PEYGAMBER DOSTU GERÇEK BİR MÜCAHİT;
HZ. OSMAN B. AFFAN (R.A.)
Rasûlullah’ın damadı, gözünün nurusun
Rabbimin sevdiği ne güzel kulsun.
Meleklerin bile utandığı sevgili dostsun.
Sen Hz. Osman’sın cemü’l Kur’ân’sın.
Gerçek Peygamber âşıkları, hayâ, edeb timsali ve Kur’ân-ı Kerîm’i ahlâk edinen böyle insanlar çok nadir bulunurlar. Onlar, yaşadıkları hayatta bütün amaçları Rasûlullah (s.a.v.)’in getirdiği o güzel dini yaşamak ve yaşatmak için ellerinden gelen tüm fedakârlığı yapan gerçek mücahitlerdir. Bu güzel din uğruna onca önemli hizmetlere imza atmış, inananlara rehberlik etmiş olan ve zalimler tarafından şehit edilen, Efendimizin (s.a.v.) biricik dostu ve damadı muhterem Hz. Osman Zinnûreyn (r.a.) efendimiz...
Gerçekten İslâm tarihinde bu güzel dine o kadar önemli hizmetler etmiş Allah dostları var ki saymakla bitmez. İçinde bulunduğumuz bu ayda, Hz. Osman efendimizin şahadetinin 1344. yıldönümü içerisinde bulunmaktayız yani miladi 17 Haziran 656 yılı. Bu günlerde Hz. Osman efendimizi yakından tanımak ve onun İslâm davası için yaptığı güzel hizmetlerden kendimize ders çıkarmamız gerekmektedir.
Peki, kimdir Hz. Osman?
Hz. Osman b. Affân b. Ebil-As b. Ümeyye b. Abdi’ş-Şems b. Abdi Menaf el-Kureşî el-Emevî; Raşid halifelerin üçüncüsü. Ümeyyeoğulları ailesine mensup olup, nesebi beşinci ceddi olan Abdi Menaf’ta Rasûlullah (s.a.v.) ile birleşmektedir. Fil olayından altı sene sonra Mekke’de doğmuştur. Annesi, Erva binti Küreyz b. Rebia b. Habib b. Abdi Şems’tir. Büyükannesi ise Rasûlullah (s.a.v)’in halası Abdülmuttalib’in kızı Beyda’dır. Künyesi, ’Ebû Abdullah’tır. Ona, ’Ebu Amr’ ve ’Ebu Leyla’ da denilirdi. (İbnul-Hacer el-Askalânî, el-İsabe fi Temyîzi’s-Sahabe, Bağdat, II, 462; İbnü’l Esîr, Üsdül-Ğâbe, III, 584-585; Suyûtî, Târihu’l-Hulefâ, Beyrut 1986, 165).
Rasûlullah (s.a.v.) risaletle görevlendirildiğinde Hz. Osman (r.a.) otuz dört yaşlarındaydı. O, ilk iman edenler arasındadır. Hz. Ebû Bekir (r.a.), güvendiği kimseleri İslâm’a davette yoğun gayret göstermekteydi. Onun bu çalışmaları neticesinde, Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebi Vakkas, Zübeyr b. Avvâm, Talha b. Ubeydullah ve Osman b. Affân iman etmişlerdi. Hz. Osman, cahiliyye döneminde de Hz. Ebû Bekir’in samimi arkadaşı idi. (Siret u İbn İshak, İstanbul 1981,121)
Hz. Osman, iman ettiği zaman bunu duyan amcası Hakem b. Ebi’l-Âs onu sıkıca bağlayarak hapsetmiş ve eski dinine dönmezse asla serbest bırakmayacağını söylemişti. Hz. Osman (r.a.) ebediyen dininden dönmeyeceğini söyleyince, kararlılığını gören amcası onu serbest bırakmıştı. (Suyûtî, Târihu’l-Hulefâ, 168) Peşinden o, Rasûlullah(s.a.v.)’in kızı Hz. Rukiyye ile evlenmişti. Bazı tarihçiler bu evliliğin Peygamber’in risaletle görevlendirilmesinden önce olduğunu kaydederler (Suyûtî, Târihu’l-Hulefâ,165).
