وَاْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقًاۜ نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ
وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى ﴿﴾
“Ehline namazı emret ve sen de ona sabır ile devam eyle. Senden bir rızık istemiyoruz, seni Biz rızıklandırırız. (Güzel) akibet, takva içindir.”
(Tâ-hâ, 20/132)
Cenâb-ı Hak (c.c.), Rasûlü (s.a.v.) ve ümmetine, gerek müşriklere gerekse de ehl-i kitaba imtihan için verilen geçici dünya metaına itibar etmeyip, onların maddi güç ve imkânlarıyla övünmelerine aldırmamasını emretmiş, katındaki rızkın daha hayırlı ve ebedi olduğunu bildirmiştir: “Onlardan bazılarına, kendilerini sınamak için dünya hayatının süsü olarak verdiğimiz şeylere gözünü dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha kalıcıdır.” (Tâ-hâ, 20/131)
Bununla beraber ailesine ve ümmetine namazı emretmesini ve kendisinin de sabırla namaza devam etmesini istemiştir.
* * *
وَاْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ “Ehline namazı emret...”
Yani; ey Habîbim, sen ehline namazı emret. Bu suretle onları Allah’ın azabından korumaya çalış. Peygamber Efendimiz’in ceddi İsmail (a.s.) da ehline namazı emrederdi. Rabbimiz, ondan bahsederken şöyle buyurmuştur: “Ve kitapta İsmail’i de an. Şüphe yok ki, o vaadinde sadık idi ve bir rasûl, bir nebi idi. Ve ehline namaz ile ve zekât ile emrederdi ve Rabb’inin katında rızaya nail olmuştu.” (Meryem, 19/54-55)
اَهْلَكَ “Ehline”
“Ehl” ifadeyle kimlerin kastedildiği hususunda müfessirler şu açıklamalarda bulunmuştur:
1- Aile halkı, ehl-i beyti, akrabaları:
Allah (c.c.), Rasûlü (s.a.v.)’i risaletle görevlendirince; “(Önce) en yakın akrabanı uyar.” (eş-Şuarâ, 26/214) buyurarak ilâhî emirleri önce en yakın akrabasına tebliğ etmesini emretmiştir. Bu âyette de ailesine namazı emretmesini istemiştir.
Kişinin sorumlu olduğu kişilerin en başında aile ve akrabaları gelir. İhsana da en hak sahibi olan onlardır. Allah’ın azabından muhafaza edilmesi gereken de evvela yine onlardır. Bir âyette şöyle buyrulmaktadır: “Ey îman edenler, Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (et-Tahrîm, 66/6)
2- Nebi (s.a.v.)’in kavmi:
Saîd b. Cübeyr (r.a.), ehl ile kastolunanın Nebi (s.a.v.)’in kavmi olduğunu söylemiştir. (İbn-i Ebî Hâtim, Tefsir)
3- Rasûlullah (s.a.v.)’e itaat eden her Müslüman:
Her ne kadar “ehl” kelimesiyle kişinin hanesinde bulunan ailesi kastedilir ise de namaza dikkat çekip onu emretmek ancak iman ehli için söz konusudur. Bir de genel manada Peygamberlerin ehli; ona iman edip itaat ile yollarından giden muttakilerdir. Enes (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.)’e: “Âl-i Muhammed kimdir?” diye soruldu. (Efendimiz): “Her muttakidir.” buyurdu ve: “Onun ehilleri ancak muttakilerdir.” (el-Enfâl, 8/34) (âyetini) okudu. (Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, h.no:3332)
Ehl kelimesinden kastolunan her kim olursa olsun, Cenâb-ı Hak burada biz mü’minlere toplumun ıslahı için takip etmemiz gereken yolu öğretmektedir. Buna göre insan, nefsini ıslah ettikten sonra kendisine en yakın olan kişilerin oluşturduğu aileyi ıslah etmelidir. Bu da onlara namazı emretmekle olur.
