Tasavvuf, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in mânevî otoritesinin terbiye, irşad, davet ve tebliğ adıyla devam eden müessesele?mi? ?eklidir. Kelime olarak tasavvuf, Kur’an âyetlerinde ve hadîslerde geçmez. Ancak müessese olarak İslâm’ın özünde var olan bir ilim ve e?itim kurumudur. Di?er İslâmî ilimler gibi h.II. asırda tedvin edilmeye ba?lamı?tır.(1)
Mutasavvıfların tasavvufu tarif ederken kullandıkları ifadeler ile tasavvuf kavramlarının ekserisi Kur’an ve Sünnet kaynaklıdır. Bu yüzden tasavvuf tariflerinin mesnedinin Kur’an ve Sünnet olarak gösterilmesi, tasavvufun kayna?ını da ortaya koymaktadır.(2)
İslâm dünyasında do?up geli?en tasavvufun kayna?ı; bizzat İslâm’ın kendisidir. Tasavvufun do?u?una etki eden İslâmî kaynakları da birkaç madde halinde göstermek mümkündür.(3) Bunlar:
a) Âyet ve hadîsler.
b) Hz. Peygamber ve ashabı’nın hayat tarzı.
c) Fıtrî ve içtimâî faktörler olarak sıralanabilir.
Biz burada Mutasavvıfların en çok kullandıkları ifade ve kavramlardan bazılarının âyet-i kerîme ve hadîs-i Şerîflerdeki dayanakların bulmaya çalı?aca?ız.
Her dü?ünce ve kültür sisteminin temelinde bir din ve o dinin kutsal kitabını gösterebiliriz. Batı kültür ve dü?üncesinin temelinde Hıristiyanlık ve Kitâb-ı Mukaddes mevcut oldu?u gibi; İslâm kültür, medeniyet ve dü?üncesinin temelinde de Kur’an-ı Kerim mevcuttur. Bu kültür ve dü?ünce sisteminin önemli bir kısmını olu?turan tasavvufun temel esasları da Kur’an-ı Kerim ve hadîslere istinâd etmektedir.
Tasavvuf kültürünü olu?turan temel unsurların hemen hepsi Kur’an’dan veya hadîslerden alınmı?tır. Ayrıca bir Mutasavvıffın hayatına yön veren yegane kaynak da yine İslâmî nasslardır. Âyet ve hadîslere istinâd eden ve tasavvuf kültürünün temelini olu?turan bazı konularla ilgili temel kavramlar ise ?öyle sıralanabilir(4):
1-İLM-İ LEDÜN:
Tasavvuf ilmi, nakil ve akıl ile birlikte ilham ve ke?if de denilen bir bilgi aracını daha kabul etmektedir. Bu araçla bilgi elde edebilmek için ibadet, riyâzât ve mücâhede ile belli bir rûhî olgunlu?a eri?mi? olmak gerekmektedir. Kur’an ve hadîslerde bu konuya delil olabilecek ifadeler vardır.
Kehf süresi 65. âyet-i kerîmede Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın arkada?lı?ı sırasında Hz. Musa’nın olayların dı? yüzüne bakarak hükmetti?ini, Hz. Hızır’ın ise sahip oldu?u ilm-i ledün sayesinde meselenin iç yüzüne vâkıf oldu?unu görmekteyiz.(5)
Di?er bazı âyetler ?öyledir: “Takvâ üzere olunuz ki Allah size ö?retsin.”(6), “E?er takvâ üzere olursanız Allah size furkan ve nur verir.”(7), “Allah’tan korkun, Rasûl’üne inanın ki; Allah size rahmetinden bir pay ayırsın, sizin için ı?ı?ında yürüyece?iniz bir nur ortaya koysun.”(8),
Bu âyetlerde geçen furkan, rahmet ve nur gibi kavramlar aslında bir bakıma insanda meydana gelen, gönül aydınlanması sayesinde ortaya çıkan vehbî ilim diyebilece?imiz ke?f ve ilhamlardır.
