Özlenen Rehber Dergisi

118.Sayı

Peygamber Sevgisinin Tezahürleri

Mustafa ŞENTÜRK Özlenen Rehber Dergisi 118. Sayı
Cenâb-ı Allah, kulları tarafından iki vasıtayla bilinip tanınır. Onlardan biri akıl, diğeri ise peygamberlerdir. Allah’ı birinci vasıtayla yani akıl ile bilip anlamak mümkün ise de kâmil manada yeterli değildir. Varlık âlemindeki çok mükemmel ve şaşmayan kanunların bir planlayıcının ve ebede uzanan ölçü ve anlamda bir kanun koyucunun varlığına delalet ettiğini akıl yoluyla bilip anlamak pek tabi ki mümkündür. Ama O yüce kudretin sıfatları, emirleri, kullarından bekledikleri, bu dünyayı insanlara hazırlamasının nedenleri, ahiretin varlığı akıl denilen olgu ile net olarak bilin(e)memektedir. Bunları insana akıl değil, ancak peygamberler haber verebilir. Peygamberlerin getirdikleri akılla birleşince asıl yol ve amaç belirlenmiş olur. O halde peygamberler, ilahî rahmeti ve O’nun kullarına olan buyruklarını yansıtan bir ayna, O’nun kanunlarını haber veren bir alıcı-verici, O’nu kullarına tanıtan bir rehber; kulluk görevinin anlamını ve ölçüsünü insanlara öğreten bir öğretmendir. Bu nedenle Allah’ın sevgisine erebilmenin tek yolu, peygamberleri sevmek ve O’nun getirdiklerini gönülden benimseyip kabul etmek, ilahi rahmetin insanlıktan yana ışık ve enerjisini ondan almaktır.
Efendimiz (s.a.s.)’e iman etmek imanın şartlarından birisidir. Bundan dolayı her Müslümanın O’nun Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğuna şehadet etmesi, O’nun Rabbinden getirdiği her şeyi tasdik etmesi ve O’ndan gelen bütün sözleri ve fiilleri kabul ederek, O’nu hayatında kendisine örnek alması gerekir.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’i sevmek, her mümin için en gerekli taatlerden biridir. Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: ’Sizden birinize ben, annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığım müddetçe tam iman etmiş olamaz.’ (Buharî, İman: 8; Müslim, İman: 69,70.)
Hiç şüphesiz ki; Cenâb-ı Hakk’a sevgiden sonra sevgiye en layık olan Efendimiz (s.a.s)’dir. Yüce Allah, bir ayet-i kerimede Efendimiz (s.a.s)’e hitaben şöyle buyurmaktadır: ’(Ey Habibim!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.’ (Âl-i İmran, 3/31) Allah’a emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle, Peygamberine ise sünnetine uymak, onun gösterdiği yoldan gitmek ve izini takip etmek suretiyle itaat edilir.
Peygamber Sevgisinin Alametleri
’Sevgi şahit ister’ der büyükler. Gerçekten de sevgi şahit ister. Peki nedir bu şahit, denilirse, en özlü şekilde şunu söyleyebiliriz: Sevginin tezahürü noktasında seven kişide bazı vasıfların belirginleşmesi, içerdeki sevginin dışarıya gözle görünür şekilde yansımasıdır. Bu noktada Peygamber (s.a.s) Efendimizi gerçekten seven bir müminde bulunması gereken bazı vasıflar vardır.
Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1-) Peygamber (s.a.s) Efendimiz’in Sünnet-i Seniyyesine uymak:
Cenâb-ı Allah: ’Andolsun ki Allah’ın Rasûlünde sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır.’ (Ahzab, 33/21) buyurmaktadır.
