Kıymetli ‘Rehber’ okurları! Rahmetli Üstadımız ile; Mevlânâ, Mesnevî ve Mevlevîlik Üzerine, bu röportaji “Özlenen Fark” dergisi yapmış ve ilk olarak .... Tarihli derginin ...sayısında yayınlanmı?tır.
Abdullah Fârûkî el-Müceddidî (k.s) Hazretleri ile Mevlânâ (k.s), Mesnevî ve Mevlevîlik Üzerine
“Hazret-i Mevlânâ’nın yolu a?k yoludur; a?k ise mutlaka dı?a vurur.”
-Efendim, Hz. Mevlânâ deyince ilk akla gelen husus, semâ ve raks konusudur. Sizin de bu konuyu eserlerinizde ele aldığınızı görüyoruz. Fakat bâzı çevrelerce Hz. Mevlânâ’nın hiç cehrî zikir ve semâ yapmadı?ı gündeme getiriliyor. Gönül gözüyle, bu iddiaları nasıl de?erlendirirsiniz?
-Elhamdülillâhi Rabbi’l-Âlemîn ve’s-salâtü ve’s-selâmu alâ Resûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve eshâbihî ve ezvâcihî ve evlâdihî ve ehlibeytihî ve etbâihî ve es?ârihî ve zürriyyâtihî bi-adedi külli ?ey’in fi’d-dünyâ ve’l-âhireti kezâlik.
Cenâb-ı Hakk’a hamd-ü senâdan sonra Rasûl-i Ekrem (s.a.v)’e tahiyyelerin en güzeli olsun. Ve büyüklerimize de ba?lılı?ımızı ve itâatımızı bildiririz.
Mevlânâ Hazretleri nefsini tezkiye yoluyla yeti?mi?tir. Zâten babası da Nak?î ?eyhiydi. Babasından da ders almakla berâber, özellikle Hazret-i Şems-i Tebrîzî (k.s) ile bulu?tuktan sonra yeti?mesini tamamlamı?tır.
Şems-i Tebrîzî Hazretleri ona bu cehrî yolu târif etti. Birlikte günlerce cehrî zikir yaptılar. Hattâ öyle oldu ki, bütün millet fitneye dü?tü; haklarında kötü sözler söylemeye ba?ladılar. Onlar, Allah’a öyle â?ık idiler ki, zikrinden hiç bir ân gâfil olmazdılar. Hattâ, vallâhi Hazret-i Mevlânâ kabrinde ?imdi bile Allah’ı zikrediyor.
Burada Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in ?u hadîsinin tecellîsi vardır: “Kim ne hâl üzere ölürse, kabrinde de o hâl üzeredir, o hâl üzere diriltilir.
” Meselâ Hazret-i Osman-ı Zinnûreyn (r.a) Efendimiz, ?imdi hâlâ Kur’ân okuyor kabr-i ?erîflerinde... Hazret-i Mevlânâ da cehrî zikirle çok me?gûl oldu?u için Cenâb-ı Hakk onun rûhunu o ?ekilde kabzetmi?tir ve o ?ekilde de diriltecektir in?âallah.
Onun yolu güzel bir yoldur. A?k yoludur. A?k yolu dı?arıya vurur. Yani a?k mutlaka dı?a vurur. Hazret-i Muhammed Bahâeddîn (k.s) Hazretleri dahi böyleydi. O da öyle co?kuluydu. Ama bilahare Cenâb-ı Hakk kendisini hafî yola memûr etti. Ondan sonra o yolu tuttu. Ama o bile bâzen cehrî zikir yapardı. Âlem-i mânâda kendisinden i?ittim:
“Benim üstâdım Seyyid Emîr Külâl (k.s) Hazretleri cehrî zikir yapardı. Zâten onun zamânında hafî ve cehrî yol berâber geliyordu. Ben üstâdımın yolunu çok severdim. Aklıma geldikçe hep onun cehrî zikrini yaparım. Cenâb-ı Hakk beni bu yola memur etti ama yine o yolu da bırakmam.”