İlmi ledünne i?aret eden Hz. Rasûlullah (s.a.v.)’in bazı hadîs-i Şerîfleri ise ?öyledir: “Bana Kur’an ve misli verildi.”(9), Ebû Hureyre der ki:
“Ben Allah Rasûl’ünden iki kap ilim aldım. Bunlardan birini size naklettim, di?erini de nakletmi? olsaydım boynumu vururdunuz.”(10), “Her ümmetin muhaddesleri, yani ke?f ve ilhama mazhar olan ki?ileri vardır. Bu ümmetin muhaddeslerinden biri de Ömer b. Hattab’dır.”(11), “Ö?rendi?i ile amel edenlere Allah Teâla bilmediklerini ö?retir.”(12), “Kırk gün süreyle Allah’a ihlasla amel edenin kalbinden lisanına hikmet pırıltıları akmaya ba?lar.”(13), “Ben ilmin ?ehriyim, Ali onun kapısıdır.”(14)
2- ZİKİR:
Unutmamak, hatırlamak, zihinde tutmak anlamlarına gelen zikir, Kur’an-ı Kerîm’de lügat anlamlarına uygun olarak; Allah’ı anmak, daima hatırlayıp unutmamak mânâlarına kullanıldı?ı gibi namaz, Kur’an anlamlarında da kullanılmı?tır. Tasavvuf erbâbı tarafından âyet ve hadîslerin ı?ı?ında, olmazsa olmaz bir ?art kabul edilmi?; açık ve gizli olmaz üzere ikiye ayrılmı?tır. Hangi yol benimsenirse benimsensin her amelde oldu?u gibi bu ibadette de ihlas ?artı aranmı?tır.
Kur’an’da 254 yerde geçen zikir lafzı, Mutasavvıflar tarafından genel olarak Allah’ı, özel olarak da elest bezminde O’na verilen sözü hatırlamak ?eklinde anla?ılır. Zikir, elest bezminde hatırlamak, semâ da elest bezminde Allah’ın “Ben sizin Rabbiniz de?il miyim?”(15) hitabını duymak manasınadır denilir.
Allah’ı unutmamak ya da O’nu isim ve sıfatlarıyla anmak konusunda pek çok âyet ve hadîsler vardır.
Âyet-i kerîmeler: “Rabbini çok an, sabah ak?am tesbih et.”(16), “Onlar ayakta iken, otururken, yatarken Allah’ı anarlar.”(17), “Ey mü’minler! Allah’ı çok çok anın.”(18), “Allah’ı çok anın ki kurtulu?a eresiniz.”(19), “Namaz kıldıktan sonra Allah’ı ayakta, oturarak, yatarken anın.”(20), “Ve Rabbini sabah ak?am tevazu içinde yalvararak ve korkarak ve de sesini yükseltmeden an. Sakın gafillerden olma.”(21), “Kalpler ancak Allah’ın zikri ile tatmin olur.”(22), “Allah’ı çok zikreden erkek ve kadınlar yok mu?
Cenâb-ı Hak’tan onlara ma?firet ve büyük ecir hazırlanmı?tır.”(23), “Münafıklar Allah’a oyun etmeye kalkı?ıyorlar. Halbuki Allah onların oyunlarını ba?larına çevirmektedir. Onlar namaza kalktıkları zaman ü?enerek kalkarlar, insanlara gösteri? yaparlar, Allah’ı pek az hatıra getirirler, anarlar.”(24), “Hacc ibadetlerinizi bitirince (Müzdelife’de) babalarınızı andı?ınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir ?ekilde Allah’ı anın.”(25),
Hadîs-i Şerîfler: “Gafiller içinde Allah’ı anan ki?i, harpten kaçanlar arasında cihada devam eden gibidir.” (26), “Ya Rasûlallah, en faziletli amel hangisidir? diye soruldu?unda; “Dilin zikri ilâhi ile me?gul iken ölmendir.”
