Üzerimize rahmet yağmurlarının sağanak sağanak yağdığı mübarek üç aylar iklimi içerisine sayısız güzellikler gizlenmiştir. Cenâb-ı Mevlâ anlayışımızı artırsın da bu güzelliklerden istifade etme bahtiyarlığına kavuşalım inşallah. Bu güzel ayların ilki Receb-i Muhtar’dır. Peygamber buyruğuyla ‘Allah’ın Ayı (Şehrullâh)’ olan bu mübarek ayın 27. gecesi İsrâ ve Miraç gecesidir. Ulu Allah, Yüce Nebisi’ne büyük bir gece yaşatmıştır. İçerisinde binlerce hikmet gizli olan bu gecede gerçekleşen hadiseler siyer ve hadis kitaplarımızda detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Biz bu hadiselere değinmekten ziyade, bu gecenin arka planında yatan güzelliklerden iki tanesini irdelemek istiyoruz. Ki bunlar, muttakilerin vasıflarından olan, “sıddîkiyet” ve “gayba imân” hasletleridir.
Malumdur ki, Hz. Ebû Bekir Efendimiz, Miraç gecesinin sabahı “sıddîk” unvanını almıştır. Tefsîr-i Kebir’de ve bir çok siyer kitabında zikredildiğine göre; Hz. Peygamber (s.a.v.) Miraç hadisesinden bahsedince, herkes O’nu yalanlar ve müşrikler Hz. Ebû Bekir’e giderek ona; ’Senin arkadaşın şöyle şöyle diyor!’ derler. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir; ’Eğer bunu O söylemişse, mutlaka doğrudur.’ der. Daha sonra da Hz. Peygamber’in yanına varır. Hz. Peygamber de, meseleyi ona ayrıntılı bir biçimde anlatır. Bu meseleyle ilgili olarak Peygamber her ne söylerse Hz. Ebû Bekir, ’Doğru söyledin!’ diyerek O’nu tasdik ederdi. Hz. Peygamber sözünü tamamlayınca, Hz. Ebû Bekir, ’Ben, Sen’in hakikaten Allah’ın Rasûlü olduğuna şahadet ederim!’ der. Bunun üzerine Hz. Peygamber de ona, ’Ben de senin hakikaten ‘Sıddîk’ olduğuna şahadet ederim!’ karşılığını verir.
Bu hadisede görüldüğü gibi Sıddîk-ı Ekber (r.a.), Rasûlullah’a öyle iman etmiştir ki, hiç görmediği, bilmediği şeylerden bahseden sözlerini tasdik etmiş, kendisi de Nübüvvet Sahibi tarafından tasdik olunmuştur. Bu sadakati ile nübüvvetten sonra en yüksek makam olan ‘sıddîkiyet’ makamına ayak basmıştır.
Sıdk ve sadakatin en zirvesini yaşayarak sıddîk olunur. Yani sözü, özü dosdoğru (sıdk) ve teslimiyeti tam olma (sadakat) hallerinin ikisi kimde birleşirse o kişinin vasfı sıddîktır.
Bütün peygamberler sıdk ve sadakat haliyle dopdoludur. Hatta sıdk, peygamberliğin en büyük vasıflarındandır. Sözü özü dosdoğru olmayanın getirdiği haberlere itibar edilmez. Zira sıdkın karşılığı, sözü özüne uymama hali olan ‘kizb’tir ki, bu hal peygamberin peygamberliğine halel getirir. Onun içindir ki nübüvvet sahiplerinde sıdk hali nübüvvetin olmazsa olmazları arasındadır.
