Özlenen Rehber Dergisi

24.Sayı

Emanet

Aysel KOCABAŞ Özlenen Rehber Dergisi 24. Sayı
Arapça’da, ’güvenmek, korku ve endişeden emin olmak’ manasındaki ’E-M-N’ mastarından gelen ’emanet’ kelimesi hıyanetin karşıt anlamlısı olarak kullanıldığı gibi, ’güvenilir olmak ve güvenilen bir kimseye koruması için geçici olarak tevdî edilen şey’ manasında da kullanılır. Bu son kullanım daha yaygındır.
İslâm literatüründe emanet, oldukça geniş kapsamlı bir kavram niteliği taşır. Bu durum kelimenin Kur’an ve hadislerdeki kullanımından ileri gelmektedir. ’Bir kimseye koruması için bırakılan mal ve eşya’ şeklindeki günlük dilde kastedilen dar anlamı yanında, insanın sahip olduğu ve kendisine geçici olarak verilmiş bulunan ruhî, bedenî, malî imkânları kapsamaktadır.
Emanet kavramını Allah’ın insanlara bıraktığı emanetler ve insanların birbirlerine bıraktığı emanetler olarak incelemek mümkündür. Biz öncelikle günlük dildeki genel manası üzerinde daha sonra ise Allah’ın bizlere muhafaza için verdiği emanetler üzerinde duracağız. Her iki boyutunu da ele almaktaki maksat ise emanetin dinî, ahlâkî, içtimaî ilke ve kuralları içine alan bir kavram olması dolayısıyladır.(1)
Emanet, bir insanın diğer insanlara olan güvenini de kapsamaktadır. Yani emanet; insanların, kendisinin yanına bırakmış oldukları emanetlerini onlara iade etmesi, onların hukukunu ve sırlarını koruması, yokluklarında onların korunması, onlara hile yapmaması, onlara ilişkin hususlarda Allah’a itaat etmesidir. (2)
Kur’an-ı Kerîm’de müminlerin vasıfları sayılırken emanet ehli olmaları gerektiği de belirtilmiştir: ’O müminler ki emanetlerine ve ahitlerine riayetkârdırlar.’(3) buyurulmaktadır. Âyette de görüleceği üzere müminlerin sahip olması gereken bu özellik, gerek ferdî, gerek toplumsal alanda güven ortamının oluşmasını sağlar. Her şekilde insanların elinden ve dilinden salim olması gereken Müslüman’ın, ayrıca kendisine bırakılan herhangi bir emaneti de tam bir şekilde muhafaza etmesi gerekir.
Emanet ehli olan kimseler, Allah indinde makbul kimselerdir. Bundan dolayı Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) emanete riayet edenleri cennetle müjdelemişlerdir. Bunun zıddı olan hıyanetliği ise kötü bir şekilde bildirmişlerdir. ’İki özellik vardır ki müminde huy haline gelmez. Bunlar hıyanet ve yalandır.’(4) Başka bir hadis-i şeriflerinde ise Efendimiz (s.a.v.) emanete hıyanetliği münafıklık alâmetleri arasında saymıştır.(5)
Emanete riayet etmek Hz. Peygamber (s.a.v.)’in de ahlâklarındandır. O, risalet gelmezden evvelde emaneti riayete dikkat ederdi. Kavmi arasında ’Muhammedü’l-Emin’ lâkabının verilmesi bunun bir göstergesidir. Hak dini savunduğu dönemde bile, O’na karşı olan pek çok insanın eşyasını korumaktaydı. Hicret edeceği esnada bunları Hz. Ali’ye teslim ederek, sahiplerine iletmesini söylemesi bilindik bir hadisedir.