Mekke’de müşriklerin iman edenlere yönelttikleri baskı ve işkenceler yoğunlaşıp çekilmez bir hal alınca, Rasûlullah (s.a.v.), ashabına Habeşistan’a hicret etmeleri tavsiyesinde bulunmuştu. Hz. Osman’ın Habeşistan’a ilk hicret edenler arasında olduğu hakkında kaynaklar ittifak halindedirler. İbn Hacer birçok sahabiye dayandırarak Hz. Osman’ın, eşi Hz. Rukiyye ile birlikte Habeşistan’a hicret eden ilk kimse olduğunu kaydetmektedir. Mekkelilerin iman ettiklerine dair yanlış bir haberin Habeşistan’a ulaşmasıyla birlikte muhacirlerden bir bölümü Mekke’ye geri dönmüştü. Hz. Osman da geri dönenler arasındaydı. Ancak onlar kendilerine ulaşan haberin asılsız olduğuna şahit olduklarında tekrar Habeşistan’a gitmek için yola çıktılar. Hz. Osman (r.a.), hareket etmeden önce Rasûlullah (s.a.v.)’e şöyle demişti: ’Ya Rasûlallah! Bir defa hicret ettik. Bu Necaşi’ye ikinci hicretimiz oluyor. Ancak siz bizimle değilsiniz’. Rasûlullah (s.a.v.) ona; ’Siz Allah’a ve bana hicret edenlersiniz. Bu iki hicretin tamamı sizindir’ karşılığını vermişti. Bunun üzerine o; ’Bu bize yeter ya Rasûlallah’ dedi (İbn Sa’d, Tabakatü’l-Kübra, Beyrut t.y., I, 207).
Hz. Osman (r.a), ikinci olarak hicret ettiği Habeşistan’da bir müddet kaldıktan sonra Mekke’ye geri döndü. Rasûlullah (s.a.v.), Medine’ye hicret etmekle emrolunduğunda, Hz. Osman diğer Müslümanlarla birlikte Medine’ye hicret etti. O, Medine’ye ulaştığı zaman Hassan b. Sabit’in kardeşi Evs b. Sabit’e konuk olmuştu. Bundan dolayı Hassan, onu çok severdi. (İbnül-Esîr, Üsdül-Gâbe, 585; İbn Sa’d, a.g.e., 55-56).
Medine’de bir Yahudi’nin mülkiyetinde olan Rume kuyusunu yirmi bin dirheme satın alarak bütün Müslümanların istifadesine sunmuştu. Bu kuyunun Müslümanlar için ne kadar önemli olduğu Rasûlullah (s.a.v.)’in şu sözünden anlaşılmaktadır: ’Rume kuyusunu kim açarsa, ona Cennet vardır.’ (Buharî, Fezailu’l-Ashab, 47) Hz. Osman (r.a), hanımı Hz. Rukiyye ağır hasta olduğu için, Rasûlullah (s.a.v.)’in izniyle Bedir savaşından geri kalmıştı. Hz. Rukiyye ordu Bedir’de bulunduğu esnada vefat etmiş, Müslümanların zaferinin müjdesi Medine’ye ulaştığı gün toprağa verilmişti. Fiili olarak Bedir’de bulunmamış olmakla birlikte Rasûlullah (s.a.v.) onu Bedir’e katılanlardan saymış ve ganimetten ona da pay ayırmıştı. (Üsdü’l-Gâbe, III, 586; Suyutî, a.g.e., 165; H.İ.Hasan, Tarihu’l-İslâm, I, 256).
Hz. Osman, Bedir savaşı hariç müşriklerle ve İslâm düşmanlarıyla yapılan bütün savaşlara katılmıştır. Hz. Rukiyye’nin vefat edişinden sonra Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Osman’ı diğer kızı Hz. Ümmü Gülsüm ile evlendirdi. Hicretin dokuzuncu yılında Hz. Ümmü Gülsüm vefat ettiğinde Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştu: ’Eğer kırk tane kızım olsaydı birbiri peşinden hiç bir tane kalmayana kadar onları Hz. Osman’la evlendirirdim’ ve yine Hz. Osman’a ’Üçüncü bir kızım olsaydı muhakkak ki seninle evlendirirdim’ demişti. (Üsdü’l-Gâbe) Rasûlullah (s.a.v.)’in iki kızıyla evlenmiş olduğu için iki nur sahibi anlamında, ’Zi’n-Nûreyn’ lakabıyla anılır olmuştur. Zatü’r-Rika ve Gatafan seferlerinde Rasûlullah (s.a.v.), onu Medine’de yerine vekil bırakmıştır. (Suyuti, a.g.e., 165).
