Özlenen Rehber Dergisi

118.Sayı

Îsâr...

Embiya KIMIŞOĞLU Özlenen Rehber Dergisi 118. Sayı
Cenâb-ı Hakk’ın ’Muhakkak ki sen, yüce bir ahlak üzeresin’ (Kalem sûresi, 4) diyerek övdüğü Efendimiz (s.a.v.)’in ahlak-ı hamidelerinden birisi de îsar’dır. Îsar: Başkasının ihtiyacını kendi ihtiyacından önce düşünmek, kendisi muhtaç olduğu halde, elindeki malı ve diğer imkanlarını din kardeşine verip, yokluğa katlanmak, kardeşini kendisine tercih etmek anlamına gelmektedir. Bu öyle bir tercihtir ki; kendisi muhtaçken, ihtiyaç içerisinde iken aynı durumda olan mü’min kardeşini nefsine tercih ederek onun ihtiyacını gidermektir.
Her konuda olduğu gibi îsar ahlakında da insanların en yücesi Hz. Muhammed (s.a.v.) olmuştur. O, ümmetinin sıkıntıya düşmemesi için gecesini gündüzüne katmış, hakarete ve işkenceye uğramış, çok ihtiyacı olduğu halde elinde var olanı başkalarına göndermiştir. Yine Efendimiz (s.a.v.)’in güzide ehl-i beyti ve ashabı, bütün güzelliklerde olduğu gibi îsar ahlakını ikamede de O’nu (s.a.v.) takipte en önde olmuşlardır.
İbni Abbas (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre Hz. Ali (k.v) ve Hz. Fatıma (r.anhâ) çocuklarının hastalıktan kurtulması neticesinde Cenâb-ı Hakk’a şükretmek amacıyla üç gün oruç tutarlar. Birinci gün iftara yakın bir saatte bir miskin kapılarına gelir, kendisini doyurmalarını ister. Hz. Ali (k.v) ile Hz. Fatıma (r.anhâ) annemiz ellerinde bulunan yiyecekleri miskine ikram edip, kendileri de su ile iftar ederler. İkinci gün kapıyı bir yetim çalar, kendilerinden yiyecek ister, Hz. Ali (k.v) ile Hz. Fatıma (r.anhâ) yiyeceklerini kapıya gelen yetime verip tekrar su ile iftar ederler. Üçüncü gün yine iftarı beklerken bir esir gelir kendisini doyurmalarını ister. Yine evlerinde bulunan ve kendilerinin de çok muhtaç oldukları yiyeceklerini o esire vererek kendileri tekrar su ile iftar ederler. Üç gün üst üste, aç karnına oruç tutup, ihtiyaç içerisinde bulunan bir mü’mini doyurmaları neticesinde Cenâb-ı Hak, haklarında şu ayeti kerimeyi inzal buyurur:
’Onlar seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler. (Yedirdikleri kimselere şöyle derler: ) ’Biz, size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz.’ (İnsan sûresi, 8-9)
Yukarıdaki olay ve ardından indirilen ayetlerde önümüze çok güzel bir îsar örneği sunulmaktadır. İçerisinde yaşamış olduğumuz dünyamızdaki kanaatsizlik, doyumsuzluk ve bencillik atmosferi içerisinde bu olayı doğru algılamamız mümkün değildir. Îsar öyle bir haldir ki; mü’min kardeşi için aç kalmayı hatta ölmeyi göze almaktır. Ne var ki; günümüz dünyasının Müslümanları bolluk içerisinde yüzerken, bırakın îsar yapmayı bir anlık rahatından, bir saatlik uykusundan, bir öğünlük yemeğinden dahi vazgeçmiyorlar. Biz Müslümanlar fedakârlık yapmadan, rahatımızı bozmadan, külfete ve hizmete talip olmadan, paylaşmadan, özveride bulunmadan Efendimiz (s.a.v)’in, onun sahabelerinin, ehl-i beyti’nin ve salih insanların yolunda yürüdüğümüzü zannediyoruz. Sadece kendi karnını doyurmayı hedefleyen, kendine hizmet edilmesini bekleyen, sadece nimetlere talip olan bir anlayışla bu îsar halini yakalamamız mümkün değildir.