buyurmu?lardır.”(27), “Kulum Beni andı?ında ve dudaklarını Benim için kıpırdattı?ında, Ben onunla beraberim.”(28), “Ademo?lu Allah’ın zikrinden daha kolay kendisini Allah’ın azabından kurtaracak bir amel i?lemi? de?ildir.”(29), “Cenâb-ı Hakk’ı çok zikir ve tesbih ederek o derece mest olun ve kendinizden geçin ki; sizi gören münafıklar deli olmu? mecnun zannetsinler.”(30), “Onlar öyle adamlardır ki; onlarla dü?üp kalkanlar bile ?akî olmazlar, mesûd olurlar.”(31), “Cennet bahçelerine (Allah’ı zikir için te?kil edilen halkalara) u?radı?ınızda nimetlerinden yiyiniz.”(32),
3- VELÂYET:
Dost ve yakın anlamına gelen velî kavramı, ıstılahta bütün hal ve i?inin muradını Allah’ın üzerine aldı?ı ve yardımında bulundu?u kimsedir. Allah’ın vahdâniyeti ve Rasûllah (s.a.v.)’in risaletini kabul eden her ki?i Cenâb-ı Hakk’ın velîsi ve dostudur. Çünkü Allah’ın birli?ine iman etmi?lerdir.
Velâyet, sâlikin kendi varlı?ından geçerek Hakk’la kâim olması mertebesidir. Bu mertebeye ula?ana da velî denir. Velî, Rasûlullah (s.a.v.)’e tâbiiyeti kadar kemale ula?ır. Sâlik ise ancak böyle bir velî ile sulûkünü tamamlayabilir.(33)
Âyet-i kerîmeler: “Allah dostlarına hiçbir korku ve hüzün yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.”(34), “Onlar (o Allah dostları) ki dosdo?ru iman ettiler ve hep Allah’tan korkup (fenalıklardan) sakındılar. Dünya hayatında da ahirette de müjde onlara. Allah’ın sözlerinde hiçbir de?i?me yoktur. Ve i?te bu büyük mutluluk ve ba?arıdır.”(35), “Sizin Allah yanında en ?erefli ve itibarlınız O’ndan en çok saygı ile korkup fenalıklardan sakınanınızdır.”(36), “Allah, takva sahiplerinin dostudur.”(37)
Hadîs-i Şerîfler: “Kul, durmadan nafile ibadetleri yapmak suretiyle bana yakla?ır. Tâ ki onu sevmi? olayım. Ne zaman ki onu seversem kendisiyle i?itti?i kula?ı, gördü?ü gözü ve ?iddetle kavradı?ı eli olurum.”(38), “Bir velîye dü?manlık edene kar?ı ben sava? açarım.
Hiçbir kul kendisine farz etti?im ?eyleri yapmaktan daha iyi bir ?eyle bana yakla?amaz. Kul, nafilelerle bana yakla?maya devam eder ve ben onu severim. Sevince de i?iten kula?ı, gören gözü ve tutan eli olurum.”(39),
4- ÂLEMİN YARATILIŞI:
Bu konudaki anlayı? me?hur hadîs kitaplarında yer almamakla beraber, tasavvuf erbabı arasında kutsî hadîs olarak kabul edilen ve hayli me?hur olan; “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim, mahlukatı yarattım ki bilineyim.” hadîsine dayanmaktadır. (40)
5- TEVBE:
Tasavvuf yollunun ba?langıcını te?kil eden tevbe, günahtan dönmek, vazgeçmek demektir. Tevbe, bir uyanı?, bir silkini?, geçmi?teki hataların bir kabulü, günahlardan duyulan bir pi?manlık, kısacası ruh inkılabının ilk ve en önemli safhasıdır. Onun için mür?idin müridine yaptırdı?ı ilk i? tevbedir. İsti?far dil ile yapılırken tevbe kalp ile yapılır.
Tevbe, bazı Mutasavvıflarca Kur’an’dan alınan tabirlerle üç derecede incelenmi?tir: Tevbe, İnâbe, Evbe. (41)
- Tevbe: Allah’ın azabından korkarak günahı terk etmektir. Birinci basamaktır. “Ey iman edenler! Allah’a dönü?ü olmayan bir tevbe ile tevbe ediniz.”(42)
- İnâbe: Allah’ın verece?i sevap ve mükafata bel ba?layarak O’na yönelmektir. Tevbenin orta noktasıdır. “Azap gelip çatmadan Rabbinize dönün.”(43)
- Evbe: Hakk’ın rızasını kazanmak ve sadece O’na yönelmektir. Tevbenin en ileri derecesidir. “Davud’u, o kuvvet sahibi zâtı hatırla. Çünkü o daima Allah’a yönelendi.”(44)
Tevbe, pek çok âyet ve hadîsle Müslümanlara emir ve tavsiye edilmi?tir.
