Özlenen Rehber Dergisi

118.Sayı

Sahabe-yi Kiramın Fazileti, Aralarındaki Sevgi, Saygı ve Merhame

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 118. Sayı
Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemin. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve eshâbihî ve ezvâcihî ve evlâdihî ve etbâihî ve ehl-i beytihî ve ümmehâtihî ve ebîhi bi-adedi külli şey’in fi’d-dünyâ ve’l-âhirati ve kezâlik ve’l-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn.
Cenâb-ı Hakk’a hamd-ü senalar olsun. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e de salât-ü selamların en güzeli olsun inşallah.
İmâm-ı Şafiî başta olmak üzere büyük selef imamları, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in (r.anhümâ) bu ümmetin en üstün ve en faziletli şahsiyetleri olduğuna dair Sahâbe ve Tabiîn icması olduğunu belirtirler. Hz. Ali (k.v.) de, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in (r.anhümâ) üstünlüğüne hükmetmiştir.
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (r.a.) efendilerimiz, Sahâbe-i Kirâm’ın en üstünleridir. Allah (c.c.) Peygamber Efendimizin gönlüme ne açmışsa, Efendimiz (s.a.v.) onu Hz. Ebû Bekir (r.a.)’in gönlüne aktarmıştır.
Abdullâh b. Hantab’dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) Ebû Bekir ve Ömer’i gördü de: ’Bu ikisi, (dinde, Müslümanlar içerisinde ya da benim yanımda) kulak ve göz (mesabesinde)dir.’ (Tirmizî, Menâkıb, 16) buyurmuştur.
İbn-i Ömer (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre, Ebû Bekir sağ (yan)ında, Ömer de sol (yan)ında olduğu bir sırada Nebi (s.a.v.) bir kimseyi bir iş için göndermek istedi. Bunun üzerine Ali: ’Bu ikisini göndermiyor musun?’ dedi. (Rasûlullah da cevaben): ’O ikisi(nin) dinde(ki konumları), başa nispetle kulak ve göz mesabesinde olduğu halde o ikisini nasıl göndereyim!’ buyurmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Fedâilu’s-Sahâbe, c.1, s.467, h.no:575)
Yine Efendimiz (s.a.v.) ’Bana nispetle Ebû Bekir ve Ömer, başa nispetle kulak ve göz mesabesindedir.’ buyurmuştur. (İbn-i Asâkir, Târihu Medîneti Dımeşk, c.44, s.67, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1995)
Biraz önce okuduğumuz hadiste olduğu gibi Peygamber Efendimiz (s.a.v.): ’Benden sonra bir Peygamber olsaydı, (o) mutlaka Ömer b. el-Hattâb olurdu.’ (Tirmizî, Menâkıb, 17) diyerek onların yüksek meziyetlerini bizzat kendisi ifade etmiştir, elhamdülillah.
Hz. Ömer (r.a.) efendimiz, Mübarek Efendim Abdullah Farukî (k.s.) hazretlerinin de ceddidir, elhamdülillah. Hz. Ömer efendimiz çok cevval bir insandı. Cesaretli, şecaatliydi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) müslümanlığı yaymaya başladığı dönemde de Rasûlullah (s.a.v.) ve müslüman olanlara karşı son derece hiddetli ve kızgın bir insandı.
Bir gün müşrikler Peygamber (s.a.v.) Efendimizin İslam’ı yayma hususundaki gayretinin önüne geçemeyince ve müslümanların sayısı bir bir artmaya devam edince, yaptıkları onca zulüm ve düşmanlıklarına rağmen müslüman olanlar geri adım atmadığı, bir zayıflama ve bir dağılma durumu da göstermedikleri için artık Peygamber Efendimizi öldürmekten başka çare bulamadılar. Kim yapacak, buna kim cesaret edecek? Kimse cesaret edemedi. İşte o zaman Hz. Ömer efendimiz daha müslüman değildi. O bu işe kendi talip oldu. Kılıcını kuşandı ve haşin bir şekilde Müslümanlara da buğzederek Daru’l-Erkâm’a doğru giderken Nuaym b. Abdillâh "Sen önce kendi akrabalarına bak!" diye kendisine seslendi. Çünkü kız kardeşi Fatıma ve eniştesi Saîd b. Zeyd de müslüman olmuştu. Hz. Ömer efendimiz, kız kardeşinin evine yöneldi, dışarıdan okunan Kur’an seslerini duydu. İçeriye girince kardeşinin ve eniştesinin Kur’an okuduklarını gördü. Habbâb b. Eret (r.a.) onlara Kur’an öğretiyordu, o saklandı. Hz. Ömer efendimiz hiddetli bir insandı. Kardeşine bir tokat vurdu, yüzünden ve ağzından kan geliyordu; fakat kız kardeşi Fatıma annemiz Hz. Ömer efendimizin karşısına durdu, dinden dönmeyecekleri hususundaki kararlılığını bildirdi.
