Hz. Hamza (r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.)’in müslüman olmaları Mekke’de yaşayan Müslümanları biraz rahatlatırken, Müşrikleri çok zor durumda bıraktı. İşkence ve eziyetle Müslümanlara bir şey yapamayacaklarını anlayınca Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e baş vurarak anlaşmak istediler.
Mekke kavminin önde gelenlerinden Utbe, Rasûlullah’ın ( s.a.v.) huzuruna gelerek:
’- Sen, içimizden birisin. Kabile arasıdaki derecen ve nesebindeki yerin herkesçe bilinir. Sen, kavmine çok büyük bir problem getirdin. İlahlarını ve dinlerini ayıpladın. Şimdi beni dinle, sana bazı şeyler arz edeyim; sen de düşünürsün, belki bunlardan birini kabul edersin.’ dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
’- Söyle ya Ebe’l-Veled, dinliyorum.’ dedi. Utbe şöyle devam etti:
’- Eğer getirdiğin din sebebi ile mal istiyorsan, mallarımızdan senin için ayıralım, sen en zenginimiz olursun. Eğer bununla şeref istiyorsan, seni başımıza reis yapalım, sensiz hiçbir karar almayalım. Eğer bununla emirlik istiyorsan, seni başımıza emir yapalım. Eğer sana gelen kendinden uzaklaştıramadığın bir cinnî ise, seni iyileştirmek için bütün mallarımızı harcayalım. Çünkü tedavi olmayan adamı delirtebilir cinniler.’
Rasûlullah (s.a.v.), Utbe’nin sözünü dinledikten sonra:
’- Bitirdin mi ya Ebe’l-Veled?’ dedi. Utbe:
’- Evet!’ dedi. Rasûlullah (s.a.v.):
’- Şimdi beni dinle.’ dedi. Utbe de:
’- Peki!’ dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) okumaya başladı:
’- Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Hâ Mîm. Bu Rahmân, Rahîm (olan Allah) tarafından indirilmedir. Bu, âyetleri Arapça bir Kur’an olmak üzere anlayacak bir kavme açıklanmış bir kitaptır. Hem müjdeleyici, hem uyarıcı olarak... Fakat onların çoğu yüz çevirdiler. Artık onlar dinleyip hakkı kabul etmezler.’(Fussilet, 41/1-4.)
Efendimiz (s.a.v.) okumaya devam etti. Utbe, bu âyetleri dikkatlice dinlemekteydi. Sonra Peygamberimiz (s.a.v.) secde âyeti gelince secde etti ve şöyle buyurdu:
’- Yâ Ebe’l-Veled! Okuduğumu dinledin. Artık seni, onunla baş başa bırakıyorum.’
Utbe, kalkıp arkadaşlarının yanına geldi. Arkadaşları:
’- Ne oldu yâ Ebe’l-Veled?’ dediler. Utbe:
’- Ben öyle bir söz işittim ki, vallâhi o sözün benzerini şimdiye dek hiçbir kimseden duymadım. Vallâhi o ne şiirdir, ne sihirdir, ne de kahinliktir. Ey Kureyş topluluğu! Beni dinleyin ve benim hatırıma bunu yapın. Bu adamı davası ile baş başa bırakın. Onunla savaşmayı terk edin. Allah’a yemin ederim ki, O’ndan işittiğim sözün büyük yankısı olacaktır. Eğer Araplar üzerine hakim olursa, O’nun mülkü sizin mülkünüzdür. O’nun izzeti sizin izzetinizdir. O’nun davasıyla insanların en mesudu olursunuz.’ dedi. Onlar da:
’- Vallâhi, diliyle seni de büyüledi yâ Ebe’l-Veled!’ dediler. Utbe:
’- Bu benim görüşüm. Siz dilediğinizi yapın.’ dedi.(İbn-i Hişâm, 1/293-294.)
MÜŞRİKLERİN MÜSLÜMANLARA BOYKOT İLANI
İslâmiyet’in, Mekke sınırlarını aşarak kabîleler arasında yayılmağa başlaması, müşrikleri endişeye, telâşa düşürdü. Hz. Hamza (r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.) gibi iki büyük kahramanın Müslüman olması Kureyşlileri bir hayli düşündürdü. Onları, bu yolda yeni ve kesin kararlar almaya sevk etti. Nihâyet, Hâşimoğulları’na boykot îlan ederek onları zorlama yoluna gitmeyi kararlaştırdılar.
Müşriklerin, boykot kararı için aralarında yazıp Kâbe duvarına astıkları ’akid levhası’ şöyle idi:
’- Peygamber kabîlesi olan Hâşimoğulları ile alâka katiyen kesilecek.
- Onlarla alışveriş yapılmayacak.
- Onlarla herhangi bir evlilik düşünülmeyecek.’
Böylece Müslümanlar tam üç sene muhâsara edildiler. Kuvvetleri kalmayıncaya kadar aç kaldılar. Tâ ki, Allâh Teâlâ, bu zâlim akitten Müslümanları kurtarıncaya kadar bu boykot devam etti.
