Özlenen Rehber Dergisi

63.Sayı

Yâ Rasûlallah! Vahiy Sana Nasıl Geliyor? - 2.bölüm

Mustafa Yavuz Özlenen Rehber Dergisi 63. Sayı
Buharî’nin mü’minlerin annesi Hz. Âişe (r.ahnâ)’dan naklettiği bir hadiste; Hâris b. Hişâm, Rasûlullah (s.a.v.)’e: “Yâ Rasûlallah! Vahiy sana nasıl geliyor?” diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.): ’Bazen zil sesi şeklinde gelir ki bana en ağır geleni budur. O hal benden gider gitmez meleğin bana söylediğini kavramış olurum. Kimi zaman da melek bana bir adam şekline bürünerek gelir. Benimle konuşur ve ben söylediğini iyice bellerim.’ (Buhârî, Bed’u’l-Vahy)

Soru: Hadis-i Kudsî ve genel anlamda tüm hadisler birer vahiy ürünüdür. O halde Kur’ân-ı Kerîm’le hadislerin ve Kudsî hadisin farkı nedir?

Cevap: Vahiy, ya lafız ve mana birlikte olur ki bu sadece Kur’ân-ı Kerîm’e has bir özelliktir ya da yalnızca mana ile vahiy olup Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in kendi sözleriyle, fiilleriyle veya sükûtu ile manayı ifade etmesidir ki buna da Sünnet denir. Hadis-i Kudsî de sünnet kapsamında değerlendirilir. Çünkü manası Allah’tan gelen bir vahiy olup lafzı ise Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’dendir.

Hadis-i Kudsî’nin lafızları mutlak surette Allah’tan değildir. Çünkü Allah’tan gelen lafızlar yalnızca Kur’ân’a hastır ve î’cazı da sabittir. Her ne kadar Sünnet; ilham, uyku ve kalbe ilham yoluyla geliyorsa da aynı zamanda uyanık halde veya Cebrail (a.s.)’in Rasûlullah (s.a.v.) ile konuşması yoluyla da gelmektedir.

Soru: Vahyin yukarıdaki tarifine göre ilham ile vahiy arasında bir benzerlik var mıdır? Dinî açıdan ilham hüccet olur mu? Vahiy ile ilhamın farkı nedir?

1.İlham nedir?

İlham; kalbe inen birtakım manevî işaret, bilgi veya fikirlerin genel adıdır. Bazı mutasavvıflar ilham hakkında; ‘Allah’ın, kulunun kalbine salıverdiği işarettir’ demişlerdir. Konu, Allah ile kulunun kalbi arasında bir bağ olunca aklımıza ilham ile vahiy arasında bir benzerlik varmış gibi gelebilir.

Kur’ân-ı Kerîm’de ‘ilham’ kelimesi; Şems sûresi 8. âyette geçer. Bu sûrenin başında Rabbimiz (c.c.), güneşe ve aya, gündüze ve geceye, semaya ve arza yemin ettikten sonra, “Nefse ve onu en güzel bir biçimde şekillendirip fücûr ve takvasını ilham edene yemin ederim ki, nefsini arındıran muhakkak kurtulmuştur. Onu kirleten de, hüsrana uğramıştır” buyurur. (Şems, 8–10)

Ayette geçen Allah’ın nefse, fücûr ve takvayı ilham etmesi ona hayır ve şerri bildirmesi ve doğru yolu göstermesi anlamındadır.

2.İlham dinde hüccet olabilir mi?

Hemen belirtelim ki dinimizin tüm emir ve yasakları vahiyle sabit olmuştur ve bu vahyinde muhatabı peygamberlerdir. Dolayısıyla ilham her ne kadar Allah’ın dostlarına bir ikramı niteliğinde bazı sırları açması v.s. olsa da dinin herhangi bir hükmünü değiştirmek ya da olmayan bir hükmü dinimize sokmak salahiyetine sahip değildir. İlham sadece muhatap olan kişi için bağlayıcı olabilir.

Taftezanî’nin ‘Akaid’ metninde: “İlham, ehl-i hak nezdinde bir şeyin sıhhatini bilme yollarından değildir” şeklinde beyan eder ve ilham ile elde edilen bilgiyi inkâr etmeyi değil tüm Müslümanların elde edilen o bilgiyle mükellef olmadıklarını kastettiğini belirtir. Diğer bir deyişle ilhamın vukuunu değil, bu yolla elde edilecek bilginin, başkası için delil olacağını kabul etmezler.

Burada çok önemli bir hususu da zikretmekte fayda vardır. Kalbe gelen her ilham rahmanî olmayabilir. Eğer ilhama mazhar olan kimse dinî ilimlerde yeteri kadar bilgi sahibi değilse şeytan onun bu zafiyetini kullanarak o kimseyi Allah korusun sapıklığa düşürebilir. Buna misal olarak İbn-i Kesir tefsirinde şöyle bir rivayeti nakleder Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’a biri “Yalancı peygamber Muhtaru’s-Sakafî kendisine vahiy geldiğini iddia ediyor” deyince İbn-i Ömer “Doğru söylemiş” der ve şu âyeti okur: “Şüphesiz şeytanlar kendi dostlarına sizinle mücadele etmelerini vahyederler” (En’am, 121; İbnu Kesir, II, 170)

Vahiy ile İlham Arasındaki Fark

1.Vahyin ana konusu risalettir ve bütün insanlığa hitab eder. Hâlbuki ilham, yalnızca buna mazhar olan şahsa mahsustur.

2.İlham, dinî hükümlerde bağlayıcı olmaz ve delil olarak kabul edilemez sadece sahibini bağlar.