Namazın nefsi ıslah ile alakası:
Nefislerin ıslahı, faydalı ilim, güzel ahlâk, Allah ve Rasûlü’nün emirlerine itaat edip yasaklarından kaçınmakla olur. Dinî emirlerin imandan sonra en büyük ve ehemmiyetli olanı namazdır. Namaz kılan bir insan, emre itaat etmiş, dinini ayakta tutmuş ve kendini küfürden muhafaza etmiş olur. Ömer (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre bir adam geldi ve: “Yâ Rasûlallah, İslâm’da hangi şey Allah katında daha sevgilidir?” dedi. (Rasûlullah): “Vaktinde (kılınan) namazdır. Namazı terk eden kimsenin dini yoktur. Namaz dinin direğidir.” buyurdu. (Beyhakî, Şuabu’l-Îmân 21, 2550) Câbir (r.a.) da, Rasûlullah (s.a.v.)’den şöyle işittiğini haber vermiştir: “Kişiyle, şirk ve küfrün arasında namazı terk etmek vardır.” (Müslim, Îmân 134)
Bizzat namazın, insanı kötülüklerden alıkoyacağı âyette ifade buyrulmuştur: “(Ey Rasûlüm!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak ise en büyüktür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (el-Ankebût, 29/45)
Bu âyetin izahı niteliğindeki şu hadislerde ise bu gayeye ulaştırmayan namazın kişi için bir hayır getirmeyeği açıkça ifade edilmiştir: “Kimin namazı, onu hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoymazsa, onunla ancak Allah’tan uzaklığı artar.” (Kudâî, Müsned-i Şihâb, 481) “Kimin namazı onu, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoymazsa onun namazı yoktur.” (İbn-i Ebî Hâtim, Tefsir)
Namaz, kul ile Rab Teâlâ’nın irtibatını sağlayan en kuvvetli ibadettir. Günde en az beş defa ruh ve bedeniyle Rabb’ine yönelen, O’nunla irtibat sağlayan bir kimseden kötü söz ve fiil elbette sudur etmez.
Toplumun ıslahı namaz ile mümkündür:
Toplumun çekirdeği hükmünde olan ailede namaz ile ıslah gerçekleştiği zaman, toplum da kendiliğinden ıslah olmuş olur. Bu nedenle âlimler: “Bir kimse toplumun hangi temeller üzerine bina edildiğini ve ne kadar faziletli olduğunu bilmek isterse, namaza gösterdikleri ehemmiyete bakmalıdır.” demişlerdir.
بِالصَّلٰوةِ “namaz ile (veya) namazı...”
Burada namazla maksat evvela “beş vakit namaz”dır.
Çocuğa, temyiz yaşı olan yedi yaşına geldiğinde namaz kılması emredilir. Her ne kadar çocuk, namaz hususunda gevşeklik gösterse de emretmeye devam edilir. Ta ki namaza alışsın. Zira hayır alışmayla olur.
On yaşına geldiğinde ise namaz kılmazsa terbiye maksadıyla kaba yerlerine vurulur. Zira Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Yedi yaşına geldiklerinde çocuklarınıza namazı emredin. On yaşına geldi mi (namaz kılmadığı takdirde) dövün ve yataklarda aralarını ayırın.” (Ebû Dâvûd, Salât 26)
Nafile namazlar da önemlidir. Toplu bir ibadet havasında yerine getirilmeye çalışılır ki rahmete vesile olsun. Efendimiz (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Geceleyin kalkan, namaz kılan ve hanımını uyandıran, (uyanmayı) reddederse yüzüne su serpen adama Allah rahmet etsin. Geceleyin kalkan, namaz kılan ve kocasını uyandıran, (uyanmayı) reddederse yüzüne su serpen kadına Allah rahmet etsin.’ buyurmuşlardır. (Ebû Dâvûd, Salât 307)
وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ “ve sen de ona sabır ile devam eyle.”
Yani “Ey Habîbim! Sen onlara namaz kılmayı emrettiğin gibi, bilfiil kendin de devam et.” Zira emredilen ve hakkında vaaz u nasihatte bulunulan bir işi yapmak, sözü tekit ettiği gibi tesirini de artırır. Zaten Efendimiz (s.a.v.) söz ve amel bakımından her yönüyle ümmetine örnek olmuş, yapmadığı bir şeyi emretmemiş, yaptığı bir şeyden de nehyetmemiştir. Rabbimiz (c.c.): “Muhakkak ki Allah’ın Rasûlü’nde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (el-Ahzâb, 33/21) âyetiyle, O’nun örnekliğini tasdik etmiştir.
