Özlenen Rehber Dergisi

58.Sayı

Kur'an Penceresinden İnsana Bakış

Mustafa ŞENTÜRK Özlenen Rehber Dergisi 58. Sayı
Kendisine hamd edilen âlemlerin Rabbi Allah (c.c.) bütün noksanlıklardan münezzehtir. Eksiklik, noksanlık gibi kavramlar insana mahsustur. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır. (Kur’ân-ı Kerîm, 4/28) Dünya lezzetlerine, nefsin arzu ve isteklerine karşı koymada acizdir. (Kur’ân-ı Kerîm, 5/30-31) Acelecidir, bu sebeple hayra dua eder gibi şerre de dua eder, (Kur’ân-ı Kerîm, 17/11) oyun ve eğlenceden ibaret olan dünyaya meyleder, (Kur’ân-ı Kerîm, 57/20) iyilikten önce kötülüğü arzu eder, (Kur’ân-ı Kerîm, 13/6) hırslı ve cimridir, (Kur’ân-ı Kerîm, 70/19) hem zalim ve cahil, (Kur’ân-ı Kerîm, 33/72) hem de nankördür, (Kur’ân-ı Kerîm, 22/66) şerle karşılaşınca ümitsizliğe kapılır, (Kur’ân-ı Kerîm, 70/19) çok şımarık ve övünücüdür, (Kur’ân-ı Kerîm, 11/10) kendini yeterli gördüğünden çok azgındır, (Kur’ân-ı Kerîm, 96/6-7) tartışmaya düşkündür, (Kur’ân-ı Kerîm, 18/54) çünkü nefsi kötülüğü emreder, (Kur’ân-ı Kerîm, 12/53) şeytan da ona kötülüğü emreder, (Kur’ân-ı Kerîm, 2/268) çünkü şeytan, insanın düşmanıdır, (Kur’ân-ı Kerîm, 2/209) dünyalıklara karşı aşırı düşkündür, (Kur’ân-ı Kerîm 3/14) hakkı inkar edecek kadar aşırı gidebilir, (Kur’ân-ı Kerîm 64/2) ve elindeki nimetlere karşı da nankördür (Kur’ân-ı Kerîm 76/2-3).

Biz insanlar çok garib varlıklarız. Hakiki huzur ve saadete götüren yollar gözümüzün önünde dururken kendimize hiç gerekli olmayacak boş şeylerle oyalanır, huzur ve saadeti onlarda ararız. Günlerimizi boş ve faydasız şeylerle tüketir, ömür sermayesini heba ederiz. Dünyaya, ebedî kalacakmış hissiyatıyla sarılır, asıl yurdumuz olan âhiretimizi unuturuz. Kur’ân-ı Kerim’in evrensel ve cihanşümul mesajını unutup süslü kaplar içerisinde muhafaza eder, raflarda tozlandırırız. Sadece ölülerimize okur, hatimler indiririz de Allah’ın bizden istedikleri nelerdir, bunların hangilerini hayatımıza tatbik edebildik, diye kendimize sorup hayatımıza çeki düzen vermeyi aklımıza getirip hiç düşünmeyiz.

Yüce Yaratıcı tarafından hayatı anlamlandırma ve yolumuzu aydınlatma vesilesi olarak gönderilen Kur’ân-ı Kerim’e ve Hz. Peygamber’e olan inancımızdaki zafiyet ve noksanlık girdaplar ve çıkmazlar içerisinde bocalayıp boğulmamıza sebep oluyor. Hayatımızda onlara ayırdığımız zamanın kısalığı, onlara olan mesafemizin uzunluğu olarak karşımıza çıkıyor. Elbette bunların oluşma sebepleri vardır. Bu durum bazen bizim eksikliğimizden kaynaklanabildiği gibi bazen de bizim dışımızdaki sebeplerden kaynaklanabiliyor. Bütün bunları biliyor ve yerine göre kabul de ediyoruz, ama Kur’ânî hayat tarzına sahip olamayışımızı, müşrikleri dahi etkileyip iman dairesine çeken ilahî âyetlerin bizlere tesir etmeyişini sadakatsizlik ve samimiyetsizlikten başka şekilde izah etmekte zorlanıyoruz. Örneğin; Kur’ân’ın ilâhî kitap olduğundan olsa gerek, ondaki hiçbir mana ve hakikate vakıf olamayacağımız saplantısı ümmet olarak birçoğumuzun beyninde yer etmiş durumdadır.

