Özlenen Rehber Dergisi

76.Sayı

Mısraların Dilinden Efendimiz (s.a.v)

Sema Betül ŞENTÜRK Özlenen Rehber Dergisi 76. Sayı
Mısraların dilinden EFENDİMİZ (sav)“On dört asır evvel yine bir böyle geceydiKumdan, ayın on dördü, bir öksüz çıkageldiLakin o ne hüsrandı ki; hissetmedi gözlerKaç bin senedir hâlbuki bekleşmedelerdi”Dizeleriyle başlar İstiklal şairi Mehmed Akif “Bir Gece” şiirine. Şairlik çok farklı ve bir o kadar da tatlı bir sanattır. Hissedilenleri duyguları istek ve tenkitleri anlaşılır derin ve bazen sade bazen de süslü kelimelerle aktarmaktır. Bir duygu ve gönül işidir kısacası. Söz konusu Fahri Kâinat (a.s.) Efendimiz olduğunda bu duygu ve gönül işi hak verirsiniz ki daha da bir artmakta ve kendisini daha da fazla hissettirmektedir. Mevzu Cihan Serveri Efendimiz olunca kelimeler daha derin manalar ifade eder ve daha süslü olarak kullanılırlar. Zaten kelimeler O’nu (s.a.v.) anlatmıyorsa süslü değildir. Şayet süslüyse de o zaman itibar edilecek, değer atfedilecek tarzda bir süslülük değildir bu. Onun içindir ki şairlerin en güzel şiirleri, hatiplerin en veciz ve beliğ ifadeleri, konuşmacıların en tatlı ve eşsiz sözleri hep Efendimiz (s.a.v.)’e ithafendir ve hep en süslü, en nezih, en kıymetli sözlerdir. İşte tıpkı Âkif’in “Necid Çöllerinden” şirinde olduğu gibi;“Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesinAkarsular gibi çağlardı her tarafta sesinİradem olduğu gündür senin iradene ramBir an için bana yollarda durmak oldu haramBütün heyakil-i hilkatle hasbihal ettimLeyale derdimi döktüm cibali söylettim... ”Edebiyatta şiirin yeri bir hikâye ya da romana nispetle daha farklı ve özeldir. Bu da içerisinde diğerlerine nazaran daha fazla duygu ve hissiyatın bulunduğundan birazda duyguları anlamlı ve birbirleriyle ilişkili olarak kullanabilmenin güçlüğünden kaynaklanıyor olsa gerek. Yukarıda da ifade ettiğim gibi şairlik bambaşkadır. Sevgi ummanında gönül gemisiyle yürek ülkesine aşk götürmektir şairlik. Hasretin içinde aşkı hüznün içerisinde umudu ve yalnızlık duygusunda sevdayı bulmaktır. Hele bu aşk varlık âlemindeki bütün her şeyin yaratılış sebebi olan Âlemler sultanı Nebiy-i Ekrem (s.a.v.) Efendimizin aşkı ise...“N’ola halim benim yâ Rasûlallah?Yanar can-u tenim yâ RasûlallahÇırpınan alev ve buhurdan gibi Aşkınla tütenim yâ RasûlallahHasret-i hicrinle nice zamandırEriyip bitenim yâ RasûlallahSen şah-ı Levlak’sın yüce kapındaBoynumu bükenim yâ RasûlallahBastığın yollarda güller açılmışBen onda dikenim yâ Rasûlallah”(Ebu Eyyûb el-Ensarî (r.a.))Sevgi ve aşkın kıymeti kadar sevilenden ayrı kalınıncaki hâlin de değeri pek muhterem ve ulvi bir duygudur. Çünkü aşk-u muhabbetin sadece maşuk ile beraberken izhar olunup yokluğunda kaybolması hakiki sevginin muhteviyatına aykırı bir durumdur. Onun içindir ki sevgiyi gönlünde bir kez dahi olsun bulan şairler yokluk ve ayrılıktan terennümü yine yüreklerindeki sevginin bir