Mü'minin Vazgeçilmez Hayat Tarzı: Marufu Yaşama Münkeri Terk Etme
Özlenen Rehber Dergisi 76. Sayı
’Mâlik b. Dînâr’ın bize naklettiğine göre şöyle demiştir: Allah İsa (a.s.)’a şöyle vahyetmiştir: “Ey İsa! (Önce) kendi nefsine öğüt ver. Şayet fayda görürsen (ancak ondan sonra) insanlara da öğüt ver. Aksi takdirde benden utan.” (Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd, s.71)müminin vazgeçilmez hayat tarzı;MARUFU YAŞAMA, MÜNKER’İ TERK ETME Bismillâhirrahmânirrahîm.Elhamdülilâhi Rabbi’l-Âlemîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve eshâbihî ve ezvâcihî ve evlâdihî ve etbâihî ve zürriyyetihî ve ehl-i beytihî ecmaîn.Cenâb-ı Hakk’a sonsuz hamd ü senâlar olsun. Peygamberimize salât ve selâmların en güzeli olsun inşallah.Kardeşlerim; Cenâb-ı Hakk’ın ve Peygamber Efendimizin emirlerinin yayılmasına gayret edeceğiz, çalışacağız. Alıştığımız ve öğrendiğimiz emr-i ilâhileri şahsımızda devamlı yaşanan bir ahlâk hâline getirip sonra da evimizde çoluk çocuğumuza, komşularımıza ve sözümüzü ulaştırabileceğimiz her bir Müslüman kardeşimize bu hayrı ulaştırmak için gayret edeceğiz. Bunu, kendimizde tam bir kemalât bulmuş olma gibi bir gaflete düşerek değil de noksanlıklarımızı ikmal etmeye yönelik bir gayret olarak düşüneceğiz.Allah’a itaatin her geçen gün üstü örtülmekte, Cenâb-ı Hakk’ın emirlerinin güzellikleri dünya ahlâkları ile yer değiştirmektedir. Allah (c.c.), sözlerimize, yaşantımıza rıza libası giydirsin inşallah. Bununla beraber, bunları yaşantı olarak bulunduğumuz her ortamda, gücümüzün yettiği nispette Allah’ın hükümlerini yaşama ve Cenâb-ı Hakk’ın emirlerinin yayılması noktasında her bir Müslüman kendisi bilfiil bununla yükümlüdür. Eğer burada Cenâb-ı Hakk’ın bir hükmünü alıştıysak; nefsimizi Allah’ın o emrine itaat ettirmekle ve yetişebildiğimiz, ulaşabildiğimiz kardeşlerimize bu hükmü tebliğ etmekle memuruz. Her Müslüman bu vazifeyi yerine getirecek. “Ben kendim yaşarım, dışarıdakiler de gitsin kendileri yaşasınlar!” şeklindeki bir anlayış Müslümanlarda olmaması gereken bir anlayıştır. Mümin; kendisi için sevip istediğini diğer bir Müslüman için de sevip arzu eden kimsedir. Hele hele bu bir de din hususundaki bir mesele olursa... Komşumuz ateşe sürüklenirken eğer biz rahat edebiliyorsak, Rabbimize karşı olan yükümlülüklerimizde noksanlık üzeriyiz demektir.Öncelikle Allah’ın selâmını yaymaya çalışacağız. Peygamberimiz, tanıdığı tanımadığı insanlar arasında selâmı yayanı, yedirip içireni müminlerin hayırlarının arasında saymıştır. Bunlar, insanların arasında kalbî diyalogların ve ruhî alışverişlerin olmasına birer mahaldir, zemindir. Bir insana selâm verildiği zaman Allah (c.c.), nefsin ve şeytanın o iki insan arasında ortaya getireceği düşmanlıkları dostluğa tebdil eder. Cenâb-ı Hakk’ın ismiyle, selâmıyla karşılaştığımız zaman, şeytanın da nefsin de tesirini kırılır ve Müslümanlar arasında hemen bir