Hazret-i Mevlânâ da bu âlî yolu tâkip eden yüce velîlerden biridir. Onun Mesnevî’sini okuyan anlar bunu...
-Gördü?ümüz kadarıyla Mesnevî’ye özel bir önem veriyor ve sohbetlerinizde Mesnevî’yi okuyorsunuz. Mesnevî’nin “Mesnevî-i Şerîf” ?eklinde anılmasının sebebi nedir? Mesnevî’nin bu kadar yaygın olarak okunmasını ve dünya çapında tanınmasını neye ba?lıyorsunuz?
-Mesnevî-i Şerîf mübârek bir kitaptır. Dünyâda “?erîf” unvânıyla anılan üç kitap vardır: Biri Buhârî-i Şerîf, biri Şifâ-i Şerîf, üçüncüsü de Mesnevî-i Şerîf’tir. Mesnevî-i Şerîf ilhamla yazılmı?tır. Yani insan, Mesnevî’yi her okuyu?unda ba?ka anlar. Aynı ?eyi anlamaz her defâsında... Mesnevî’yi on sefer okusan, on türlü anlarsın. İlhamla yazılmı? olmasının bir i?âretidir bu... Mesnevî üzerindeki ilham hâlâ daha devâm etmektedir.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v) buyurmu? ki; “Akıllara göre konu?un.” İ?te Mesnevî-i Şerîf de böyledir; her akla göre konu?ur. Çocuk okusa, çocu?a hitâb eder. Âlim okusa, ilmine göre konu?ur. A?k sâhibi okusa, a?k verir. Yani kim ne kasıtla okusa, o ?ekilde hitâb eder ve insan onu her defâsında ayrı ayrı mülâhaza eder.
Elhamdülillah, bu fakîre o’nun yolu nasîb olmu?tur. Onun yolunu bildi?im için konu?uyorum; bilmesem konu?mam.
-Efendim, piyasada çe?itli Mesnevî ?erhleri mevcut. Acaba bu ?erhler içinde hangisini tavsiye edersiniz?
-Tâhirü’l-Mevlevî’nin ?erhini tavsiye ediyorum. O kadar güzel bir üslûpla ?erh etmi? ki, hem bir Mesnevî kadar da öyle bir ilim serdetmi?. En güzeli Tâhirü’l-Mevlevî’nin ?erhidir.
-Günümüzde Mevlevîli?in temsilcileri olduklarını iddia edenler var. Onları nasıl görüyorsunuz Efendim?
-Artık Mevlevîli?in aslı hemen hemen yok gibidir. Yani Hazret-i Mevlânâ’nın tâkipçileri yeryüzünde hiç kalmadı sanki... Şimdi yapılan o ihtifallerin, kutlamaların hepsi taklittir ve ruhsuzdur. Mevlânâ Hazretleri’nin dergâhı artık müze hâline gelmi?. Herkes geliyor; ama ben âlem-i mânâda kendisinden i?ittim:
“Ben orada durmuyorum ki. Ben üstâdım Şems’in oradayım. Gelirsen oraya gel.” dedi bana... Yalnız bir seferinde de; “Seni dergâha bekliyordum, niye gelmedin? Ne de olsa orası benim dergâhımdır. İyisi de gelir, kötüsü de gelir. Olsun, benim dergâhımdır. Zâten bizim kapımızı Cenâb-ı Allah çok geni? açmı?tır.” dedi. Kendisine söz verdim; in?âallah o’nu karde?lerimle berâber devamlı ziyâret edece?iz.
-İn?âallah... Efendim Mesnevî’de; “Firavun ‘ben Hakk’ım’ dedi, mahvoldu; Mansûr, ‘ben Hakk’ım’ dedi kurtuldu.” ?eklinde bir beyit var. Bu beyti ?erh eder misiniz?