Sonrasında Hz. Ömer efendimizin gönlünde bir yumuşama meydana geldi. Dedi ki: ’Okuduğunuz şeyleri bana verin bakıyım’ dedi. Hz. Fatıma annemiz: "Sen necissin, pissin. Sen o tertemiz Kur’ân’a dokunamazsın. Temizlenmen gerekir ki ondan sonra dokunasın.’ dedi. Hz. Ömer (r.a.) efendimiz onun dediklerini yaptı ve sonra Tâhâ suresinin ilk âyetlerini okudu. Âyetleri okudukça Hz. Ömer (r.a.) efendimizin ruhunda çok değişik haller olmaya başladı. İmanın sıcaklığı, lezzeti içini kavrayınca, bu dış hallerine de sirayet etti. Artık kardeşi de eniştesi de rahat bir şekilde ona İslâm’ı anlattılar. Hz. Ömer efendimiz sonra oradan çıktı. Yine Peygamber Efendimizin olduğu Erkam b. Ebi’l-Erkam’ın evine yöneldi. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) iman edenlerle birlikte bu Sahâbe efendimizin evinde toplanıyorlardı. Efendimiz (s.a.v.) orda bulunan Ashâb-ı Kirâm’a İslâm’ı anlatıyordu. Hz. Ömer efendimizin İslam’la tanışmasından üç gün öncesinde de Hz. Hamza (r.a.) müslüman olmuştu. Hz. Hamza efendimizle otuz dokuz kişi olmuşlardı.
Bu arada telaşlı bir şekilde Hz. Ömer’in geldiğini görenler Peygamber Efendimize haber verdiler ki: ’Ya Rasûlallah! Ömer kılıcını kuşanmış geliyor.’ Hz. Hamza efendimiz öne çıktı. ’Bırakın gelsin! Geleceği varsa göreceği de var.’ Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.): ’Bırakın onu’ dedi. O Müslüman olmaya geliyor. Hz. Ömer efendimiz geldi ve Peygamber Efendimizin huzurunda kelime-i şehadet getirerek iman etti elhamdülillah. Müslüman oldu ve hemen akabinde de sordu: "Yâ Rasûlallah! Biz ölsek de yaşasak da hak din üzere değil miyiz?" Efendimiz: "Evet, varlığım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, siz kalsanız da, ölseniz de hak din üzeresiniz." diye cevap verince, "Öyle ise hâlâ ne diye gizleniyoruz? Seni hak dinle gönderen Allah’a yemin ederim ki, korkmadan, çekinmeden, cesaretle bütün şirk meclislerine gidip İslâmiyet’i açıklayacağım!" dedi.
Kısa bir müddet önce Müslümanlara düşmanlıkta en ileri safta olan Hz. Ömer (r.a.) efendimiz bu sefer İslam’ın önünde, İslam’ın tebliğinde. Cenâb-ı Hak, imanın lezzetini tatmakla şereflendirdi elhamdülillah. Yalnız bu hidayet de yine Peygamber Efendimizin hürmetinedir. Cenâb-ı Peygamber Efendimiz Hz. Allah’a ellerini açtı, Rabbimize dua etti: ’Allah’ım, şu iki adamdan (yani) Ebû Cehil ve Ömer b. Hattâb’tan sana en sevgili olanı ile İslâm’ı güçlendir.’ (Tirmizî, Menâkıb, 18) Birisi İslam’da düşmanlıkta ölünceye kadar düşman kalan Ebu Cehil idi. Onun da bir ismi Amr’dı. Diğeri ise Hz. Ömer olmak üzere Rasûlullah Efendimiz ikisine dua etti. Cenâb-ı Hakk’ın hidayeti Hz. Ömer efendimize isabet etti ve elhamdülillah Peygamber Efendimize dost ve yakın olan da o oldu. Hz. Ömer (r.a.) efendimiz İslam’ı kabul ettikten sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v.) yanından hiç ayrılmadı. Onunla beraber bütün savaşlara katıldı. Son derece mütevazı bir hali vardı Hz. Ömer efendimizin. Yamalıklı elbise giyerdi. Hatta halifeliği döneminde bile yamalıklı elbise giyerdi.