Diğer tüm mükellefiyetler (emir ve yasaklar) gibi namaz ibadeti de bir meşakkattir. Hadiste de ifade buyrulduğu üzere, temyiz yaşından ta ömrün sonuna kadar günde beş vakit kılınması gereken namazın kişiden düşmesi için ya mükellefin ölmesi ya da kılamayacak derecede hasta veya engelli olması gerekmektedir. Cenâb-ı Hak (c.c.) bir âyette: “Sabrederek ve namaz kılarak (Allah’tan) yardım dileyin. Şüphesiz (namaz, Allah’tan derinden) haşyet duyanlardan başkasına ağır gelir. Onlar ki, Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten ona döneceklerini çok iyi bilirler.” (el-Bakara, 2/45-46) buyurmuştur. Bu nedenle âyette Efendimiz’in namaza sabır ile devam etmesi emredilmiştir.
“Sabır” ifadesinde, mecaz-ı mürsel yoluyla “devam etmek” manası vardır. Ancak burada “sabret” manasında اِصْبِرْ değil de bu kelimeden türeyen اِصْطَبِرْ kullanılmıştır. Müfessirler, bu ifadenin gelmesinde şu inceliklerin olduğunu söylemişlerdir:
- “Sabırda, kişi bir zorluğa sabır gösterir; ancak bununla beraber zorluğun elem ve meşakkatini hisseder. Istıbarda ise, kişi sabır göstermekle beraber bundan elem duymaz. Aksine lezzet alır, rahat bulur.” Bu mana, bir müslümanın ibadetlerin zorlukları karşısında nasıl bir hal içerisinde bulunması gerektiğini de güzel bir şekilde ortaya koymaktadır.
- “Arapça’da, kelimede meydana gelen harf ziyadeliği, manada ziyadeliğe delalet eder. Bu nedenle ıstıbar kelimesi, sabr kelimesinden daha ziyade bir sabır ve tahammüle delalet eder.” Bu ise yukarıda izah ettiğimiz gibi namazın devamlı ve ehemmiyete haiz bir ibadet olmasından ileri gelmektedir.
Rasûlullah (s.a.v.)’in ailesine ve ümmetine namazı emretmesi:
Peygamberimiz (s.a.v.), özellikle sıkıntı ve darlık zamanlarında ailesine namazı emreder, kendisi de namaz kılardı. Buna dair birçok rivayet vardır:
• Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)’dan rivayete göre; “Ehline namazı emret...” âyeti indiği zaman Nebi (s.a.v.) sekiz ay müddetince sabah namazı vaktinde Ali (k.v.)’nin evinin kapısına gelir ve: “Allah Teâlâ size rahmet etsin, (haydi) namaza! Ey ehl-i beyt! Allah sizden ancak kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” buyururdu. (Suyûtî,
Durru’l-Mensûr Fi’t-Te’vîli Bi’l-Me’sûr)
• Abdul¬lah b. Selam (r.a.) şöyle demiştir: “Nebi (s.a.v.), aile halkına bir sıkıntı geldiği zaman onlara namaz (kılmaların)ı emreder ve: “Ehline namazı emret ve sen de ona sabır ile devam eyle...” (âyetini) okurdu.” (Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, 64, 9255)
• Sâbit (r.a.) şöyle demiştir: Nebi (s.a.v.), kendisine şiddetli bir ihtiyaç (darlık) isabet ettiği zaman: “Ey ehlim! Namaz kılın, namaz kılın!” diye nida ederdi. Sabit dedi ki: “Peygamberlerin başına bir iş geldiği zaman onlar namaza sığınırlardı.” (Beyhakî, Şuabu’l-Îmân 21, 2915)
• “Muhakkak ki güneş ve ay bir kimsenin ölümü veya hayatı için tutulmaz. Fakat o ikisi Allah’ın âyetlerinden iki âyettir. Onları kullarına gösterir. Bunu (yani tutulduklarını) gördüğünüz zaman namaza koşun.” (Buhârî, Küsûf 13)
