Özlenen Rehber Dergisi

72.Sayı

Siyasi Açıdan Filistin Meselesi

Mustafa ŞENTÜRK Özlenen Rehber Dergisi 72. Sayı
Yaklaşık bir asırdır Orta Doğu’da cereyan eden hadiselerin insanlık açısından son derece önemli bir çok boyutu vardır. Olayın asıl önemli olan tarafı ise en az iki devleti ve milyonlarca insanı ilgilendirmesi açısından daha çok siyasi yönüdür.Günümüzde Filistin’de yaşanan adaletsizlik ve haksızlıkların, İsrail Devleti’nin Filistin halkına karşı uyguladığı şiddet ve baskı politikasının temelinde İsrail’in bir devlet politikası olarak yıllardır uyguladığı katı ırkçılık inanç ve görüşü yatmaktadır. Yahudiler için Filistin toprakları üzerinde bağımsız bir ’Yahudi Devleti’ kurulması kutsal bir misyondur. 1948 yılının Mayıs ayında gerçekleştirilen bu misyonun sürekliliğinin korunması ise bir başka önemli hedeftir. İsrail Devlet yöneticilerine göre bu sürekliliğin korunması ancak, Filistin topraklarında Yahudi nüfusunun artırılması ve Yahudilerin yaşadığı alanların genişletilmesi ile mümkündür. Bunun sağlanabilmesi için de Filistin halkı ya tamamen bu topraklardan sürülmeli ya da yok edilmelidir. İşte bu inançla İsrail Devleti 50 yılı aşkın bir süredir Filistin halkına karşı etnik bir soykırım yürütmektedir.Bugün gelinen noktayı bir iki cümleyle ifade etmek gerekirse; olayların asıl başlangıcı 1897 yılında İspanya Basel’de yapılan I. Siyonist Kongresidir. Kongrede kurulan Dünya Siyonist Örgütü ve bu örgütün başkenti Kudüs olacak şekilde Filistin topaklarında bağımsız bir Yahudi devleti kurma fikri bugün genelde orta doğuda özelde ise Filistin’de cereyan eden olayların ana temelidir.Tarihin değişik dilimlerinde yaşanan olayları kronolojik olarak değerlendirirsek;–1917 Filistin topraklarını işgal eden İngiltere Balfour Deklarasyonu’yla bu topraklarda Bağımsız Yahudi Devleti kurulmasına müsaade etti ve destek verdi.–1947-1948 BM taksim planı Filistin topraklarının %56’sını azınlık durumundaki Yahudilere verdi. Yahudiler İsrail devletini kurup bağımsızlıklarını ilan etti, ABD, SSCB ve Türkiye sırasıyla İsrail’i tanıyan ülkeler oldu. Aynı yıl batı ve ABD’nin desteğini alan İsrail I. Arap-İsrail savaşıyla bölgedeki topraklarını %78’e çıkardı.1950 İsrail Kudüs’ü başkent ilan etti.– 1959-1964 el-Fetih önderliğinde FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) kuruldu.– 1967 Altı gün savaşları ile Mısır, Ürdün ve Suriye’ye saldıran İsrail, Filistin’in geri kalanını, Mısır’ın bir bölümünü ve Golan tepelerini işgal ederek topraklarını üç katına çıkardı.– 1973 Mısır, Suriye ve Ürdün, İsrail’e saldırdı. Yom Kippur Savaşı– 1979-1980 Mısır, İsrail’i tanıyan ilk Arap ülkesi oldu. İsrail, Kudüs’ü değişmez ve bölünmez Başkent ilan etti. Yapılan antlaşmalarla Gazze Filistin’e bırakıldı.– 1987-1988 Hamas kuruldu ve altı ay süren ilk intifada Gazze İslâm Üniversitesi Öğrenci Meclisi tarafından başlatıldı. FKÖ, Bağımsız Filistin Devleti’nin kurulduğunu ilan etti.