Hz. Ömer (r.a.) efendimiz, Efendimiz (s.a.v.)’in müşavere ettiği seçkin Sahâbelerden birisidir. Rasûlullah (s.a.v.)’in bir meseleyi sorduğu, kendisinden fikir aldığı ve itibar ettiği bir Sahâbe efendimizdi. Bunun bir tanesini Bedir Savaşı neticesinde elde edilen esirler meselesinde görüyoruz. Bedir Savaşında 70’e yakın esir elde edildi. Bunlar hakkında yani savaş esirleri hakkında o vakit Kur’ân’la belirtilmiş bir hüküm de olmadığı için Rasûlullah Efendimiz ashabıyla istişare yaptı ve Ebû Bekir efendimiz başta olmak üzere bazı Sahâbeler fidye karşılığı bırakılmalarını teklif ettiler. Hz. Ömer efendimiz de hepsinin boynunun vurulmasını teklif etti. Neticede Efendimiz (s.a.v.) fidye alınmasına karar verdi. Fakat sonrasında Cenâb-ı Hak ayet-i kerime gönderdi ve göndermiş olduğu ayet-i kerimede Cenâb-ı Hakk’ın muradının Hz. Ömer efendimizin görüşü yönünde olduğu ortaya çıkınca Peygamber Efendimiz ve Hz. Ebû Bekir efendimiz ağlamaya başladılar. Hz. Ömer efendimiz geldi. ’Niye ağlıyorsunuz ya Rasûlallah! Söyleyin ki ben de bileyim, ben de sizinle beraber ağlayayım’ dedi. Bunun üzerine Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.): ’Şayet Bedir günü azap inseydi ondan ancak Ömer kurtulurdu.’ buyurdu. (Vakıdî, el-Meğâzî, c.1, s.110)
Hz. Ömer efendimizin bu ve buna benzer daha çok faziletleri vardır, ’Muvâfakât-i Ömer’ diye meşhurlaşmıştır. Bunun manası şudur: ’Kur’ân-ı Kerim’de 20 küsur ayet, Hz. Ömer efendimizin bir meseledeki görüşü veya Allah’tan talebi istikametinde indirilmiştir.’ Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: ’Allah, hakkı Ömer’in dili ve kalbi üzerine koydu.’ (Ebû Dâvûd, Harâc-Fey’-İmâra, 18) Bu kadar kıymetlidir elhamdülillah. Peygamber Efendimizin terbiyesi altında yetişmiştir.
Hadis mecmualarında Sahâbe’nin faziletlerini anlatan bölümler veya müstakil eserler var. O kitaplara müracaat ederseniz inşallah, orda her bir ismin altında büyük derecelerin faziletlerin ortaya çıktığını, müşahhas örnekleriyle muhakkak göreceksiniz.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Ali, Fâtımâ, Hasan ve Hüseyin benim ehlim (ailem)dir. Ebû Bekir ve Ömer ise Allah’ın ehlidir. Allah Azze ve Celle’nin ehli ise benim ehlimden daha üstündür.’ (Deylemî, el-Firdevs Bime’sûri’l-Hitâb, c.3, s.63, h.no:4177) Yine ’Sema ehlinden iki veziri ve yer ehlinden de iki veziri olmayan hiçbir Nebi yoktur. Sema ehlinden iki vezirim, Cibrîl ve Mikâîl’dir. Yer ehlinden iki vezirim ise Ebû Bekir ve Ömer’dir.’ (Tirmizî, Menâkıb, 17) buyurmuştur. Bunlar, onların derece ve kıymetlerini peygamberî lisan üzere ortaya koyan Efendimiz (s.a.v.)’in nur sözleridir elhamdülillah.