-Firavun, nefsinden ‘Ben Hakkım’ demi?ti. Ama Mansûr (k.s), mahviyetinden ‘Ben Hakk’ım’ demi?ti. Mansûr, Hakk’ta o kadar yok olmu?tu ki, Hakk’tan ba?ka bir ?ey görmüyordu. Ama Firavun, nefsinden konu?uyordu. Onun bir yama?ı vardı; Hâmân... Esas, onu bu iddiâlara sürükleyen ki?i...
Zaman zaman ona Firavun ?öyle diyordu: “Ben de biliyorum Allah de?ilim, ama...” Fakat Hâmân; “Olmaz, sen bir defâ ilahlı?ını halka îlân ettin, artık geri adım atamazsın.” diyerek onu bırakmıyordu. Hâmân’dır aslında onu buna sürükleyen...
Ama Mansûr o kadar mahvolmu?tu ki, her zerresinde Hakk tecellî etmi?ti. Hakk’ı târif ediyordu. Bu husûsu İmâm-ı Rabbânî (k.s) Hazretlerine soruyorlar; diyor ki: “Mansûr, bu zamanda Hakk’ı benden daha iyi bilen kimse yoktur, demek istiyordu.” Aslında Mansûr’un demek istedi?i budur.
Bir de Allah dostlarının cezbeli hâllerindeki, sekr hâlinde konu?tukları sözleri, tam oldu?u gibi zâhiriyle anlamamak lâzımdır; onları ?erh etmek lâzımdır. Şerh etmeden mânâ vermek do?ru olmaz. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri de bu sözü yukarıda açıkladı?ımız ?ekilde ?erh etmi?tir.
-Bir eserinizde “Küfür zannedilen semâ’ kâfirin dîne girmesine sebep olur. Semâ’a haram diyen müte?eyyihler ise mü’minleri zikirden uzakla?tırır.” diyorsunuz. Hazret-i Mevlânâ’nın semâ’ını inkâr edenler için mi söylüyorsunuz?
-Hazret-i Mevlânâ aslında bu dönü?ü Rasûl-i Ekrem (s.a.v)’in sahâbîlerinden almı?tır. Bir gün Efendimiz (s.a.v)’in huzûrunda Câfer-i Tayyâr (r.a), Hazret-i Ali (k.v) ve Zeyd b. Hârise (r.a) bulunuyorlardı. Rasûlullah (s.a.v) Câfer (r.a)’e; “Sen benim yaradılı?ıma ve ahlâkıma benziyorsun.” buyurunca, Câfer (r.a) raksa (dönmeye) ba?ladı. Arkasından Hazret-i Ali (k.v)’ye; “Sen bendensin, ben de sendenim.” buyurunca Hazret-i Ali (r.a) de heyecâna kapılıp raksetti. Hazret-i Zeyd;
“Sabırsızlanıyordum, acaba bana ne diyecek diye.” diyor. Zeyd (r.a)’e de; Sen bizim karde?imiz, âzâd edilmi? kölemizsin.” buyurunca o da heyecanlandı ve raksetti. Bu hadîsi İmâm-ı Gazâlî İhyâ’da naklediyor.
Akıl ba?ta iken dönmeye “tevâcüd” denir. Hazret-i Mevlânâ’nın semâ’ı da tevâcüddür. Bir nevi sünnettir bu. Hazret-i Mevlânâ’nın dönü?ü sahâbenin sünnetidir. Yukarıdaki rivâyet, hadîs kitaplarında da vârid olmu?tur. İmâm Gazâlî de İhyâ Tercümesinin 5. cildinde bunu yazmı?tır. İsteyen oradan bakabilir.
Zâten Hazret-i Mevlânâ diyor ki; “Ben sa? oldu?um müddetçe Kur’ân’ın bendesiyim. Ben Muhammed-i Muhtâr’ın aya?ının tozuyum. Kim benden Kur’ân’dan ba?ka bir ?ey söylerse, ben ondan da bîzârım, onun sözlerinden de bîzârım...” A?a?ı yukarı her beytinde Hakk’tan bahseder Mevlânâ.. Hemen hiç bir beyti yoktur ki, Cenâb-ı Hakk’tan bahsetmesin. Tabiî bunu herkes anlayamaz; ama anlattı?ı ?eylerin hepsi de haktır. Bu zamanda yeryüzünde Allah’a ?ükür ki Mevlânâ Hazretlerini bu fakîrden daha iyi tanıyan hiç kimse yoktur. Elhamdülillah.