İntifada; Yıllardır ezilen, işkencelere maruz kalan, evlerinden zorla kovulan, en ağır katliamlara uğrayan halkın kadın-erkek genç-yaşlı hep birlikte işgalci İsrail’e karşı bir ayağa kalkışın adıdır.– 1993 Oslo barış sürecinin başlamasıyla I. İntifada sona erdi.– 2000 Oslo barış sürecinin tıkanması tarafların anlaşamaması ve İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un provakatif Mescid-i Aksa ziyareti II. İntifadayı başlattı.– 2004 Yaser Arafat öldü. Hamas lideri Şeyh Ahmed Yasin cami çıkışı İsrail saldırısı sonucu şehid edildi.– 2005 İsrail, Sınırları deniz kıyısını ve hava sahasını kontrolde tutarak Gazze’den geri çekildi.– 2006 Filistin Yasama Meclisi seçimleri yapıldı, 132 sandalyeli mecliste 76 sandalyeyi Hamas aldı.– 2008 19 Haziran’da Mısır’ın arabuluculuğuyla yapılan antlaşma kısa sürdü, Hamas’ın roket attığı gerekçesiyle İsrail Gazze’ye saldırdı. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas Hamas’ı feshetti, Batı Şeria’da Selam Feyyad hükümetini atadı.Yaşanan Olaylarda Tarafların Tutumuİsrail ABD ve AB’nin Tutumuİsrail, bugün gelinen noktada yapılan bütün saldırıların faili ve şu ana kadar ölen binlerce masum insanın katili konumundadır. İsrail dayatmaya çalıştığı siyonist ideolojiyle bütün dünyaya adeta meydan okumakta ve bunu Filistinli masum insanların üzerinden dünyaya göstermektedir. Ona bu hususta destek veren ABD ve AB ülkeleri de yapılan her şeyden en az onun kadar sorumludurlar. ABD’nin destek ve onayıyla AB bu güne kadar Batı Şeria’da göstermelik birkaç somut proje gerçekleştirerek ve bir kısım Filistinlinin hayatını sürdürebilmesine olanak sağlayan finansal yardım yaparak (gıda giyecek ilaç ve medikal alanlarda) ama buna paralel olarak bölgede kalıcı siyasi bir çözüm önerisinde bulunmaksızın hatta bundan daha da kötüsü, uluslar arası hukuka göre işgalcinin işgal ettiği topraklarda yaşayan halka karşı olan ekonomik sorumluluklarını onun yerine üstlenerek fiili durumda İsrail’in yerini almakta ve onun tabir yerinde ise pisliğini temizlemektedir. Bu durumu daha da ağırlaştıran husus ise AB’nin ısrarcı bir şekilde yürüttüğü Hamas ile ilişki kurmama siyasetidir. Yüzyıllardır dünyaya demokrasi özgürlük insan hakları gibi evrensel nitelikleri haykıran AB ülkelerinin Filistin (daha doğrusu Hamas) için bu siyaseti uygulamaları kendilerini hem kendi ülkelerinde hem de Avrupa harici birçok ülkede zor duruma sokmaktadır. Oysaki Hamas demokrasiyi kabul ederek - ki bugün dahi birçok Arap ülkesi kabul etmemiş durumda ve krallıkla idare olunurken - 2006 Ocak ayında yapılan genel seçimlerin açık ara galibidir. Bunun içindir ki bölgede doğru ve kalıcı bir çözüme ulaşabilmek için yapılacak veya düşünülecek bütün planlara, en azından demokratik teamüllere göre yapılan bir seçimin galibi ve Filistin halkının temsilcisi olarak Hamas mutlaka dâhil edilmelidir.Arap Ülkelerinin Tutumu;Amerikan ve AB ülkeleri hükümetlerinin İsrail’in her yaptığına vermiş olduğu destek bütün dünya kamuoyunca malumdur. Lakin