Müslüman, içine kapalı bir tip değildir. Kur’ân-ı Kerim’de “en hayırlı ümmet” olduğumuz haber verilirken, bunun gerekçesi de “doğruyu ve güzeli başkalarına anlatmamız, insanları yanlışlardan ve yasaklardan men etmemiz” (Âl-i İmrân, 3/110) şeklinde ortaya konulmuştur. Bütün Peygamberlerin ortak yolu Allah’ın kullarını irşat etmek, onları küfürden, şirkten ve Allah’a isyandan kurtarmaya çalışmaktır. Bundan dolayı Kur’ân’da ırkı, kültürü ve dini farklı olan insanlarla diyalog kurma yasaklanmamakta, bilakis Allah’ın kabul edeceği bir ortak paydada buluşma tavsiye edilmektedir. “De ki: ‘Ey Ehl-i Kitap! Geliniz aramızda müşterek olan şu kelime üzerinde karar kılalım: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim. O’na hiçbir şeyi şerik koşmayalım, kimimiz kimimizi Allah yanında Rabb edinmesin.’ Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: ‘Şahit olun ki biz müslümanlarız!’ deyiniz.” (Âl-i İmrân, 3/64.) Diyalog ve hoşgörü açısından Kur’ân ve Sünnet’e bakıldığında, konuyla alâkalı birçok âyet ve hadis bulmak mümkündür. İşte bu husus da, İslâm dininin herkesi kucaklayıcı bir yanını, yani onun evrenselliğini göstermektedir. İslâmî müsamahanın çerçevesi Ehl-i Kitab’a, hatta bir manada kim olursa olsun bütün dünya insanlarına kadar uzanmaktadır.
Rasûlullah (s.a.v), Hicaz bölgesindeki farklı kültür ve inançlara mensup insanlarla bir araya gelip konuşma gayretlerinin yanında komşu ülkelerdeki diğer din mensuplarıyla diyaloga önem vermekteydi. Efendimiz (s.a.v), müşrikler baskıyı artırdıklarında bi’setin beşinci yılında Müslümanları kafileler hâlinde Necaşî’nin ülkesi olan Habeşistan’a göndermiş, bu arada Necaşî’yi de İslâm’a davet eden bir mektup yazmıştı. (Muhammed İbn İshâk, Siyer, Yay. Haz. Muhammed Hamidullah, Çev. Kurul, İstanbul, 1991, s. 290; Beyhakî, Ahmed b. Hüseyin, Delâili’n-Nübüvve, Tah. Abdulmu’tî Kalacı, Beyrut, 1985, 2/308.)
Habeşistan’a hicret eden Müslümanlar, Necaşî’nin huzurunda ülkesine geliş gayelerini anlatıp İslâm hakkında bilgi verdiklerinde, o da Müslüman olmuştur. (İbn-i Hişam, 1/248-250.) Ayrıca Efendimiz (s.a.v) ile Necaşî arasındaki diyalogun bu hadise ile sınırlı kalmadığını, Necaşî’nin, Hz. Peygamber’e (s.a.v) bir takım meseleleri sorup öğrenmek üzere elçiler gönderdiğini ve yedi rahip beş keşişten oluşan bu heyetin aldıkları cevaplar karşısında gözleri yaşararak ve İslâm’ı kabul ettiklerini de müşahede ediyoruz. (İbn İshak, 280.) Necaşî vefat ettiğinde ise, Rasûlullah (s.a.s) bir vefa örneği olarak İslâm ile şereflenmiş olan bu insanı hayırla yâd etmiş ve gıyabında cenaze namazını kıldırmıştır. Ayrıca Rum kralı Kayser, Fars kralı Kisra, İskenderiye kralı Mukavkıs, Umman’ın kralları Ceyfer ve İyaz, Yemâme kralları Hanefî Sümâme b. Üsâl-Hevze b. Ali, Bahreyn kralı Münzir b. Sava el-Abdî ve Şam bölgesinin kralı Haris b. Ebî Şimr el-Gassânî, Efendimiz’in (s.a.v) diyalog kurmak için elçi gönderdiği devlet adamları arasındadır. (et-Taberî, Muhammed b. Cerîr, Tarihü’l Ümem ve’l Mülûk, Daru’l-Fikr, 1987, 3/237; İbn Sa’d, 1/258)
Diğer din mensuplarıyla nasıl bir ilişki içerisinde olabileceğimize dair vermiş olduğum bu örneklerin yeterli olacağı kanaatindeyim. Efendimiz (s.a.v) onlarla diyalog kurabilmek adına hiçbir zaman hak ve hakikati söylemekten veya onlara mektuplar yazıp, elçiler göndererek bildirmekten geri durmamıştır. Yani o kimseleri her fırsatta Allah’ı ve kendisinin de Allah’ın Peygamberi olduğuna îmana davet etmiştir. Bu yüzden onlarla diyalog halinde olmuştur. Aksi takdirde kendisine gelen ne Necranlı Hrıstiyanlara, ne de Medine’de yaşayan Yahudilere; “Sizin yolunuz da haktır veya bizim ve sizin de inandığınız aynı Allah’tır, bu şekilde devam edin” diye bir kelime dahi söylememiştir. Hatta Efendimiz (s.a.v) Yahudilerin Medine’deki ilim ve adliye merkezi konumundaki Beyt-ul Midras’larına bizzat gitmiş, onlara “Ey Yahudi topluluğu, İslâm olun, selâmet bulursunuz” (Buhârî, İ’tisam 18) tebliğinde bulunmuştur. Onun İslâm’a davetini bazıları kabul ederek ebedi saadete kavuşmuş, bazıları da kabul etmeyerek îmandan yoksun bir şekilde âhiret hayatının saadetinden mahrum kalmışlardır.