Allah’ın rızası ve sevgisi Peygamber (s.a.s.)’in sünnetine uymakla elde edilebilir. Bir müminin en büyük ideali, kendisini Allah’a sevdirmek, O’nun rızasını kazanmak, gazabından korunmaktır. Allah’ı sevenler, ’Ben özümü Allah’a teslim ettim, bana uyanlar da öyle.’ (Âl-i İmran, 3/20) diyen ve bu ilahi emri tebliğ eyleyen Rasûlullah’a (s.a.s.) karşı gelmemek ve onun gibi ihlâs ve samimiyetle, ’Ben özümü Allah’a teslim ettim.’ deyip dininde ve şeriatında ona ve onun öğreti ve bildirilerine uymak ve onu örnek almakla mükelleftirler. Bu bakımdan kişideki Peygamber sevgisinin en belirgin tezahürü Efendimiz (s.a.s.)’in sünnet-i seniyyelerine tam ve sağlam bir şekilde ittibadır. Bu, zahir manada Efendimiz (s.a.s.)’e ittiba olmakla birlikte hakikatte Yüce Yaratıcıya (celle ve alâ), Cenâb-ı Hakka itaattir. İşte bunun kesin delilleri;
’De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.’ (Âl-i İmran, 3/31)
’Kim Rasûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.’ (Nisâ, 4/80)
Sehl b. Abdullah et-Tüsterî (rh.a.) mevzu ile ilgili olarak şöyle demektedir: ’Allah’ı sevmenin alameti, Kur’an’ı sevip anlamaktır. Kur’an’ı sevmenin alameti, Rasûlullah (s.a.s.) Efendimizi sevmektir. Rasûlullah (s.a.s.)’ı sevmenin alameti, O’nun sünnetini severek yerine getirmektir. Allah’ı, Kur’an’ı, Peygamberi ve Sünnetini sevmenin alameti ise, ahireti sevmek ve ona hazırlanmaktır. Ahireti sevmenin alameti, kendini bilip sevmektir. Kendini sevmenin alameti, dünyanın aldatıcı, oyalayıcı yanlarını sevmemektir. Bunun da alameti, insanı amaca ulaştıracak kadar rızkı helal yoldan elde etmektir.’ (Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, cilt 2, sayfa 884, Anadolu Yay., İzmir, tarihsiz)
2-) Peygamber (s.a.s) Efendimiz’in sözünü kabul edip, hükmüne razı olmak:
Bir müminde var olan Efendimiz (s.a.s.)’in sevgisinin bir diğer tezahür şekli de O’nun sözlerini kabul edip hükmüne razı olmaktır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: ’Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükme karşı, içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olamazlar.’ (Nisâ, 4/65)
Yüce Allah bu ayette şu üç noktaya dikkatimizi çekiyor:
1-) Üzerinde ihtilafa düşülen meseleler ve davalarda Efendimiz (s.a.s)’i hakem tanımak.
Bir kimse bütün işlerinde Peygamber (s.a.s) Efendimizi hakem kılmadıkça iman etmiş olmaz. Çünkü O’nun verdiği hüküm haktır ve bir mümin için hem zahiren, hem de içten gelerek o hükme boyun eğmek lazım gelir.
2-) Rasûlullah (s.a.s)’in verdiği hükümden hiç bir sıkıntı duymamak.
Yine bu noktada mümine düşen O’nun karar ve hükümlerini tam bir rıza, mutlak bir kabul ile karşılamak ve şikâyet etmemektir.
3-) O’nun verdiği hükme hem zahirde, hem de batında (gönülde) tam bir bağlılık.