Amerikan desteğinden daha az aşikâr olmakla beraber Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan gibi Arap ülkeleri kendilerine bölgesel rakip olarak gördükleri İran sebebi ile - ki İran Filistin’de Hamas’ı, Lübnan’da da Hizbullah’ı maddi-manevi desteklemektedir - Hamas’a duydukları aşırı düşmanlık yüzünden, Gazze acımasızca siyonist saldırılar altında iken meseleye müdahil olmak istememekteler. Bunun yanında hatta bazı Arap diplomatları, saldırıların sebebini Filistin’deki Hamas ile el-Fetih arasındaki siyasi ihtilafa ve Hamas’ın Filistin devlet başkanı Mahmud Abbası tanımamasına - ki Mahmud Abbas’ın Ocak ayının ilk günlerinde resmi görev süresi sona ermiştir - bile bağlama komikliğine düşmektedirler.Hamas’ın TutumuHamas;Filistin toprakları üzerinde BM kararına ve uluslararası hukuka aykırı olarak devam eden İsrail işgaline karşı direnen örgütlerden birisidir. Hamas Ocak 2006’a uluslararası gözetim altında yapılan Filistin yasama meclisi seçimlerinde 132 sandalyeden 76’ını kazanarak Filistin halkının meşru temsilciliğini kazanmış bir oluşumdur. Her ne kadar Haziran 2007’e el-Fetih ile arasında çıkan anlaşmazlık ve çatışmalar sonucu milletvekillerinin meclisten uzaklaştırılmış olmalarına rağmen.Hamas yetkilileri, yaptıkları halka açık birçok toplantıda İsrail’e defalarca ateşkesin uzatılması çağrısında bulunmuş; ancak bu çağrıları İsrailli yetkililer tarafından kabul görmemiştir. Zaten İsrail yapılan ateşkesi bu gün gerçekleştirdiği saldırılar için yapacağı hazırlık olarak görmüş ve ateşkes şartlarının hiç birisini yerine getirmemiştir.Bunların ötesinde İsrail’in saldırılara bahane olarak gösterdiği Filistin tarafından atılan bütün roketleri Hamas’a atfetmek de insana pek inandırıcı gelmemektedir. Zaten 27 Aralıkta Hamas altı ay süren ateşkesi bozmuş değildi. 19 Haziran 2008’de Mısır’ın arabuluculuğu ile imzalanan ateşkese göre İsrail on gün içerisinde kapıları açacak Gazze üzerindeki ablukayı kaldıracaktı. İsrail buna uymadığı gibi altı aylık süre içinde tam 132 saldırı düzenledi, 22 Filistinliyi öldürdü. Bu durumu Hamas yetkilisi Halid Meşal şöyle ifade ediyor: “Hamas geçen altı ay boyunca ateşkese uydu ve başından itibaren birkaç kez ateşkesi ihlal eden İsrail’di. İsrail’in kapıları açması ve ateşkesin Batı Şeria’ya uzanması ateşkesin şartlarındandı; fakat bunun yerine İsrail Gazze’ye ambargo uyguladı. Elektrik ve su takviyesini sürekli kesti ve bu toplu yaptırımı durdurmadı aksine hızlandırdı. Ayrıca İsrail suikast ve öldürme eylemlerini genişletti. İsrail ateşi ile otuz vatandaş ölürken hastalar ateşkes sırasında ablukanın etkisi içerisinde idi. Bir başka ifade ile ateşkes sırasında İsrail sükûnetten beslendi. (Halid Meşal, Hamas siyasi sorumlusu, el-Düstur Ürdün gazetesi 7 Ocak 2009) Bütün bunlar yaşanırken arada Gazze istikametinden İsrail tarafına füzeler atıldı; ama atanlar Hamaslılar değildi. 