Bunun içindir ki Kur’ân’a karşı daima bir çekingenlik ve korku halindeyiz. O’nu dokunulmaz ve el sürülmez olarak görüp sadece şekilsel büyüklük atfediyor, işlemeli kılıflar içerisinde, sandalye yardımı olmaksızın ulaşamayacağımız yüksekliklerde bulunduruyoruz.

Kur’an’ı anlama ve Kur’anî hayatı inşa etme adına zamandan, dünyalıklardan, zevk ve eğlencelerimizden feragat edip tefsir, meal ve tercüme eserleri okuyup günlük hayatımızla ilgili emir ve yasakları öğrenme azim ve gayreti içerisinde değiliz. Bu tür eserleri okumuyoruz. Okuduğumuz zaman da yadırgıyor, kaş göz eğiyor, burun kıvırıyoruz. Allah muhafaza etsin, düşünce ve isteklerimize ters şeyler duyduğumuzda, okuduğumuzda ise şüphe ve inkâr yollarına bile düşebiliyoruz.

Kur’ân’ı iki cihan mutluluğunu yakalayabilme imkânlarını sunan ilâhî kitap olarak görmekten çok uzaktayız. Bu düşüncelerimiz ve O’nu dokunulmaz, anlaşılmaz diye nitelendirişimiz istifademizin önüne kendi ellerimizle koyduğumuz en büyük engellerdir. Bu engeldendir ki, ne okuyan ne de dinleyen onun sırrına eremiyor, O’nu anlayamıyor ve dolayısıyla onunla amel edip İslâm’ı Müslüman gibi yaşayamıyoruz. Bundan daha vahim olanı ise Kur’ân’ın asıl gönderiliş gayesini unuttuğumuzdan O’nda şifreler aramaya, gayba dair haberler almaya çalışıyor ve tevhid inancına ters düşen işlere kalkışıyoruz.

Âyet ve sûre numaralarını toplayarak, çıkartarak, bölerek ya da çarparak tarihî olayların zamanını buluyor ve bunu da dilden dile anlatıyoruz. Tabi ki bütün bunlar Kur’ân’ın hak olduğunu, değişmediği ve değiştirilemeyeceği hakikatini ortaya koyuyor. Ama bunların yanında gönderilme sebeplerini arka plana atıp insanların gözünde tılsımlı, büyülü hale getiriliyor. Bunun neticesinde dinin özünde olmayan bid’at ve hurafeler dinin özüymüş gibi kabul edilip şeytanın pislik ve tuzakları diye ifade edilen (Kur’ân-ı Kerîm, 5/90) sihir, büyü, muska ve fal işlerine düşüyoruz.

Hayatımızı dinin emirlerine göre değil, dinin emirlerini hayatımıza göre şekillendiriyoruz. İşte bütün bunlar hayatın omuzlarına yüklediği yükü taşımaktan kaçınan, gerçeklerle yüzleşemeyen insan tipini ortaya çıkarıyor. İnsanların bu gibi tuzaklara düşmesinin perde arkasında ise kendi vehim ve nefislerini ilahlaştırıp (Kur’ân-ı Kerîm, 45/23) kulluk adına sıkıntı ve zorluklara katlanmadan arzu ve isteklerini kolay yollardan tatmin etme temayülü yatmaktadır. İmtihanı kazanabilme adına mücahedeyi göze alamamak, Hakk’ın rıza ve hoşnutluğunu elde edebilme adına rahattan vazgeçememek, kulu nefsin ve şeytanın esiri haline getiriyor ve ona bu denli işleri yaptırabiliyor.

Kur’ân-ı Kerim’e karşı var olan bu sıkıntımızın aynısını Rasûlullah (s.a.v.)’a ittiba ve itaatte de yaşıyoruz. Hz. Peygamber’i, O’nun ahlâk-ı hamidesini ve sünnet-i seniyyelerini kabullenememe ve aynı zamanda Peygamber-ümmet ilişkisi dâhilinde “üsve-i hasene (en güzel örnek)” (Kur’ân-ı Kerîm, 33/21) ilahî emri gereğince hareket edememek de bugün için yakalandığımız en büyük hastalıklardandır. Bu husustaki zafiyet ve sıkıntımız Peygamber (s.a.v.) ile aramızdaki sevgi bağını kuramamaktan kaynaklanmaktadır. O’nu ve hayatını bilememek, sünnet ve hadislerini tatbik edememek de bu sevgi bağının kurulamamasındaki en büyük sebeplerindendir. O’nu 14 asır evveline mahsuslaştırmak, orada bırakmak, sosyal, toplumsal, ailevî ve bireysel yaşantımıza O’nun hayat tarzını yansıtamamak bugün İslâm âleminin içerisinde bulunduğu vahim manzarayı çok güzel şekilde ifade etmektedir.

