Özlenen Rehber Dergisi

19.Sayı

El - Hâlık

Sultan ÇONGAOĞL Özlenen Rehber Dergisi 19. Sayı
’Her şeyin varlığını ve geçireceği hâlleri takdir eden, yaratan, yoktan var eden, büyüklükte eşi olmayan.’


Arapça ’halk/yaratma’ mastarından ism-i fâil olarak türetilmiş bir kelime olan ’el-Hâlık’ lafzı, ’yaratıcı’ anlamına gelmektedir. Kur’ân’da bu vasıf, çoğu defa ’hâliku külli şey’in / her şeyin yaratıcısı’ şeklinde kullanılmıştır.(1)

Bu kavram, bir şeyi ölçüp, biçip ayarlamak, bir şeyi başka şeyden yaratmak, bir işi düzgün bir şekilde planlayıp takdir etmek anlamlarına gelmekle beraber, daha çok bir aslı ve örneği olmadan yeni bir nesne var etmek anlamında kullanılmaktadır.(2)

Allah’ın eşyaya varlık veren bütün fiilî sıfatları, bu arada O’nun özellikle yaratma icraatı daha çok bu kökten türeyen kelimelerle ifade edildiğinden, bu kökün hem isim hem de fiil şeklindeki pek çok örneğini Kur’ân’da bulmak mümkündür. Kur’ân-ı Kerîm’de yüz yetmişten fazla yerde fiil sîğalarıyla, elli iki yerde de mastar olarak Allah’a nispet edilen bu kavram prensip olarak mutlak anlamda Cenâb-ı Hakk’tan başkasına nispet edilemez.(3)

Bütün dinî ve felsefî sistemlerin cevabını bulmaya çalıştığı; ’Evrenin ve insanın var oluşunun kaynağı nedir?’ sorusunu Kur’ân: ’Oluşun kaynağı Allah’tır. Varlık, insana, Allah’ın bir lütfüdür. Melekler ve cinlerden tutun da gökler, yer, güneş, ay, gündüz ve gece, dağlar, denizler ve nehirler, tüm bitki ve hayvanlara varıncaya kadar her şeyin, hülâsa bütün kâinatın yegane yaratıcısı Allah (c.c.)’dur.’(4) şeklinde cevaplamaktadır.

Allah Teâlâ’nın kâinatı yaratması, herhangi bir ihtiyaçtan ileri gelmiş değildir. Allah Teâlâ, yaptığı her işte Zât-ı Ulûhiyyetine ait bir menfaat gözetmekten veya herhangi bir ihtiyacı karşılamaktan münezzeh ve mukaddestir. Kâinatı yarattı; fakat yaratılmışlara muhtaç olduğu için değil, belki onları yaratmak hususundaki ezelî iradesini tahakkuk ettirmek ve onlara azamet ve kudretini göstermek, cemâl ve kemâlini sezdirmek, sayısız nimetlerden onları faydalandırmak gibi lütuf ve keremiyle yarattı. Kul, yaratılmakla Cenâb-ı Hakk gibi yüce zâttan haberdar olma, tanıma şerefine nâil olmuştur.

Allah (c.c.) Hâlık, herkes ise mahluktur. Dünyayı avucunun içinde bir inci tanesi gibi tutabilecek kudretteki Cebrâil’den tutun da, toprak altındaki aciz karıncaya kadar her ne varsa cümlesi Allah Teâlâ’nın yaratmasıyla meydana gelmiştir. Cebrâil (a.s.)’a o heybeti ve gücü veren Zât-ı Kibriyâ, aciz karıncanın iğne ucu kadar bedenine de mide, göz, kulak ve dil bahşetmiştir.

Cenâb-ı Hakk’ın eşyayı var etmesi iki türlüdür. Bu yaratmalardan biri ’İbdâ’ (hiç yoktan var etme)’, diğeri ’İhtirâ’ (inşâ, yani mevcut zerrelerden değişik canlı ve cansız vücutları inşa etmesidir)’. Kâinat, içindeki bütün varlıklar ile birlikte O’nun yaratmasının eseridir. Bugün ilmen ispat edilmiştir ki, kâinat yoktan yaratılmıştır. Elbetteki kitabı yazmadan önce, resmi yapan ressam resmi çizmeden önce, binayı yapan usta binayı inşa etmeden önce vardır. Kâinat sonradan yaratıldığına göre elbette ki onu yaratan Allah da ondan önce vardı.