Kur’an’da övülen ve Rasûlullah (s.a.v.)’in de ahlâklarından olan emanete riayet, müminlerin de sahip olması gereken en önemli ahlâklardan bir tanesidir. Nitekim namaz, ölçü, tartı gibi gerek dinî gerek maddî pek çok şey emanetten addedilmiştir. Bundan dolayı alimler abdesti olmayanın namazı sahih olmadığı gibi, emanete riayeti olmayan kimsenin de imanı kâmil olamayacağını bildirmişlerdir. ’Emaneti korumayanın imanı yoktur, ahdinde durmayanın dini yoktur.’ bunun ifadesi olsa gerektir. Kıyamet gününde emanet ehli olmayanların yaşayacağı şu sahne ise emanetin önemini anlamak açısından önemlidir. ’Kıyamet günü biri Allah’ın huzuruna getirilir. Allah (c.c.) buyurur: ’Filanın emanetini verdin mi? Hayır Yâ Rabbi!’ der. Bu cevap üzerine Allah bir meleğe bunu alıp cehenneme götürmesini ve cehennemin bir çukurunda emaneti, aynen göstermesini emreder. O, cehenneme yukardan aşağı 70 sene sonra bir çukura varır. Sonra emanetle beraber yukarı çıkar. En üst tabakaya gelince ayağı kayar, yine aşağı düşer. Gene çıkar gene düşer. Peygamberimizin şefaati neticesi Allah’ın lütfu yetişip de emanet sahibi, emanete hıyanet edenden razı oluncaya kadar bu çıkıp-düşmeler böylece devam eder. (6)
Enfal suresi 27. âyet-i kerîmesinde: ’Ey îman edenler! Allah’a ve Rasûl’e hainlik etmeyiniz ki bile bile kendi emanetinize hıyanet etmiş olmayasınız.’ buyurulmaktadır.
1. Ayette, ’Allah’a ve Rasûl’e hıyanet olarak bildirilen kısımdan kastın, dini yükümlülüklerde ölçüden ayrılmak olarak anlaşılması gerektiği söylenmiştir. Çünkü dinine hıyanet eden bir insanın toplumda da mala, cana, namusa hıyanet etmesinin doğal bir hâl olacağı bildirilmiştir. Bunun neticesinde ise kimsenin kimseye güvenmediği bir toplumun oluşması da kaçınılmaz olacaktır. Zira emanet, insanın kendi nefsinden başlayan, Allah’la ve diğer insanlarla olan üç boyutlu bir güvenilirlik muamelesidir.
2. Ayetteki, ’emanet ehilleri’ ibaresi ise görevleriyle birlikte şu şekilde açıklanmıştır: İlk önce insanın Rabbi’ne karşı emanete riayet etmesi, Allah’ın hükümlerinin ve kanunlarının yapılmasıdır: Bütün uzuvların vazifelerini içine alır. İbn Mesud Hazretleri demiştir ki: ’Emanet her şeyde lâzımdır. Abdestte, cünüplükte, namazda, zekatta, oruçta vs.’de.’(7) Kişinin kendisine karşı; din ve dünya emanetinde kendince en faydalı ve uygun olan şeyleri seçmesi, öfke, şehvet veya cahillik ile sonunda zararlı olan şeyleri yapmamasıdır emanet. Halka karşı; hakların emanetini gözetmek, alış-verişte aldatmamak, zarar veren olmamaktır.
İster Allah’a ait haklarda, ister insan hakları, yani genel ve özel, maddî ve manevî bütün hususlarda emanet terimi, tüm insanlara sorumluluk yüklemesi yönüyle de insanlığı kuşatan bir emirdir. Âyette, ’emrediyor’ hitabı bu hükmün bütün mükelleflere ait olduğunu gösterir.