Kâinatta en büyük sıddîk, düşmanları tarafından bile güvenilir ve dosdoğru zat olarak nitelendirilen Sâdıku’l-Va’di’l-Emîn Peygamber Efendimiz’dir. Kur’ân-ı Kerim ve yaşamış olduğu hayât-ı şahâneleri O’nun sıdk ve sadakatini satır satır tasdik etmiştir. Yine Sıdk-ı Beyân olan kitabımızda Cenâb-ı Hakk, bazı Peygamber-i Zîşân Efendilerimizi sıddîk olma özellikleri ile ön plana çıkarmış ve methetmiştir. Meselâ;
“Kitap’ta İbrahim’i de an. Çünkü O, sıddîk bir nebi idi.”(Meryem, 19/41),
“Kitap’ta İsmail’i de an. Çünkü O, va’de sâdık rasul bir nebi idi.”(Meryem, 19/54),
“Kitap’ta İdris’i de an. Çünkü O, sıddîk bir nebi idi.”(Meryem, 19/56),
“Yusuf, ey sıddîk kimse!..”(Yusuf, 12/46)
Peygamber olmadığı halde sıddîk olanların yeri, Kur’ân-ı Kerim’deki sıralamaya göre, şehitlerden önde, peygamberlerin de hemen ardındadır. İlgili âyet şöyledir: “Kim Allah’a ve Rasûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütufta bulunduğu peygamberler, sıddîklar, şehitler ve sâlih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!”(en-Nisâ, 4/69) İnsanı bu güzel arkadaşlarla beraber kılan haslet ise Allah’a ve Peygamberi’ne tam bir itaattir.
İşte bu denli kıymete haiz olan bu sıddîkiyet haline götüren yollardan biri ve en önemlisi, Miraç hadisesinde müşahede edildiği gibi “görmeden inanma” halidir. İnsanın, gözüyle gördüğünü, aklıyla kavradığını kabul etmesi kolaydır. Fakat bunun tersine bir tasavvur zordur. Onun için gayba iman çok kıymetlidir. Tam bir teslimiyet gerektirir. Sadakat halini gerektirir. Peygamber olarak kabul ettiği bir kişinin her dediğine bihakkın, şüphesiz ve anında inanmayı gerektirir. Hz. Ebû Bekir Efendimiz gibi...
Sıddîk-ı Ekber Efendimiz’in sadakati sadece Miraç hadisesiyle sınırlı değildir. Hayatının her safhası ayrı bir sıddîkiyet görüntüsü sunmuştur bizlere. Evet, sıddîk lakabını Miraç hadisesini tasdikiyle sonradan aldı; ama Hudeybiye Musâlahası’nda göstermiş teslimiyet onun sıddîkiyetini tasdik eden ayrı bir hadisedir. Çünkü Miraç olayında, hali hazırdaki topluluk Peygamberimiz’e zaten inanmayan Kureyş müşrikleriydi. Hudeybiye’de ise sadakat imtihanı Müslümanların kendi içerisinde cereyan etmiştir. Hz. Ömer Efendimiz’in bile, “Ben hiçbir zaman o günkü gibi bir musibete uğramadım, sürçüp kaymadım, Peygamberimiz’e hiçbir zaman baş vurmadığım biçimde o gün başvurmuştum.” diyerek pişman olduğu Hudeybiye gününde, Hz. Ebû Bekir Efendimiz’in Hz. Ömer’e cevabı ise; “Ey Hattab’ın oğlu Ömer! O, Allah’ın Rasûlü’dür! Vallahi Muhammed (s.a.v.) hak üzeredir. Ben şahadet ederim ki O Rasûlullah’tır!” olmuştur.
