Özlenen Rehber Dergisi

90.Sayı

Tefsirde Cüretkârlık ve Müfessirin Şartları

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 90. Sayı
Her önüne gelenin Kur’ân-ı Kerim hakkında konuştuğu, âyetlerini anlama ve açıklama hususunda cüretkâr davrandığı bir zamandayız. Henüz Kur’ân-ı Kerim okumasını dahi bilmeyen cahiller, ellerine bir meal alarak O’nu yorumlamaya, hükümler çıkarmaya ve bu hezeyanlarını da hakikatmiş gibi insanlara telkin etmeye kalkışıyor.
’Cahil cesur olur’ kaidesince, bu cüretkârlığı, Kur’an, O’nun sahibi olan Cenâb-ı Hakk’ın zatı ve sıfatları, O’nu indiren melek ve kendisine indirilen ve izahıyla vazifeli olan Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in kadir kıymetleri hakkındaki cehalete bağlıyoruz. Bunlar hakkında marifet sahibi olan bir mü’minin, Kur’ân’a yaklaşırken gerekli olan ’edebi’ ve özellikle tefsir gibi çok hassas bir mevzuda ’usulü’ muhafaza etmemesi elbette ki mümkün değildir.
Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Abdullah b. Ömer gibi Sahâbe’nin büyükleri ve Peygamberimize en yakın zatlar tefsirden çekinirlerdi. Onların korkuları; tefsirde hata ederiz ya da bilmeden konuşuruz da Allah (c.c.)’nun murat ettiği manaya zıt bir şey söyleriz, bu sebeple gazabına müstahak oluruz düşüncesinden kaynaklanmaktaydı. Ayrıca onlar, Efendimiz (s.a.v.)’in: ’Kur’an hakkında, ilim olmaksızın söz söyleyen, cehennemdeki yerine hazırlansın.’ (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 1), ’Kur’ân hakkında, kendi re’yiyle söz söyleyen, cehennemdeki yerine hazırlansın.’ (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 1), ’Kur’ân hakkında, kendi re’yiyle söz söyleyen, isabet etse bile muhakkak ki hata etmiştir.’ (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 1) hadislerini ve bu hadislerin ifade ettiği manayı yani hak üzere bir bilgisi olmadan âyetleri tefsire kalkışmanın haram olduğunu, bu cüretkârlar hakkındaki Nebevî tehdidin ne manaya geldiğini çok iyi biliyorlardı.
Şayet kişi, âyetle ilgili açıklama yapmaya ehilse ve açıklaması Allah’ın muradına muvafıksa bundan sevap kazanır. Kişi, âyetle ilgili açıklama yapmaya ehil değilse ve açıklaması Allah’ın muradına muvafıksa o Peygamberimizin ifadesiyle hata etmiştir, bilgisizce konuştuğu için Allah katında sorumlu olur. Şayet kişi, âyetle ilgili açıklama yapmaya ehil değilse ve açıklaması da Allah’ın muradına muvafık olmazsa o zaman cehennemdeki yerine hazırlanmalıdır. Çünkü bilgisizce Allah adına konuşmuş ve O’na iftira etmiştir.
Bunun için Mesrûk (rh.a.) şöyle demiştir: ’Tefsirden sakının (korkun), zira o, Allah Azze ve Celle’den rivayet etmektir.’ (Ebû Ubeyd, Fedâilu’l-Kur’ân ve Meâlimuhû ve Âdâbuhû, c.2, s.213)
İbrâh’im et-Teymî’den rivayet edildiğine göre; Ebû Bekir es-Sıddîk (Allah Teâlâ’nın): ’Mey¬veler ve mer’âlar’ (Abese, 80/31) buyruğu hakkında sual edildi de: ’Ben Allah’ın kitabı hakkında bilmediğim bir şeyi söylersem han¬gi yer beni taşır ve hangi sema beni gölgelendirir?’ dedi. (Ebû Ubeyd, Fedâilu’l-Kur’ân ve Meâlimuhû ve Âdâbuhû, c.2, s.211)
Yeterli ilmi olmadığı halde tefsire kalkışan bir kişi kendisine emrolunanı tutmamış ve bir tekellüf (zorlama) içerisinde girmiştir.
Enes’den rivayet edildiğine göre; Ömer b. el-Hattâb minber üzerinde: ’Mey¬veler ve mer’âlar’ (Abese, 80/31) âyetini okudu ve: ’Bu ’fâkihe/meyveleri’ biz bildik, o halde ’ebb/mer’âlar’ nedir?’ dedi. Sonra ken¬di kendisine döndü ve: ’Muhakkak bu zorlamanın ta kendisidir yâ Ömer!’ dedi. (Ebû Ubeyd, Fedâilu’l-Kur’ân ve Meâlimuhû ve Âdâbuhû, c.2, s.211)
İbn-i Ebî Muleyke’den riva¬yet edildiğine göre şöyle demiştir: Bir kişi İbn-i Abbâs’a ’Miktarı bin yıl olan gün’ (es-Secde, 32/5) hakkında sual etti. Bunun üzerine İbn-i Abbâs: ’Öyleyse ’Miktarı ellibin yıl olan gün’ (el-Meâric, 7/4) nedir, (söyle)?’ dedi. Adam: ’Bana söylemen için sana sordum.’ dedi. Bunun üzerine İbn-i Abbâs: ’O ikisi, Allah’ın kitabında zikrettiği iki gündür. Allah o ikisini(n manasını) daha iyi bilir.’ dedi ve Allah’ın kitabı hakkında bilmediğini söylemeyi kerih gördü. (Ebû Ubeyd, Fedâilu’l-Kur’ân ve Meâlimuhû ve Âdâbuhû, c.2, s.212)
Bazen kişiyi bilgisizce tefsire, insanın kendi nefsi zorladığı gibi bazen de başka insanlar zorlayabilir. İbn-i Abbâs (r.anhümâ), Peygamberimizin: ’Allah’ım! Onu dinde fakih (ince anlayış sahibi) kıl ve ona (Kur’ân’ın) tevili(ni) öğret.’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.4, s.225, h.no:2397) duasına mazhar olup ’Hibru’l-ümme/ümmetin derin âlimi’ unvanını kazanmış olmasına ve soran kişinin de ısrar etmesine rağmen Kur’an hakkında bilmeden konuşmaktan sakınmıştır.
Tâbiûn da Sahâbe gibi Kur’an âyetleri hakkında bilgisizce konuşmaktan uzak durmuşlardır.
Saîd b. el-Müseyyeb’den rivayet edildiğine göre; o Kur’ân’dan bir şey hakkında sorulunca: ’Ben Kur’an hakkında bir şey söylemem.’ derdi. (Ebû Ubeyd, Fedâilu’l-Kur’ân ve Meâlimuhû ve Âdâbuhû, c.2, s.212)
Duhân suresinde geçen: ’Artık gözet bir günü ki, gök, apaçık bir duman ile gelecektir.’ (ed-Duhân, 44/10) âyetini bilgisi olmadığı halde tefsir eden bir kişinin sözü kendisine ulaştığında İbn-i Mes’ûd (r.a.): ’Her kim biliyorsa söylesin. Her kim de bilmiyorsa; ’Allah en bilendir’ desin. Muhakkak ki (kişinin) bilmediği şey için ’Bilmiyo¬rum’ demesi ilimdendir.’ (Buhârî, Tefsir, Rûm sûresi, 1) demiştir.
Bu rivayetlerden; kişinin, Kur’an hakkında bilmediğine bilmiyorum demesinin, o mevzuda konuşmamasının, görüş bildirmemesinin, soru soranı bilen kişiye yönlendirmesinin, kendisinin de bilenden sorup öğrenmesinin gerekliliğini anlamaktayız.
Sahâbe, Tâbiûn ve onları takip eden selef ulemasının görüş bildirdiği âyetler, bilgi sahibi oldukları âyetlerdir. Bilinmeyen konuda susmak nasıl vacipse, bilinen bir konuda soru sorulduğu zaman konuşmak da vaciptir.