işareti olarak aksettirirler. Tıpkı Peygamber (s.a.v.) şehri Medine’de ömrünün önemli bir kısmını geçirdiği halde Sultan-ı Levlak (s.a.v.)’a aşkı ve hasreti hiç bitmeyen Merhum Ali Ulvi Kurucu gibi;“Ruhum sana, varlık sana hayrandır EfendimBir ben değil âlem sana kurbandır EfendimTa arşa çıkar her gece âşıkların ahıMedheyliyen ahlâkını Kur’an’dır EfendimAşkınla buhurdan gibi tütmekte bu kalbimSensiz bana cennet bile hicrandır EfendimUlvi de senin bağrı yanık âşık-ı zarınFeryadı bütün ateşi suzandır Efendim”“Gönül hun oldu şevkinden boyandım yâ RasûlallahNasıl bilmem bu hicrane dayandım yâ Rasûlallah”(Yaman Dede )Sevilmeye en layık olan ve sevgisinin seven için hüccet olacağı bir Güzel (s.a.v.)’i sevmek sevene çok şeyler kazandırır. Değilse fani olanlara karşı duyulan sevgi asıl sevgiden murad olunan değildir. Bizler ölümün ve ölümden sonrasının hak olduğuna inan müminler olarak şuna kesin iman ederiz ki sevdiğimiz ya da sevilmesi gerekirken sevmediğimiz her şeyden hesaba çekileceğiz.Peygamber sevgisi, edebiyatımızda kendisine önemli bir yer edinmiş, varlığını en belirgin şekillerde göstermiş bir konu olarak durmaktadır. Şiirin her çeşidinde örnekleri gösterilebilecek olan bu sevgi daha özel olarak “Naat” adı altında gönüllere ve zihinlere hitab etmiştir. Arif Nihat Asya’dan Hüseyin Özcan’a, Sezai Karakoç’tan Nurullah Genç’e kadar onlarca şair Peygamber Efendimiz’e olan sevgilerini ifade etme adına naatlar yazmış ve yazılan bu naatlar günümüzde bile hâlâ büyük birer coşkuyla okunmaktadır. Hazreti Muhammed Hakk’ın sesidirHer iki cihanın efendisidirArap-Acem onun bir bendesidirZaman o gül gibi gül görmüş değilSen de o güzelin önünde eğilGün olur ki bir olay gelirse başaKesip ümidi düşme telaşaKereminden mahrum eder mi hâşâRasûlün yaktığı meşale sönmezO kapıyı çalan eli boş dönmez(İmam Busurî, Kaside-i Bürde, Arapça aslından Prof. Dr. Mahmut Kaya tarafından çevrilmiştir.)Şairler Efendimiz (s.a.v)’e şiir ya da naat yazacakları zaman hem O’nun güzel ahlâkını hem de yaşantısından önemli kesitleri aktarmışlar, O’nun hayat-ı şahanelerini idrakleri ölçüsünde dile getirmişlerdir.Rasûl haz duyardı gece kalkmaktanHakk’ın huzurunda fazla kalmaktanAyaklar şişerdi namaz kılmaktanYazık bana yazık aykırı gittimOnun sünnetine ihanet ettim”(İmam Busurî, Kaside-i Bürde )Efendimiz (s.a.v.)’e ithafen yazılan naat-ı şeriflerin genelinde var olan olgu şefaat temennisidir. İbtidasında methiyelerle başlayan naatlar O’nun yüce ve eşsiz ahlâkını, güzelliğini ifade etmekle devam eder ve sonuçta O Güzeller Güzeli Fahri Kâinat Efendimizden şefaat dileyerek biterler. Çünkü herkes gibi şairlerde bilirler ki ebedi saadet ve kurtuluş sadece O’nun ümmeti olmak ve huzûrullâhta şefaatine ulaşmakla olur. Çünkü her şey O’nun hürmetine halk olunmuş, O’nun sevgisiyle değer bulmuş ve yine O’nun çağları aşan yüce aşkı ve muhabbetiyle şereflenmiştir.