Yiyecek bir şey var mı?’ diye sormuştu. Oda:
’-Hayır Yâ Rasûlullah! Yanımda yiyecek bir şey yok. Sadece bir davar kemiği vardı ki, onu da kadın azatlarımıza sadaka olarak verdim.’ cevabını vermişti. (7)
Hz. Cüveyriye Annemiz çok oruç tutar, çok namaz kılardı. Cenâb-ı Hakk’ı zikirle her bir anını doldururdu. Bir gün erken vakitte camide ibadetle meşguldü. Rasûlullah (s.a.v.) yanına geldi. Öğle olmuştu. Rasûlullah (s.a.v.) yine gelmişler ve onu yine camide ibadetle meşgul olarak görmüşlerdi. Ve şöyle buyurmuşlardı:
’-Sen hep böyle mi yaparsın?’ Evet, diye cevap veren Annemiz’e:
’-İstemez misin ki, Sana birkaç kelime öğreteyim de, bu kelimeleri söyleyesin ve senin nafile ibadetlerin yerine geçsin (Mizanda tartılsa, bu gün sabahtan beri söylediğin dualar ve yaptığın nafile ibadetlerden daha ağır gelir!). Sonra da şu duayı öğrettiler:
Sübhânallahi adede halkıhî /Allah’ı, yarattıklarının sayısınca tesbih ederim.
Sübhânallahi rızâ nefsihî /Allah’ı, kendisinin razı olacağı şekilde tesbih ederim.
Sübhânallahi ziynete arşıhî /Allah’ı, arşının ağırlığınca tesbih ederim.
Sübhânallahi midâde kelimâtihî /Allah’ı, kelimelerinin miktarınca tesbih ederim. Efendimiz (s.a.v) bu tesbîhi 3defa tekrarlamıştır. (8)
Tefekkürle, tezekkürle, sevgi ve aşkla geçen bir hayatın ardından annemiz 65 yaşına ulaşmıştı. İlk tanıdığında, Rasûlullah’ı dünyaya tercih eden Annemiz, H.50’de 65 yaşında iken yine Rasûlullah’ı hayata ona tercih etmişti. Rasûlullah’ın hanımları olarak ona, Bâkî Kabristanlığında komşu oldular.(9)
Mevlâ’m Güzel Annemiz’in şefaatlerine nail eylesin. Amin.
Kaynakça:
l. Salih SURUÇ, Peygamberimizin Hayatı, c.2, s.208-211.
2. Mevlana Niyaz, Kadın Sahâbîler, s. 135 138.
3. İbn Sâd, c.8, s.l77.
4. Sahabe Hayatından Tablolar, c.3, s. l30.
5. Rasûlallah’ın Pak Zevceleri, Prof. Mahmud el-Savvaf, s.68-7l.
6. İbn Sâd, c.8, s.ll8.
7. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.6, s.430.
8. Sahabe Hayatından Tablolar, c.3, s.130-131.
9. Prof. Mevlana Niyaz, a.g.e., s.140.
Hz. Cüveyriye Bint-i Hâris (r.anhâ)
Özlenen Rehber Dergisi 14. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.