Server-i Kâinat (a.s.) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: ’Allah-u Zü’l-Celâl Gayûr’dur (Kıskançtır).’(1) buyuruyor. Muhakkak ki, Efendimiz (s.a.v.)’in hadis-i şeriflerinin, bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz birçok derin manaları vardır. İşte bu hadis-i şerifin de çok derin manaları bulunmaktadır. Bu hadisi biraz açıklayalım; lakin bu izahatı yaparken Efendimiz (a.s.)’ın: ’Akıllara göre, herkesin anlayacağı kadar konuşun.’(2) kelamını dikkate almak zorundayız. Sadece bu hadis-i şerif için değil, bütün hayatımızda insanların anlayacağı şekilde, akıllarına göre konuşmak gerekir.
Rabbü’l-Âlemin’in kıskançlığı, kulların kıskançlığı gibi midir? Elbette ki değildir. Nasıl ki, Yaratan’la yaratılan bir değilse, kuldaki kıskançlıkla Hakk’taki Gayûrluk da bir değildir. O halde Yüce Mevlâ’nın Gayûr sıfatı ne şekilde tecelli edecektir?
Allah Tealâ’nın kıskançlığı, kulunun günah işlemesini istememesi şeklindedir. Zira Efendimiz (a.s.), bu husustaki bazı hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
’Muhakkak ki Allah, mü’minler hakkında gayret ve hamiyet gösterir. Allah’ın gayreti (kıskançlığı), Allah’ın haram kıldığı fena şeyleri, mü’minin işlemesinden dolayıdır.’(3) ’Allah Tealâ’nın korusu vardır. Cenâb-ı Hakk’ın korusu haram kıldığı şeylerdir.’(4) ’Allah Tealâ bir kulunu sevdiği zaman onu dünyalık (arzular)dan korur.’(5)
Pekala, Rabbimiz’in bu gayreti (kıskançlığı), bütün kulları için aynı şekilde midir? Elbette ki değildir. Bu kıskançlığın da iki şekilde tezahürü söz konusudur.
a) Avamın günah işlememesi: Gayesi Allah’a yakınlaşmak, Cenâb-ı Hakk’ın sevgisiyle yanmak yerine sadece farz ve diğer emirleri yerine getirip nehiylerden (yasaklardan) kaçarak cennete çalışan kulların Allah Tealâ hırsızlık, zina, gıybet gibi günahları işlemesini istemez. Ve kullarını bu günahlara düşmekten kıskanır. İşte Cenâb-ı Hakk’ın ’Gayûr’ sıfatının avam halkta tecellisi bu şekildedir.
b) Havassın (Tevhid ehlinin) hadiseleri, fiilleri Allah-u Zülcelâl’den görmemesi: İşte nasıl ki Cenâb-ı Hak, avam halkın günaha düşmesini kıskanırsa, gayesi kendisine yakınlaşmak, sevgisine ulaşmak olan tevhid ehli kullarının da başına gelen her hadiseyi kendisinden bilmesini ister. Bunun tersi olduğunda da o kulunu kıskanır.
Cenâb-ı Rabbü’l-Âlemin, sevgide şirketi (ortaklığı) kabul etmez. Kulunun her şeyden ziyade kendisini sevmesini ve her şeyi Rabbü’l-Âlemin olan zatından bilmesini ve görmesini ister.
Bayezıd-i Bistamî Hazretleri vefat ettikten sonra bir talebesi, Hz. Pir’i rüyasında görür ve sorar: ’Efendim, Âlemlerin Rabbi’nin size muamelesi nasıldı?’ Bayezıd-i Bistamî Hazretleri şöyle der: ’Huzur-u İlâhî’ye vardığımda Cenâb-ı Hakk’a: ’Yâ Rabbi! Huzuruna her şeyle geldim; fakat şirkle gelmedim.’ dedim. Allah Tealâ ise bana: ’Yâ Bayezid! Nasıl şirkle gelmedin?! Hani sen bir gün yoğurt yemiştin de, başın ağrımıştı. Sen de: ’Keşke bu yoğurdu yemeseydim, başım da ağrımazdı.’ demiştin. Bundan daha büyük şirk mi olur?!’ buyurdu.’
İşte Allah Tealâ, tevhid ehli kulunun başına gelen her şeyi Allah’tan görmemesini dahi şirk olarak kabul etmiştir; ama bu şirk, bizim anladığımız tarzda Ebu Cehil’in şirki gibi koyu ve karanlık bir şirk değildir. Bu, Cenâb-ı Hakk’ın gayretinden (kıskançlığından) kaynaklanır.
Cenâb-ı Hak, sevgide şirketi kabul etmez dedik. Bunu biraz açıklayalım: Allah Tealâ, bir kulu sevdiği zaman tam sever. Ve o kulunun da her şeyden ziyade kendisini sevmesini ve bağlanmasını ister. Eğer, araya gönlü meylettirecek derecede anne-baba, evlat, hanım sevgisi gibi sevgiler girerse, bu durum, sevgide şirket olarak adlandırılır. İşte Allah Tealâ, kat’iyyen, tevhid ehli kulunda bu şirketi kabul etmez. Velev ki enbiya dahi olsa, bu böyledir.