Cenâb-ı Hakk bir âyet-i kerime de şöyle buyurmaktadır:
’Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.’ (Haşr sûresi, 9)
"Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi göç eden yoksul kardeşlerini kendilerine tercih ederler." Kişinin ihtiyacına rağmen başkasını kendisine tercih etmesi üstün bir erdemdir. Ensar bu konuda insanlığın eşine rastlamadığı bir dereceye ulaşmıştır. Onlar her defasında ve her durumda insanların geçmişte ve günümüzde alışageldikleri sınırları harika bir şekilde aşmışlardır.
"Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir." İşte insanı bütün iyiliklerden alıkoyan bu cimriliktir. İnsanın içindeki bu bencilliktir. Zira iyilik herhangi bir şekilde fedakârlıktır, cömertliktir. Malda özveri, duygularda ve heyecanlarda özveri, çabada özveri ve gerektiğinde hayatını ortaya koymakla gerçekleşecek özveridir. Sürekli almayı düşünen, hiçbir zaman vermeyi düşünmeyen cimri bir insanın iyilik yapması mümkün değildir. İşte içindeki bencilliğini yenen bir insan, kendisini iyilikten alıkoyan her engeli aşmış demektir. Artık o cömertçe, bol bol vererek iyiliğe özgürce ulaşabilir. İşte gerçek anlamı ile kurtuluş da budur. (Fîzilâli’l-Kur’an Tefsiri)
Îsar, cömertlikten daha ileri bir haldir ve infakın en üst derecesidir. Var olanı vermek, malından dağıtmak, yedirmek, içirmek cömertliktir. Îsar ise kendimize yetmezken, kendimiz doymamışken vermektir. Cömertlik sadece mal ile olurken îsar ise kişinin kardeşi lehinde huzur ve rahatını terk edecek her türlü eylemidir.
Ensar malını ve mülkünü muhacirler ile paylaştı. Bugünki gibi maddi bir refah ortamı yoktu. 4-5 odalı evler, arabalar bulunmuyordu. Belki bir göz odası vardı ama onu ikiye böldü. Bir tarlası vardı, yarısını kardeşine verdi. O, muhacir kardeşini yanına almakla kendi rahatından vazgeçti. Onların dertleriyle dertlendi, sıkıntılarına ortak oldu. Cenâb-ı Hak da onları kurtuluşa erenlerden kabul etti.
Sahâbeden Cabir (r.a.), Ensar’ın Muhacir kardeşlerine olan îsarlarını şöyle anlatır: Ensar, hurmalarını topladıklarında kişi hurmasını iki parçaya ayırırdı. O (parçalardan) biri diğerinden daha az olurdu. Sonra, o iki (parça)dan az olanın içerisine (çok gözükmesi için) hurma dal(lar)ı koyarlardı. Sonra (muhacir) Müslümanları (iki parçadan herhangi birini) seçme hususunda serbest bırakırlardı. (Onlar) da iki (parça)nın büyüğünü alırlardı. Ensar ise dallardan dolayı iki (parça)nın az olanını alırdı.(Bu Hayber’in fethine kadar böyle devam etti).Nihayet Hayber fethedilince Rasûlullah (s.a.v.): ’Üzerinize düşen (görevler)i bize (hakkıyla) öde(yip yerine getir)diniz. Şu halde şayet nefislerinizin Hayber’den (size düşen) payınızla hoşnut olmasını ve meyvelerinizin sizin için hoş olmasını isterseniz (bunu) yaparsınız.’ buyurdu. (Ensar): ’Muhakkak ki sana karşı bize düşen bazı şartlar (görevler) vardı. Bize karşı sana düşen bir şart da vardı ki (bu, üzerimize düşen görevleri yerine getirirsek) cennetin bizim olması (şeklindey)di. Muhakkak ki şartımız(ın) yerine gelmesi koşuluyla bizden talep ettiklerini yaptık.’ dediler. (Rasûlullah da): ’(Cennet) sizin için (tahakkuk etmiş)tir.’ buyurdu. (Heysemî, Keşfu’l-Estâr An Zevâidi’l-Bezzâr Ale’l-Kutubi’s-Sitte, c.3, s.300, h.no:2794)
Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Bir adam Rasûlullah (s.a.v.)’e geldi ve: ’Yâ Rasûlallah! Bana açlık (meşakkat) isabet etti.’ dedi. (Rasûlullah, onu doyurmak için) kadınlarına haber gönderdi, (fakat) onların yanında hiçbirşey bulamadı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): ’Bu gece (şu adamı) misafir ed(ip yemek yedir)ecek bir kimse yok mu ki, Allah ona rahmet etsin?’ buyurdu. Derhal Ensâr’dan bir kimse ayağa kalktı ve: ’Ben, yâ Rasûlallah!’ dedi. Ardından ailesinin yanına gitti ve hanımına: ’(Bu zat) Rasûlullah (s.a.v.)’in misafiridir. Ondan hiçbirşeyi esirge(yip alıkoy)ma.’ dedi. (Kadın): ’Vallahi yanımda çocukların yiyeceğinden başka (hiç bir şey) yok!’ dedi. (Adam): ’Şu halde çocuklar akşam yemeği (yemek) istediği zaman onları uyut, gel ve kandili söndür de (misafir rahtça yesin,) biz bu gece karınlarımızı dürelim (aç kalalım).’ dedi. (Kadın, kocasının dediği şekilde) yaptı. Sonra adam sabahleyin Rasûlullah (s.a.v.)’e gitti. (Rasûlullah): ’Muhakkak ki Allah Azze ve Celle bu gece filan adamın ve filan kadının (yaptığına) hayret etti (yani razı oldu) –yahut güldü (yani hoşnut oldu).’ buyurdu. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle: ’Kendilerinde ihtiyâç olsa bile, onları nefislerine tercih ederler…’ (âyetini) indirdi. (Buhârî, Tefsîr, Haşr sûresi, 6)
Ebû Cehm b. Huzeyfe el-Adevî’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Yermük (savaşı) günü yanımda bir kırba su ve kap olduğu halde (yaralılar içerisinde) amcamın oğlunu aramaya çıktım. (Kendi kendime): ’Henüz yaşıyorsa ona sudan içiririm ve onunla yüzünü silerim’ dedim. Derken onu solur bir halde son anlarını yaşarken buldum. Ona: ’Sana su vereyim mi?’ dedim. ’Evet!’ diye işaret etti. O sırada bir adam: ’Ah!’ dedi. Amcamın oğlu (su)yu ona götürmemi işaret etti. (Yanına varınca baktım ki) o (inleyen kimse) Amr b. el-Âs’ın kardeşi Hişâm b. el-Âs imiş. Ona vardım: ’Sana su vereyim mi?’ dedim. O sırada ’Ah!’ diyen başka birini işitti. Bunun üzerine Hişâm (su)yu ona götürmemi işaret etti. Ona vardım, ölmüştü. Sonra Hişâm’(ın yanın)a döndüm, o da ölmüştü. Sonra amcamın oğlun(un yanın)a vardım, o da ölmüştü. (Abdullâb b. el-Mübârek, ez-Zühdü ve’r-Rekâik, c.1, s.439, h.no:481)
Sehl bin Sa’d (r.a.) şöyle anlatır: ’Bir kadın dokuduğu bürdeyi (hırkayı) Rasûlullâh (s.a.v)’e getirip verdi ve: ’Bunu giyesin diye kendi ellerimle dokudum, dedi. Böyle bir elbiseye ihtiyâcı olan Allâh Rasûlü onu aldı ve giyinip yanımıza geldi. Bunu gören bir kimse Efendimiz (s.a.v)’e: ’Ne kadar da güzelmiş! Bunu ver de ben giyeyim, dedi. Rasul-i Ekrem (s.a.v): Peki, dedi. Orada biraz oturduktan sonra evine döndü. Kumaşı katlayıp adama gönderdi. Ashâb-ı kirâm o sahâbîye: ’Hiç de iyi yapmadın. Peygamber (s.a.v) ihtiyâcı olduğu için onu giymişti. Üstelik sen Efendimiz’in kendisinden bir şey isteyeni geri çevirmediğini bile bile istedin’ dediler. O şahıs: ’Vallâhi ben onu giymek için değil, kendime kefen yapmak için istedim’ dedi. Daha sonra o kumaş bu zâtın kefeni oldu.’ (Buhari, Libas, 18)