Âyet-i kerîmeler: “Ey mü’minler , hepiniz Allah’a tevbe ediniz.”(45), “E?er tevbe ederseniz bu sizin için daha hayırlıdır.”(46), “Allah çok tevbe edenleri sever.”(47), “Rabbini hamd ve tesbih et. O’ndan af dile. Çünkü O, tevbeleri çokça kabul edendir.”(48), “Rabbinizden ma?firet dileyiniz. Sonra O’na dönünüz, tevbe ediniz.”(49)
Hadîs-i Şerîfler: “Kulun tevbesinden dolayı Allah Teâla’nın sevinci, sizden birinizin çölde devesini kaybedip de tekrar buldu?undaki sevincinden daha fazladır.”(50), “Allah’a yemin olsun ki günde yetmi? defadan fazla Allah’a tevbe ve isti?far ederim.”(50), “Günahtan tevbe eden günahsız gibidir. Allah bir kulunu sevdi mi, günah ona zara vermez. Çünkü tevbe etmesini nasip eder.”(52)
6- ZÜHD:
İlk devir tasavvufunun ba?ta gelen özelli?i olan zühd, vazgeçmek, küçümseyip terk etmek, ilgi duymamak gibi anlamlara gelir. Istılahta ise emelleri ihmal edip amellere sarılmaktır diye tarif edilir. Tasavvufta ise dünyaya ve Allah’ın dı?ındaki ?eylere (mâsivâya) gönül ba?lamamak, buların sevgisini terk etmek, bütünüyle e?yaya ra?bet ve meyl etmemek manasınadır. Üç ?ekilde gerçekle?ir:
a) Halkın zühd’ü: Günahları terktir.
b)Havass’ın zühd’ü: Zaruri ihtiyaçların dı?ında kalan e?yayı terktir.
c) Âriflerin zühd’ü: Allah’tan ba?kasını terktir.(53)
Nitekim dünya hayatının geçici, aldatıcı, ahiret hayatına nisbetle de?ersiz vs. oldu?u çe?itli âyet ve hadîslerde belirtilmi? ve zühd tavsiye edilmi?tir.
Âyet-i kerîmeler: “Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın.”(54), “Dünya hayatı bir oyun ve e?lenceden ibarettir. Ahiret yurdu ise hayatın tâ kendisidir.”
“Mal ve evlatlar dünya hayatının süsüdür.”(55), “Her ?eyden kalbini bo?altarak bütün günlünle O’na yönel.”(56), “Mal-mülk çoklu?u sizi ölünceye kadar oyalayıp durdu.”(57), “Asıl barınılacak yer Allah nezdindedir.”(58), “Elinizden çıkana üzülmeyin, size verdi?i ile de sevinip ?ımarmayın.”(59)
Hadîs-i Şerîflerler: “Dünyaya kar?ı zahid ol ki, Allah tarafından sevilesin, insanların ellerindekine kar?ı zahid ol ki, insanlar tarafından sevilesin.”(60), “Dünyada ya bir garip insan gibi ya da yolcu gibi ol.”(61), “Dünya müminin zindanı, kafirin cennetidir.”(62),
“Dünya sevgisi her günahın ba?ıdır.”(63), “Uhud da?ı kadar altınım olsa borcumu ödemek için ayıraca?ım miktar hariç kalan kısmının üzerinden üç gün geçmeden elimden çıkmasını isterdim.”(64), “Allah indinde dünyanın sivrisinek kanadı kadar de?eri olsaydı hiç bir kafire bir içimlik su vermezdi.”(65), “Ahirete nazaran dünyanın de?eri sizden birinin parma?ını denize daldırmasına benzer. Parma?ı ile denizden aldı?ı suyu göz önüne getirsin.”(66), “Himmet ve kaygılarını teke indirip sadece ahiret kaygısı ta?ıyanın dünyasına Allah kâfidir. Kaygısını dünyaya da?ıtanın ise Allah hangi vadide helak oldu?una bakmaz.”(67)
7- TEVEKKÜL:
Tasavvvufta önemli bir yeri olan ve üzerine dü?eni yaptıktan sonra Allah’a güvenip dayanma, O’ndan yardım isteme, O’na güvenme ve O’ndan ba?kasına ihtiyacını arz etmeme ?eklinde anla?ılan tevekkül, bu anlamda tevhid demektir. Çünkü Alllah’tan ba?kasına itimad ?irktir.