Bu uzun ve acı boykot hareketini Kureyş’ten bâzı iyi kalpli kimseler beğenmedi. Bunun üzerine bu sahîfenin yırtılması hususunda aralarında anlaştılar. Kureyş’ten beş kişi bu niyetle Kâbe’ye geldi. İçlerinden Züheyr ibn-i Ebî Ümeyye isimli kimse kalkarak, Kâbe’yi yedi defa tavaf etti ve yüksek sesle Kureyş’e şöyle hitap etti:
’Ey Mekkeliler! Biz, yiyelim, içelim, giyinip kuşanalım da öte yandan Hâşimoğulları alışverişten mahrum edilsinler, darlıklar, sefâletler içinde kıvranarak helâk olsunlar, doğru mudur? Vallâhi, akrabâlık bağlarını kesen o zâlim sahîfe yırtılmadıkça duracak, oturacak değilim!’ dedi.
O sırada mescidin bir tarafında bulunan ve Züheyr’in konuşmasından sinirlenip duran Ebû Cehl’in sesi yükseldi:
’- Yalan söylüyorsun, yırtamazsın!’ dedi.
Zem’â ibn-i Esved, Ebû Cehl’e:
’- Vallâhi, en yalancı sensin! Zâten biz o yazıya, yazıldığı sırada da razı olmamıştık!’ dedi. Ebû’l-Bahterî:
’-Zem’â doğru söylüyor. Biz onda yazılı olanları tamamıyla kabul ve ikrar etmemiştik.’ dedi.
Bu konuşmalar karşısında Ebû Cehil artık direnemedi ve şöyle dedi:
’- Her hâlde bu, daha önce, buradan başka bir yerde geceleyin görüşülmüş, konuşulmuş, üzerinde karara varılmış bir iş olsa gerek!’
O zaman Mut’im ibn-i Adiyy kalktı ve kağıdın üzerinde bir kurt gördü. Kurt bütün kağıdı yemiş, delik deşik etmişti. Yalnız Allah ismini yememişti. İşte böylece Müslümanlara reva görülen üç senelik zulüm sona ermiş oldu.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), bu kurt hâdisesini daha önceleri amcasına şöyle haber vermişti:
’Amca, Allah onların yaptıkları anlaşmaya bir kurt musallat edecek ve hepsini kemirecek, yalnız Allah ismi kalacaktır.’ İşte mûcize-i peygamberî böylece tahakkuk ediyordu.
Bu kurtuluş çâresini düşünenlerden biri de Hişam ibn-i Amr’dır. Bu zât, Kureyş’e nazaran çok merhametli idi. Hâşimoğulları sıkıntılı günlerini yaşarken, o, devesinin üstüne bâzı yiyecekler yükler ve gece onların bulundukları yere doğru sürer, sevk ederdi. Böylece, Hâşimîler birazcık olsun yiyeceğe sâhip olurlardı. Sonra onlar da tekrar deveyi geriye sürerlerdi.
HÜZÜN SENESİ
Peygamber Efendimizle Müslümanların biraz rahat edecekleri bir sırada, amcası Ebû Tâlib ve kendisine ilk imân eden Hz. Hatîce (r.anhâ) gibi cefâkâr ve vefâkâr bir hayat arkadaşının, birbiri ardınca vefât etmeleri, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) için boşlukları doldurulamayacak kayıplardandı.
Bi’setin 10. yılına rastlayan bu hâdiseler, Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)’e hayâtı boyunca unutamayacağı üzüntüler getirmiş olduğundan bu seneye, ’gam ve keder yılı, hüzün yılı’ denmiştir.
Ebû Tâlib vefât ettiği zaman 87 yaşında idi. Kendisi Müslüman dahi olmadığı halde, Kureyş’in bütün düşmanlıklarına hedef olan Peygamberimiz (s.a.v.)’i hayâtının sonuna kadar korumaktan da geri durmamıştı.
Aynı yıl Ramazân-ı Şerîf ayında bütün Müminlerin annesi Hz. Hatîce (r.anhâ) vâlidemiz de 65 yaşında olduğu halde vefât etti. Hz. Hatîce (r.anhâ) vâlidemiz, Peygamberimizin (s.a.v.) Peygamberliğini ilk tasdik eden, en sıkıntılı günlerinde derdine ortak olan, vefâkâr bir hayat arkadaşı idi. Peygamber Efendimizle (s.a.v.) birlikte 25 yıl yaşadı. Peygamberimiz, Hz. Hatîce vâlidemizi takdir ve rahmetle anar, hatırasına çok hürmet ederdi. Peygamberimizin (s.a.v.)’in, Hz. İbrâhim’den başka bütün çocukları Hz. Hatîce (r.anhâ)’dan doğmuştu. Hz. İbrâhim ise, Hz. Mâriye adındaki zevcesinden doğmuştur.
Faydalanılan Eser:
Peygamberimiz, Hayat ve Daveti, S. Mübarek Fûrî, s.131.
Kureyşlilerin Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'e Anlaşma Teklifi
Özlenen Rehber Dergisi 19. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.