Özlenen Rehber Dergisi

62.Sayı

Tefsir / 'Zan' Hakkında

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 62. Sayı
وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لًا

“Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Şüphesiz kulak, göz ve kalp, bunların her birinden sorulmuş olacaktır.” (el-İsrâ, 17/36)

İnsanoğlu başıboş değildir. Mükellef olmanın bir gereği olarak konuştuklarından, yazdıklarından, duyduklarından vs. bütün amellerden dolayı Allah (c.c.) katında sorumludur. En başta, iman bunun bir delilidir ki, âhirete, sual ve hesabın varlığına iman, bunun hakikat olduğunu idrak ettirir.

“O (Allah), yaptığından dolayı sual edilmez, fakat onlar (kullar) sorgulanırlar.” (el-Enbiyâ, 21/23) ve diğer birçok âyet ve hadislerde, Allah Teâlâ’nın azalarımızla işlediğimiz amel ve sözlerden dolayı bizleri sorguya çekeceği hakikati ifade buyrulmuştur.

İslâmi bir toplumda huzuru bozan manevi hastalıklardan biri de “zan”dır. Ne yazık ki bugün, bilgisizce söz söylemek, iftira, yalan oldukça yaygın bir ahlâk halini almıştır. Dinimiz, muhtelif emirleriyle bizleri bu çirkin ahlâklardan menetmiştir. İşte bu emirlerden birisi de tefsirini aktarmaya çalışacağımız bu âyet-i kerimedir.

* * *

تَقْفُ: Bu kelime lügatte, birbirinin peşine düşüp izlemek manasına gelir. Şiirde her beytin sonunda gelen ve peşi sıra birbirini takip eden “kâfiye” bu kelimeden türemiştir. Araplar içerisinde “Kâfe” namında bir kabile vardı ki, onlar, ayak izlerine bakarak insanların halleri ve nesepleri hakkında fikir yürütürlerdi. Yine Arapça’da “ense”ye, bedenin arkasında ve sanki bedeni takip ettiği için “kafa” denmiştir. Peygamberlerin birbiri ardınca gönderilmesi de Kur’ân’da bu kelimeyle ifade edilmiştir. (el-Hadîd, 57/27)

İbn-i Abbas (r.a.), bu kelimeyi “söyleme” manasına hamletmiştir. (İbn-i Cerîr; İbn-i Ebî Hâtim)
Bu iki manaya binaen âyetin manası; “Hakkında bilgin olmayan şeyi konuşma veya fiili olarak takip etme, peşine düşme” şeklinde olur.

وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ: “Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme.” Bu âyet-i kerimedeki nehiy, toplumda yaşayan her tabakadan insan için geçerlidir. Devlet adamı, basın mensubu, ilim adamı, tüccar, öğretmen vb. her sınıftan fert, bu âyete muhataptır.

Âyet-i kerime, birçok manayı kapsayan genel bir ifadedir. Bu nedenle müfessirler bu âyetin manası hakkında farklı izahlarda bulunmuşlardır:

1-Müşrikleri, batıl inançlarında zan üzere amelden nehyetmek: Müşrikler, herhangi bir delil veya hüccet olmadan Allah’a şirk koşuyorlardı. Gerek ulûhiyet gerek nübüvvet hususunda batıl inançlara sahiplerdi. İşte bu âyet-i kerime, onları batıl inançlardan nehyetmek için gelmiştir.

Allah (c.c.) muhtelif âyetlerde, müşriklerin inançları hususunda kesin bir ilme değil, aksine zanna, hevâ-heveslerine uyduklarını bildirmiştir: “Onlar yalnız zanna ve nefislerin arzuladıklarına tabi oluyorlar...” (en-Necm, 53/23), “Siz ancak zanna tabi oluyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.” (el-En’âm, 6/148), “Onların âhiret hakkındaki bilgileri (işte buraya kadar) ulaşmıştır. Fakat onlar bu konuda bir şüphe içindedirler. Daha doğrusu onlar âhiretten yana kördürler.” (en-Neml, 27/66) âyetleri bunlardan bazılarıdır.

İslâm’da itikâdî meselelerde zan ile amel caiz değil¬dir. Ancak amele taalluk eden meselelerde zanna ittiba caiz görülmüştür. Namaz kılan kimsenin kıblenin yönünü tayin ederken başka bir kimsenin haber vermesiyle amel etmesi gibi...