Tevekkülün üç derecesi vardır:
a) Kulun kendine itimadı gibi Allah’a güvenmesi.
b) Kulun, annesinden ba?kasını tanımayan çocuk gibi sadece Allah’a güvenmesi.
c) Kulun, rüzgar önündeki yaprak gibi kendin Allah’a teslim etmesi.(68)
Konu ile ilgili âyet-i kerîmeler: “Kim Allah’a tevekkül ederse, O ona yeter ve onu ummadı?ı yerden rızıklandırır.”(69), “Allah’a tevekkül et, vekil olarak O yeter.”(70), “De ki; Allah bizim için ne yazıp takdir etmi? ise bize ancak o ula?ır. Bizim sahibimiz O’dur. Müminler Allah’a tevekkül etsin.”(71), “Allah kuluna kafi de?il mi?”(72), “Rabbi ona (İbrahim (a.s.)’a “kendini Allah’a teslim et.” dedi?i zaman “Alemlerin Rabbine teslim oldum.” demi?ti.”(73)
Hadîs-i Şerîfler: “E?er Allah’a hakkıyla tevekkül etseydiniz, Allah size ku?lara rızık verdi?i gibi rızık verirdi. Ku?lar açlıktan karınları çekilmi? oldukları halde sabahleyin yuvalarından çıkarlar, ak?amleyin karınları dolu olarak geri dönerler.”(74), “Bir kimse evinden çıkarken besmele çekip “Ben Allah’a tevekkül ettim” dese ona ?öyle cevap verilir: “Hidâyete yöneltildin, ihtiyacın giderildi, sakındırıldın ve ?eytandan uzakla?tırıldın.” (75)
8- RİYAZET-MÜCAHEDE:
Az yemek, az uyumak ve az konu?mak ?eklinde özetlenen ve nefsin ve bedenin arzularını terk etmek veya asgarî ölçüye indirerek ibadetle me?gul olmak anlamına gelen riyazet ile; nefsin ve ?eytanın arzularına kar?ı mücadele etmek anlamındaki mücâhede anlayı?ı da tasavvufta âyet ve hadîslerden mülhem olarak geli?mi?tir.
Mücâhede, nefsi iyili?e zorlamak; riyazat da nefsi bu i?e alı?tırmaya çalı?maktır. İ?in ba?ı mücahede, devamı riyazat, neticesi ise mü?ahededir.(76)
Âyet-i kerîmeler: “Geceyi, tamamen de?il de, yarısını yahut yarıdan az eksi?ini veya fazlasını yatmadan (ibadetle) geçir ve Kur’an’ını tane tane oku.”(77), “Gecenin bir bölümünde O’na secde et ve uzun bir bölümünde de O’nu tesbih et.”(78), “Bizim yolumuzda mücâhede edenleri muhakkak yolumuza iletiriz.”(79), “Kafirlere gelince, zevk-u sefa ederler, davarlar gibi yerler. Onların yeri cehennemdir.”(80)
Hadîs-i Şerîfler: “Ademo?lu karnından daha fena bir kap doldurmamı?tır.”(81), “Allah’a ve ahiret gününe inanan ya hayır söylesin yahut sussun.”(82), “Altına, gümü?e, kuma?a, abaya kul olanlar helak oldu. Bunlar mal verilirse ho?lanırlar, verilmezse ho?lanmazlar.”(83), “Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v.) ashabına: “Allah’tan hakkıyla hayâ ediniz.” demi?ti. Ashab: “Elhamdülillah hayâ ediyoruz Ya Rasûlallah.” ?eklinde cevap verince Hz. Peygamber (s.a.v.) ?öyle buyurdu:
“Hakikî hayâ o de?ildir. Gerçek manada Allah’tan hayâ eden ba?ı ve ba?ın içindekileri korusun, karnı ve karnın ihtiva etti?ini kontrol etsin, ölümü ve musibetleri hatırlasın. Ahireti isteyen dünya hayatının ziynetini terk etsin. Böyle yapanlar Allah’tan gerçek manada hayâ etmi? olurlar.”(84), “İki duda?ı ile iki baca?ı arasın garanti verene cenneti garanti ederim.”(85)
9- TEZKİYE:
Nefsi, ona bula?an kir ve pastan temizleyerek nefs-i emmâre mertebesinden nefs-i mutmainne mertebesine çıkararak rûhu, mânevî kirlerden arındırmak anlamına gelen tezkiye, bir takım sûfiler tarafından nefsi e?itmek için kullanılan usuller de dikkate alınarak tasavvuf ilminin tanımları arasına konulmu?tur. Buna göre “tasavvuf nefis tezkiyesidir” ?eklinde de tanımlanır.
