Her gönle verilmez Hakk ile ülfet
Bu nimeti bulana en büyük devlet
Âşkın ile yanan gönül mübarek
Faruk Sultanım benim canım Efendi’m
Dergâhına gelen hep şifa bulur
Mevlâ’m dualarını kabul buyurur
Gönülden geçenler hakikât olur
Faruk Sultanım benim canım Efendi’m
Kadir Mevlâ’m ondan razı olmuştur
Bu davanın yoluna başın koymuştur
Resul’ün izinde daim olmuştur
Faruk Sultanım benim canım Efendi’m
Her nebide vardır birkaç mucize
Muhammedü’l-Emin’de hepsi birlikte
Ondan dağılmıştır varislerine
Faruk Sultanım benim canım Efendi’m...
Mehmet YALÇIN
Allah’a hamd, Resul’üne salât ve selâmların en ekmeli olsun... Bizler, Rabbimizi sena (övgü) edemeyiz. O kendisini Kur’ân-ı Kadîm’inde sena ettiği gibidir.
Noksanlıklardan münezzeh, kemal sıfatlarla mücehhez, her şeye kadir, ilmi kevn-i mekânı ihata eden Allah’tan dileğimiz; biz mücrimlere günahları terk etme, ibadetlere yönelme noktalarında yardım etmesidir. Zira gayelere, ancak O’nun izni ve yardımı ile ulaşılır...
“Her gönle verilmez Hakk ile ülfet” dizesi ile şiirine başlayan Çağdaş İlâhî Şair’imiz, Hak ile ülfetin (yakınlık) bir nimet olduğunu ve bunun her gönle verilmeyeceği hakikatini hatırlatmak, nasihat etmek düşüncesini taşıyor. Hemen akabinde, “Bu nimeti bulana en büyük devlet” diyerek sanki, şu şekilde nasihatini devam ettirmek istiyor: Eğer Yüce Hak sana yakınlık nimetini vermişse, bilesin ki bu yakınlık nimeti çok büyük, hatta en büyük “devlet” tir. “En büyük devlet” olan nimete nasıl kavuşulur, Hak ile nasıl ülfet edilir? İşte Şair’imiz üçüncü dize de bunu da açıklıyor: “Ey Faruk Sultanım benim canım Efendi’m! Âşkın ile yanan gönül” e en büyük devlet olan “Hak ile ülfet” olma nimeti verilir ve bu nimetle hemhâl olan insan bir nevî kutlu, mübarek olur.
“Her gönle verilmez Hakk ile ülfet
Bu nimeti bulana en büyük devlet
Âşkın ile yanan gönül mübarek
Faruk Sultanım benim canım Efendi’m”
Yukarıdaki dört dizelik kıtalardan, dörtlüklerden oluşan nazım, içerik itibariyle Halk edebiyatının “tekke edebiyatı” ya da “tasavvufî halk edebiyatı” sahasında değerlendirilen nazım türlerinden “ilâhî” tarzında kaleme alınmış, kafiye düzeni aaab / cccb / dddb / eeeb olarak düz uyak çeşidiyle kafiyelenmiş, serbest vezinle (1) oluşturulmuş, dil itibari ile her sınıf insanın rahatlıkla anlayacağı bir sadelikte, durulukta olan bir tasavvufî, tekke şiiridir.
TEKKE EDEBİYATI YA DA TASAVVUFÎ HALK EDEBİYATI VE İLÂHÎ NEDİR?
Halk edebiyatının tasavvufî hal edebiyatı ya da tekke edebiyatı denilen dalı XII. yüzyılda Ahmet Yesevî ile başlamıştır; fakat Anadolu’nun bu alanda ilk ve en büyük şairi Yunus Emre’dir. (2) Tasavvufî halk edebiyatı ya da tekke edebiyatı Anadolu’da XIX. Yüzyıla değin çeşitli tarikatlarla gelişmiştir.
Tasavvufî halk edebiyatı ya da tekke edebiyatı şairleri, yalın dille, hece ölçüsüyle veya aruzun heceye yakın, yalın kalıplarıyla şiirler yazmışlardır. İlâhî denince akla ilk gelen Yunus Emre (1240 – 1320)’dir.(3) Daha sonra Hacı Bayram-ı Veli (1352 – 1429), Eşrefoğlu Rumî (1353 – 1469), Aziz Mahmut Hüdaî (1541 – 1628), Niyazî-i Mısrî (1618 – 1694), Erzurumlu İbrahim Hakkı (1703 – 1790) Yunus Emre’nin etkisinde kalarak ilâhîler yazmışlardır. İlâhîler; Allah, Peygamber, din ve tasavvuf büyüklerine sevgi temasını işleyen; Allah’a yalvarmak için söylenen nazım şekilleridir. Kendine özgü bir beste veya ezgiyle okunur. Hem koşma hem semai ve hem hece hem de aruz vezni ile yazılmıştır. İlâhîde hece ölçüsünün 7, 8, ve 11’li kalıpları tercih edilmiştir.
Tekke şiirinin genel adı, özel bestelerle, ezgilerle okunan ve tarikatlara göre değişik isimlerle anılan “ilâhî”lerdir. Kadrî, Nakşî ilâhîlerine “ilâhî”; Mevlevî ilâhîlerine “ayin”; Halvetî ilâhîlerine “durak”; Gülşenî ilâhîlerine “tapuğ”; Uşşakî ilâhilerine “divân”; Alevî ilâhîlerine “nefes, deme, deyiş” adı verilir. Tasavvufî halk edebiyatı şiirinin, nazım birimi dörtlüktür; ama gazel biçiminde yazılmış ilâhîler de vardır. Bu edebiyatın düzyazı biçimi ise evliya menkıbeleri, tarikat büyüklerinin hâllerini, yaşamlarını anlatan kitaplar (tezkireler) oluşturur.