Îsar; ’Kendi (nefsi) için (sevip) arzu ettiğini (mü’min) kardeşi için de (sevip) arzu etmedikçe hiç biriniz (kâmil manada) iman etmiş olmaz.’ (Buhârî, Îmân, 7) hadisinde buyrulan îmanî olgunluğa ermiş olgun ve fedakar mü’minlerin ahlakıdır. İnsanlar, fıtri olarak en çok canlarını, mallarını severler. Rahatlarını düşünür, zahmet ve sıkıntıya girmek istemezler. Cennetle müjdelenenlere, efendimizin övgüsüne mazhar olmuş salih insanların hayatlarına baktığımızda ise şunu çok açık bir şekilde görmekteyiz; bu insanlar Müslüman kardeşleri ve İslam davası lehinde kendi nefislerinden vazgeçmiş insanlardır. Bu insanlar sadece beş vakit namaz kılıp ramazan orucun tutmakla bu mertebeye ulaşmamışlardır. İşte o değerli insanlar mallarını, canlarını, zamanlarını kısacası hayatlarını fedakarane bir şekilde bu uğurda harcamışken acaba bizler ne ile meşgul olmaktayız. Sohbetlere bir cihad aşkı ile mi gitmekteyiz? Allah ve Rasulü’nün davasını anlatmak için hangi fedakârlıkta bulunmaktayız? Hak davayı tebliğ etmek ve örnek olmak hususunda acaba kaç gecemizi feda ettik? Hangi kardeşimizin peşinden koştuk? Bir insanı kurtarmak için kaç kez kapısına gittik? Hiç kimse söylemeden kalkıp da elimizi hangi taşın altına koyduk? Yoksa birileri bunları yaptı biz de nimetlere mi konmaya çalıştık. Ama unutmamamız gereken bir şey var ki, gizli ve açık yaptığımız her şeyi Allah bilmektedir. Allah kendi rızası için fedakârlık yapan insanları zayi etmeyecektir. Zorda ve sıkıntıda iken bu hayırları işleyenleri Allah (c.c.) şöyle anlatmaktadır: ’Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever.’ (Âl-i İmran suresi 134)
Îsar sahibi insan şefkatli ve merhametlidir. Allah (c.c)’ın lütfüne mazhar olmuş, kendi canından, rahatından, malından vazgeçmiş, gönlünü Rabbine yönlendirmiş, bu dünyanın geçici olduğunu, bir eğlence ve oyundan ibaret olduğunu fark ederek ihlas ve samimiyetin meyvesini tatmıştır. Böyle bir mü’min sorumluluk hissederek her zaman çileyi, zorluğu, hizmeti talep etmiş, işinden çıktıktan sonra evine gidip karnını doyurmadan Allah yolunda koşmuş, herkes sofrasında rahat yemek yerken o Rabbinin manevi gıdasıyla gıdalanmanın hazzı ile hizmete devam etmiştir.
Âişe (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre; şöyle anlatıyor: Muhakkak ki onlar (yani Ashâb ya da Ehl-i Beyt) bir koyun kestiler. (Etleri dağıtıldıktan sonra) Nebi (s.a.v.): ’Ondan geriye ne kaldı?’ buyurdu. (Âişe) annemiz: ’Ondan geriye sadece kürek (kısm)ı kaldı!’ dedi. (Rasûlullah): ’Kürek (kısm)ı hariç tümü geriye kaldı!’ buyurdu. (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme ve’r-Rekâik ve’l-Vera’, 34)
Efendimiz (s.a.v)’in tedrisatında yetişen ashab-ı kiram ve onları takip eden salih insanlar kardeşini nefsine tercih etme gibi şerefli bir ahlak ile yaşamışlar ve bu diğerkâmlığı yaşatmaya özen göstermişlerdir.
Cenâb-ı Hak bizleri de bu yüce peygamberî ahlak ile ahlaklandırsın inşallah.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.