Temelinde ve yapısında güzel ahlâkın öğretileri bulunmayan hiçbir fikir akımı, cemaat, kültürel veya sosyal yapı varlığını devam ettiremez, zihinlerde ve gönüllerde kalıcı eserler bırakamaz. Buna binaen de yıkılıp gitmesi, tarih sahnesinden silinmesi vazgeçilmez bir sonuçtur. Tarih boyunca ahlâkî olmayan sayısız düşünce ve fikirler, buna bağlı olarak da toplumlar yok olup gitmiştir. Temelinde ahlâkî düsturlar bulunanlar ise insanlar üzerindeki tesirlerini hâlâ devam ettirmektedir.
Allah katında itibar gören tek din olan İslâmiyet güzel ahlâk üzere bina edilmiş, dünyaya ve âhirete yönelik ahkamlar içeren bir tevhid dinidir. İslâm dini itikat, ibadet ve diğer ahkamlarıyla tesirini kıyamete kadar devam ettirecek ve son ana kadar bu din üzere amel edecek olan insanlar gelecektir.
İslâm dini, hayatın tüm yönleriyle ilgilenmekte ve bu hayatı nizama sokacak prensip ve hükümler belirlemektedir. Bu prensip ve hükümler kişilerin ferdî hayatlarıyla alakalı olduğu kadar toplum yapısıyla da alakalıdır. İslâm’ın amacı bu iki yönden insanların kargaşa ve anarşiden uzak, emniyet ve selamet içerisinde yaşamalarını sağlayarak onların saâdet-i dâreyne kavuşmalarıdır. Bu da hiç şüphesiz ahlâkî bir düzen ile mümkündür. Bu bağlamda İslâm’ın ibadet, muamelât ve ceza ile alakalı hükümlerinin, kısacası bütünüyle dinin güzel ahlâkı sağlamaya yönelik olduğunu söylemek mümkündür. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): ’Din, güzel ahlâktır.’(1) buyurarak bu hakikati beyan etmişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de tüm yönleriyle eşsiz ve mükemmel olan Efendimiz (s.a.v.)’in ahlâkî yönden üstünlüğü ve yüceliğinin ön plana çıkarılması da bu hususun en güzel bir göstergesidir.
Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde: ’İslâm beş esas üzerine bina edilmiştir: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şahâdet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, Kâbe’yi haccetmek, Ramazan orucu tutmak.’(2) buyurmuşlardır. Yukarıda ifade ettiğimiz hakikati delillendirmek açısından, dinin her hükmünde bir terbiye ve neticesinde elde edilen ahlâkî bir meziyetin bulunduğuna dair bir çok örnekler vermemiz mümkündür. Ancak bu hususa işaret etmesi açısından biz bu makalemizde, din denince ilk akla gelen İslâm’ın bu beş esasının güzel ahlâkla münasebetini âyet ve hadislerden örnekler vererek açıklamak istiyoruz.
1- Îman: İslâm’ın ilk rüknü ve temeli olan îman, güzel ahlâkın da esasıdır. Zira îman, tüm kainata anlam ve değer kazandıran şeydir. Bir kimsede îmanın varlığı, onun tüm fenalıklardan uzaklaşıp güzel ahlâk ve seciyelerin tümüne sahip olması için yeterli bir sebeptir. Hakiki mânâda îman eden bir kimsenin Allah ve Rasûl’ünün emirlerine muhalif davranması veya yasaklanan fiilleri işlemesi düşünülemez. Zira böyle davranmak îmanın mânâ ve özüne terstir. Rasûlullah (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: ’Zina eden bir kimse, zina yaptığı sırada mümin olarak zina yapmaz; hırsız da çaldığı sırada mümin olarak hırsızlık yapmaz; içkici, içki içtiği sırada mümin olduğu halde içki içmez; insanların, onun yüzünden gözlerini kendine kaldıracakları kadar nazarlarında kıymetli olan bir şeyi mümin olarak yağmalamaz.’(3)
Îman, bir kimsenin güzel ahlâklı olmasını gerekli kıldığı gibi, îmanın kemâlini yakalama ve hakikatine erme de güzel ahlâklı olmaya bağlıdır. Zira Peygamberimiz (s.a.v.) Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edilen bir hadislerinde: ’Müminlerin îman bakımından en üstünü, ahlâkça en güzel olanıdır. En hayırlınız da âilesine hayırlı olandır.’ buyurmuşlardır.(4)
2- Namaz: Dinin direği olan namazı eda etmekten maksat, sadece belirli vakitlerde muayyen hareketleri yapmak değildir. Namazda, Allah’a kulluk, Müslümanların düzenli bir surette bir araya gelmeleri gibi birtakım faidelerin varolmasının yanı sıra, insana sağlamış olduğu ruhî ve ahlâkî kemâlât ve güzellikler de söz konusudur. Namaz kılan bir müminin aynı zamanda kötü ahlâklı olması, insanları hareket ve sözleriyle incitmesi, Allah’ın haram kıldığı şeyleri yapması düşünülemez. Aksine namaz, Müslüman’da bulunan kötü ahlâkların gidip yerine Allah’ın razı olduğu ahlâkların gelmesine sebep olur. Yüce Rabbimiz bir âyette şöyle buyurmaktadır: ’(Rasûlüm!) Sana vahy edilen Kitab’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı zikretmek elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.’(5)
Namazın kişiyi fenalıklardan ve hayasızlıktan men edici bir unsur olduğu bu âyet-i kerîmede açıkça beyan edilmiştir. Buna binaen bu âyetten, namaz kıldığı halde bir takım fenalıkları işleyen ve bunlarda ısrar eden kimsenin kılmış olduğu namazdan hakiki bir surette istifade edemediği mânâsını çıkarmak mümkündür. Bu mânâya işaret bir hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz (s.a.v.): ’Kim ki kılmış olduğu namaz onu kötülükten ve hayasızlıktan alıkoymuyorsa, (bunun sonucunda) bu kimsenin ancak Allah’a olan uzaklığı artar.’(6), bir diğer rivayette ise: ’...bu kimsenin namazı yoktur (namazı boşa gitmiştir)’ buyurmuştur.