19 Haziran 2008 tarihinde Mısır’da yapılan anlaşmaya taraf olmayan el-Fetih destekli el-Aksa Şehitleri Tugayı guruplarından kimselerdi. İktidar ve hükümette olan Hamas bunları tutukladı. Hamas Gazze’de hayatın çekilmez noktaya geldiği susuzluk, açlık ilaçsızlık gibi hallerin had safhaya çıktığı anlarda dahi sırf uluslar arası kamuoyu nezdinde anlaşmaya sadık kaldığını göstermek için İsrail’in kapıları açmamasına ve ablukayı kaldırmamasına rağmen sabretti; fakat zaten İsrail saldırıya çoktandır hazırlanıyordu. Yapılan bu hazırlıkları İsrail Ordu sözcüsü Avi Benayahu “Bir buçuk yıldır askerlerimiz Negev çölünde saldırının tatbikatını yapıyordu” açıklamasıyla dile getirdi. Tıpkı II. Dünya Savaşı sonrası Hiroşima ve Nagazaki’ye kitlesel imha silahı, atom bombasını kullanan Amerika’nın o günkü başkanının “Böyle bir silahınız varsa kullanmalısınız, akıl bu silahın depolarda çürümesini asla kabul etmez” açıklamalarıyla dile getirdiği gibi.Yine burada dikkatlerden kaçırılmaması gereken önemli bir nokta da İsrail’in Filistin’e karşı bu güne kadar ki bütün saldırılarında olduğu gibi bu saldırısında da bölge ülkelerine gövde gösterisi yaparak onları korkutmak ve bütün insanlığa karşı asıl politikaları olan şiddet unsurunu ön plana çıkarmak ile 2006’da Hizbullah’a karşı aldığı ağır yenilgi ile hem kendi halkı ve hem de dünya kamuoyu nezdinde itibarını kazanma fikri yatmaktadır.Bütün bu olanların nihayetinde Filistinlilerin İsrail karşısında iki seçeneği vardı. Birincisi, açlık ve yoksulluğa mahkûm olmuş olarak zillet içinde ölmeyi kabul etmek, ikincisi ise dini ve memleketi için şerefiyle direnerek ölmek. Bugün mevcut bütün Arap rejimleri - buna el-Fetih’te dâhil - Filistin adına birinci seçeneği kabul etmiş durumdadır. Hamas ise siyonist İsrail askerlerine direnerek ikinci yolu tercih ediyor. Bir de bütün bu olanların yanında Hamas ile el-Fetih arasında epeydir var olan bir anlaşmazlık mevcut. Bu anlaşmazlık İsrail için altın değerinde. Mevcut saldırıların bir diğer amacı da Filistin’deki bu iki gurup arasındaki çatlağı büyütme ve sorunu Filistin tarafındaki otorite boşluğuna dayandırmayı yakın zamanda – yaklaşık bir yıl sonra - yapılacak Filistin seçimlerine etki yapmayı, halkı bu konuda Hamas aleyhine etkilemeyi hedefliyor.Türkiye’nin TutumuOlay Türkiye açısından daha farklı bir konum arz etmektedir. Şöyle enine boyuna bir düşündüğümüzde karşımıza şu gerçekler çıkmaktadır:Bizde olaya biraz da milliyetçilik penceresinden bakılmaktadır. Bu nevî Milliyetçilik İslâm ile asla bağdaşmayan ve Fransız ihtilali sonucunda ortaya çıkmış bir kavramdır. Vatan sevgisi olgusundan tabanda zıttır, ancak böyle bir süs verilmeye de çalışılmıştır. Milliyetçilik Türkiye’de Müslüman Araplarla Türkleri birbirine düşman etmek için daha çok Arap düşmanlığı üzerine oturtulmuştur. Bu düşmanlığı körükleme adına en çok ileri sürülen iddia ise I. Dünya Savaşında Arapların bizi arkadan vurduğudur. Oysa bu, içlerinde Yahudi tarihçilerin de bulunduğu bütün ciddi tarihçiler tarafından reddedilen bir