Vallâhi Mevlânâ Hazretleri sünnetten hiç ayrılmamı?tır. Rasûlullah’ın a?kı da onda doruk noktadaydı. O’ndan kendisine bir nûr gelince dayanamayıp raksa ba?lardı. Yoksa her hâli sünnettir. Rasûlullah (s.a.v)’den hiç ayrılmamı?tır.
Aslında hiç bir velî Rasûl-i Ekrem (s.a.v)’in sünnetinden ayrılmamı?tır.
Onların hâllerini dikkatle dü?ünecek olursanız, bütün hâlleri sünnettir onların. Onun için Hazret-i Mevlânâ kâfirlere bile Rasûlullah’ın sünnetini sevdiriyor. Zâten gelenler aslında Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in sünnetine geliyorlar. Çünkü aslı Rasûlullah’tan geliyor bu semâ’ın... Mühimdir ki, Rasûlullah (s.a.v)’in sünnetlerini sevdirmek gerek. Zâten o Zât-ı Risâletpenâhî buyuruyor: “Sevdirin, nefret ettirmeyin.”
İster kâfir olsun, ister münâfık olsun, ister günahkâr mü’min olsun, kim olursa olsun, tasavvuf büyüklerinin hâllerinden bir hâli be?enmeleri, onları îmân dâiresine çeker. Aslında o sevilen hâl, Rasûlullah (s.a.v)’e âittir; aslı oradan gelmektedir. Netîcede Cenâb-ı Hakk, Rasûl-i Ekrem (s.a.v)’e uydukları için, onlara îmân nasip ediyor. Aslı budur.
-Efendim, Şems-i Tebrîzî (k.s) ile Hazret-i Mevlânâ (k.s) arasında geçen bâzı ahvâl var. Bunlardan birinde Hazret-i Şems, Hazret-i Mevlânâ’nın bütün kitaplarını havuza attırıyor. Bunun gerçek sebebi ne olabilir acabâ?
-Bir mür?idin bir talebesine kendisini sevdirmesi, kabûl ettirmesi lâzımdır. Sevgi yönünden, itâat yönünden... İ?te burada da bu mesele kendini gösteriyor. Bütün kitaplarını suya attırıyor. Ferîdüddîn-i Attâr (k.s)’ın yazdı?ı bir kitap var; içinde de çok incelikler mevcut. Bunlara “Kâl ilmi” demi?ler. Hazret-i Mevlânâ bu kitabın da suya atılmasından dolayı biraz üzülmü?. Kıymetli bir eser...
Şems Hazretleri onun üzüldü?ünü görünce, ona kendisini kabûl ettirmek için elini atıyor ve o kitabı havuzdan çıkarıyor. Kitaptan su damlayaca?ı yerde, tozunu çırpıyor. “Al” diyor. “O kâl ilmi ise bu da hâl ilmidir” diyor. Kendisine o kitabı takdîm ediyor. Bu da Hazret-i Mevlânâ’nın sadâkatini artırmı?tır.
Burada bir nokta var ki, o da ?udur: Ehlullah, insanın bilgisini bir ânda silebilir. Siler; ama ondan daha kıymetli bir ilim gelir yerine... Cenâb-ı Hakk bir kimseyi kendisine dost ittihâz etti?inde onu câhil bırakmaz. Mutlaka ona ilimleri alı?tırır, bellettirir, ö?retir. Örnekleri çoktur... Meselâ Ladikli Ahmed Efendi... Ümmî, çoban, hiç bir okul, medrese görmemi?, tahsîli yok... Ama öyle vaazlar veriyormu? ki, onu i?itenlerin akılları hayran kalıyormu?. Âyetleri öyle güzel anlatıyor, hadîsleri öyle güzel ?erh ediyor ki, bütün ulemâ hayretler içinde kalıyorlar. Onu Hızır Aleyhisselâm yeti?tirmi?tir. Gerçi Hızır Aleyhisselâm da müstakil de?ildir; Rasûl-i Ekrem (s.a.v)’in bilgisi dâhilindedir onun tasarrufları da... Efendimiz’in haberi vardır onlardan...