Âyet-i kerîmeler: “Allah’tan müminlere kendi içlerinden, onlara Allah’ın âyetlerini okuyan, onları tezkiye eden, onlara kitap ve hikmeti ö?reten bir peygamber gönderen O’dur.”(86), “Andolsun nefse ve onu yaratana. O, nefse kötülüklerini, göstererek ondan kaçınmayı ilham etmi?tir. Nefsini tezkiye eden, arıtıp kötü huy ve sıfatlardan korunan ki?i kurtulmu?, onu kirleten ise hüsrana u?ramı?tır.” (87)
Hadîs-i Şerîfler: “Senin en büyük dü?manın iki yanın arasındaki nefsindir.”(88)
10- TASFİYE:
Tezkiye, nefsin mânevî kirlerden arındırılması demek iken tasfiye; ?eriat ve marifet esasları dahilinde kalbi ve rûhu arındırıp safla?tırmak, pak ve temiz hale getirmek demektir. Çünkü insan rûhu bu aleme temiz olarak gelmi?, fakat dünya ve madde kirleriyle kirlenmi?tir. E?er ki?i nefsini tezkiye eder ve kalbini de tasfiyeyi ba?arırsa, rûhu ve kalbi örten kirler ve perdeler kalkar, mânevî alemde bir takım hakikatleri kavrayabilir. Bu sebepledir ki bazı Mutasavvıflar tasavvufu tasfiye olarak da tanımlamı?lardır.
Âyet-i kerîmeler: “O gün ne mal, ne evlat fayda verir. Ancak Allah’ın huzuruna selim bir kalple gelenler müstesna.”(89), “Allah’ın zikrinden uzak kasvetli kalbe yazıklar olsun.”(90), “Sonra kalpleriniz katıla?tı da ta? gibi oldu. Hatta daha da ileri.”(91)
Hadîs-i Şerîfler:
“Vücutta öyle bir et parçası vardır ki o iyi olunca bütün vücut iyi, o kötü olunca bütün vücut kötü olur. Bilesiniz ki o et parçası kalptir.”(92), “Takvâ burudadır.” (Hz. Rasullah (s.a.v.) kalbini göstererek bu sözü üç defa tekrar etmi?tir.)(93)
11- RABBÂNİLİK:
Veli olmak, ermi?lik, ulûhiyyet sırlarına a?ina olmak demektir. İslâmîyet, Hıristiyanlıktaki ruhbanlık anlayı?ını kaldırmı?, onun yerine Rabbânîli?i emretmi?tir.
Âyet-i kerîmeler: “Kitabı okuyup ö?retti?inize göre içi dı?ına uygun Rabbânî alimler (Allah adamları) olun.”(94), “İsa’nın yolundan gidenlerin uydukları ruhbanlı?ı biz yazmadık. Onlar bunu Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Fakat buna da gere?i gibi uymadılar.”(95)
Hadîs-i Şerîfler:
“İslâmda ruhbanlık yoktur.”(96), Mutasavvıfların önem verdi?i hususlar elbette zikredilen konulardan ibaret de?ildir. Genel olarak tasavvuf ahlakının ve zühd hayatının içerisinde yer alan hususlarla tasavvuf ilminin temel mevzularında Mutasavvıfların birinci planda âyet ve hadîslere, yani İslâmî nasslara istinad ettiklerini görmekteyiz. Şu halde İslâm tasavvufuna ba?ka dinlerden İslâma geçmi?tir ?eklinde İslâm’ın dı?ında bir kaynak aramak yersiz ve gereksizdir. Sonraki asırlarda söz konusu olan bazı yabancı etkiler ve maksattan uzakla?malar onun İslâmî men?eli olu?una halel getirmez.