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) vefatından sonra da Hz. Ömer efendimiz, İslam’ın ikinci halifesi olarak vazife yapmıştır. Hz. Ömer efendimizin kızı Hz. Hafsa (r.anhâ), Peygamber Efendimizin hanımıdır. Dolayısıyla Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir efendimiz gibi Rasûl-ü Kibriya efendimizin kayın pederidir.
Âişe (r.anha)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) yanımızda oturmakta idi derken bir gürültü ve çocuk sesleri duyduk. Rasûlullah (s.a.v.) kalktı. Bir de ne görelim! Habeşistânlı bir kadın oynuyor ve çocuklar da etrafında duruyorlar. Rasûlullah (s.a.v.): ’Ey Âişe, gel, sen de bak!’ buyurdu. Geldim çenemi Peygamber (s.a.v)’in omuzu üzerine koyarak omuzu ile başı arasından o kadını seyretmeye başladım. Rasûlullah (s.a.v.) bana: ’(Seyretmeye) doydun mu, doydun mu?’ buyurdu. Ben de O’nun yanındaki kıymetimi anlamak için ’hayır’ diyordum. Bu arada Ömer geliverdi. Herkes o kadının çevresinden dağılıverdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): ’Muhakkak ki ben, insan ve cin şeytanlarının Ömer’den kaçtıklarını görüyorum.’ buyurdu. (Tirmizî, Menâkıb, 18)
Sa’d b. Ebî Vakkâs (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: (Bir defasında) Ömer, Rasûlullah (s.a.v.)’in (huzuruna girmek için) izin istedi. O sırada (Rasûlullah)’ın yanında Kureyş’ten bazı kadınlar vardı, sesleri yüksek olduğu halde O’nunla konuşuyor ve O’ndan çokça (cevap ya da dünyalık) istiyorlardı. Ömer izin isteyince (kadınlar hemen) kalktılar, perde (arkası)na koştular. Rasûlullah (s.a.v.), ona izin verdi. (Ömer huzura girdiğinde) Rasûlullah (s.a.v.) gülüyordu. Ömer: ’Yâ Rasûlallah! Allah senin dişini güldürsün (yani seni devamlı sevinçli kılsın)!’ dedi. (Rasûlullah): ’(Az önce) yanımda olan şu kadınlara hayret ettim. Senin sesini işitince perde (arkasına) koştular.’ buyurdu. Ömer: ’Yâ Rasûlallah, sen, onların çekinmesine daha layık idin.’ dedi. Sonra (kadınlara hitap ederek): ’Ey nefislerinin düşmanları! Benden çekinirsiniz de Rasûlullah (s.a.v.)’den çekinmez misiniz?’ dedi. (Kadınlar): ’Evet, sen Rasûlullah (s.a.v.)’den daha sert ve katısın!’ dediler. Rasûlullah (s.a.v.): ’Canım yed(-i kudret)inde olan (Allah)’a yemin olsun ki; şeytan sana bir caddede rastlamış olsa, mutlaka senin (gittiğin) caddeden başka bir caddeye girer.’ buyurdu. (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 11)
İki kişi, aralarında bir mesele var. Konuşuyorlar, anlaşamıyorlar. Meseleyi Peygamber Efendimize gidip soralım diyorlar ve soruyorlar. Rasûlullah Efendimiz hakkın lehine, batılın da aleyhine hüküm veriyor. Sonra dışarı çıkınca aleyhine hüküm verilen Peygamber Efendimizin hükmünü kabul etmiyor. ’Ebû Bekir’e gidelim. Bir de onu dinleyelim.’ diyor. Aynı şekilde ona gidiyorlar, anlatıyorlar, o da: ’Siz ikiniz(in meselesi) Nebi (s.a.v.)’in verdiği hüküm üzeredir. (Buna razı olun).’ diyor. Fakat o kişi yine razı olmuyor, Ömer’e gidelim, diyor. Hz. Ömer efendimize geliyorlar. Ona meseleyi anlatıyorlar. Lehine hüküm verilen: ’Muhakkak ki Nebi (s.a.v.)’e (giderek huzurunda) hasımlaştık. O da onun aleyhine hükmetti. O ise razı olmaktan imtina etti. Sonra Ebû Bekir es-Sıddîk’a vardık, (o da): ’Siz ikiniz(in meselesi) Rasûlullah (s.a.v.)’in verdiği hüküm üzeredir. (Buna razı olun).’ dedi. O yine razı olmaktan imtina etti.’ diyor. Bunun üzerine Hz. Ömer ona bu durumu soruyor. Aleyhine hüküm verilen durumun bu şekilde olduğunu ikrar ediyor. Bunu üzerine Ömer evine giriyor ve elinde çekilmiş kılıç olduğu halde çıkıyor. Ve razı olmaktan imtina edenin kellesini boynundan ayırıyor. (Bkz., İbn-i Kesîr, Müsnedü’l-Fârûk, c.2, s.505. Ayrıca rivayet, değişik bir lafızla Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, 43. Asl, s.59’da geçmektedir.) O zaman şu sözü söylüyor: ’Allah’ın hükmüne ve Rasûlullah’ın hükmüne razı olmayanın arasında işte böyle hükmederim.’ (Bkz., Sa’lebî, el-Keşfu Ve’l-Beyân, c.3, s.337)
Çünkü beğenmedi, Rasûlullah Efendimiz bir şeye hüküm verdi ise Allah’ın murat ettiği, razı olduğu şey odur demektir. Orada Hz. Ömer efendimiz böyle yaptığı halde Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bundan dolayı Hz. Ömer efendimizi kınamamıştır. Verdiği hükmün ve cezasının doğruluğunu böylelikle Rasûlullah Efendimiz de tasdik etmiştir.
Hz. Ömer efendimiz Rasûlullah Efendimiz vefat ettiği zaman Efendimiz (s.a.v.)’e olan sevgisi sebebi ile öyle galeyana gelmişti ki; ’Kim Muhammed öldü, derse onun boynunu vururum.’ diyerek nida ettiğinden, insanlar onun yanında konuşamıyordu. Ta ki Hz. Ebû Bekir (r.a.) efendimiz konuşunca Ömer efendimiz bu halinden sıyrıldı. ’Dikkat edin! Kim Muhammed’e tapıyorsa, bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim Allah’a ibadet ediyorsa, bilsin ki Allah, ölmeyecek olan diridir.’ (Buhârî, Fedâilu’s-Sahâbe, 5) Bu söz ile Hz. Ömer yeniden irkildi elhamdülillah, o üzerindeki şaşkınlığı hemen attı ve olması gereken hal üzere hareket etti.
Rasûlullah Efendimizin vefatından sonra halife seçiminde de Hz. Ömer efendimizi çok etkin bir şekilde görüyoruz. Benî Saîde avlusuna Ebû Bekir ve Ebû Ubeyde bin Cerrâh ile beraber hemen geliyor. Ensar var, muhacir var, karşılıklı toplanmışlar. Ensâr, üstünlüklerini ve meziyetlerini söyleyip Rasûlullah Efendimiz’den sonraki halifeliğin kendi taraflarına ait olması gerektiğini ifade ederken Hz. Ebû Bekir efendimiz kalkıyor, çok beliğ bir konuşma yapıyor. Hz. Ömer efendimiz kalkıyor, ’ikinin ikincisi varken bir başkasına biat edilmez’ diyerek hemen Hz. Ebû Bekir efendimizin elini tutuyor ve ona biat ediyor. Kur’ân-ı Kerim’de ’ikinin ikincisi’ diye Peygamber Efendimiz ile beraber Ebû Bekir efendimizin ismi zikrediliyor. Hicret ederken Sevr Mağarasında gizlendiklerinde sadece Efendimiz (s.a.v.) ile Hz. Ebû Bekir efendimiz vardı.