Hicretin altıncı yılında Müslümanlar, Umre yapmak için Mekke’ye hareket ettiklerinde, Hz. Osman da onların arasındaydı. Ancak putperest Mekke yönetimi, Müslümanları Mekke’ye sokmama kararı almıştı. Bunun üzerine Hudeybiye’de karargâh kuran Rasûlullah (s.a.v.), müşriklerle diyalog kurarak maksatlarının yalnızca umre yapmak olduğunu onlara bildirmek istiyordu. Rasûlullah (s.a.v.), bu iş için Hz. Ömer’i görevlendirmek istemiş ancak Hz. Ömer, bir takım geçerli sebepler ileri sürerek Hz. Osman’ın daha uygun olduğunu söylemişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), elçilik görevini Hz. Osman’a verdi. Daha önce elçi gönderilen Hıraş b. Umeyye el-Ka’bî’yi Mekke’liler öldürmek istemişlerdi. (İbn Sa’d, a.g.e., II, 96) Müşriklerin hırçın davranışları böyle bir elçiliği tehlikeli bir hale sokuyordu. Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Osman’a şöyle dedi: ’Git ve Kureyş’e haber ver ki, biz buraya hiç kimse ile savaşmaya gelmedik. Sadece şu Beyt’i ziyaret ve onun haremliğine saygı göstermek için geldik ve getirdiğimiz kurbanlık develeri kesip döneceğiz.’ Hz. Osman (r.a.), Mekke’ye gidip, müşriklere bu hususları bildirdi. Ancak onlar; ’Bu asla olmaz. Mekke’ye giremezsiniz’ karşılığını verdiler. Onların red cevabı İslâm karargâhına Hz. Osman (r.a.)’ın öldürüldüğü şeklinde ulaştı. Onun dönüşünün gecikmesi bu haberi destekler nitelikteydi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), yanındaki bütün Müslümanları ölmek pahasına müşriklerle çarpışmak üzere bey’ata çağırdı. Bey’atu’r-Rıdvan adıyla tarihe geçen bu bey’atlaşmada Rasûlullah (s.a.v.) sol elini sağ elinin üzerine koyarak, ’Osman Allah’ın ve Rasûlünün işi için gitmiştir’ dedi ve onun adına da bey’at etti. Müşrikler bu durumdan korkuya kapıldıkları için anlaşma yolunu tercih etmişlerdir. (İbn Sa’d, II, 96, 97)
Hz. Osman, bu arada Mekke’deki güçsüz Müslümanlarla görüşmüş ve onları İslâm’ın yakında gerçekleşecek olan fethiyle teselli etmişti. (Asım Köksal, İslâm Tarihi, VI, 177) Müşrikler, Hz. Osman’a isterse Kâ’be’yi tavaf edebileceğini bildirmişler, ancak o, Rasûlullah (s.a.v.) tavaf etmeden, kendisinin de tavaf etmeyeceği cevabını vermişti. Hudeybiye’de bulunan sahabiler ise Rasûlullah (s.a.v.)’e: ’Osman Beytullah’a kavuştu, onu tavaf etti; ne mutlu ona’ dediklerinde Rasûlullah (s.a.v.): ’Beytullah’ı biz tavaf etmedikçe, Osman da tavaf etmez buyurmuştur.’ (Vakidî’den naklen, A. Köksal, a.g.e., 178-179)
Hz. Osman, Medine dönemi boyunca sürekli Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte olmaya gayret gösterdi. Ashabın en zenginlerinden olması, onun İslâm’a ve Müslümanlara herkesten çok maddi yardımda bulunmasını sağladı. Bilhassa kâfirler üzerine sefere çıkan orduların techiz edilmesinde aşırı derecede cömert davrandığı görülmektedir. Tarihçiler onun Ceyşu’l-Usr diye adlandırılan Tebük seferine çıkacak ordunun techiz edilmesine yaptığı katkıyı övgüyle zikretmektedirler. O, bu ordunun yaklaşık üçte birini tek başına techiz etmiştir. Asker sayısının otuz bin kişi olduğu göz önüne alınırsa bu meblağın büyüklüğü rahatça anlaşılır. Yaptığı yardımın dökümü şöyledir: Gerekli takımlarıyla birlikte dokuz yüz elli deve ve yüz at, bunların süvarilerinin techizatı, on bin dinar nakit para (A. Köksal, IX, 162). Onun bu davranışından çok memnun olan Rasûlullah (s.a.v.): ’Ey Allah’ım! Ben Osman’dan razıyım. Sen de razı ol’ (İbn Hişam, Sîre, IV,161) diyerek duada bulunmuş ve: “Bundan sonra Osman’a işledikleri için bir sorumluluk yoktur’ buyurmuştur. (Suyûtî, a.g.e.,169)
Hz. Osman, Veda Haccı esnasında da Rasûlullah (s.a.v.)’in yanındaydı. Rasûlullah (s.a.v.) Müslümanları ilgilendiren bir çok meselede Hz. Osman’ın yardımına müracaat etmiştir (H.İ.Hasan, a.g.e., I, 256). Hz. Ebû Bekir (r.a.) halife seçilince Osman (r.a.) ona bey’at etti. Hz. Ebû Bekir (r.a.) halifeliği boyunca ümmetin işlerini idarede onunla istişarede bulundu. Hz. Ebû Bekir’in vefatından önce yazdırdığı Hz. Ömer’in halife atanmasına dair belgeyi Osman (r.a.) kaleme almıştır. Hz. Ebû Bekir, Hz Osman (r.a.)’ın yazdıklarını ona tekrar okutturduktan sonra mühürletmişti. Hz. Osman, yanında Hz. Ömer (r.a.) ve Useyd İbn Saîd el-Kurazî olduğu halde dışarı çıkmış ve oradakilere: ’Bu kağıtta adı yazılan kimseye bey’at ediyor musunuz?’ diye sormuştu. Onlar da: ’evet’ diyerek bunu kabul etmişlerdi. (İbn Sad a.g.e., III, 200).
Hz. Osman B. Affan (r.a)
Özlenen Rehber Dergisi 63. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.