Hazret-i Pir İmam-ı Sakaleyn Seyyid Abdülkadir-i Geylânî (k.s.) Hazretleri İlâhî Armağan (Fethu’r-Rabbanî) adlı eserinde Hz. Adem (a.s.)’ın Hz. Havva annemize olan sevgisinin, yeryüzüne indirilmesi için sebep teşkil ettiğini ifade etmektedir.
Hz. Yusuf (a.s.) zindana düştüğünde, rüyasını tabir ettiği kişiye: ’Sen, melikin yanına çıktığında beni hatırla ve benden bahset’ demişti. İşte O’nun bu sözü, Cenâb-ı Hakk’ın gayretine (Gayûr sıfatına) dokundu. Bundan dolayı da Hz. Yusuf (a.s.)’ı, o rüyayı anlatacak, kendisini hatırlayacak kişiye unutturdu. İşte bu gayretullah (Allah’ın kıskançlığı), Hz. Yusuf’un zindan da yedi sene daha kalmasına sebep olmuştur.
Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in bir hadis-i kudsîde naklettiğine göre: ’Ben zatımda müstakil bir hazine idim. Bilinmek istedim; aşkımdan Habibimi yarattım. Onun nurundan diğer âlemleri yarattım.’(6) buyurmuştur. Allah Tealâ Resul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimizin nurundan; önce diğer peygamberleri, sonra Ehl-i Beyt, sahabe, ehlullah ve daha sonra da bütün kâinatı halk eylemiştir. Allah Tealâ kimi murad ettiyse önce onu yaratmıştır ve bu nur da ona gitmiştir. Herkes Cenâb-ı Hakk’ın murad ettiği zaman, o nurla zuhur etmiştir.
Rabbü’l-Âlemin’in muradıyla bu nur, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’de iki şekilde tecelli etmiştir. İlki nübüvvet nuru ki, bu nurdan bütün enbiyayı kiram istifade etmiş ve ondan yaratılmıştır. İşte bu peygamberlik halkasının nuru Rasûl-i Ekrem’de başlamış ve yine O’nun risaletiyle O’nda son bulmuştur. Bu nuru her peygamber kendi ümmetine dağıtmıştır. Cenâb-ı Hak, hidayetini murad ettiği kimseleri peygamberlerdeki Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in nuruyla îmana getirmiştir. Her ümmet, peygamberinde nurunu tamamlar. Zaten âyet-i kerimede de Allah Tealâ: ’Bugün sizin dininizi tamamladım.’(7) buyuruyor. İşte enbiyada tecelli eden bu nur, mucizeler şeklinde de tezahür etmiştir. Enbiyalarda meydana gelen olağanüstü hadiselere ’mucize’ denilmiştir. Kaynağı, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in nübüvvet nurudur.
Evliyalarda ise bu nur, velâyet nurudur. İşte evliyanın gösterdiği olağanüstü hadiselere de ’keramet’ denir. Kaynağı da Efendimiz (a.s.)’ın velayet nurudur. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimizdeki iki nurdan birincisi nübüvvet nuru idi, tamamlandı. İkinci nur ise velâyet nurudur. Velâyet nuru evlatlarından On İki İmamlara ve onların evlatlarında hidayet vesilesi olarak devam etmektedir ve kıyamete kadar da devam edecektir. Nitekim İmam-ı Rabbanî Hazretleri’nin ’Mektubat’ adlı eserinin II. cildi 534. Mektubundan anlaşıldığına göre, Allah Tealâ bir kimseyi hidayete erdireceği zaman onu Hz. Fatıma (r.anhâ), On İki İmamlar, Abdülkadir-i Geylânî (k.s.) Hazretleri ve İmam-ı Rabbanî (k.s.) vasıtasıyla hidayete erdirir.(8) Bunlara biz, İmam-ı Rabbanî (k.s.) Hazretlerini de ekliyoruz.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: ’Cenâb-ı Hak îmanı taksim ettiği gibi, aklı da aranızda taksim etmiştir.’(9) buyurmuştur. İşte akıl gibi aşk da Allah tarafından taksim edilmiştir. Cenâb-ı Hak kime, ne kadar nasip etti ise o kul, o kadar yaklaşmıştır. Allah Tealâ bu aşk (velâyet) nurunu zamanın kutbunun kalbine bırakır. Ondan da öteki insanların kalbine aktarır. Bu nuru bir kimseye ne kadar taksim etti ise o kulun Allah’a olan uzaklık ve yakınlığı da o kadardır. Allah Tealâ sevdiği kulun etrafına sevdiklerini onunla toplar.