Müfessirde Aranan Şartlar:
Her ilimde olduğu üzere Kur’ân ilimleriyle iştigal eden kimselerde aranan bazı şartlar vardır. Kur’an ile alakalı olarak da O’nu okuma şekilleri; okuyan, okumayı öğrenen ve öğretenin takınması gereken edepler; anlama, anlatma ve tefsir etmede dikkat edilecek hususlar vb. birçok hususların bilinmesi gerekir. ’Usul olmazsa vusul de olmaz’ kaidesince bir kişide bu hususlarla alakalı şartlar, zahirî ve batınî edebler gerçekleşmeden Kur’ân’dan hakkıyla istifade etmesi mümkün değildir.
Müfessir dünya ve âhirette insanların kurtuluşa ermelerini sağlamak için Allah’ın kitabını, O’nun ifade etmek istediği maksada en yakın bir şekilde anlamaya ve anlat¬maya çalışan kimsedir. Bir kişinin müfessir ve yaptığı işin de tefsir olabilmesi için bazı şartların oluşması gerekmektedir.
Evvela kişi, ehl-i sünnet itikadı üzere sağlam bir imana sahip olmalıdır. Hevadan uzak olup takva sahibi olması gerekir. Niyeti Allah’ın rızasını kazanmak olup, tefsirden maksadı ifsat değil ıslah olmalıdır. Güzel ahlâk sahibi olmalıdır. Bir âyeti tefsirde önce Kur’ân’a, onda bulamazsa Hz. Peygamber’in sünnetine, onda da bulamazsa Sahâbe’nin, sonra da Tâbiûn’un açıklamalarına müracaat etmesi gerekmektedir. Bidat ve dalalet sahibi kişilerden nakillerde bulunmaması gerekir.
Bunların yanı sıra:
1. Arapçayı; lügat, nahv, sarf, belagat, tasrif, iştikak kısımlarıyla bilmesi,
2. Ayrıca Kıraat ilimlerini,
3. Din usulünü,
4. Usulü fıkhı,
5. Esbâb-ı nuzûl ve kıssaları,
6. Nasih ve mensuhu,
7. Fıkhî hükümleri,
8. Âyetleri şerh eden hadis-i şerifleri,
9. Ve Kur’ân ilimlerini bilmesi gerekir.
10. Son olarak da vehbi ilme sahip olması gerekir. Bu ilim Cenâb-ı Hakk’ın, ilmiyle amel eden, hevadan kurtulmuş, tertemiz gönüllere ihsan ettiği ilâhî nurdur.

’Kur’ân’ın manaları üzerinde tefekkür eden; ancak bununla beraber kalbinde bidat, günahta ısrar, kibir, heva, dünya sevgisi bulunan veya tahkiki iman sahibi olmayan ya da tahkikinde zayıflık olan veya sadece zahir ilmi olan bir müfessire dayanan veya kendi aklına müracaat eden bir kimseye hakikat üzere vahyin manalarını anlamak nasip olmaz, marifet ğaybından ilmin sırları ona açılmaz. Zira bunların hepsi şiddette birbirinden muhtelif olan perdelerdir, manilerdir.’ (Bkz., Zerkeşî, el-Burhân Fî Ulûmi’l-Kur’ân, c.2, s.180)

* * *
Cenâb-ı Hak’tan kalplerimizi, ilâhî hitabını anlayacak temizliğe kavuşturmasını niyaz ediyoruz.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.