Kaynakça:
1.YILMAZ H.Kamil, Ana hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, s.19-25; 2.YILMAZ H.Kamil. a.g.e. s.31; 3.TÜRER Osman. Ana hatlarıyla Tasavvuf Tarihi; 4.TÜRER Osman. a.g.e.; 5.YILMAZ H.Kamil. Kur’an ve Sünnet’te Tasavvuf; 6.Bakara Sûresi 2/282; 7.Enfal Sûresi 139; 8.Hadîd Sûresi 28; 9.Ebû Davud, Tirmîzî; 10.Buhârî; 11.Buhârî; 12.Ke?fu’l-Hafâ; 13.Ke?fu’l-Hafâ; 14.Ruhu’l-Beyan; 15.A`raf Sûresi 172; 16.Âl-i İmran Sûresi 41; 17.Âl-i İmran Sûresi 191; 18.Ahzab Sûresi 41; 19.Cuma Sûresi 10; 20.Nisa Sûresi 103; 21.A`raf Sûresi 205; 22.Râd Sûresi 28; 23.Ahzab Sûresi 35; 24.Nisa Sûresi 142; 25.Bakara Sûresi 200; 26.Tirmîzî, Ahmed b. Hanbel; 27.Buhârî; 28.Buhârî; 29.Tirmîzî; 30.Et-Ter?îb ve et-Terhîb; 31.Buhârî; 32.Tirmîzî; 33.Ankaravî, Minhâcü’l-Fukara s.241; 34.Yunus Sûresi 62; 35.Yunus Sûresi 63-64; 36.Hucurat Sûresi 13; 37.Câsiye Sûresi 19; 38.Buhârî;
39.Buhârî, Ahmed b. Hanbel; 40.TÜRER Osman, a.g.e. s.; 41.ERAYDIN Selçuk, Tasavvuf ve Tarikatlar s.157; 42.Tahrim Sûresi 68; 43.Zümer Sûresi 54; 44.Sâd Sûresi 17; 45.Nûr Sûresi 31; 46.Tevbe Sûresi 3; 47.Bakara Sûresi 22; 48.Nasr Sûresi 3; 49.Hûd Sûresi 3; 50.Müslim; 51.Buhârî; 52.İbni Mâce; 53.Ankaravî, a.g.e. s.162; 54.Lokman Sûresi 33; 55.AnkEbût Sûresi 64; 56.Kehf Sûresi 46; 57.Müzzemmil Sûresi 8; 58.Tekasür Sûresi 1-2;
59.Âl-i İmran Sûresi 14; 60.Hadid Sûresi 23; 61.Buhârî; 62.Müslim; 63.Müslim; 64.Müslim; 65.Tirmîzî; 66.Müslim; 67.İbn Mâce; 68.YILMAZ H.Kamil.Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar s.183; 69.Talâk Sûresi 3; 70.Ahzab Sûresi 3; 71.Tevbe Sûresi 51; 72.Zümer Sûresi 36; 73.Bakara Sûresi 131; 74.Tirmîzî; 75.Ebû Dâvut; 76.YILMAZ H.Kamil.Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar s.202; 77.Müzzemmil Sûresi 2-4; 78.İnsan Sûresi 26;
79.Ankebût Sûresi 69; 80.Muhammed Sûresi 12; 81.Tirmîzî; 82.Buhârî; 83.Buhârî; 84.Tirmîzî; 85.Buhârî; 86.Cuma Sûresi 2; 87.Şems Sûresi 7-10. 88.Ke?fü’l-Hafâ; 89.Şuarâ Sûresi 88-89; 90.Zümer Sûresi 22; 91.Bakara Sûresi 74; 92.Buhârî, Müslim; 93.Müslim; 94.Âl-i İmran Sûresi 79; 95.Fâtır Sûresi 27; 96.Dârimî;
Tasavvufun İslâmî Kaynakları
Özlenen Rehber Dergisi 14. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.