Cenâb-ı Hak, sevdiği kulunun üzerine titrer; fakat çok da imtihan eder. Türlü türlü imtihanlara tabi tutar. En çok Habib-i Kibriya Efendimizi sevmiştir. En fazla imtihana da, eziyetlere de o duçar olmuştur;fakat Rabbü’l-Âlemin bu sıkıntılar karşısında o sevdiği kulunun yüzünü ekşitmesini istemez; hiç sıkıntı çekmemiş gibi aynı aşk ve şevkle devam etmesini ister. Server-i Kâinat Efendimiz 23 yıl Âlemlerin Rabbi’ni anlattı. Ondan şevk alıyordu. Buyurdular ki: ’Bana yapılan eziyet kimseye yapılmadı.’ Bunun içindir ki Allah-ü Zülcelâl’in yanında çok kıymetlidir.
Taif’te çektiği onca eziyete; ayaklarındaki kanlara rağmen tek sıkıntısı tebliğine kimsenin itibar etmemesi idi. Cebrail (a.s.)’ın gelip: ’Yâ Rasûlallah! Cenâb-ı Hakk’ın selâmı var. Eğer dilersen burayı Taif halkının başına geçireceğim.’ dediğinde O: ’Ben rahmet peygamberiyim; umarım içlerinden îman edenler çıkar. Yâ Rabbi! Onlar bilmiyorlar; Sen onları hidayete erdir.’(10) diye dua ediyordu. Çektiği bütün eziyete rağmen, kendisine üzüm ikram eden bir kölenin îmanıyla seviniyor ve bütün sıkıntılarını unutuyordu. Allah Tealâ, Habibinin bu imtihanlara sabrını, o kölenin îmanıyla mükafatlandırmış ve sıkıntılarını, onun îman etmesiyle gidermiştir.
Hz. Musa Kelimulâh’tır; fakat Cenâb-ı Hak O’na Tur-i Sina’da: ’(Ey Musa) Ben senin Rabbinim! (Unutma ki) mukaddes vadi Tuva’dasın (Allah’ın huzurundasın); o halde ayaklarındaki nalini çıkar!’(11) diyordu; fakat Habib-i Kibriya Efendimize gelince, O’nu bizzat kendisi Miraç gecesi huzuruna çağırıyor ve O’na hitaben: ’Bas ey Habibim Taif’teki kanlı ve tozlu ayaklarınla arşıma bas ki arşım şereflensin.’ diyordu. Rasûlullah Efendimizin diğer peygamberlere nazaran kıymeti burada da ortaya çıkmaktadır. ’Onun gözü asla kaymadı’(12) âyet-i kerimesi de Fahr-i Kainat’ın Halik-i Zülcelâl’e ne kadar bağlı olduğunun ve O’nu ne kadar çok sevdiğinin işaretidir.
Cenâb-ı Allah sevdiklerini sevdiğinin yanında toplar. Nasıl ki büyük bir mıknatıs kendi cinsinden madenleri toplarsa, Allah dostları da Allah aşıklarını etrafında toplar. Bu aşk o sevgili kişinin Rasûl-i Ekrem’e uyan o güzel hâlleriyle ve ahlâkıyla yayılır. Bir kimse Allah’ın o dostunun bir halini sevse, o sevgi onu hemen yakalar ve mıknatıs gibi çeker. Bu aşk da böylece yayılır. İşte Allah Tealâ’nın kıskançlığı ve sevgisi böyledir.
Ve’s-Selâmu Alâ Meni’t-Tebea’l-Hüdâ.
Kaynakça:
* Bu makale Özlenen Fark Dergisi 43. sayısından (sayfa 3-5) iktibas edilmiştir. 1. Bu mealdeki hadisler için bk. Buhârî, Nikah 107, Hudûd: 40, Tevhid 20 ; Müslim, Lian 16-17 ; Dârimî, Nikah 37 ; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.II, s.32, c.6, s.307 ; 2. Münâvî, Künûzü’l-Hakâik, s.109 ; 3. Buhârî, Nikah 108 ; 4. Nesâî, Büyu’ 2 ; Ebâ Dâvûd, Büyu’ 3 ; 5. Tirmizî, Tıbb 1 ; 6. el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafa-II, H.No: 2016 ; 7. el-Mâide, 5/3 ; 8. Geniş bilgi için bk. İmam-ı Rabbanî, Mektubat, 534. Mektup, c. 2, s. 761-764, Ter.: A. Akçiçek, Çile Yay. ; 9. Akılla ilgili bazı hadisler için Abdu’r-Rauf el-Münavî’nin ’Künûzü’l-Hakâyık fî Hadisi Hayru’l-Halâyık’ adlı eserine bk. ; 10. İbn-i Hişam ve İbn-i Sa’d ; 11. Tâ-Hâ 20/12 ; 12. en-Necm 53/17.
Gayûr Sıfatının Şerhi*
Özlenen Rehber Dergisi 24. Sayı
GAYÛR SIFATININ ŞERHİ ni beğeniyle okuduk, ailemle birlikte, sizlere çok teşekkür ediyorum. Allah(cc) razı olsun, cümlemizden.