İnsanoğlu hayatı boyunca, zaman zaman bir kısım sıkıntılar ve hayal kırıklıklarıyla karşı karşıya kalabilir. Dünyanın bir imtihan yeri olduğu inancını taşıyan mümin, başına gelen tüm hadiselerden dersler çıkartabilir. İnanan insan nazarında dünya hayatı, her yönüyle binbir güzelliğin kaynağı ve Rabbimizin sonsuz rahmetinin bir tezahürüdür. Zira o ölümden sonrası için hazırlığını bu dünyada yapmaktadır. Bu yüzden ölüm; hayatını Allah ve Rasûlü`ne itaatle geçiren, sırat-ı müstakimden bir an bile sapmadan inandığını yaşayanlar için çok mutlu ve arzu edilebilecek kadar sevimli bir akıbet olmasına karşılık, hayatını cismaniyete nefsanî arzularına bağlı geçirenler için hiç de özlenecek birşey değildir. Aksine böyleleri için ölüm fevkalâde sıkıcı, tatsız ve acı bir sondur.
Ölümün bir hakikat olduğunun farkına varan insan, geçici dünya hırslarından ve nefsanî arzularından uzaklaşır. Bir gün ölümle mutlaka buluşacağını ve asıl hayat olan ahiret hayatı ile karşılaşacağını hiçbir zaman aklından çıkarmaz. Her şeyi yoktan var edenin, tüm nimetleri ve güzellikleri insanlara ikram edenin ve ahireti yaratanın Allah Teâlâ olduğunu kavrar. Bu kavrayış ile, dünyadaki nimetlerin, yalnızca ahiretteki sonsuz güzelliklerin birer habercisi olduğunu; hiç tükenmeyecek, hiç eksilmeyecek ve hiç bozulmayacak sonsuz bir dünyanın iman edenlere cennette sunulacağını fark eder.
Dünyanın bakî olmadığı hakikatinden kaçmakta olanlar ise, menfaat hırsının ve gelecek endişesinin getirdiği sıkıntı ve zorluklara katlanmak zorundadırlar. Kendileri de dâhil olmak üzere, etraflarındaki her şeyin yaşlanıp eskimekte olduğunu görmenin huzursuzluğunu her daim yaşarlar. Fakat elde ettikleri dünyalıkların hiçbiri kendilerine tatmin duygusu vermez. Allah Teâlâ’ya iman etmeyi reddedip, geçici dünyanın mutlak varlığına inanan bu insanlar, ahirette de nimetlerden uzaklaştırılacaklardır.
Hakikatte Cenâb-ı Hak dünyayı, cenneti hatırlatacak pek çok güzel nimetle birlikte yaratmıştır. Fakat bu güzelliklerin yanına cehennemi düşündürecek eksiklik, çirkinlik ve kusurlar da katılmıştır. Dünyada, imtihan ortamının hikmeti gereği, cennet ve cehenneme ait özellikleri andıran detaylar birarada bulunurlar. Bu şekilde müminler hem cennet hem de cehennemi düşünürler, hem de dünyadaki kısa ve geçici hayata bağlanmak yerine, gerçek, kusursuz, eksiksiz ve sonsuz yaşam olan ahirete yönelirler. Yüce Rabbimiz’in kulları için seçip razı olduğu hayat da ahiretteki cennet yurdudur.
Allah Teâlâ kullarının cennete gidebilmesi için rahmet kapılarını daima açık tutmaktadır. Ama yıl içerisinde öyle günler ve zamanlar da yaratmıştır ki; o günlerde yapılan ibadetler diğer zamanlarda yapılanlara göre daha farklı muamele görmektedir. Rabbimize sonsuz hamd-ü senâlar olsun ki bizler bugünlere kavuşmuş bulunmaktayız.
"Recep Allah’ın ayı, Şaban benim ayım ve Ramazan ümmetimin ayıdır" buyuran Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, Receb ayı girince; ’Allah’ım! Receb ve Şaban’ı bize mübarek kıl! Bizi Ramazana ulaştır’ diye dua ederdi
Evet! Üç aylar, içinde barındırdığı sayısız rahmet ve hazineleriyle bir anne şefkati gibi müminlerin gönüllerini sararak feyiz ve bereketlerini yağdırmaya başlamış bulunuyor. Peki, biz Üç Aylar’ı karşılamaya ve hayatımızın geri kalan günlerini Allah ve Rasûlü’ne itaat ederek güzelce yaşamaya hazır mıyız?
Geceleri ve gündüzleriyle, saat ve dakikalarıyla, hatta saniyeleriyle dahi insanın manevi kazancına vesile olan, sınırlı ömrü sonsuzluğa ulaştıran, geride kalan dokuz ayın bereketini taşıyıp birden başımıza boşaltan, Regaib Gecesi (Recep ayının ilk cuma gecesine), Mirac Gecesi, (Recep ayının yirmi yedinci gecesine), Berat Gecesi (Şaban ayının on beşinci gecesine), Kadir Gecesi (Ramazan ayının yirmi yedinci gecesi)ne rastlayan bu günler ayların içerisindeki en faziletli zamanlardır.
Kapımıza öyle bir misafir geldi ki; bizden kendisine biraz zaman ayırmamızı istiyor ve bunun karşılığında, yanında getirdiği o dünya ve ahiret saadetini müjde veren hediyelerini bırakıp gidiyor.
Elbette bu bereketli zaman diliminde yapılacak şeylerin başında Kur’ân-ı Kerîm okumak, sürekli abdestli bulunmaya gayret göstermek, dilimizden tevbe istiğfarı, Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinin zikrini, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimize salâvatı eksik etmemek. Ve yüreğimizden koptuğu, gönlümüzden geldiği gibi Rabbimizden istemektir. Zira Allah Teâlâ, kullarına dua ettikleri takdirde vereceğini vaad etmektedir. Kullarına isteme hakkı veren Cenâb-ı Hak, onların dualarına da icabet edecektir. Evet, O, her şeye gücü yetendir, her zamana hükmü geçendir.
Yapacağımız dua ve niyazlarımızda ailemiz, akrabalarımız olacağı gibi milletimiz ve bütün Müslümanlık hatta topyekûn insanlık da olmalı. Zira millet ve insanlık olarak, en bunalımlı dönemlerimizden birini yaşıyoruz. Üç Aylar tam da sıkıştığımız bir zamanda bize sunulmuş bir fırsat olarak ufukta göründü. İnşallah Ümmet-i Muhammed olarak bu günleri güzel değerlendirir ve kim bilir yaşanması muhtemel ne türlü sıkıntıların önüne bir set çekmiş oluruz.
Sizden Gelenler...
Özlenen Rehber Dergisi 76. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.