Tam bir teslimiyet göstermek, hiç bir engelleme, karşı koyma ve çekişmede bulunmamak da yine bu mevzuda mümine yaraşır hareket tarzıdır. Bu husus asıl manada uygulama ve yürütme safhasında söz konusudur. Çünkü kişi hükmün hak olduğu görüşüne sahip bulunmakla birlikte uygulamasından kaçınmaya çalışabilir. Efendimiz (s.a.s.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: ’Hevası (arzusu) getirdiğim şeylere tâbi olmadıkça hiç biriniz (kâmil manada) iman etmiş olmaz.’ (İbn-i Ebî Âsım, es-Sünne, c.1, s.45, bab:6, h.no:15)
Kur’ân-ı Kerim, müminlerin mutlak teslimiyetten öte başka bir tercih haklarının da olmadığını kesin bir ifade ile haber veriyor: ’Mümin bir erkek ve kadın için, Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, artık onlar için hiç bir tercih hakkı yoktur...’ (Ahzab, 33/36) Zaten Peygamberlerin gönderiliş maksatlarından birisi de kendilerine mutlak manada itaat edilmeleridir. (Bkz., Nisâ, 4/64)

3-) İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak:

Efendimiz (s.a.s.)’e olan sevginin bir diğer tezahür şekli de; Allah için, kitabı için, Peygamberi için ve bütün Müslümanlar için nasihatte bulunmaktır. Nitekim Ümmet-i Muhammed’in en hayırlı ümmet olmasının sebeplerinden birinin, iyiliği emretmeleri ve kötülükten sakındırmaları olduğunu Yüce Allah şöyle açıklamaktadır: ’Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah’a iman edersiniz...’ (Âl-i İmran, 3/110)
Yine bu mevzu ile ilgili olarak Efendimiz (s.a.s.)’in: "Nefsimi kudret elinde tutan Zat’a yemin olsun, ya marufu emreder ve münkerden de yasaklarsınız veya Allah’ın katından umumî bir bela göndermesi yakındır. O zaman yalvar yakar olursunuz da duanız kabul edilmez." (Tirmizî, Fiten 9) buyrukları da hatırdan çıkarılmayacak öneme haiz telkin-i Nebevidir.
4-) Peygamber (s.a.s) Efendimiz’in güzel ahlakıyla ahlaklanmak ve bütün kötü ahlak ve davranışlardan sakınmak:
Çünkü Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.); ’Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.’ (Tirmizî, Hüsnü’l-Huluk 8) buyurmaktadır. Efendimiz (s.a.s.)’in yolundan gitmek, onun ahlakıyla ahlaklanmakla olacağına göre, herkesin kendisini, yaptıklarını ve kimin yolundan gittiğini ve kimin ahlakıyla ahlaklandığını bilmesi ve kontrol etmesi lazımdır. Kişide sevdiğinin ahlakları, huyları tezahür etmeli ki; sevgi iddiadan öteye geçsin. Söz konusu Efendimiz (s.a.s.) olunca, tabiiyet ifade edebilecek ahlaki vasıf, hayatın her alan ve zamanında, kesintisiz, tam ve sağlam bir ittiba olmalıdır. ’Rasûl size neyi emrettiyse ona uyun ve size neyi yasakladıysa ondan sakının...’ (Haşr, 59/7) ayet-i kerimesinde olduğu gibi.
5-) Peygamber (s.a.s) Efendimiz’e saygı ve hürmet göstermek:

Peygamber (s.a.s.) sevgisinin bir diğer tezahür şekli de Efendimiz (s.a.s.)’e saygı ve hürmet göstermektir. Sahabe Efendilerimiz Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’e son derece hürmet ve saygı gösterirlerdi. Hatta saygılarından dolayı seslerini O’nun sesinden fazla yükseltmezlerdi. Nitekim Yüce Allah: ’Ey inananlar, seslerinizi, Peygamberin sesinin üstüne çıkarmayın, birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öyle yüksek sesle konuşmayın, yoksa siz farkında olmadan, amelleriniz boşa gider.’ (Hucurat, 49/2) buyurmak suretiyle bu hali Kur’ânî bir ölçü olarak vahiy ile sabitlemiştir ki bugün Efendimiz (s.a.s.)’e saygı ve hürmet ilahi bir emirdir.