Sahâbe (r.anhüm) ve onlardan sonra gelenler Rasûlullah (s.a.v.)’in bu husustaki sünnetini takip etmişlerdir. Şöyle ki:
• Eslem’den rivayet edildiğine göre; Ömer b. el-Hattâb geceleyin Allah’ın dilediği kadar namaz kılardı. Nihayet gecenin sonu olunca namaz (kılmaları) için aile halkını uyandırır ve: “(Haydi) namaza, namaza!” der ve arkasından da; “Ehline namazı emret ve sen de ona sabır ile devam eyle. Senden bir rızık istemiyoruz, seni Biz rızıklandırırız. (Güzel) akibet, takva içindir.” âyetini okurdu. (Muvattâ, Salâtu’l-Leyl 1)
• Hişam b. Urve’nin babasından rivayet ettiğine göre o, dün¬ya ehlinin yanına girip de onların dünyalarından bir taraf (bir uç) gördüğünde ailesine dönüp eve girer: “Onlardan bazılarına, kendilerini sınamak için dünya hayatının süsü olarak verdiğimiz şeylere gözünü dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Ehline namazı emret ve sen de ona sabır ile devam eyle. Senden bir rızık istemiyoruz, seni Biz rızıklandırırız. (Güzel) akibet, takva içindir.” (âyet¬lerini) okur ve: “(Haydin) namaza, namaza! Allah size rahmet eylesin!” derdi. (ez-Zühdü Li-Ebî Dâvûd, 427)
• Hişâm b. Urve’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Babam bana şöyle dedi: “Sizden birisi dünya hayatının süs ve zinetinden bir şey görürse ailesinin yanına gelsin ve onlara namazı emretsin, kendisi de buna sabırla devam etsin. Zira Allah, Nebisi’ne (hitaben) şöyle buyurdu: ‘Onlardan bazılarına, kendilerini sınamak için dünya hayatının süsü olarak verdiğimiz şeylere gözünü dikme...’ Sonra âyetin sonuna kadar okudu. (Musannef İbn-i Ebî Şeybe, Zühd, 35324)
• Ebû Bekir Abdullah el-Müzenî, ailesine şiddetli ihtiyaç (darlık) isabet ettiği zaman: “Kalkın ve namaz kılın!” der ve sonra da: “Allah ve Rasûlü böyle emretti.” der ve bu âyeti (Ehline namazı emret...) okurdu. (Zemahşerî; Nesefî) Mâlik b. Dînar’ın da böyle yaptığı nakledilmiştir.
Bugün ne yazık ki bu anlayıştan uzaklaşılmıştır. Bugün maddi veya manevi herhangi bir sıkıntıyla karşılaşıldığında Müslümanların taviz verdikleri ilk şey ibadet, kulluk ve namaz olmaktadır. Hâlbuki Efendimiz (s.a.v.) ve sahâbesinin bu tür durumlarda ilk yaptıkları şey Allah’a kulluğun, teslimiyet ve tevekkülün en güzel ifadesi olan namaz kılmak olmuştur.
لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقًاۜ نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ “Senden bir rızık istemiyoruz, seni Biz rızıklandırırız.”
Bu ifade ile ilgili olarak birkaç izah vardır:
1- Bu, Allah Teâlâ’nın, kullarından sadece ibadet istediğini, tıpkı efendilerin kölelerinden haraç istedikleri gibi kendisine rızık vermelerini istemediğini gösterir. Bu: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben, onlardan bir rızık istemiyorum. Bana yedirmelerini de istemiyorum. Şüphesiz Allah rızık verendir, güçlüdür, çok kuvvetlidir.” (ez-Zâriyât, 51/56-58) âyetinde ifâde edildiği gibidir. Allah (c.c.), Samed’dir. Her şey O’na muhtaç, O ise hiçbir şeye muhtaç değildir.