3- Zekat: Zekata baktığımızda onun, müminlerin kalplerini manevî kir ve hastalıklardan temizleyici, toplumu ıslah edici bir unsur olduğunu görürüz. Zira bir âyet-i kerîmede: ’Onların mallarından zekatı (ve sadakayı) al; bununla onları temizlersin. Ve onlar için dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (onları yatıştırır). Allah işitendir, bilendir.’(7) buyurulmaktadır.
Zekat, Müslüman toplumun iktisâdî yapısını düzenleyen, toplumun tabakaları arasında maddî açıdan oluşacak aşırı farklılaşmaları önleyen, Müslümanlar arasında yardımlaşma ve karşılıklı tesânüdün oluşmasını sağlayan farz bir ibadet olmasının yanı sıra, toplumun ahlâkî açıdan kemâli yakalamasını sağlayan, ferdî ve toplumsal açıdan bir çok felaketlere yol açan kibir, haset, vurdumduymazlık, dünya sevgisi vs. gibi hastalıkları tedavi eden bir unsurdur. Kişi, zekat ve sadaka sayesinde bir çok kötü ahlâktan sıyrıldığı gibi, güzel ahlâkın temelini teşkil eden tevazu, cömertlik, kanaat ve îsar (kardeşini kendi nefsine tercih etme) gibi ahlâkları da kazanmış olur.
Ayrıca, temelinde güzel ahlâk yatan her bir salih ameli işlemek, dinimizce bir sadaka sayılmıştır. Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde: ’Kardeşine karşı izhar edeceğin tebessümün bir sadakadır. İyiliği emredip kötülükten nehyetmen sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yolu gösterivermen sadakadır. Gözü sakat kimse için görüvermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik (gibi şeyleri) kaldırıp atman sadakadır. Kovandan kardeşinin kovasına su boşaltman sadakadır.’(8) buyurarak sadakanın kapsamını genişletmiştir.
4- Oruç: İslâm’ın diğer bir rüknü olan oruca gelince; bunda da aynı hedefin varolduğunu görürüz. Yani, kişilerin kötü ahlâklarını terk etmeleri ve güzel ahlâk sahibi olmaları, kısacası takva sahibi olmaları. Bu mânâya işaret eden bir âyet-i kerîmede Rabbimiz Teâlâ şöyle buyurmaktadır: ’Ey îman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz (takva sahibi olursunuz).’(9) Buna binaen diyebiliriz ki; her sene bir ay boyunca tuttuğumuz farz oruçlar veya farklı zamanlarda tutmaya çalıştığımız nafile oruçlar bizlere takvayı, Allah korkusunu, bunun neticesinde de O’na itaat edip haramlardan kaçınmayı kazandırmalıdır.
Efendimiz (s.a.v.) oruçtan maksadın sadece yeme, içme ve bir takım şehevî arzuları terk etmek olmadığını, bunlarla beraber yalan, gıybet, dedikodu gibi toplumda büyük zararlar meydana getiren, fitne ve fesadın kaynağı olan ahlâklardan da uzaklaşılması gerektiğini ifade etmişlerdir. Bu hususa vurgu yapan hadîs-i şerîflerden birkaçı şunlardır:
’Kim yalanı ve onunla ameli terk etmezse (bilsin ki) Allah’ın, onun yiyip içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur.’(10)
Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Ben Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu işittim: ’Oruç ateşe karşı (sağlam) bir perdedir, yeter ki kişi onu yırtmasın.’ Denildi ki: ’Onu ne ile yırtar?’ ’Yalanla ve gıybetle.’ buyurdu.(11)
’Oruç perdedir. Biriniz bir gün oruç tutacak olursa kötü söz sarf etmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi, kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga edecek olursa; ’Ben oruçluyum!’ desin (ve ona bulaşmasın).’(12)
5- Hac: Hac ibadetinde de bu bağlantıyı açık bir şekilde görmek mümkündür. Yüce Rabbimiz (c.c.) bir âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle buyurmuşlardır: ’Hac bilinen aylardır. Kim bu aylarda hacca niyet ederse (bilsin ki); hac aylarında kadına yaklaşmak (cinsî münasebette bulunmak), günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur. Hayır işlerinden neyi yaparsanız Allah onu bilir. (Ey Müminler!) Âhiret için azık toplayın. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Yalnız benden korkun.’(13)
Hac ibadeti esnasında karşılaşılan sıkıntılar hakikatinde Hz. Allah’ın kullarına bir imtihanıdır. Bu sayede kişinin içerisinde henüz terbiye edilmeyen, ancak kişinin habersiz olduğu bir çok ahlâklar zuhur etmektedir. Nefsine uymayıp Allah’ın yasak kıldığı bu hareketlerden uzak kalanlar, bu sayede bu kötü ahlâklardan sıyrılmış olurlar. Ancak Hakk’ın bu ikazına dikkat etmeyip, bu amelleri işlemek ise haccın fazilet ve sevabını gidermekte ve hac farizanın edası süresince katlanılan sıkıntı ve eziyetleri boşa çıkarmaktadır.