6-) Peygamber (s.a.s) Efendimiz’e daima salât ve selamda bulunmak:
Yüce Allah bu hususta şöyle buyurmaktadır: ’Allah ve Melekleri, Peygambere salât etmektedir. Ey iman edenler! Siz de O’na salât edin, içtenlikle selam edin’ (Ahzab, 33/56) Yüce Allah, bu ayet-i kerimede bütün müminlere Peygamberine salât ve selam etmelerini emretmekte ve O’na saygı göstermelerini istemektedir. Bu durum ayet-i kerime ile sabittir.
Efendimiz (s.a.s.) de birçok hadis-i şeriflerinde kendisine salât-ü selam getirilmesini emir ve tavsiye etmişlerdir.
’Kim bana bir defa salât-ü selam getirirse, bu sebeple Allah Teâlâ da ona on misli merhamet eder.’ (Müslim, Salât, 70)
Kıyamet gününde insanların bana en yakın olanları, bana en çok salât-ü selam getirenleridir.’ (Tirmizî, Vitir, 21)
’Cimri, yanında adım anıldığı halde bana salat-ü selam getirmeyen kimsedir.’ (Tirmizî, Daavat, 101; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 201)
Peygamber (s.a.s)’den rivayet edilen çok sayıda Salavât-ı Şerife vardır. Bunları okumak, mümkün olduğu kadar çok salât ve selam getirmek, Peygamber (s.a.s)’in sevgisini celp eder, şefaatine sebep olur.
Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.)’de Peygamber (s.a.s.) sevgisi ve tezahürü:

Başlı başına bir makale hatta ciltler dolusu kitap olabilecek hüviyette bulunmasına rağmen Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.) Hazretlerinde tezahür eden Efendimiz (s.a.s.)’in sevgisini hem konuyu anlama ve örneklendirme ve hem de asli mahiyette görünür kılma adına zikretmekte fayda var.
Peygamber (s.a.s.) Efendimizin sevgisinin tezahür boyutunu Farukî Hazretleri iki ana başlık altında değerlendirmektedir.
1-) Sünnet-i Seniyyeye tam ittiba
Efendi Hazretleri öncelikle sünnet-i seniyyeyi öğrenme noktasında müthiş bir gayretin sahibi idi. ’Ümmetimden kırk hadis-i şerifi ezberleyip aklında tutan kimseyi Cenâb-ı Allah Kıyamet gününde fakihler zümresinde diriltir.’ (Muhammed b. Seyyid Derviş, Esne’l-Metalib fi Ehadisi Muhtelifeti’l-Meratib, sayfa 212, Mısır, 1355) hadis-i şerifince amel eder ve etrafındakilere de bu emr-i Nebeviye uygun davranmalarını isterdi. Hadis ilmine verdiği ehemmiyet, sabah namazlarından sonra devamlı olarak hadis eserleri okuması, sohbetlerinde gerek kendisi ve gerekse de talebelerince ezbere hadislerin zikredilmesi bu meyanda verilebilecek en belirgin vasıflardır.
Efendi Hazretleri, yaşadığı dönemde Hadis-i şeriflere karşı başlatılan inkârcı akımlara karşı çıkmış, sevenlerine bu tür akımlara kapılmamalarını öğütlemiş ve Hadis-i şeriflerin ancak Kur’ân-ı Kerim ve Efendimiz (s.a.s.)’in hayat-ı şahaneleri mikyas alınarak kabul edilip edilemeyeceği gerçeğini dillendirmiştir.