2-Yalan yere şahitlikten nehyetmek: Muhammed b. Hanefî (rh.a.), bu âyetten muradın, yalan yere şahitlikten menetmek olduğunu söylemiştir. (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef)

İbn-i Abbas (r.a.) da; “Ancak, gözünün gördüğü, kulağının işittiği ve kalbinin iyice anladığı şeyler hususunda şahitlik et.” demiştir.

Yusuf (a.s.)’ın kardeşlerinin sözlerini haber veren; “...Biz ancak bildiğimize şahitlik ettik. Biz gaybın bekçileri değiliz.” (Yûsuf, 12/81) âyetinde ifade edildiği üzere, ancak kesin olarak bilinen bir meselede adaletin yerini bulması için şahitlik yapılır.

İbn-i Abbâs (r.anhümâ) şöyle anlatmaktadır: Rasûlullah (s.a.v.)’in huzurunda, şahitlik yapan bir kimse zikredildi. (Rasûlullah, bana hitaben): “Ey Abbâs’ın oğlu, senin için şu güneşin aydınlığı gibi ayan-beyan olmayan bir iş haricinde (hiçbir şeye) şahitlik etme.” buyurdu ve eliyle güneşe işaret etti. (Beyhakî, Sünen-i Kübrâ/Sünen-i Suğrâ)

İmam Şâfiî (rh.a.) şöyle demiştir: “Şahidin, ancak bildiği şey hakkında şahitlik etmesi gerekir.” (Beyhakî, Sünen-i Kübrâ)

Yalancı şahitlik hakkında çok şiddetli vaidler vardır. Abdurrahmân b. Ebî Bekre (r.a.)’dan, o da babasından rivayet ettiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi?” Biz: “Evet yâ Rasûlallah!” dedik. Buyurdu ki: “Allah’a şirk koşmak, ana-babanın haklarına riayet etmemek.” Bu sırada dayanmış halde idi. Oturdu ve: “Haberiniz olsun! Yalan söz ve yalan şahitlik! Haberiniz olsun! Yalan söz ve yalan şahitlik!” buyurdu. Bunu söylemeye o kadar devam etti ki, nihayet (kendi kendime): “Hiç susmayacak!” dedim. (Buhârî, Edep, Bâb 6, 5976)

3-İftiradan nehyetmek: İbn-i Abbâs (r.a.) bu âyetin izahında şöyle demiştir: “Bilgin olmadığı (kesin bilmediğin) şeylerle (vasıflarla), kimseye söz atıp (iftira etme).” (İbn-i Cerîr)

Bir mü’mini, onda olmayan çirkin bir vasıfla vasıflandırmaya iftira denir. İftira, yalanın en çirkini ve en büyüğüdür. İftiranın her türlüsü haramdır. Karşılığında şiddetli azap vardır. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Her kim bir mü’mini, bir münafığın (şerrinden) korursa, Allah kıyamet günü onun etini cehennem ateşinden koruyacak bir melek gönderir. Her kim de bir müslümanı ayıplamak isteyerek ona iftira ederse, Allah onu söylediği sözden çıkıncaya kadar cehennem köprüsü üzerinde hapseder.” (Ebû Dâvûd, Edep, 4883)

4-Zina iftirasından nehyetmek: Bu âyet, herhangi bir delile dayanmadan, evli erkek ve kadınlara zina iftirasında bulunmaktan, asılsız şeyler uydurmaktan mü’minleri menetmektir.

İftira, büyük bir günahtır. İffet sahibi mü’minlere zina iftirasında bulunmak ise daha büyük bir cürümdür. Allah (c.c.), zina iftirasında bulunanların acı akıbetlerini şu âyet-i kerimede ifade etmiştir: “Hiç şüphesiz, iffetli, (haklarında uydurulan kötülüklerden) habersiz, mü’min kadınlara zina isnat edenler, dünya ve âhirette lanetlenmişlerdir. İşlemiş oldukları (günahtan) dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır.” (en-Nûr, 24/23-24)

Bu su-i ahlâk cahiliye Arapları arasında çok yaygın idi. Hicivlerinde bunu dile getirir ve levmde aşırı giderlerdi. Öyle ki, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz: “Bana istediğinizi sorun!” buyurduğunda bazı Sahâbeler: “Babam kimdir?” (Buhârî, İlim, Bâb 28, 92) sorusunu sormuşlardı.

