BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ (K.S.) -III (Silsile-i Fârûkiye)
Özlenen Rehber Dergisi 63. Sayı
BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ (K.S.) -IIIManevî Dünyasından Bazı ÖrneklerBâyezîd-i Bistâmî hocalarından birinin huzurunda bulunuyordu. Hocası: ’Şu rafdaki kitabı getir.’ dedi. Bâyezîd: ’Hangi rafdaki kitabı istiyorsunuz efendim?’ dedi. Hocası: ’Bunca zamandır buraya gelip gidiyorsun. Dershânede oturduğun yerin üstündeki rafı diyorum.’ deyince, Bâyezîd-i Bistâmî: ’Efendim, mübârek sohbetinizi dinlemekteki dikkat ve edebe riâyetten dolayı, şu âna kadar başımı kaldırıp etrafa bakmış değilim’ diye cevap verdi. Hocası bu söz karşısında ’Mâdem ki durum böyledir. Senin işin tamamdır. Şimdi artık Bistam’a dönebilirsin ve bizden öğrendiklerini başkalarına öğretebilirsin’ buyurdu.*Bir gün kendisine: ’Mürşidin, yol göstericin kimdir?’ diye sordular. O da: ’Bir kadın’ dedi. ’Bu nasıl olur?’ dediler. Cevabında şöyle buyurdu: ’Bir gün Allah Teâlâ’nın sevgisi ile, kendimden geçmiş olarak yolda yürüyordum. Bir kadın gördüm. Elinde bulunan bir çuval unu, taşımam için bana ricâda bulundu. Gücüm yetmez diye düşündüm. Orada kafes içinde bulunan bir arslana işâret ettim. Kafes açılıp, arslan geldi. Un çuvalını yükledim. Fakat açıktan kerâmet göstermiş olduğum için de çok korktum ve mahcûb oldum. Kadının beni tanıyıp tanımadığını öğrenmek için; ’Pazara varınca kimi gördüm diyeceksin?’ dedim. Kadın; ’Zâlim Bâyezîd’i gördüm diyeceğim.’ dedi. Ben hayretle; ’Neden?’ diye sordum. Kadın şöyle cevap verdi: ’Allah Teâlâ, bu arslanı yük taşımak için yaratmadığı hâlde, sen niçin yük yükledin? Bu zulüm değil de nedir? Bunu, insanlar sana kerâmet sâhibi desinler diye yapmış isen çok fenâ’ dedi. Bunun üzerine çok ağlayıp istigfâr ettim. Bundan sonra benden fevkalâde bir hâl meydana gelse, ’Lâ ilâhe illallah Muhammedun Rasûlullah, Nûh Neciyullah, İbrâhim Halîlullah, Mûsâ Kelîmullah, Îsâ Rûhullah’ yazısını veya bir nûr görüyorum. Böylece, benden meydana gelen hâllerin doğru olduklarının, Allah Teâlâ tarafından tasdik olunduğunu anlıyorum.’*Kendisi keramet izharından kaçınır ve bunun kendisi için manevi düşüşe vesile olmasından korkardı. Şöyle anlatırdı: Bir gün Dicle kenarına vardım, nehrin iki yakası bana yol vermek için birleşti. Ben yemin ederek ’Buna aldanmam’ dedim. Çünkü, halkın yarım akçeye geçtiği yoldan otuz yıllık amelimi zayi ederek geçmek istemezdim. Bana Kerim lazım, keramet değil.*Bâyezîd-i Bistâmî’ye: ’Bu yüksek makamlara nasıl kavuştunuz?’ diye sordular. Cevabında şöyle anlattı: ’Bir gece herkesin uyuduğu bir sırada, Bistâm’dan çıktım. Ay her tarafı aydınlatıyordu. Giderken aniden karşımda çok heybetli bir makam gördüm. On sekiz bin âlem onun heybeti yanında bir zerre gibi kalıyordu. Aklım başımdan gitti. Beni fevkalâde bir hâl kapladı. O halde iken; ’Yâ Rabbî! Bu kadar büyük, bu kadar güzel bir dergâh acaba niçin böyle boş?’ dedim. Hemen; ’Bu dergâhın boşluğu, kimse gelmediği için değil, belki gelenlerin lâyık olmadığı ve uygunsuzluğu sebebiyle gelenleri bizim kabul etmeyişimizdendir’ diyen bir ses duydum. Bir an, herkesin bu huzûra kavuşması için şefâatçi olayım diye kalbime geldi. Fakat, bu şefâat makâmının Sultânu’l-Enbiyâ Muhammed Mustafa Efendimize mahsus olduğunu hatırlayıp, benim öyle düşünmemin, bu şefâat makâmına karşı edebe riâyetsizlik olacağını anlayıp, o düşüncemden vazgeçtim. Bir ses duydum ki; ’Ey Bâyezîd, Sultânu’l-Enbiyâ’ya olan muhabbetin ve edebe riâyetin sebebiyle, biz de senin edeb ve mertebeni yükseltiyoruz. Kıyamete kadar, Sultânu’l-Ârifîn, diye anılırsın buyuruyordu.’*Bâyezîd-i Bistâmî, Allah Teâlâ’nın aşkı ile öyle bir halde idi ki, O’ndan başka hiçbir şeyi hatırlamazdı. Yirmi yıl yanında bulunan ve hiç ayrılmayan talebesine her çağırdığında; ’Yavrum ismin nedir?’ diye sorardı. Bir defasında, o talebe dedi ki; ’Efendim. Yirmi yıldır hiç ayrılmadan, hizmetinizde bulunmakla şerefleniyorum. Lâkin her defâsında ismimi sormanızın hikmetini anlıyamadım.’ Bâyezîd-i Bistamî; ’Evlâdım, kusura bakma. Her defasında ismini soruyorum. Allah Teâlâ’nın muhabbeti kalbime gelince, beni öyle bir hâl kaplıyor ki, O’ndan başka her şeyi unutuyorum. Senin ismini de hatırımda tutmaya çalışıyorum, fakat böyle hâl olunca unutuyorum. Sen hiç üzülme’ buyurup talebesinin gönlünü aldı.*Bir gün yakınları kendisine; ’Efendim, filan yerde büyük bir zât var. Fazîlet ve kerâmet sâhibi bir velîdir’ dediler ve daha başka sözlerle o zâtı çok medh ettiler. Bunun üzerine Bâyezîd-i Bistâmî; ’Madem öyledir. O halde o büyük zâtı ziyârete gitmemiz lâzım oldu’ buyurdular. Talebelerinden bazıları ile birlikte onun bulunduğu yere geldiler. Bâyezîd-i Bistâmî bildirilen zâtın, mescide gitmekte olduğunu ve kıbleye karşı tükürdüğünü gördü. Görüşmekten vazgeçip derhal geri döndü. Sonra o kimse hakkında şöyle buyurdu: ’Dînin hükümlerini yerine getirmekte, sünnet-i seniyyeye uymakta ve edebe riâyette zayıf birisine, nasıl olur da kerâmet sâhibi denilir. Böyle bir kimsenin, Allah Teâlâ’nın evliyâsından olması mümkün değildir’ buyurdu.
Allah razı olsun efendim çok güzel hizmette bulunuyorsunuz. İnsan kendisinin ne kadar eksik olduğunu anlıyor ve o mübarek zatların hayatında ibret almaya çalışıyor.Allah'ım cümlemizi şefeatlerine nail olanlardan eylesin. (AMİN)