O en yalın ifadeyle sırf Hadis okuduk denilmesi için Hadis-i şerifler okumamıştır. Burada ayırıcı olması bakımından zikredilen hadislerle anında amel etme arzu ve iştiyakı da yine Efendi Hazretlerinin sünnet anlayışını çok net ortaya koymaktadır. O her hadis-i şerifi Allah Rasûlü (s.a.s.) Efendimiz tarafından bizzat kendisine söylenmiş olarak telakki eder, sapmanın ve saptırmanın önündeki en büyük engelin Efendimiz (s.a.s)’in Hadis-i şerifleri ve sünnet-i seniyyeleri olduğunu çok net bilirdi. Efendi Hazretleri her sünnet-i seniyyeyi işlemeyi bir nefis tezkiyesi olarak görürdü. O yolunu takip etmek isteyenlere bıraktığı düsturlar içerisinde sünnet-i seniyyeye ittibayı tevhid akidesinin hemen peşinden zikretti ki burada dahi Efendimiz (s.a.s.)’in ümmetine bıraktığı iki haslet olan kitap ve sünnet vurgusu anlayışını izhar ettiler. (Konuyla ilgili olarak bkz; Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.), Zahiri ve Bâtıni Edebler, Genişletilmiş ikinci baskı, Sayfa; 22-25, Fiav Yay. Ankara 2000)
2-) Çokça Salatü selam
Efendi Hazretlerinde tezahür eden bir diğer Peygamber sevgisi de hiç kuşkusuz salât-ü selam hasletidir. O bu konuda manevi işaretlerle kendisine has bir salavâtı vird edinmiş, talebelerine salavât getirmeleri hususunda devamlı tavsiyelerde bulunmuştur. Hayatta iken tertip ve tasnif ettikleri ve adına da ’Salavât-ı Şerife-i Farukiyye’ dedikleri salavât/vird kitabı, en bilinen olması bakımından sadece Cuma günleri Ashab-ı Bedre hürmeten 313 bin salât-ü selam getirmeleri mevzu dâhilinde zikre değer olgulardır.
Bu noktada Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.) Hazretlerinin, Allah Rasûlü (s.a.s.) Efendimize ismi ile hitap etmemesi ve bunu da özellikle talebelerine devamlı telkin etmesi, Efendimiz (s.a.s.)’i Kur’ân’da Rabbimizin hitap şekilleri olan ’Rasûl’, ’Nebi’ gibi sıfatlarla hatırlayıp yad etmesi de mevzuu anlama bakımından zikredilmesi gereken hassasiyet olarak karşımıza çıkmaktadır. (Bkz; Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.), a.g.e., sayfa 25) Efendimiz (s.a.s.)’in ebeveynine karşı olan tutumu ve bu mevzuda kaleme aldığı risalesi de O’nun Efendimiz (s.a.s.) sevgisindeki samimiyetini çok net izhar etmektedir. (Bkz; Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.), İslam’da Zikir ve Rabıta, sayfa 137-145, Fiav Yay, Ankara, 1997)
Sonuç;
Allah Rasûlü (s.a.s.) Efendimizi sevmek imanın bir gereğidir ve her müminin bunu Allah ve Rasûlü (s.a.s.)’nün razı olacağı hüviyette sadrında bulundurması lazımdır. Bu imanın en temel yapı taşıdır. İman Allah’ın varlığı ve birliğini kabul, aynı zamanda da Efendimiz (s.a.s.)’in risaletini tasdik ve yolunu takip ile mümkündür. İtaat ve ittiba gibi hasletler ile sevgi ve bağlılık arasında bir bağın olduğu inkâr edilemeyecek açıklıkta olduğuna göre, Efendimiz (s.a.s.)’i sevmek itaat ve ittiba için, itaat ve ittiba da gerçek manada kul olmak için olmazsa olmazdır.
Bütün bunların nihayetinde gelinen noktada ise şunu çok rahat bir şekilde ifade edebiliriz ki; Sevgi itaate kapı açar, itaat de sevginin tezahürü mahiyetindedir. Sevgi varsa ittiba gerçekleşir. İtaat ve ittibanın olmadığı yerde, tezahür aranmaz, çünkü sevgi yoktur. Seven takip eder. Seven sevdiğinin adını dilinden düşürmez. Seven sevdiğini memnun etmek ister. Seven sevdiğinin sevdiğini sever. Seven sevdiğinin yüz çevirdiğinden yüz çevirir. Seven sevgisini izhar eder.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.