Hz. Ebû Bekir efendimiz, Hz. Ömer efendimiz: "Uzat elini ey Ebu Bekir! Biat edeyim sana!" dediğinde "Hayır ey Ömer! Ben sana biat etmeliyim! Çünkü sen bu iş için benden daha güçlüsün!" demişti. Birbirlerinin elini açmak ve biat etmek istiyorlar. Tevazu; ama bakın Hz. Cabir (r.a.) efendimiz şöyle diyor: Ömer, Ebû Bekir’e: ’Ey Rasûlullah’tan sonra insanların en hayırlısı!’ dedi. Bunun üzerine Ebû Bekir: ’Şayet sen bunu söylersen, ben (de sana) Rasûlullah (s.a.v.)’i buyururken işitti(ğim sözü söyleri)m: ’Güneş, Ömer’den daha hayırlı bir kimse üzerine doğmadı.’ (Tirmizî, Menâkıb, 18)
Şu güzel insanlara bakın… Subhânallah, bu güzel insanlara bakın… İbn-i Ömer (r.a.) efendimiz anlatıyor. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle dua etmişti: ’Allah’ım, şu iki adamdan (yani) Ebû Cehil ve Ömer b. Hattâb’tan sana en sevgili olanı ile İslâm’ı güçlendir.’ Rasûlullah devamla şöyle buyurmuştu: ’O ikisinin (Allah’a) en sevgili olanı Ömer idi.’ (Tirmizî, Menâkıb, 18)
Ve elhamdülillah hidayet ona isabet ediyor. Yine Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: ’Allah, hakkı Ömer’in dili ve kalbi üzerine koydu.’ (Ebû Dâvûd, Harâc-Fey’-İmâra, 18) Allah’ın nebisinin lisanından şu sözleri işitmiş olabilmek ne büyük izzettir elhamdülillah.
Hz. Rasûlü Kibriya Efendimiz (s.a.v.) ki; insanları onlarda olmayan bir şeyle asla övmez, Allah vermesin yalan olurdu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) yalan söz söylemekten münezzehtir, uzaktır. ’Allah, hakkı Ömer’in dili ve kalbi üzerine koydu.’ diye Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bizzat kendi söylüyor. Oğlu İbn-i Ömer (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: ’İnsanlar (arasında) bir iş meydana gelir, (insanlar) o (iş) hakkında (bir görüş) söyler, Ömer de o (iş) hakkında (bir görüş) söyler, o (mevzu) hakkında Kur’an (yani vahiy ise) mutlaka, Ömer’in dediği (görüş) yönünde iner(di).’ (Tirmizî, Menâkıb, 18)
Yine halifeliği döneminde Hz. Ömer (r.a.) efendimiz, Hz. Sariye (r.a.) komutasında bir orduyu İran taraflarına göndermişti. Ordu orada savaşta, Hz. Ömer efendimizde (Medine’de) minberde hutbe okuyordu. Hutbe okurken birden "Yâ Sariye, el-cebel/Ey Sariye dağa doğru!" diye seslendi. Nihayet İslâm ordusundan bir elçi geldi de Ömer, ona savaş hakkında sordu. Elçi dedi ki: ’Ey mü’minlerin emiri! Düşmanımızla karşılaştık, bizi hezimete uğrattılar. O sırada bir kimse: ’Ey Sâriye, dağa (doğru)!’ (diyerek) bağırıyor(du). Bunun üzerine sırtımızı dağa dayadık da Allah onları mağlup etti.’ (Beyhakî, Delâilu’n-Nübüvve, c.6, s.370) Allah’a hamdlerin en güzeli olsun.
Enes (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Ömer şöyle dedi: Rabbime üç (şey)de muvafakat ettim.
(Birincisi:) ’Yâ Rasûlallah! İbrahim’in makamından bir namazgah edinsek!’ dedim. Akabinde: ’İbrahim’in makamından bir namazgah edinin!’ (el-Bakara, 2/125) (âyeti) indi.
(İkincisi:) Hicâb âyeti. ’Yâ Rasûlallah! Hanımlarına perde (arkasına geç)melerini emretsen, zira sâlih ve facir (fasık) kimseler onlarla konuşabiliyor!’ dedim. Akabinde Hicâb âyeti (el-Ahzâb, 33/53 ya da 59) indi.