Tasavvufî halk edebiyatı ya da tekke edebiyatı ve bu edebiyat ekolünün nazım türlerinden olan ilâhî hakkında bilgiler verildi. Şimdi günümüz ilâhî anlayışıyla yazılan, yukarıda belirtildiği üzere düz kafiyeli; serbest ölçülü; Şairimizin gönül verdiği, tasavvuf büyüğü Abdullah Farûkî (k.s.) Efendiyi konu alan, sevgi temalı şiir tahliline dönebiliriz.
Farûk Sultanın Dergâhı’na gelen, nefsî hastalıklardan (kibir, haset, şehvet, riya, dünya sevgisi vb.) kurtularak; nefis ve ruh tezkiye ve terbiye edilerek şifa bulmaktadır; hikmetlere, sırlara ererek hakikât olmaktadır. Ve en nihayet terbiye ve tezkiye olan; hikmet ve sırlara erenlerin naz u niyazları, duaları Hak katında kâbûl olunmaktadır. Şair ikinci dörtlüğün dizelerinde bunlardan söz ediyor.
“Dergâhına gelen hep şifa bulur
Mevlâ’m dualarını kâbûl buyurur
Gönülden geçenler hakikat olur
Faruk Sultanım benim canım Efendi’m”
Üçüncü dörtlüğe gelindiğinde şair, “Kadir Mevlâ’m ondan razı olmuştur” derken Kadir Mevlâ’nın Faruk Sultan’dan neden razı olduğunu, bu dörtlüğün ikinci ve üçüncü dizeleriyle ispat etmek istiyor, “Bu davanın yoluna başın koymuştur / Rasûl’ün izinde daim olmuştur” davadan kast olunan Abdullah Farûkî Efendinin:
“Yolumuzun esası üçtür:
Birinci esas, Tevhîd’in ikame edilmesidir...
İkinci esas, Sünnet-i Seniyyelerin yaşanmasıdır...
Üçüncü esas ise, Ehl-i Beyt sevgisini yaşamaktır...
Ve her bir sünnet-i seniyyeyi yaşamak bir nefis tezkiyesidir.”
tasavvufî olarak çizdiği, işaret ettiği ilke ve esaslardır. Bu dava, Rasûl’ün izinde daim olma ve bu uğurda can, mal gibi insanların kıymet verdiği fani nimetlerden geçme davasıdır. Bizler şahidiz ki Abdullah Farûkî Hazretleri bu davayı hem yaşamış hem yaşatmış ve hem de bu davayı müdafaa ederken çok sevdiği Hz. Fâtıma annemiz ve İmam-ı Rabbanî Hazretleri misali aynı günde yani Ramazan-ı Şerif’in üçünde şehit olarak Efendiler Efendisi’nin, Güllerin Efendisi’nin vefat ettiği yaşta 63 yaşında Rabb’ine, Rahman’ına yürümüştür. Yüce Mevlâ’mız derecelerini arttırsın... Âmin...
Şiirin son dörtlüğüne gelindiğinde Şair nebilere verilen mucizelerden bahsediyor. Nebilere birkaç mucize verilmiştir; fakat Muhammedü’l-Emin’e hepsi birlikte verilmiş ve ondan da keramet olarak varislerine yani yolunda, Kur’an ve Sünnet çizgisinde olanlara dağıtılmıştır. Bu varislerinden, halifelerinden birisi de keramet ehli “Faruk Sultan”dır.
“Her nebide vardır birkaç mucize
Muhammedü’l – Emin’de hepsi birlikte
Ondan dağılmıştır varislerine
Faruk Sultanım benim canım Efendi’m”
Abdullah Farûkî Efendinin ölümünün dokuzuncu yıl dönümü içerisindeyiz. Abdullah Farûkî Efendi Kur’ân-ı Kerim’i ve Sünnet-i Seniyye’yi hayatına rehber almış bir şahsiyetti. O her hâlinde, gücü yettiği ölçüde Allah’a itaat ve O’nun Habibi’ne ittibaya çok büyük önem verirdi. Onun Allah ve Rasûl’üne âşkı hem dilinde hem de yaşantısında idi. Bir soğuk Ramazan günü bizleri terk ederek ve Allah’ın emrine uyarak Sevgili’sine, sevgililerine kavuştu. Allah şefaatlerine nail eyleye... Selâm, sabır ve dua ile...
“Dikkat ediniz ki Allah (c.c) dostlarına hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.”(4)
Dipnot ve Kaynakça
1. Serbest vezin, adından da anlaşılacağı üzere hece ve aruz vezni kullanılmaksızın yazılan vezindir. Günümüzde yazılan ilâhî formatında genellikle serbest vezin tercih edilmektedir.
2. Yunus Emre’den günümüze kadar olan zaman diliminde çeşitli tarikatlarda farklı adlarda ilâhîler yazan dervişler, şairler Yunus’tan az ya da çok etkilenmişlerdir. Tarihten günümüze Yunus Emre’nin ilâhîleri sevenleri tarafından vecd içinde okunmuş ve terennüm edilmiştir.
Türk edebiyatı bu sahada bir Yunus daha çıkartamamıştır.
3. Parantez içindeki ilk tarih şairin doğum, ikinci tarih de ölüm tarihidir.
4. Yunus suresi, 62. âyet-i celîle.
Faruk Sultanım!...
Özlenen Rehber Dergisi 69. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.