Rasûlullah (s.a.v.)’in çok sevdiği Zeyd b. Hârise ile oğlu Üsâme (r.anhümâ) dahi tenlerinin rengi birbirinden farklı diye çirkin iftiralara maruz kalmışlardı. Ne zamanki neseplerinin birbirinden olduğu sabit oldu, Rasûlullah (s.a.v) çok sevindi ve rahatladı. Rasûlullah (s.a.v.)’in bu sevincini Âişe (r.anhâ) şöyle anlatmaktadır: Rasûlullah (s.a.v.), bir gün onun yanına mesrur bir halde girdi. Öyle ki yüzünün çizgileri parlıyordu ve: “Müdlicî’nin, Zeyd ve Üsâme için o ikisinin ayağını görünce ne dediğini duymadın mı? ‘Hiç şüphesiz bu ayaklar birbirindendir.’ dedi.” (Buhârî, Menâkıb, Bâb 23, 3555) buyuruyordu. Rasûlullah (s.a.v.), bedendeki bazı alametlere dayanarak nesep tespit etme ilmine sahip o kimsenin sözünü ikrar etmekle, araştırma ve uzmanlık kapısını da ümmetine açmış oldu.

5-Yalan söylemekten nehyetmek: Katâde (rh.a.) bu âyetin izahında şöyle demiştir: “Duymadığın halde ‘duydum’, görmediğin halde ‘gördüm’, ve bilmediğin halde ‘bildim’ deme. Zira Allah, bunların hepsinden seni sorguya çekecektir.” (İbn-i Cerîr; İbn-i Münzir) Rasûlullah (s.a.v.), hadislerinde, görmediği halde gördüm diyen yalancılar hakkında şöyle buyurmuştur: “Uydurmanın en uydurması; kişinin, görmediği şeyi gözlerinin gördüğünü (iddia etmesidir).” (Buhârî, Tabir, Bab 45, 7043)

“Kim görmediği bir rüyayı görme iddiasında bulunursa (kıyamet günü), ona iki arpayı birbirine bağlaması emredilir, o (bunu) yapamayacaktır. Kim de kendisinden hoşlanmadıkları veya uzaklaştıkları halde, bir topluluğun konuşmasına (kulak verip) dinlerse kıyamet günü kulağına erimiş kurşun dökülür. Kim bir suret (resim) yaparsa (kıyamet günü), ona azap edilir ve (yaptığı) surete ruh üflemesi emredilir, ama üfleyemez.” (Buharî, Ta’bîr, Bâb 45, 7042)

6- Gıybet etmekten menetmek: Gıybet; bir başkasını, gıyabında hoşlanmayacağı şekilde anmak, hakkında konuşmak demektir.

Abdullah b. Ömer (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim bir mü’min hakkında, onda olmayan (çirkin) bir sıfatı (ona nispet ederek) konuşursa, Allah (c.c.), onu (bu) sözünden çıkıncaya (tevbe edinceye, helallik alıncaya veya günahtan temizleninceya) kadar (cehennem ehlinin) vücudundan akan irinlerden meydana gelen çamurlanmış çirkefin içine yerleştirir.” (Ebû Dâvûd, Akdıyâ, 3597)

7-Faydasız işlerden menetmek: Bu âyet hakkında, İbn-i Abbas ve Ebû Ubeyde (r.anhümâ)’dan şu izah rivayet edilmiştir: “Bilmediğin, seni ilgilendirmeyen ve sana faydası olmayan şeylerin peşine düşme.” (Ahkâmu’l-Kur’ân, İbn-i Arabî; İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî)

Âyet-i kerimenin lafzı umumidir. Dolayısıyla, yukarıda zikredilen manaların hepsini içine almasında bir sakınca yoktur.

اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ: “Şüphesiz kulak, göz ve kalp...”
İlimler; duyu organları, akıl ve kalp ile elde edilir. Bu âyet-i kerimede ilmin yolları olarak kulak ve göze işaret edilmiştir. Zira insan bir şeyi duyup gördükten sonra onu anlatır ve ondan haber verir. Ayrıca bunlar hakikatleri idrak etmek için birer yoldurlar. Bunları yerinde ve hayra kullanmak nasıl hakka, hidayete götürüyorsa, kötüye kullanmak da dalalete götürür. Âyet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: “Muhakkak biz, cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için varettik. Onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler, hatta onlar daha da aşağıdırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.” (el-A’râf, 7/179)

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, bu uzuvların şerrinden Allah’a sığınmayı telkin etmiştir. Şüteyr b. Şekel (r.a.)’dan, o da babasından rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: “Yâ Rasûlallah! Bana bir dua öğret!” dedim. Rasûlullah (s.a.v.); “Allâhım! Kulağımın şerrinden, gözümün şerrinden, dilimin şerrinden, kalbimin şerrinden ve menimin şerrinden sana sığınırım, de!” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Salât, 1551)

كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لًا: “Bunların her birinden sorulmuş olacaktır.”