safsatadır. I. Dünya Savaşı’nda bize karşı sadece Şerif Hüseyin ailesi o da Mekke-Maan hattında savaşmış ve onun ihaneti savaşta tayin edici bir rol oynamamıştır. Onun dışında Irak- Suriye-Filistin gibi bütün diğer cephelerde Araplar bizimle beraber savaşmışlardır. Hem de Cemal Paşa’nın bazı Arap halka ve ileri gelenlere yaptıklarına rağmen. Kaldı ki öyle olmuş dahi olsa kimse bir başkasının suçu ile suçlanamaz yargılanamaz. (Naci Kaşif Kıcıman’ın “Medine Müdafaası-Hicaz Bizden Nasıl Ayrıldı” adlı eseri, bu tarihi vesikaları doğru bir şekilde yansıtması bakımından önemli bir kaynaktır.)Türkiye 2000’li yıllara kadar Arap dünyasına karşı genellikle mesafeli kalmış, buna karşı İsrail’i bağımsız devlet olarak tanıyan üçüncü ülke olduğu gibi; İsrail, PKK terörüne karşı Türkiye’yi samimi olarak destekliyor da değilken özellikle 1990’larda hemen her alanda yapılan anlaşmalarla İsrail’in insafına bırakılmıştır.Türk halkı açısında ikinci bir husus da, olaylara tam vakıf olamayışımız ve yanlış anlayıp yorumlayışımızdır. Bu konuda fazla yorum yapmadan herkesi kendisi ile muhasebeye bırakarak mevzuu nihayetlendiriyorum.Sonuç olarak Siyonist İsrail Ordusunun mazlum ve masum Müslüman Filistin halkına yaptığı bu soykırımı birkaç açıdan değerlendirmek bizim için daha iyi olacağı düşüncesindeyim.Bunlardan birincisi; Amerika 11 Eylül’den sonra dünya üzerinde istediği yere istediği şekilde saldırabileceğini ve yeryüzünü kendi isteğine göre dizayn edebileceğini sanmıştı. Şüphesiz bu hem Amerika hem de işbirlikçileri için büyük bir yanılgı idi. İşte dün Afganistan ve Irak’ta bugün ise Filistin’deki bu direnişler bunun en bariz örneğidir. Daha açık ve anlaşılır bir ifade ile bu gün Filistin’in o kutsal beldelerde Siyonist İsrail şahsında Amerika ve İslâm karşıtlarına olan direnci, Amerika’nın süper güç olmadığının ve İslâmî Cihad ruhunun henüz ölmediğinin ve ölmeyeceğinin en bariz göstergesidir. Zaten Amerika o malum 11 Eylül olayları sonrası uyguladığı strateji ve politikalarla yeryüzünde öylesine bir Amerikan düşmanlığı tohumu ekti ki bir süre sonra bunun faturasını çok ağır ödeyecektir.İkincisi; Gazze’de yaşanan insanlık dramı, Türkiye ve İran’ın dışında kimsenin çok da umurunda değil gibi. Eğer öyle olmasaydı Filistin devlet başkanı Mahmud Abbas bu kadar sessiz kalır mıydı? Mahmud Abbas Filistin davasının tek temsilcisi olabilmesi için Hamas’ın devre dışı bırakılmasından memnun gözükmektedir ve Mısır sınır kapılarını kapatır mıydı? Suriye bu kadar sessizliğe bürünürü müydü? Suudi Arabistan bu kadar pasif bir siyaset izler miydi? Ürdün bu kadar aciz bir tavır içinde olur muydu? Mısır, Suriye, Suudi Arabistan ve Ürdün, hâlen Hamas’la beraber olarak kendi ülkelerinde mevcut ideolojik yapıya ters anlayış ve oluşumların var olabileceği ve bölgede Hizbullah’ın daha güçlü hale gelebileceği endişesindeler. Bütün bunlardan dolayıdır ki İsrail’in bütün yaptıklarına razı gelmekte ve göz yummaktalar; ama unuttukları bir