2- Bunun manası: “Senden ne kendin, ne de ailen için rızık istemiyoruz. Aksine seni de, ehlini de biz rızıklandırıyoruz. Binaenaleyh gönlünü âhiret işlerine ver.” demektir. İnsanların, “Allah’ın işinde olanların, Allah da işinde olur!” şeklindeki sözleri de bu manadadır.
3- Bu: “Biz sana namazı emredince, bu emir, biz senin namazından istifade edelim diye değildir.” demektir. İşte bu mana; “Biz, senden bir rızık istemiyoruz. Aksine, biz seni dünyada çeşitli nimetlerle, âhirette de mükâfat ve rızayla rızıklandırırız.” şeklinde ifade edilmiştir.
4- Bu, akıllara: “Namaza devam edersem geçim ve maişetimi kazanmama zararı olur.” gibi düşüncelerin gelmesini önlemek içindir. Bu ifadeyle sanki: “Namaz vakti geldiği zaman namaz kılın ve bunda devam edin. Sizin rızkınızı biz gönderiyoruz. Namazdan dolayı rızkın azalması veya kesilmesi yönünden endişeye kapılmayın.” denmiştir.
İbadetler rızka mani değildir:
Kim ki ihlâsla Cenâb-ı Hakk’ın yolunda gayret gösterir, ibadetlerine ve namaza itina ile devam ederse rızkı ummadığı yerden gelir. Nitekim âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: “Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa Allah ona bir çıkış yolu açar ve Onu ummadığı yerden rızıklandırır.” (et-Talâk, 65/2-3)
Bütün gayret ve çabası dünyalık toplamak, rahat ve refah içerisinde yaşamak olup ibadetten geri duran, sonra kılarım, yaparım, giderim mantığıyla hareket ederek ömrünü heba edenlerden Allah ve Rasûlü asla razı olmaz. Ebû Müslim’den rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bana mal toplamam ve tüccarlardan olmam vahyolunmadı. Ancak bana; ‘Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol.’ ‘Sana yakin gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (diye) vahyolundu. (Ebû Nuaym, Hilye, c.2, s.131)
İnsanı namazdan alıkoyan her ne varsa, onu bırakmak kul üzerine farzdır. Rızkı veren Allah’tır. Âyette müfred/tekil olan انا /ben lafzı yerine cemi/çoğul olan نحن /biz lafzının gelmesi de Cenâb-ı Hakk’ın azametine, kibriyasına delalet etmekte ve kullara huzur ve güven vermektedir. Bu denli azamet ve yüceliğin sahibi olan Allah, rızkı üzerine almışsa elbette ki himaye edip muhtaç etmeyecektir.
İbadetten yüz çevirip bütünüyle dünyaya yönelmeyi zemmeden birçok hadis vardır ki bunlardan bir kaçı şöyledir:
• Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine Rasûlullah şöyle buyurmuştur: “Allah Subhâneh: ‘Ey Âdemoğlu! Kendini bana ibadete ver ki, ben de senin sadrını zenginlikle doldurayım, fakirliğini (ihtiyacını) karşılayayım. Eğer (böyle) yapmazsan, ben sadrını (türlü) meşgaleyle doldurur ve senin fakirliğini (ihtiyacını) kapatmam.’ buyurur.” (İbn-i Mâce, Zühd 2)
• Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Kim ki istekleri (çabaları) bir istek (yani) âhiret isteği yaparsa Allah onun dünya isteği için yeterdir. Ve kim de dünya hakkındaki istekleri dağılırsa (veya arzular kendisini dağıtırsa) vadilerinin hangisinde helak olduğuna Allah iltifat etmeyecektir.” (İbn-i Mâce, Zühd 2)
• Zeyd b. Sâbit’den gelen bir rivayette Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kimin arzusu (amacı) dünya olursa, Allah o kimsenin aleyhine işini darmadağın eder ve yoksulluğunu iki gözü arasında kılar. Dünyadan ona ancak ken¬disi için (kaderinde) yazılan gelir. Kimin de niyeti âhiret olursa, Allah onun için işini toparlar ve zenginliğini kalbine koyar. Dünya da boyun eğmiş bir halde ona gelir.” (İbn-i Mâce, Zühd 2)
Namaz rızkı celbeder:
Bu âyete dayanarak âlimlerimiz namazın rızkı celbettiğini, artırıp bereketlendirdiğini söylemişlerdir. Hafız Irâkî: “Rasûlullah (s.a.v.) bağ ve bahçelerde (nafile) namaz kılmaktan hoşlanırdı.” (Tirmizî, Salât 137) rivayetinin şerhinde, Efendimiz’in oralarda namaz kılmaktan hoşlanmasının sebebini şöyle açıklamıştır: “Namazı orada kılmaktan hoşlanması; ya orada insanlardan uzak olmak maksadıyladır. Ya da namazın bereketiyle meyvelerde bereketin hâsıl olması içindir. Zira namaz ‘Ehline namazı emret...’ âyetinin şehadet ettiği üzere rızkı celbeder...” (Feydu’l-Kadîr Şerhu Câmii’s-Sağîr, Munâvî)
Rızık temini için meşru işlerde çalışmak menedilmemiştir:
Burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. Bu âyette rızık temini için çalışmayı, gayret etmeyi bırakma hususunda bir ruhsat ve izin yoktur. Veya bu âyete dayanarak gece gündüz namaz vs. ibadetlerle uğraşıp yerine getirilmesi gereken hakları ihmal etmek de doğru değildir.
