KULLUĞA DAİR
Âlemleri ve tüm mahlûkatı yoktan var eden Allah (c.c.) Sübhan’dır. O Allah ki, her şeyi bir intizam ve düzen içinde yaratmış ve hepsine ayrı bir görev ve sorumluluk yüklemiştir. Yaratılan tüm mahlûkatın yapmakla mükellef kılındığı bir takım ödevleri vardır.
Yeryüzünde, gökyüzünde ve âlemlerin hepsinde mevcut durumdaki canlı-cansız var olan her şey bir amaç ve gaye doğrultusunda hareket ederler. Hiçbir yaratık ya da var edilen eşya, cisim ilahî emrin dışında varlık sergileyemez. Farkında olsun ya da olmasın herkes ve her şey sonsuz kudret sahibi Zat-ı Akdes (c.c.)’in senaryosunda kendisine tevdî edilen rolü oynamaktadır.
Hayvanât ve nebatât yaptıklarından sorumlu olmayıp yaratıcının kendilerine ilham ettiği işlerle iştigâl edip görevlerini yerine getirirler. İnsanın bunlara nazaran farklı bir yeri vardır. Bunun içindir ki; görev ve sorumluluk bakımından diğer mahlûkattan ayrı, özel bir konuma sahip olan insan kendisine biçilen rolü hakkıyla îfâ etme yolunu tutmalı ve bu anlayış doğrultusunda kendisini hizaya sokmalıdır.
Yaratılan her şey belirli bir düzen dâhilinde hareket eder. Yaratılanlar içerisinde insan ise bu düzen içinde ayrı bir konumda yer alır. Çünkü insanın emaneti üstlenme (Kur’ân-ı Kerîm, 33/72) ve diğer mahlûkattan hariç asıl yaratılış sebebi vardır (Kur’ân-ı Kerîm, 51/56). İşte bunun içindir ki derunî manada; sonsuz kudret sahibi tarafından akılların idrak edemeyeceği incelikte yaratılan ve donatılan tüm mevcudât bir yandan ilahî nizam dâhilinde hareket ederken, diğer yandan da en güzel şekilde yaratılan (Kur’ân-ı Kerîm, 95/4) ve Kâdir-i Mutlak’ın yeryüzündeki halifesi (Kur’ân-ı Kerîm, 2/30; 6/165) şerefine nâil kılınan insanın hizmetine sunulmuştur. Bütün bunların neticesinde insandan da Hakk’ı bilmesi ve O’na layık-ı vechile itaat etmesi istenmiştir. İşte yaratıcı tarafından insandan istenen bu itaate “kulluk” diyoruz.
Kulluk, “Elestü bi rabbiküm” (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) (Kur’ân-ı Kerîm, 7/172) sırrına ermektir, hem de “Kâlu belâ” yı bütün âzâlarında ve benliğinde hissederek yaşamaktır.
Kulluk, varlık iddiasında bulunabilmek için yokluğu kana kana yaşamaktır. Var olan bütün benlikleri “sen” denizinde batırmaktır.
Kulluk, kalbin nefsânî ateşlerini ihlas ve aşk ile göz yaşı döküp söndürmek ve o kalbi nazar-ı ilâhîye’ye layık hale getirmektir.
Kulluk, olaylara vahdet penceresinden tevhid nazarıyla bakıp, vakıalardan o yüce dostun kudret-i şahanesini görebilmektir.
Kulluk, Hakk’a vuslat yolunda namazı miraç, secdeyi yakınlık ve zikri de itminan olma (Kur’ân-ı Kerîm, 13/28) araçları kılabilme sanatıdır.
Kulluk, Hakk’ın rıza ve hoşnutluğu için gayrısı olan her şeyden vazgeçebilmeyi göze almaktır.
Kulluk, Hakk’ın vahdaniyetini cihana haykırmak ve o noktada kendi acizliğini idrak etme, Hakk’ın yüce ve azizliği karşısında kendi zelil, fakir ve hakirliğini kabul etmektir.
Kulluk, iman ettim demekle birlikte getirdiği ve işaret ettiği sırat-ı müstakîm yolunda dosdoğru olabilmektir.
Kulluk, İbrahim (a.s.) misali ateşe gülerek gitmek, yüreğindeki teslimiyetten asla şüphe duymayan, verdiği söz gereği kendi canından bir parça, bir can olan yavrusu İsmail’ini (a.s.) Hak için feda etmekten tereddüt duymamak demektir.
Kulluk, Zekeriyya (a.s.) gibi Hak ve hakikat uğruna kâfirin zulmüne, hatta canına kasteden testeresine boyun eğmek ve sevgilinin emrine rıza göstermektir.
Kulluk, Musa (a.s.) tavrıyla bâtıla karşı çıkmak, ayağa kalkmak ve gönlündeki güzelliği yitirmeden Hakk’a teslim olup, Firavunlara meydan okumaktır.
Kulluk, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) misali kendisine yapılan onca zulüm ve eziyete rağmen“Yâ Rabbî! Onlar bilmiyorlar, bilseler yapmazlar” kavlince şefkat dolu bir kalple imanın hakikatini yaşamaktır.
Hâsılı kulluk, yaratılışın gayesidir. Vuslatı bulmak, vâsıl olmaktır. Hak ile olup, Hakk’ın rızasına kavuşmaktır.
Rabbim, “kulum” dediği insanlar arasına bizleri de dâhil etsin İnşallah. Âmin.
İstikamet üzere yaşamak duasıyla...
Deneme...
Özlenen Rehber Dergisi 63. Sayı
ALLAH bizi hakkiyla kul olanlardan eylesin inşALLAH elinize saglık ALLAH razi olsun