İbdâ’ ve inşâ türündeki yaratmaları biraz daha açıklayalım. İbdâ’ türü yaratmaya; kâinatın on beş yirmi milyar sene kadar önce hiçbir model ve örnek alınmadan yoktan var edilmesini örnek verebiliriz. Bir örnek daha verelim: Vücudumuzda altmış kadar element kullanılmıştır. Elbetteki bu elementler rast gele ve gelişi güzel yığılmış da insan vücudu meydana gelmiş değildir. Sanatkarı olan Allah (c.c.) o elementleri âdeta yoğurmuş, görebilen, işitebilen, düşünebilen harika bir sanat eseri ortaya çıkarmıştır. İnsan, şekli, biçimi, görünümü, rengi, hepsinden önemlisi hayatı, kalbi ve kalbe bağlı duygu ve kabiliyetleri itibarıyla ibdâ’nın güzel bir tecellisi olmaktadır.

Elementlerin bir araya getirilip, vücudun yaratılması da inşâya örnektir. Kâinat her an, her saniye bu iki çeşit yaratılışın sayısız örnekleriyle dolup taşmaktadır. Aynı elementler, aynı su, aynı ışık ve aynı topraktan dokunmakta olan nice canlı ve cansız türlerin, cinslerin, fertlerin, her birinin şekil, sûret, renk, koku, tat, canlılık, duygu, mizaç ve kabiliyet bakımından farklı farklı yaratılışlarını ve her an maruz kalmakta oldukları değişiklikleri görmemek mümkün değildir. Yine mesela; her bahar sayısız canlı varlıkların şekillerini, sûretlerini, renklerini, kokularını, tatlarını... kısaca cevher ve ana maddelerinden başka bütün özelliklerini yoktan yaratıyor.(5)

Allah Teâlâ’nın bu mübarek ismini anarken tefekkür ufkumuz fezalar gibi genişlemelidir. O’nun yarattıkları üzerinde ne kadar tefekkür edersek, alacağımız ilâhî haz da o nispette artacaktır. Nitekim Ebû Said (r.a.)’den gelen rivayette Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:

’Gözlerinize ibadetteki hakkını verin!’ Oradakiler: ’Ey Allah’ın Rasûlü! Gözlerin ibadetteki hakkı nedir?’ diye sordular. Peygamber (s.a.v.) cevaben buyurdu ki: ’Kur’an okumak, ondaki hükümleri düşünmek ve ibret veren şeylere bakarak ibret almaktır.’

Tavas’ın dediğine göre; Havâriler Hazreti İsa (a.s.)’a vardılar: ’Bugün yeryüzünde sana benzeyen biri var mı?’ diye sordular. Hazreti İsa (a.s.): ’Evet, kim ki aklı zikirde, suskunluğu düşüncede ve bakışı ibrette ise o bana benzer.’ buyurdu.

’Bir saat düşünmek bir gece ibadet etmekten hayırlıdır.’ diyen Hasan-ı Basrî Hazretleri’nin Cenâb-ı Hakk’ın kâinattaki tecellisini her zerresinde hissederek tadışından Rabbim cümlemize nasip eylesin. Âmin!



Kaynakça:

1. Bkz. el-En’âm 6/102 ; er-Ra’d 13/16 ; ez-Zümer 39/6,62 ; el-Mü’min 40/62.

2. Lisânü’l-Arab, Râğıb el-İsfehânî, ’hlk’ mad.

3. M.F. Abdulbaki, Mü’cem, ’hlk’ mad. ; Topaloğlu, ’hlk’ mad., DİA, XV, 303.

4. Bkz. el-Bakara 2/29 ; el-En’am 6/101,102 ; el-Âraf 7/54 ; Yûnus 10/34; ayrıca b.k.z. Veli Ulutürk, s.42-70.

5. Esmâ-i Hüsnâ, Doç. Dr. Abdulaziz Hatip, Gençlik Yay., s.101-102.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • hümeyra

    harika bir yazı Allah bu yazarından razı olsun kalemine kuvvet versin

1 kişi yorum yazdı.