“Yüz sürelim ayağın tozun sürmemiz olsunLütfet bütün dertlilere dermansın EfendimKerem kıl Mücrim kullarına şefaat Sen’inGaribim ümidi daru’l-amansın Efendim”(Hüseyin Özcan)“Şer-i şerifini baş tacı etsekSana ittibada gaflet etmezsekNefsin hevasına uyup gitmezsekBizlerin ümid-i kâmilesisin”(Mehmet Şefik Güvenli)“Biz ümmet-i Muhammed şöhretiyle halk oldukBu namı bizden alma Mübeşşer-i feterdaLütfi kapunda elyevm bir bende-i alîldirEy membaı merahim merhametindir ibka”(Muhammed Lütfi -Alvarlı Efe-)Yine naat-ı şeriflerin büyük çoğunluğunda şairler o kadri yüce şefaat sahibi Efendimiz (s.a.v.)’in saadet kapısında kendilerini Ashab-ı Kehf’in sadık kelbi Kıtmîr yerine koyarlar. Belli ki bununla kendi sadakatlerini ifade etmek istiyorlar;“Doğ kalbime bir lahzacık ey Nûr-i DilaraNurun ki gönül derdime dermandır EfendimKıtmîrinim ey Şâh-ı Rusûl kovma kapındanAsilere lütfun yüce fermandır Efendim(Ali Ulvi Kurucu)“Ebu’l-feyzi mücrim cürmüyle sayrıMüminindir yine olmadı ayrıBir kapı tanımaz kapından gayrıKıtmirindir onun Efendisisin”(Mehmet Şefik Güvenli)Yine şairler, şiirlerinde insanları Efendimiz (s.a.v.)’in cazibesine çekmeye, O’nun dünya ve ahret saadetine ulaştıracak ulvi davetine icabet ettirmeye azami gayret ediyorlar. İşte Necip Fazıl’dan bir örnek;“Beri gel, serseri yol!O’nun ümmetinden ol!Sel sel kümelerle dol!O’nun ümmetinden ol!Sen, hiçliğe bakan yön!Hep sıfır, arka ve ön!Dosdoğru Kâbe’ye dön!O’nun ümmetinden ol!Gel, dünya muhtar kafes!Gel, gırtlakta son nefes!Gel, Arşı arayan ses!O’nun ümmetinden ol!Solmaz, solmaz; bu bir renk...Ölmez, ölmez; bir ahenk...İnsanlık; hevenk hevenk,O’nun ümmetinden ol!Gökte çıkıyor haber,Geber çelik put geber!Doğrul yeni seferber,O’nun ümmetinden ol!Nihai olarak şunları da ilave edebiliriz ki Peygamberimizin sevgisi kimisinin şiirinde, kimisinin makalesinde, kimisinin ezgi ya da bestesinde farklı şekillerde tezahür edebilmektedir. Bu sevgi bir ateştir ve ateş düştüğü yerde yerin cinsine göre iz bırakmakta kendine yer bulmaktadır. Değişmeyen tek şey ise “Habîbullah” (s.a.v.)’a olması gereken sevgi, aşk ve muhabbettir. Şairin dediği gibi;“Seni seven her ruh uludur yâ RasûlallahGönlü gözü onun doludur yâ RasûlallahCemalin pertevinden zerre şevk alan billâhKapının ayrılmaz kuludur yâ Rasûlallah...” Son söz yerine şunu söyleyelim; hangi şair ne şekil bir methiyeyle olursa olsun O güzellik âlemin zirveleştiği Efendimiz (s.a.v)’i layık-ı veçhile övmekten acizdir. Çünkü insan nakıstır, ifadeleri eksiktir, aklı ve iradesi cüzîdir, yetenekleri de sınırlıdır. Ama her devirde duyulan ihtiyaca bağlı olarak muhtelif kalemler, belli ölçüler ve tertipler ile O’nu (s.a.v.) ümmetine takdim etmeye gayret etmişlerdir. Tabiatıyla O’nu övmek isteyenler ancak O’nunla kendi sözlerini süslemişlerdir. Yoksa O’nun yüksek şahsiyetini gereği gibi ifade edebilmiş olmak hiçbir kula nasip olmuş değildir.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.