Yukarıdaki açıklamaların sonucunda tüm ibadetlerin amacının güzel ahlâkın elde edilmesi olduğunu, böyle bir neticenin elde edilmesinin de yapılan bu ibadetlerin kabulüne işaret ettiğini söyleyebiliriz.
Sonucunda insana güzel ahlâk kazandırmayan her amel Cenâb-ı Allah katında kıymetsizdir. Sahibine ise sadece o amellerin yorgunluğu kalır. Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Bir adam şöyle dedi: ’Yâ Rasûlallah! Kadının biri çokça namaz kılıyor, çokça sadaka veriyor ve çokça oruç tutuyor. Yalnız o, diliyle komşusuna eziyet ediyor. (Bu kadının durumu nedir?)’ Rasûlullah (s.a.v.): ’O kadın cehennemliktir.’ buyurdu. (O adam yine): ’Yâ Rasûlallah! Filanca kadın namazının ve orucunun azlığıyla biliniyor ve o, süzme peynirden bir parçayı sadaka olarak veriyor. Bununla beraber o kadın komşusuna eziyet etmiyor. (Bu kadının durumu nedir?)’ dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): ’O kadın cennetliktir.’ buyurdu.(14)
Hadîs-i şerîfte net bir şekilde görüldüğü üzere güzel ahlâkla süslenmeyen kadının yapmış olduğu çokça ibadet, kılmış olduğu namazlar, tuttuğu oruçlar onu cehennem ateşinden kurtaramamıştır. Zira o kadın bu ibadetleri eda ederken dinimizin büyük günahlardan saydığı kötü bir ahlâkın sahibiydi. Ancak az bir ibadetin yanında komşusuna eza ve cefa vermekten sakınan kadın da bu az ameliyle cennete girmeye hak kazanmıştır.
Diğer bir hadîs-i şerîf şu şekildedir: Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayetle Peygamberimiz (s.a.v.) ashâbına hitaben: ’Müflis (iflas eden) kimdir, bilir misiniz?’ diye sordu. Sahabeler: ’Bize göre müflis; malı ve parası olmayan kimsedir.’ dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): ’Ümmetimden müflis o kimsedir ki; kıyamet günü namaz, oruç ve zekatı ile gelir; (ancak bunlarla beraber) falancaya sövmüş (hakaret etmiş), falana iftira etmiş, falancanın malını yemiş, falancanın kanını dökmüş, falancaya vurmuş olarak gelir. Bunun üzerine falana onun sevaplarından, falancaya yine onun sevaplarından verilir. Eğer üzerindeki hakları ödenmeden sevapları tükenirse, zulmettiği o kimselerin günahlarından alınarak ona yüklenir. Sonra da cehenneme atılır.’ buyurdu.(15)
Bizler birer Müslüman olarak yapmış olduğumuz ibadet ve taatlerin yanı sıra, bunlardan elde edeceğimiz güzel ahlâklar ile Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’e benzemeye çalışmalıyız. Şayet bu neticeyi elde edemiyorsak bunun sebebini aramalı, âhiret gününde amellerimizin bir bir heba olmasını istemiyorsak bir an önce bunun çaresine bakmalıyız. Zira bize verilen kısa ömür süratli bir şekilde tükenmekte...
Kaynakça:
1. Buhârî, Edep 39.
2. Buhârî, Îman 1.
3. Buhârî, Mezâlim 30.
4. Tirmizî, Radâ 11.
5. El-Ankebût 29/45.
6. Ahmed b. Hanbel, Zühd ; İbn-i Cerîr.
7. Et-Tevbe 9/103.
8. Tirmizî, Birr 36.
9. El-Bakara 2/183.
10. Buhârî, Savm 8.
11. Taberânî Evsat’ında rivayet etmiştir.
12. Buhârî, Savm 2.
13. El-Bakara 2/197.
14. Ahmed b. Hanbel, Müsned ; Bezzâr.
15. Müslim, Birr.
İbadet Ahlak İlişkisi
Özlenen Rehber Dergisi 19. Sayı
bence bu yazı islam dini açısından eğitici bir yazı şahsen ben çok beğendim!!!
İbadetle yanında güzel ahlakın olması şartdır.