Hazret-i Peygamber (s.a.v) buyurmu? ki; “Allah, karde?im Hazret-i Mûsâ’ya iyilik versin; biraz daha sabırlı olsaydı, daha çok ?ey ö?renecektik.” Böyle bir hadîs-i ?erîfi var Efendimiz’in. Bundan maksad; Hz. Mûsâ’nın a?zından i?itmektir. Yani, onun bazı ?eyleri itiraf etmesidir. Cenâb-ı Hakk her kuluna aynı nîmeti vermiyor. Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm’a da ledün ilmini vermemi?tir Cenâb-ı Hakk... Ama bizim Peygamberimiz (s.a.v) aynı zamanda ledün ilminin de ?âhıdır, sultânıdır elhamdülillah...
Mısır’da birine rastladım; bize geldi. Hızır Aleyhisselâm hakkında kitap yazacakmı?... Bilgi toplamaya çalı?ıyor. Prof. Batavî’ye gelmi?ti... “İlâhiyâtı bitirdim, bu konuyu ara?tırıyorum.” dedi. “Sen intisablı mısın?”
dedim; “De?ilim.” dedi. “Ne anlayacaksın sen ondan; intisablı olmayınca bu ilmi nasıl tecrübe edeceksin?” Kendisine böyle söyledim. Biraz sonra da Şeyh Batavî geldi. O da aynı ?eyleri sordu: “Sen bir yere intisablı mısın?” dedi. Ona da hayır dedi. O da “Nasıl anlayacaksın bu ilmi?” diye sordu. Ben artık gülmeye ba?ladım...
İ?te kim Mesnevî’yi ve Hazret-i Mevlânâ (k.s)’nun yolunu tecrübe etmek isterse edebilir: Bir Fâtiha üç İhlâs okusun, bir sıkıntısı varsa Mesnevî’yi açsın... Rasûlullah Efendimiz (s.a.v)’in rûhuna, bütün sâdâtın ruhuna, Hazret-i Pîr’in rûhuna, Hazret-i Şems’in rûhuna ba?ı?lasın, sonra da açsın okusun Mesnevî’yi... Görecek ki, orada meseleleri gâyet rahat bir ?ekilde çözülüyor. Bu fakîr, bunu yüzlerce, belki binlerce kere tecrübe ettim; her zaman da faydasını gördüm. Böyle yapılırsa insan Mesnevî’de reçetesini bulur.
Bakın burada bir çok insan var. Mesnevî-i Şerîf de var... Herkes kalbinden bir ?ey tutsun. Bir Fâtiha, üç İhlâs okusun, herkese ayrı ayrı cevaplar verir Mesnevî ve Mevlânâ... Verir Efendim, bu Allah dostudur.
Hazret-i Mevlânâ diyor ki; “Ormanın içi aslandan gizli de?ildir. Aslan, ormanın her yanını gezer. Ve kimse de onun önünde duramaz. Öyle de?il midir? İ?te Allah dostları da aslandan geri de?ildir; “kalp câsûsları”dır onlar.”
(Abdullah Fârûkî el-Müceddidî (k.s) Hazretleri burada Mesnevî-i Şerîf Şerhi’ni getirtti ve oradan bir kaç bölüm okudu.)
-Te?ekkür ederiz. Allah râzı olsun. Bizi aydınlattınız.
-Ve’s-Selâmu alâ men ittebea’l-Hüdâ..
Abdullah Fârûkî El-müceddidî (k.s) Hazretleri ile Mevlânâ (k.s), Mevlevîlik Üzerine
Özlenen Rehber Dergisi 9. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.