uhuvvet başlar. Allah’ın selâmını yaymak lazımdır.Cenâb-ı Hakk’a itaat emareleri yaşanmalı ve bunların Allah’a itaat ahlâkı olduğu yayılmalıdır. Peygamber Efendimizin bir sünnetini, caddemizde sokağımızda işlerken, insanların kınamasından ve ayıplamasından dolayı onları terk etmemeli bilakis artan bir kuvvetle devamlılık kazanmalıdır. Bugün yaşayan yarın terk eden olursak, ne kendimize ne de bir başkasına faydamız olur.Kınanma endişesi nefsin bir korkusudur ve insanı Allah’a itaatten alıkoyan bir ahlâktır. Mübarek Efendimin yanında çeşitli seferlerde yaşadığım bazı hadiselerde, güya Mübarek Efendim adına bir endişe taşıyan bir anlayışla bazı hadiselere yaklaştım. Neticede şunu gördüm ki, Mübarek Efendim nerede olursa olsun Cenâb-ı Hakk’ın ve Peygamber Efendimizin emirlerini, bütün gayretiyle, evinde nasılsa sokağında da çarşısında da gittiği yerlerde de öylece güzel bir şekilde muhafaza ediyor idi. Zorluk çekense yanında bizlerdik. Çünkü ondaki Cenâb-ı Hakk’ın ve Peygamber Efendimizin emirlerine karşı olan teslimiyet bizde olmayınca, nefislerimize ağır geliyordu. İnsanların sözlerinden, farklı bakışlarından tesir altında kalıp içimizde nefsimizin daralmasını, güya Mübarek Efendimin hâl ve tavırlarını muhafaza etme adı altında, ‘şöyle olmasaydı’ gibi yanlış anlayışlara kapılıyoruz. Aslında bütün bunlar nefislerin kınanma endişeyle ortaya çıkan büyük yanılgılardır.Mübarek Efendim şeriat insanıdır. Dosdoğru bir insandır. Cenâb-ı Hakk’a karşı itaatini her yerde güzelce muhafaza etmiştir. Elhamdülillah. Bizler de kardeşlerim, inşallah Cenâb-ı Hakk’a ve Rasûlü’ne itaat emarelerini üzerlerimizde muhafaza edeceğiz. Bunları, evlerimizde, yaşantımızda, ticaretimizde yaşayacağız. Üzerimizdeki libas ne olursa olsun, kalbimizin libası hiç değişmeyecek. Elbisemize göre değil; kalbimizin taşıdığı imana göre hâl ve hareketlerimizi muhafaza etmeye çalışacağız. Ömür geçiyor. Daha Cenâb-ı Hakk’ın emirleri bizim kalbimizde tam sükûn bulmamış iken, kendimizi hayırda, bir başkalarını ise noksanlıkta görerek onları tenkit etmekle Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ahlâkı yayılmaz.Nefis terbiyesi denildiği zaman hep dar anlaşılıyor. Biz tasavvufî bir meşreple, bir metotla nefislerimizi terbiye ve tezkiye yolunda Cenâb-ı Hakk’ın ve Peygamber Efendimizin güzel emirlerini ahlâk edinmeye ve imanımızı muhafaza etmeye çalışıyoruz. Bizi bundan engellemeye çalışan nefsimizin hastalıklarından kurtulmaya ve bu nefsimizin hastalıkları sebebiyle dünyanın üzerimizdeki tesirlerini üzerimizden kaldırmaya çalışıyoruz. Bu sadece kendi evlerimizde tesbihatımızı yapıp, insanların içinde iken ise “Rabbimi zikrettiğimi dahi görmesinler” anlayışı ile olmaz. ‘Git, kendini ateşe at’ demiyoruz ki zaten. Bir Müslüman olarak Allah’a itaatin emarelerini yaşayan yaymazsa kim yayacak? Bilen anlatmazsa, kim anlatacak? Zaten yanlış yapanlar, yanlışlarını çok