Allah’ın biz insanlara verdiği emanetleri ise 5 kategori de toplayabiliriz: 1- Din, 2- Akıl, 3- Mal, 4- Can, 5-Nesil.
1- Din Emaneti: Cenâb-ı Hakk, Ahzab sûresi 72. âyetinde: ’Şüphesiz biz, emaneti göklere, yere, dağlara sunmuşuzdur. Onlar bunu yüklenmekten çekinmişler ve ondan korkup titremişlerdir. Pek zalim ve çok cahil olan insan ise onu yüklenmiştir.’ buyurmaktadır. Bu âyetteki emanetten maksat, Allah’ın bütün emir ve yasaklarıdır. Kim Allah’ın emirlerinden ibaret olan emaneti muhafaza ederse Allah da onun imanını muhafaza edeceğini bildirilmiştir. Yüce Allah, (taat ve farizalardan ibaret olan) mükellefiyetleri göklere, yere ve dağlara teklif etti. Bunlar, kendilerinden istenilen yükümlülükleri kabul edip, hemen yerine getirdikleri hâlde bu emaneti kabul etmediler, bundan çekindiler. O kadar büyük olmalarına rağmen onlara çok ağır geldi. İnsanlara gelince onlar bu emaneti yüklenmişlerdir. Akıl ve hür iradeleri ile buna talip olmuşlardır. Emaneti yani Allah’ın halifeliğini kabul eden insan, bunu hakkıyla yerine getirdiği takdirde büyük mükafatlara nail olacağı hâlde, hıyanet ettiği takdirde ise büyük bir ceza ile karşılaşacaktır. Âyette, böyle ağır bir sorumluluğa talip olan insanın cahil ve zalim olduğu vurgulanmıştır. Âlimler, gerek dar anlamıyla olsun gerek geniş anlamıyla olsun, Allah’a ve Rasûl’üne itaati yerine getiren insanların en büyük kurtuluşa ereceğini bildirmişlerdir.(8)
2- Akıl Emaneti: Cenâb-ı Hakk’ın bizlere düşünüp, anlamak için vermiş olduğu en büyük emanet ve nimet, akıldır. Mükellefiyetler ancak akıl var olduğunda söz konusu olabilmektedir. Zira insan aklı ile iyiyi ve kötüyü seçebilme kabiliyetine sahip olabilmektedir. Dünya ve ondaki rahatlık için gerekli olan akıl, ahiret ve ondaki ferah için de ziyadesiyle gerekli olmaktadır. İnancını aklî temellere dayandıran bir mümin, tabiri caizse, yıkılmaz bir kale bina etmiş olur. Kalenin içi, kalbî bir bağlanış ile, dışı ise aklî surlarla çevrili olur. Çünkü aklın gerçek işlevini yerine getirebilmesi, Tevhidî bir inanış ve düşünme neticesiyledir. Kalbî ve aklî olgunluğa erişmiş gerçek müminler, ancak bu kimseler olacaktır. Aksi bir durum ise basit mantık oyunları ve çıkmazları içerisinde, nefsin vesveselerine kapılan, bocalayan insan kitlelerinin oluşmasına sebep olacaktır. Düşünen ama idrak edemeyen bireyler yığını, bu durumun bir neticesi olsa gerektir. Aklı ancak din korur. Aklı yok edici, giderici her şey yasaklanmıştır. Alkol, uyuşturucu, eroin gibi pek çok şey bu yasak kapsamına dahil edilmiştir. Çünkü bunlarla birlikte din de gider, akıl da gider. Zira Peygamberimiz (s.a.v.): ’İnsanı insan yapan akıldır, aklı olmayanın dini de yoktur.’ buyurmaktadır. Zaten, uyuşturucu alarak aklını devre dışı bırakan bir kimsede dinin akıl ve muhakeme esasına dayanan disiplin ve otoritesini bulunmayacaktır. Onda sevap-günah mefhumu, ceza-mükafat müeyyidesi kalmamış olur.
Nesillere taşan uyuşturucu müptelalığı, alkol nedeniyle dağılmış yuvalar, işlenmiş cinayetler toplumumuzun ve dünyanın gerçeklerindendir. Bu manzaralar ise akıl gibi bir emaneti koruyamamanın doğurduğu acı gerçeklerdir.
3- Can Emaneti: İnsan kendisine verilen canı, bir emanet bilmeli ve onu saf olarak aldığı Rabbi’ne, saf bir şekilde teslim etme gayreti içerisinde olmalıdır. Kendini boş ve faydasız her şeyden korumalıdır. Rızaya götüren yollara bedenini sevk etmelidir. Bir gün bu emanetin hesabını vereceğini unutmamalıdır.
İnsanlar arasındaki can emanetine gelince, bireyler yaşama hakkının Allah tarafından verildiğini bilmelidirler. Allah’ın verdiği canı ne tür bahaneler olursa olsun alamazlar, haksız yere hiçbir ceza koyamazlar. Çünkü bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir.
Günümüzde yaşananlar ise bu durumun tam aksi istikametindedir. Zira insan hayatına hiç önem verilmemektedir. Dünya menfaatleri için insanlar kolayca birbirlerinin kanına girebilmektedirler. Bitmek tükenmek bilmeyen savaşlar, silah yarışları insanların bu emaneti ifa edemediklerinin bir göstergesidir. Oysa dinimiz İslâm, savaşı değil barışı; insanları öldürmeyi değil yaşatmayı emretmektedir.