Hâlbuki Kur’an, Allah’ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Hz. Peygamber (s.a.v.)’in en güzel örnek olduğunu haber vermektedir. (Kur’ân-ı Kerîm, 33/21) Bugün ümmet olarak sünnet kavramından çok uzaktayız. Yaşantımıza bakıyoruz ve ‘ümmet-i Muhammediz’ dediğimiz halde hayatımızın Peygamberin hayatından fersah fersah uzak olduğunu, Peygamberî yaşam şeklinin semtine bile uğramadığı hakikatini görüyoruz. Gelmiş ve geçmiş bütün günahları affedildiği halde (Kur’ân-ı Kerîm, 48/2) gece sabahlara kadar namaz kılan bir Peygamber’in ümmeti olarak -dinin direğidir, gözümün nurudur- (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, VIII/207) dediği beş vakit namaza ehemmiyet vermiyoruz. Ezan-ı Muhammedî’yi duyduğumuz zaman dükkânımızı kapatıp ‘hayye ale’s-salâh (haydi namaza)’ davetine icabet edip namazı camide cemaatle kılmaya gitmeyi dünya malı kazanma adına zarar sayıyoruz. Beş vakit namazı cemaatle kılıp ticarî hayatımıza döndüğümüzde -oyunu kuralına göre oynamak lazım- fikir ve düşüncesiyle Allah’ın emir ve yasaklarından olan faize (Kur’ân-ı Kerîm, 2/278), adalete (Kur’ân-ı Kerîm, 4/58), rüşvete (Kur’ân-ı Kerîm, 2/188), sadaka ve zekâta (Kur’ân-ı Kerîm, 2/43), doğruluk ve dürüstlüğe dikkat edip önem vermiyoruz. Beş vakit namazı vaktinde, yerine göre cemaatle camide kıldığımız halde, evde eşimize, çoluk çocuğumuza, ana babamıza, dostlarımıza zulüm ediyor, işlerimizde hak ve hukuka riayet etmeyip insanlara sıkıntı veriyoruz.

Ebeveynler olarak çocuklarımızın OKS ve ÖSS gibi sınavlara hazırlanmalarına önem verip destek çıktığımız kadar, kendisi başlı başına bir imtihan olan hayatı, manevî değerleri, ölümü ve sonraki hayatı öğrenmelerine, doğruyu bulmalarına, Kur’ânî ve Peygamberî ahlâk ile ahlâklanıp özlerine dönmelerine yardımcı olmuyoruz. Onların mühendis, doktor, müdür, amir, memur olmalarını istediğimiz kadar adam olmalarını, ahlâklı birer fert olup topluma ve insanlığa yararlı olmalarını ve dinini bilen Müslüman olmalarını istemiyoruz veya bunu arzu etsek bile olması için gayret etmiyoruz. Hâlbuki dünya hayatının bir imtihan olduğu ve sahip olduğumuz her şeyden sorguya çekileceğimiz hakikati var. Ama yine de oyun ve eğlenceden ibaret olan (Kur’ân-ı Kerîm, 6/32; 29/64; 47/36; 57/20) dünya hayatına aldanıyor, geliş sebebimizi unutuyoruz.

Sonuç olarak kulluğun şuur ve bilincine ermemizin gerekli olduğu şüpheye mahal vermeyen bir gerçektir. Hani dervişe demişler: “Pantolonun kirlenmiş, temizlesene!” O da: “Yine kirlenir!” demiş. “Yine temizlersin!” demişler. “Yine kirlenir!” demiş. “Sen de tekrar bir daha temizlersin!” deyince, derviş: “Yahu biz bu dünyaya elbise kirletip temizlemeye mi geldik, başka işimiz yok mu?” demiş ya, aynen o misal. Bizler dünyaya sadece bunlar için gönderilmediğimizi nefislerimize hatırlatmamız lazım.

Hakikatin peşinde olan veya olması gereken biz Müslümanların dünyayı, dünyalıkları ve hayatı yaşama noktasında insanı iyi tanıyıp hadiselere Allah ve Rasûlü’nün bak dediği yerden, tevhid gözüyle bakması lazım. Değilse, daha en baştan yanlışla başlarız ki, yanlışların üzerine asla doğru binası kurulmaz.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.