rahat bir şekilde hem yapıyor hem de yayıyorlar. Bunları yaparken Allah’tan da hiç hayâ etmiyorlar. Doğrusunu yapan ise insanların kınamasından çekiniyor. Çeşitli sebeplerden dolayı Cenâb-ı Hakk’ın emirleri yerine getirilmekten içtinap edilirse, o zaman bu güzelliklerin yayılması noktasında hepimiz Cenâb-ı Hakk’a karşı sorumlu oluruz. Her Müslüman üzerine düşen vazifeyi yerine getirmeli.Haram olan bir şey helâl gibi işlenirken onun haram olduğunu ifade edecek ve onun karşısında Allah’ın meşru kıldığı ve bizden istediğini yaşayacak kuvvet, içerisinde bulunmalıdır. Çünkü bir insanın hâl ve hareketlerine Cenâb-ı Hakk’ın hükmü açısından bakmaz iseniz, o zaman insanlara sizin sözlerinizi yorumlama kapısını açmış olursunuz. ‘Sence öyleyse bence de böyledir’ deme hakkına sahip olur. Bir hareket eğer Allah’ın emrine muhalif ise, yasak ise ‘bence böyle değildir’ şeklinde değil de ‘Allah’ın hükmü böyledir!’ demek lazımdır.Cenâb-ı Hakk Kur’ân’ında “وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ / Onlarla en güzel şekilde mücadele et!” buyuruyor. İnsanların akıllarının alabileceği ölçüde onlara tebliğde bulunmak gerekir. Bir yerde niyetimiz hakikaten hayrın ortaya çıkmasıysa, bir Müslüman; bilgisini, istidadını ve kabiliyetini mahir bir şekilde kullanırken Allah’ın yardımını da hiç unutmamalıdır!Konuyla ilgili olarak İmam-ı Azam efendimizin bir sözünü hatırlatmak istiyorum: “Biz insanlarla münazara (mücadele, münakaşa) ederiz; ama onların iman kuşlarını hiç uçurtmayız!” buyuruyor. Cenâb-ı Hakk inşallah hayırların artmasını nasip etsin.Mübarek Efendimin (k.s.) bir arkadaşını ziyaret gitmiştik. Namaz kılmadığı belliydi. Alkol aldıklarının emareleri de bulunuyordu. Bu yüzden dolayı Mübarek Efendimin niçin buraya gelip gittiği konusunda kalbim meşgul oluyordu. Ziyaretten sonra, Mübarek Efendim şu açıklamayla onu izale etti. Hem de bu vesileyle bana güzel bir çığır açtı. Dedi ki:“Oğlum, ben bu gördüğün kişi ile çocuklukta arkadaş idim. Çocuklukta aynı onun yaptığını yapan, aynı ahlâkları sergileyen bir genç idim. Allah bana hidayet nasip etti, rahmet etti. Bu hayrı ve ilmi kazanmamı nasip etti. Fırsat buldukça zaman zaman bu arkadaşımı ziyaret ediyorum, nasihat ediyorum. Bu vesileyle Rabbimin ona itaat yolunu açmasını ümit ediyorum. Çünkü yarın Hz. Allah (c.c.) bana: “İkiniz aynı akran idiniz. Ben sana bu hayrı alıştırdım. Sen ise beraberce su içtiğin, yemek yediğin arkadaşını kendi ahlâkı içinde niçin terk ettin?!” diye sorarsa, bunun mesuliyetinde kalmamak için, Cenâb-ı Hakk’ın vermiş olduğu bu ilmin ve hayrın şükrünü yerine getirebilmek için o arkadaşıma fırsat buldukça nasihatte bulunuyorum. Ki Rabbim ona da inşallah hidayet yolunu açsın.”Hakikaten birçok insanlar var ki, hayır yollarına girdikleri zaman, hayırda gibi gözüken birçok insanlardan Allah’a ve Rasûlü’ne daha çok itaatte ileri gidebilirler. O yüzden her bir Müslüman