(Üçüncüsü:) Nebi (s.a.v.)’in hanımları, O’nu kıskanma hususunda birleşti. Bunun üzerine onlara: ’Şayet (Rasûlullah) sizi boşarsa, umulur ki Rabbi ona (sizin) yerinize sizden daha hayırlı eşler verir.’ dedim. Bunun üzerine bu âyet (et-Tahrîm, 66/5) indi. (Buhârî, Salât, 32)
Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Bir çoban, koyunlarının içinde bulunduğu sırada (sürüye) kurt saldırdı ve ondan bir koyun aldı. Çoban (koyunu kurtarmak için kurdun) peşine düştü, nihayet onu kurtardı. Derken kurt, çobana döndü ve ona: ’Onun için benden başka çoban olmayacak yırtıcı hayvanlar gününde, onu benden kimden kurtarır!’ dedi. Bunun üzerine insanlar (hayret ederek): ’Subhânallah!’ dediler. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.): ’Muhakkak ki ben, buna inanıyorum, Ebû Bekir de, Ömer de (inanıyorlar)!’ buyurdu. O sırada Ebû Bekir ve Ömer orada değildi. (Buhârî, Fedâilu’s-Sahâbe, 6)
Onların kendisini tasdik hususundaki durumlarını Peygamber Efendimiz bu haliyle belirtiyor. Hâlbuki o sırada Ebû Bekir ve Ömer efendilerimiz de orada değillerdi. Yani Rasûlullah Efendilerimiz onların adına söylüyor ve güveniyor. Peygamber güvenini kazanmışlar elhamdülillah, sübhânallah.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki: ’Semanın ufkunda doğan yıldızı gördüğünüz gibi, (cennette) yüksek derece sahiplerini de onlardan aşağı (mertebeler)de olanlar görecektir. Muhakkak ki Ebû Bekir ve Ömer de o (yüce mertebelere kavuşa)nlardandır. Hem de daha yüksektedirler.’ (Tirmizî, Menâkıb, 14)
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer (r.anhüma) için: ’Bu ikisi, Nebiler ve Rasuller hariç öncekilerden ve sonrakilerden (tüm) Cennet ehlinin yaşlılarının efendileridir.’ buyurmuştur. (Tirmizî, Menâkıb, 16)
Sonra şu hadis-i şerifi de zikredeyim inşallah!
Huzeyfe (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Benden sonra (gelecek) şu iki (kimse)ye; Ebû Bekir ve Ömer’e uyun." (Tirmizî, Menâkıb, 16)
Hz. Ömer (r.a.) efendimiz 10 yıl halifelik yaptı. Halifeliğin son döneminde İranlı bir köle tarafından hançerlendi. O köle Hz. Ömer efendimizden kendilerinden alınan verginin hafifletilmesini istedi, Hz. Ömer efendimiz de kabul etmedi. Yalnız Ömer efendimiz ona dedi ki: "Senin değirmen ustası olduğunu duydum. Sen bize bir değirmen yap". O zaman o köle "sana öyle bir değirmen yapacağım ki hiç unutulmayacak" dedi ve oradan ayrıldı. Hz. Ömer buyurdu ki: "Köle bizi tehdit etti" ve ertesi gün sabah namazı vaktinde hançerledi ve o şekilde Hz. Ömer efendimiz de bir müddet daha yaşadıktan sonra vefat etti ve vefat etmeden evvel Hz. Âişe annemize haber gönderdi ki, sorun eğer müsaade ederse beni Rasûlullah Efendimizin ve Ebû Bekir efendimizin yanına defnedin. Eğer o müsaade ederse, Çünkü Hz. Âişe annemizin hücre-i saadetiydi orası. Eğer oraya müsaade edilmezse Cennetü’l-Bakiye defnedin, dedi. Hz. Âişe annemize söylediler. O da "ben orayı kendime ayırmıştım; ama siz Ömer’i oraya defnedebilirsiniz’ diye müsaade etti. Ve bugün Peygamber Efendimizin yanında; önde Rasûlullah Efendimiz, hemen arkasında onun hizasından biraz geride Ebû Bekir efendimiz, Ömer efendimiz de üçüncü sırada, o da onların ikisinden biraz daha aşağıda. Edeben öylece defnedildi ve Hz. Ömer (r.a.) efendimiz de Hz. Peygamber Efendilerimizle aynı kubbenin altında metfun bulunuyorlar. Allah’ım şefaatlerine nail etsin!
O güzel Sahâbe-i Kirâm efendilerimizin, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer efendimizin himmet ve teveccühlerini, nazarlarını lütfetsin inşallah ya Rabbim. Onlara olan sevgilerimizi, tazimimizi ve onların yolu üzere olan itaatlerimizi Cenâb-ı Hak üzerlerimizde kuvvetlendirsin inşallah, kardeşlerim.
Ve selamun ale’l-mürselin ve’l-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemin. El-Fatiha.

Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.