Bu ifadenin izahında müfessirler genel olarak iki görüş zikretmişlerdir:

Birinci Görüş: Mesul tutulma, ancak aklı olan ve mükellef tutulan varlıklar için söz konusudur. Akıl ve anlayışa sahip olup mükellef tutulan, insandır. Dolayısıyla bu ifadeyle, kulak, göz ve kalp sahibi olan insanın mesul olması kastedilmiştir. Uzuvlar ise mesul değildir. Bu aynı, “O beldeye sor!” (Yûsuf, 12/82) âyetinde olduğu gibidir. Burada “belde” kelimesi zikredilmiş; ancak bununla “belde halkı” murad edilmiştir. Bu âyette de uzuvlar zikredilmiş; ancak bununla uzuvların sahibi olan insan kastedilmiştir.

Dolayısıyla âyette, kıyamet günü insana; “Niçin dinlenmesi haram olan şeyleri dinledin, bakılması helal olmayan şeylere baktın, haram olan şeyleri düşünüp gerçekleştirdin; bu uzuvlarına niçin sahip olmadın, niçin onları Hakk’ın razı olduğu işlerde kullanmadın?” denileceği haber verilmektedir.

Duyu organlarının emîri insandır. Azalar insanın birer aleti gibidirler. Bunlar, Allah (c.c.)’nun hayır yönde kullanılmaları için insana verdiği emanetlerdir. Nefsine hâkim olmayıp bunları şer yönünde kullananlar azabı; hayır yönünde kullananlar ise sevabı ve Allah (c.c.)’nun rızasını elde eder.

İkinci Görüş: Bu ifadeyle zikredilen uzuvların hesaba çekileceği kastedilmiştir. İkrime (r.a.) bu âyetle ilgili olarak: “O kimsenin kulağı, gözü aleyhinde şahitlik eder.” demiştir. (İbn-i Ebî Hâtim)

Cenâb-ı Hakk’ın, uzuvlarda hayatı, aklı ve konuşma kabiliyetini yaratıp, sonra onlara soru sorması uzak bir ihtimal değildir. Zira Allah (c.c.)’nun hesap günü insanın uzuvlarında hayat varedeceği ve onların da insanın aleyhine şahitlikte bulunacağı bir çok âyetle sabittir:

“Hiç şüphesiz, iffetli, (haklarında uydurulan kötülüklerden) habersiz, mü’min kadınlara zina isnat edenler, dünya ve âhirette lanetlenmişlerdir. İşlemiş oldukları (günahtan) dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır.” (en-Nûr, 24/23-24)

“O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder.” (Yâ-sîn, 36/65)

“Nihayet cehenneme geldiklerinde, kulakları, gözleri ve derileri, yapmakta oldukları (işler) hakkında onların aleyhine şahitlik ederler. Onlar derilerine, ‘Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?’ derler. (Derileri): ‘Bizi, her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi o yaratmıştı ve yine yalnızca ona döndürülüyorsunuz.’ derler.” (Fussilet, 41/20-21)

* * *

Buraya kadar zikrettiğimiz açıklamalardan şu netice çıkmaktadır: İnsan, irade ve ihtiyarıyla duyduklarından, gördüklerinden ve kalbinin yapmaya azmettiklerinden sorumludur. Bu nedenle bir mü’min;

— Zandan şiddetle kaçınmalıdır. Herhangi bir şahıs veya hadiseyle alakalı olarak zanla, vehim ve hayalden ibaret olan tahminle hareket etmemelidir. Zira, “Hiç şüphesiz zan, hakikat namına hiç bir şey ifade etmez.” (en-Necm, 53/28) Mü’min ise hak ve hakikat insanıdır.

Bu nedenle Rabbimiz Allah (c.c.), toplumu ifsat eden, mü’minleri birbirine düşürüp fitne ve fesada kapı açan, kalplerin birbirine karşı nefretle dolmasına yol açan zanla amel etmeyi yermiş ve yasaklamıştır. “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.” (el-Hucurât, 49/12)

Rasûlullah (s.a.v.)’in hadislerinde ise bu yasak şöyle ifade edilmiştir: “Zandan sakının. Zira zan, sözün en yalanıdır. Haber koklamayın, tecessüs etmeyin, hasetleşmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, birbirinize buğzetmeyin, Allah’ın kulları kardeşler olun.” (Buharî, Edeb, Bab 58, 6066), Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Kişinin ‘zannettiler’ sözü ne kötü vasıtadır (binektir).” (Ebû Dâvûd, Edep, 4972)