Mahlûkat içerisinde Cenâb-ı Hakk’a iman ve tevekkülleri en ekmel olanlar Peygamberlerdir. Lakin onlar da çalışmışlar ve el emeğiyle kazandıklarını yemişlerdir. Rasûlullah (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yemeği asla yememiştir. Allah’ın Nebisi Dâvud (a.s.) elinin emeğini yerdi.” (Buhârî, Büyû 15)
Cenâb-ı Hakk’ın hoşuna giden çalışma: “Hiçbir ticaretin, hiçbir alış verişin kendilerini, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı yiğitler...” (en-Nûr, 24/37) buyurarak övdüğü kimselerin çalışmasıdır.
وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى “(Güzel) akibet, takvâ içindir.”
“Âkıbet”; güzel ve övülmeye değer olan akibettir ki, o da dünyada Cenâb-ı Hakk’ın yardımı, kuvvet ve yeryüzünün varisleri olmak, âhirette ise rahmet, cennet, cemalullah ve rızadır.
“Takva”dan kastolunan ise, takva ehlidir. A’raf sûresinde; “Akıbet muttakiler içindir.” (el-A’râf, 7/128) şeklinde açık gelmiştir.
Takva ehli; Allah’dan korkan, emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınan, iman, ilim, amel, ihlâs ve ihsanın kendisinde cem olduğu kimselerdir.
Takva sahibi olma¬yanların da bir akıbeti vardır. Ancak onların akıbeti, yerilen, kötü bir akıbet olduğu için yok hükmünde sayılmış ve “akıbet takvanın”dır buyrulmuştur.
Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bu gece (rüyada) gördüm ki, sanki biz Ukbe b. Râfi’in evinde imişiz. Bize İbn-i Tâb’ın hurmalarından hurma getirilmiş. Ben (bunu) dünyada yükselmenin ve âhirette güzel (güzel) akıbetin bizim olacağı ve dinimizin güzelleştiği ile yorumladım.” (Ebû Dâvûd, Edeb 96)
Allah (c.c.) en iyisini bilendir.
* * *
Üç aylar içerisinde bulunuyoruz. Bu aylarda Rasûlullah (s.a.v.) ve Sahâbesi daha fazla ibadet ve taatlere yönelirlerdi. Özellikle Ramazan’ın son on günü girdiği zaman Nebi (s.a.v.), hanımlarından uzlet eder, ibadet ve taate daha fazla vakit ayırır, geceyi namaz, Kur’an tilaveti, zikrullah ile ihya eder ve ailesini de ibadet etmeleri için uyandırırdı. (Buhârî, Fadlu Leyleti’l-Kadr 5)
Rabbimiz’den niyaz şudur ki; zikri, şükrü ve en güzel bir şekilde kulluğu hususunda bizlere yardım etsin!
Asıl İtibar Baki Olanlaradır
Özlenen Rehber Dergisi 65. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.