şey var o da ABD’nin 11 Eylül ve Irak’ın işgalinden sonra İslâm Dünyası’nı büyük ölçekte tehdit eder konumda oluşu ve bunu her zemin ve zamanda gösterişidir.Bir diğeri de bizim açımızdan şöyle ki, Filistin halkının %60’ının oyunu almış bir oluşum için “Canım, bu olaylarda hem Hamas hem de Filistinlilerin hatası var, İsrail’in yaptığı bir nevi nefs-i müdafaadır” demek bir mağlubiyet psikolojisidir. Bu, zalim ile beraber mazluma da vurma, zulme ve zalime destek olma manasına gelir. Eğer Müslümanların Filistin’de, Afganistan’da ve Irak’taki direnişleri olmasa idi, belki Türkiye bugün bu ateşin içerisinde olacaktı. Şu da bir hakikat ki; bugün terör, canlı bomba ve intihar eylemlerinin gerçekten arkasında kimler var bilemiyoruz. El-Kaide diye bir örgüt var mı? Varsa kimlerin kontrolünde tam olarak anlayamıyoruz; ancak bütün bu eylemlerden en çok Müslümanların zarar gördüğünü kesin olarak biliyoruz. Bu saldırıların bütün faturasını Afganistan’lı, Iraklı ve Gazzeli çocuklar ödüyor. Bugün bombalı eylemler, intihar saldırıları, gerçekte büyük güçlerin mazlumların kanını dökmek için kullandığı gerekçeden başka bir şey değil gibi görünüyor. Bütün dünya güvenliğin ve barışın sağlanması adı altında insanlara büyük bir kıyım ve savaş halini yaşatanların oyununu izliyor. Gazze’de bebekler niçin katlediliyor diye sorsanız, şehirler evler neden yıkılıp yakılıyor deseniz onlar “güvenlik için” diyorlar. Güvenlik birileri için ölüm bile olsa...Kuşkusuz Filistin topraklarında yaşanan olaylar ile ilgili verilebilecek çok fazla örnek, söylenecek çok söz, yapılacak çok yorum vardır; ancak unutulmaması gereken gerçek, tüm bu yaşananlar karşısında vicdanlı insanların üzerine düşen sorumluluktur. Filistin’de yaşanan olaylar bir Arap-İsrail savaşından çok daha öte anlamlar ifade etmektedir. Her şeyden önce Filistin’de hakları ve toprakları zorla gasp edilmiş Müslüman halk, önemli bir hak arayışı içerisindedir. Söz konusu mücadelenin geçtiği topraklar tüm İslam âlemi tarafından kutsal kabul edilen topraklardır. Aslında Filistin halkı da tüm Müslüman âleminin mülkü olan Kudüs topraklarını terk etmemek için direnmektedir. İşte bu yüzden Filistin topraklarında devam eden bu büyük zulme dayanak sağlayan ideolojilerle her alanda mücadeleye koyulmak, yapılanları protesto ve ürünleri boykot etmek, kalıcı bir çözüm yolu bulmak tüm iman edenlerin üzerine düşen bir sorumluluktur. Buna Müslümanların ihtiyacı var, buna insanların ihtiyacı var, buna bütün dünyanın ihtiyacı var...Masum ve günahsız bebeklerin suçsuz yere öldürülmediği; insanların dini, ırkı, veya dünya görüşleri nedeniyle hunharca katledilmediği; eğer savaş olacaksa, savaşların bile insanca yapılıp kadınlara, yaşlılara, çocuklara, yaralılara ve mabetlere dokunulmadığı; insan ve çocuk hakları bildirilerinin satırlardan sadırlara indirildiği bir dünya için; ey kudreti sonsuz olan Allah’ım! Bize yardım et (Âmin).
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.