kardeşimiz dininin emir ve yükümlülüklerine sadakatle bağlı kalmak ve çizgisini bu hâl üzere muhafaza etmekle memurdur. Bu, bizim asli vazifemizdir. ‘Falanca hocadır, o bilir, o yapsın’ bu, yanlıştır. İslâm dini öyle bir dindir ki herkesi bu hususta yükümlü kılmıştır. Tabi ki ehli olan, istidadı olan, doğruyu alışan insan, doğru bildiğini ‘Allah’ın bir hükmü olarak’ yanlış bilen diğer bir insana bu doğruyu anlatmakla memurdur kardeşlerim. Hele şu zamanda bu hükme tabi olmak, belki de nafile ibadetle meşgul olmaktan daha da önemlidir.Biz bunları niçin alışıyoruz? Cenâb-ı Hakk’a olan itaatteki kuvvetimizi muhafaza etmek için. Bunun için imkân bulduğumuz her fırsatta Allah’ın bir tek kuluna dahi olsa, bir hayrı alıştırmak ahlâkımız ve hedefimiz olmalıdır. Böylelikle Cenâb-ı Hakk’a itaatin emareleri toplumda yayılsın.Bizim çoluk ve çocuğumuz dışarı çıktığı zaman; birbirine haram olan kız ve erkeklerin, sokaklarda birbirine helâl olan karı ve kocanın hâl ve davranışları gibi görüntülerini gören değil de; edep ve ahlâkı üzerinde taşıyan bir mümin erkek ve bir mümin hanımın, nikah üzere sokakta edeple gidişini görsünler! Bir gencimizin yanından geçerken, söylediği sözlerle kendisini isyana düşüren, şarkı türkü sözleri dinleyip de Allah’a isyanlarını kuvvetlendiren genç değil; telefonuna Kur’ân âyetlerini koyup da kulağını Allah’ın Kelâmı’yla ve ezan-ı Muhammedî ile süsleyenleri görsün sokaklarımız! Çocuklarımız bunları görsün! İnsan bir parkın içerisinden geçmeye hayâ ediyor! Üstelik bu alenî haramları işleyenlere söz söylemek esas suç olmuş. Toplum bu hâle gelmiş durumda.O yüzden Müslümanlar kardeşlerim; hayrın artması için, Cenâb-ı Hakk’ın hükümlerinin ve emirlerinin yayılmasına ve kuvvet bulmasına çalışmak her Müslümanın vazifesidir. Bu husus için de tabi ki öncelikle kendimiz dosdoğru güzelce yaşamaya çalışacağız. Bunda taassuba ve ‘ancak benim yaşadığım doğrudur’ diye başkalarına tekebbür göstererek değil, diğer insanları hâl ve hareketlerinden dolayı kınayarak değil; tevazu ile, yanlışa düşmüş veya tökezlemiş olan bir insanın kollarından tutup da ayağa kaldırma anlayışı ile yaklaşmak lazımdır. Nasıl ki bir doktor hastasını alır, ona teşhisi koyar ve ilaç verir. Allah’a isyan edenler de kalp hastasıdır. Kalbi ifsat olmuştur. Kalbi selim bir imandan uzak olan insanlardır. Öyleyse bunların devası tertemiz bir imanın o kalbe yerleşmesidir. Bunun için de, kadın ve erkek her bir Müslüman Cenâb-ı Hakk’ın imkân verdiği ölçüde bu güzellikleri hem yaşamaya hem de anlatmaya memurdur. Allah hepimize yardım etsin inşallah.Ve selâmün ale’l-mürselin ve’l-Hamdü lillahi Rabbi’l-Âlemîn.
kelime kelime hece hece okudum çok müstefid oldum.. rabbim bizi kendisine itaatten ayırmasın... maarufu yaşama ve münkeri terk ettme hususunda efendimin çizdiği çizgiden rabbim bizi ayırmasın..
gerçekten uygulanması büyük önem arzeden bir konu. Teşekkürler.