4- Mal Emaneti: İslâm’a göre mal emanetinin muhafazası zekat ile olmaktadır. Mallarının zekatını veren insanlar mallarını da korumuş olmaktadır.
Ayrıca İslâm haksız yere başka bir kimsenin malının alınmasını, başkasının malına zarar verilmesini de yasaklamıştır. Kendi mallarımıza nasıl sahip olursak başkalarının mallarına da öyle sahip olmamız gerektiği bildirilmektedir. Karaborsa, hırsızlık gibi çeşitli yollarla başkalarının mallarını almak yasaklanmış ve bunlar günahlar arasında sayılmıştır.
5- Nesil Emaneti: İnsan için emanet olan 5 şeyden biri de nesli korumaktır. Neslin bozulmasına ve ahlâken yok olmasına yardım eden zina, nefsi tahrik eden ve şehevî arzuları kamçılayan, insan neslini tahrip eden her şey, İslâm’da haram kılınmıştır. Âyette: ’Ey iman edenler! Nefsinizi ve ehlinizi ateşten koruyunuz.’ buyrulmaktadır. Hz. Rasûlullah (s.a.v.): ’Hepiniz çobansınız, hepiniz sürünüzden mesulsünüz.’ buyurmuştur. Ayrıca ’Her çoban kıyamet günü hesaba çekilecektir. Sürüsüne Allah’ın emrini tatbik etti mi, etmedi mi?’ buyurmuştur.
Âyet ve hadislerden açıkça anlaşılacağı üzere din nazarında herkes çoban ve sürü konumundadır. Bir yönüyle herkes tıpkı bir çoban, diğer yönüyle de güdülen mesabesindedir. Çünkü insan ilk önce nefsini, aklını ve bütün duygularını, bütün uzuvlarını birer emanet olarak korumak mecburiyetindedir. Daha sonra ise başka ailesi ve yakınları olmak üzere sorumlu olduğu insanları Allah ve Rasûl’ünün rızasına sevk etmeye çalışmak zorundadır. Hadise Tîbî’nin getirdiği şu bakış açısı ise kendi nefsimizi korumanın yanında, ailemizi korumadaki sorumluluğumuzun önemini göstermesi açısından zikretmeye değerdir. O ’çobanın kendisi için değil sürüye hizmet için tutulduğunu söyler ve böyle olunca da Malik’in yani Şârî’nin müsaade ettiği şeyler dışında onları yönlendiremeyeceğini söyler. Bu nedenle başta anne ve babaların kendi nefislerini, daha sonra da evlatlarını hayır yollarına alıştırmaları çok büyük önem arz etmektedir. Böylece mikro planda İslâmî terbiye ile yetişmiş bir evlât kazanılırken, makro planda da bir İslâm cemaati kurulmuş olur. (9)
5 madde hâlinde sıralanmış olan bu şeyler, hem insana bir emanet, hem de insanın varlığının devamı için zaruri olan ihtiyaçlarındandır. Bu emanetler aynı zamanda nimettirler. İnsanoğlu bu emanetlere riayet ederek onların nimet olan yönlerinden istifade eder. Dünya ve ahirette rahata erer. Aksi bir durum olan hıyanetliği seçerse, insanoğlu bu nimetlerin külfet olan yönlerine katlanmak zorunda kalır. Hem dünya hem ahirette.;
Sonuç olarak söyleyebiliriz ki; emanet kavramı, ister dar anlamıyla ister geniş anlamıyla ele alınmış olsun, insanın başta kendisinde, daha sonra toplumda bir güven ve huzur ortamının oluşmasına sebep olan bir özellik taşır bünyesinde. Bu nedenle fert ve toplumun refahı için çok önemlidir. Kullar arasındaki emanet hukukuna nasıl riayet gerekiyorsa, her şeyin gerçek sahibi olan Allah (c.c.)’nun emanetlerine riayet de, o denli önem arz edecektir. O’na itaat ve kulluk ise her türlü emanetine riayet edilmesini, bütün nimetlerine şükür edilmesini ve kulluktaki yakınlığın elde edilmesine vesile olacaktır.
Kaynaklar:
1. İslâm Ansiklopedisi, c.11, s.182.
2. Furkan Tefsiri, c.1, s.454.
3. Mü’minûn sûresi, 8.
4. Ahmet b. Hanbel, c. 5, s. 252.
5. Buhârî, İman 24 ; Müslim, İman 107-108.
6. İmâm-ı Gazalî, İlâhî Nizam, s. 84.
7. Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, c. 3, s. 12.
8. Yazır, Elmalılı Hamdi, a.g.e., c. 9, s. 343.
9. Kütüb-i Sitte, c. 5, s. 390.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • mıchael

    aradığım konuların hepsi burada var.

  • buse!!!

    yazılarınızda tarihçeye fazla önem vermektense bize kazandıracağı yararları belirtmeniz daha faydalı olacaktır.Bunu iyi bir eleştiri olarak algılayınız lütfen.. ayrıca diğer yorumumu yayınladığınız için teşekkürler...

  • buse

    oldukça içerikli ve özenilmiş bir yazı..ödevim üzerine bu siteye girdim ve istediğimi de buldum teşekkürler..

3 kişi yorum yazdı.