3.Vahyin kaynağı katî olarak ilâhîdir ancak ilhamın kaynağı her zaman ilâhî olmayabilir. Bu yüzden İslâm uleması vahiy katî, ilham ise zannîdir demişlerdir. Çünkü vahiy melek vasıtasıyla gelir. Meleklerde hata yapmazlar. Fakat kalbin, akıl ve nefisle alakası olduğundan, bunlardan etkilenir ve yanılması muhtemeldir.

4.Tüm peygamberler aldıkları vahyi insanlara tebliğ etmekle mükelleftirler ancak bir veli, kalbine gelen ilhamı tebliğe memur değildir. Hatta çoğu kere gizlemesi daha efdal olmaktadır.

5.Vahiy sadece peygamberlere mahsustur. İlham ise, insandan başka, melekler ve hayvanların da mazhar olduğu bir keyfiyettir.

Vahye İnanmanın Hükmü

Vahye iman akaide taalluk eden bir mesele olduğundan iman etmek farzdır, inkârı küfürdür. Zira vahyi inkâr risaleti inkâr demektir ki; Allah korusun bu da dini inkâr etmek anlamına gelir. Ayrıca vahyin delili aklî değil naklîdir. Yani vahyi akıl yolu ile ispat etmek yanlış olacağı gibi böyle bir şeyde mümkün değildir. Zira vahiy tamamen vahye muhatap olan peygamberlerin, Allah ile aralarındaki bağın bir ürünüdür ve bu da hisle algılanır dolayısıyla hisle algılanan bir şeyi akılla ispatlamaya çalışmak mantık dışıdır.



Vahiy Kâtipleri

Rasûlullah (s.a.v.)’in Kur’ân ilk inmeye başladıktan itibaren inen ayetleri yazdırdığı kimselere vahiy kâtipleri denir Allah Rasûlü (s.a.v.) ümmî olduğundan kendisine inen âyetleri okuma yazması olan sahabeye yazdırmış ve vahyi yazan bu kâtiplerin sayısı kırka kadar varmıştır. Vahiy kâtipleri, Yüce Allah tarafından indirilen âyetleri bez parçaları, enli kürek kemikleri, deve kaburga kemikleri, hurma dalları, ince beyaz taşlar ve hayvan derisi gibi şeylerin üzerine yazıyorlardı.
Mekke’de ilk vahiy kâtipliğini Abdullah b. Sa’d b. Ebi Sarh, Medine de ise Ubey b. Ka’b yapmıştır. Ondan sonra Zeyd b. Sabit bu görevi devamlı sürdürmüştür.
Rasûlullah (s.a.v.)’in vahiy kâtipliğini yapan diğer sahabe arasında: Hz. Ebû Bekir, Ömer b. el-Hattab, Ali b. Ebî Talib, Osman b. Affan, Amr b. el-As, Muaviye, Şurahbil b. Hasene, Muğire b. Şu’be, Muaz b. Cebel, Hanzele b. er-Rebi’, Cehm b. es-Salt, Huseyin en-Nemerî, Zubeyr b. el-Avvâm, Amir b. Fuheyre, Ebân b. Said, Abdulah b. Erkâm, Said b. Kays, Abdullah b. Zeyd, Halid b. Velid, Alâ b. el-Hadremî, Abdullah b. Revâha, Huzeyfe b. el-Yemân, Muhammed b. el-Mesmele vs. (Allah hepsinden razı olsun.) (İbn Hacer el-Askalanî, Fethu’l-Barî bi Şerhi Sahih Buharî)

Son olarak Hz. Âişe validemizin dilinden Allah Rasûlü (s.a.v.)’e ilk vahyin nasıl geldiğini dinleyelim...
Hz. Âişe (r.a.), vahyin başlangıcını kavrayıcı ve dinamik hassasiyetle tasvir ederek der ki: Rasûlullah (s.a.v.)’e vahyin ilk başlangıcı, uykuda rüyayı saliha şeklindeydi. Hiç bir rüya görmüyordu ki, sabah aydınlığı kadar apaçık gerçekleşmemiş olsun. Daha sonra tenha yerler kendisine sevdirildi. O da insanlardan uzaklaşarak ibadetle meşgul olmak üzere Hira mağarasına gidiyor ve belli birkaç gün üst üste bu mağarada ibadet ediyordu. Sonra Hadice’ye geliyor ve hazırlığını yapıp tekrar dönüyordu. Nihayet hak (vahiy) kendisine geldi. (Bir rivayette, aniden hakla karşılaştı denilmektedir.) O sıra Hira mağarasında bulunuyordu. Melek gelerek: “Oku!” dedi. Rasûlullah (s.a.v.): “Ben okumasını bilmem” karşılığını verdi. Rasûlullah (s.a.v.) buyuruyor ki: “Beni alıp üç defa sıktı ve serbest bıraktı” daha sonra şöyle dedi: “Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku. Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. Ki O, kalemle (yazı yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediğini O öğretti.”

Rasûlullah (s.a.v.) kalbi titrer olduğu halde eve döndü. Eşi Huveylid’in kızı Hadice’ye gelerek: “Beni örtün! Beni örtün!” buyurdu. Onu örttüler bir müddet sonra korkusu geçti. O zaman durumu Hz. Hadice’ye bildirerek: “Kendi canım hususunda korkuya kapıldım” dedi. Hz. Hadice: “Hayır, Allah’a yemin ederim ki O, seni asla mahcup etmeyecektir. Çünkü sen akrabanı gözetirsin, âciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fakire verir, misafiri ağırlar, hak yolunda halka yardım edersin” diyerek onu teselli etti. (Buharî, Bedu’l-Vahy, 1/7)
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.