Diğer bir hadislerinde ise bu hastalıktan tamamen uzak kalmanın mümkün olmayacağını, ancak zararından necatın mümkün olduğunu ifade etmiştir: Ma’mer b. İsmâil b. Ümeyye (r.a.)’dan rivayetle, Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Üç şey vardır ki, Âdem oğlu onlardan kurtulamaz: Uğursuzluk, su-i zan, hased.” (Sonra şöyle) buyurdu: “Seni uğursuzluktan onunla amel etmemen kurtarır. Seni su-i zandan onu konuşmaman kurtarır. Seni hasetten (mü’min) kardeşine kötülük yapmaman kurtarır.” (Abdurrezzâk, Musannef)

— Hiçbir kimse veya hadise hakkında peşin hükümlü olmamalıdır. Hüküm vermeden önce ciddi bir araştırma yapmak, Kur’ân-ı Kerim’in ve Sünnet-i Seniyye’nin emridir. Mü’min, her işittiğine inanmamalı, her gördüğünden yeteri kadar araştırıp delillendirmeden sonuç çıkarmamalıdır. Sözü konuşan, haberi veren kimsenin vasfı, haberin sıhhati açısından çok önemlidir. Bu nedenle önce kaynağı araştırmalı, sonra haberin sıhhatini delillendirmelidir. Mü’min, “Ey iman edenler! Size bir fasık, bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin (doğruluğunu) araştırın.” (el-Hucurât, 49/6) hitabına riayet etmeli ve ancak imanı kadar hakikat olan söz ve haberlere inanmalıdır.

— Mesnedi olmayan veya yalan bir haberi, gerçekmiş gibi konuşup yazarak yaymamalı veya yayıılmasına sebep olmamalıdır. “Çamur at, izi kalsın” sözünde ifade edildiği gibi, bu haberlerle izalesi çok zor derin yaralar ve lekeler meydana gelebilmektedir.

“Her işittiğini söylemesi, kişiye günah olarak yeter.” (Müslim, Mukaddime, 7) hadisi, her işittiğini konuşup yaymanın ne derece fena bir ahlâk olduğunu açıkça ifade etmektedir.

— Yalancı şahitlik, yalan söylemek, iftira atmak, iffetli insanlara zina isnat etmekten şiddetle uzak durmalıdır. Başkalarını mesnetsiz bir şekilde tenkit etmek, insanların gizli hallerini araştırmaktan da kaçınmalıdır.

— Bir mesele hakkında sual edilirse, kesin bildiği meseleler hakkında konuşmalı, değilse uzak durmalıdır. Hele bu mesele dinî içerikli ise, cahilane fetva vermekten şiddetle kaçınmalıdır. Bilmediği bir mesele için “Bilmiyorum!” demek, yüce bir ahlâktır. Bu ahlâk, meleklerin vasıflarındandır. Sahâbe efendilerimiz, bilmedikleri bir mesele hakkında “Bilmiyorum!” demekten hiç çekinmezlerdi.

— Kendisini ilgilendirmeyen, dünyevî veya uhrevî yönde her hangi bir fayda getirmeyen ve zamanın boşa gitmesine sebep olan işlerin peşine takılmamalıdır. Bu hususa riayet etmek kalbin itminana kavuşması için gereklidir. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz bir hadislerin şöyle buyurmuştur: “Kişinin malayani şeyleri terki, İslâm’ının güzelliğindendir.” (Tirmizî, Zühd, 2317)
Allâh-u a’lem!

* * *

Cenâb-ı Allah (c.c.), âyetleriyle amel eden, sevmediği ahlâk ve vasıflardan rızası için kaçınan sâlih kullarından olmayı hepimize nasip etsin!

Bu ifade şu manalara gelebilir:

1- Tevbe edinceye kadar.

2- İftira ettiği kimseden helallik alıncaya kadar.

3- İşlemiş olduğu cürmün günahı azapla temizleninceye kadar.

Bu ifade şu manalara gelebilir:

1- Şehvetin galebe çalıp da harama bakmaktan zinaya düşmeye kadar türlü haramlara düşmekten sana sığınırım.

2- Ölümün şerrinden, yani çirkin işler yaparken ölmekten sana sığınırım.

Dünya ve âhiretine herhangi bir şekilde fayda getirmeyen, faydasız, zaruri olmayan şey demektir.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

2 kişi yorum yazdı.