İşte diyalog bu şekilde olan bir karşılıklı konuşmayı ve görüşmeyi içerir; ama günümüzde dinler arası diyalog adına yapılan girişimlere ve yıllardır sürdürülen çabalara karşın Hristiyanların İslâm’a ve Müslümanlara bakışında hiçbir değişiklik olmamıştır. Ayrıca bu diyalog toplantılarında (şayet dile getirilebiliyorsa) İslâm’ın hak ve hakikati adına veya onları İslâm’a davet adına neler söyleniyor merak ediyorum. Nitekim Papa’nın, Eylül 2006’da Cihan Güneşi Efendimiz’e (s.a.v) hakaret içeren konuşması bunun en açık örneğidir. Dolayısıyla diyalog yalnızca Müslümanlar açısından “Hristiyanlık sempatisi” gibi bir işleve bürünmekte ve Müslüman halkların dirençlerini kırmaktadır. Bu durum diyalog girişiminin Hristiyanlar açısından misyonerliğin yeni bir versiyonu olduğu görüşünü de haklı çıkarmaktadır.
Hem bir müslümanın, teslis inancını (trinity) kabul eden ve “Allah, İsa, Ruhü’l-Kudüs” diyen Hristiyanlarla aynı Allah’a inanıyoruz diyebilmesi mümkün müdür? Şayet böyle söyleyen bir kimse bu ifadesiyle işlemiş olduğu vahim hatayı nasıl açıklayabilir? Çünkü Kur’ân’da “Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i İmrân, 3/19) ve “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki, (o din) ondan kabul edilmeyecek ve o, âhirette kaybedenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 3/85) buyrularak insanlığın kurtuluşu için tek yolun İslâm’ı kabul etmekle olacağı açıkça vurgulanmaktadır.
İçinde bulunduğumuz şu günlerde farklı dinler arasındaki diyalogu bir kenara bırakın, aynı dinin farklı mezhepleri arasındaki diyalogun gelişmesine bile karşı çıkan ve hatta üzülerek ifade etmeliyim ki, bu insanları kanlı bıçaklı hale getirmeyi başaran zihniyetlerin var olduğu dünyada bu adamların ’dinler arası diyalog’dan yana olduklarını söylemek mümkün müdür? Tüm dünyanın gözü önünde, sırf İslâm’ın farklı mezheplerinden geldikleri için birbirlerini kesen Iraklıların durumuna bakınca insanın haykırası geliyor: Dinler arası diyalog elbette iyi ve güzel bir şeydir; fakat önce dinlerin kendi içlerindeki diyalogu, anlayışı ve barışı sağlamaları gerekmez mi? Öncelikle İslâm Dünyası’nın kendi içerisinde bir iç diyalog sağlaması lazımdır. İçimizde sağlayacağımız birlik ve beraberlik, bizi diğer din mensuplarıyla olan diyalogumuz konusunda da en isabetli kararı vermeğe götürecektir.
Rasûlullah'daki (s.a.v) Diyalog Anlayışı ve Günümüze Yansıyanlar
Özlenen Rehber Dergisi 46. Sayı
s.a allah razı olsun iyi niyetinizi hissedebiliyoruz ama bu iç diyaloğu yapalım derken de genel manada yapılan (iyi niyetle)diyalog hizmetlerine de allah razı olsun dememiz lazım diye düşünüyorum.bu husus yazıda pek baskın anlatılmamış.teşekkür edrim
en büyük diyalok müslüman kardeşliğidir. önce kendi aramızdaki ayrılığa son verelim .
bizler diyaloga karşı değiliz diyalok diye yutturulmaya çalısılan olaya karşıyız Allah razı olsun
slmlykm, olayı özetlediğiniz için Allah razı olsun. İnşaallah din kardeşlerimiz sokulmak istedikleri çıkmazın farkına erken varırlar. Kendileri samimi olmuş olsalar bile karşı tarafın samimiyetsizliğini görmeliler. Yüce Rabbim hakkı hak bilip ona baglanmayı, batılı batıl bilip ondan uzak kalmayı nasip etsin... dua ile