Görmeden iman etme, insanı sıddîkıyete doğru kanatlandırır diyebiliriz. Çünkü bir defa, iman etmek tasdik etmek demektir. Yani haber verenin hükmünü kabul etme ve onu doğrulamadır iman. En üstün iman ise gayba (görünmeyene) olan imandır. Zira Allah Teâlâ en büyük gaybtır. Yine âhiret, Cennet, Cehennem gibi hiçbir duyu organıyla hissedilemeyen şeyler de gaybtır. Hatta bugün bizim için, Ümmet-i Muhammed için, Peygamber Efendimiz gaybtır. Çünkü biz O’nu görmedik. Ama biz, görmediğimiz halde O’na iman ediyoruz. Bizler, Peygamberimiz’e imanımızda sıddîkiyete götüren görmeden inanma halinden bir nebze olsun yaşamaktayız. Görmeden inanmanın büyüklüğünün idrakinde olan Abdullah b. Mesûd (r.a.)’ın yanında, Sahâbe’nin, Peygamberimiz’i görerek ve sohbetinde bulunarak çok üstün olduklarından bahsedilince, o şöyle cevap verir: “Şüphesiz ki Muhammed (s.a.v.)’in işi, O’nu görenlere çok açıktı. Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki, hiçbir kimse gayba imandan daha üstün bir imana sahip olamaz.”(Tefsîr-i Begâvî)
Yine bu meyanda, bir adam Efendimiz (s.a.v.)’e; “Yâ Rasûlallah! Seni görüp de sana inanana müjde olsun!” dedi. Bunun üzerine Efendimiz: “Beni görüp de bana inanana müjde olsun. Sonra müjde olsun, sonra müjde olsun, sonra müjde olsun beni görmeden bana iman edene!” buyurur. (Ahmed b. Hanbel, 1/71)
Kâinatın Efendisi’nin nur cemalini baş gözüyle görememenin ıstırabını derinden hissederken, O’nu gönül gözüyle görerek iman etmenin de bahtiyarlığını yaşıyoruz. Ebû Cehil ve Ebû Lehebler gibi nasipsizlerin şu dünya gözüyle binlerce kez gördükleri halde gönül penceresinden, iman gözüyle bir kez bile göremedikleri Allah Rasûlü’nü o hal üzere baş gözüyle görmektense, O’ndan binlerce yıl sonra sevda ve iman gözüyle görmeyi yeğler ve bu görüşü nasip edene binler hamd-ü senalar ederiz.
Bizim “görmeden inanma” dediğimiz olgu, zahirî bir görememe halidir. Yoksa görmeden inanma “körü körüne bir inanma” değildir. Bilakis ilmek ilmek hissederek, buram buram tüten bir sevdayla severek iman etmektir. Yani aslında tam manasıyla göre göre; ama gözle değil, gönülle görerek inanmaktır. Zira asıl gören gönüldür. Rabbimiz’in buyurduğu gibi; “Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendileri için onlar ile düşünecekleri kalpler olsun veya onlar ile işitecekleri kulaklar olsun. Gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin asıl göğüsler içindeki kalpler kör olur!”(el-Hacc, 22/46)
O halde Mü’min, baş gözünden çok gönül gözünü açık tutmaya çalışmalıdır. Hz. Abdullah b. Ümmü Mektûm gibi... O’nun iki gözü de görmüyordu, âmâ idi. Fakat gönül dünyası o kadar berraktı ki, tevhîdî nameleri Allah’ın her günü haykırarak Rasûlullah’ın müezzinliğini yapıyordu. Halbuki o zaman ezan vakti güneşe bakılarak hesap ediliyordu. Ve o büyük Sahâbî âmâ idi. Kim bilir? Belki de Allah Rasûlü bize gönül gözünün kıymetini bildiriyordu bu vesileyle...
Sıdk ve sadakat, görmeden ve fakat göre göre iman hep sizin olsun!
Bir şairimizin terennüm ettiği mana yüklü şiirinden bir kesitle yazımızı noktalayalım:
“Gönül gözü görmeyen, can gözünü neylesin?!
Dünyada dönmeyen dil, mahşerde ne söylesin!”
Sıddîkiyet ve Görmeden İman Etmek
Özlenen Rehber Dergisi 41. Sayı
gerçekten gayba iman etmek çok büyük bir nimet.peygamber efendimizde bizim için bir gayb.fakat ben yinede resulullah efendimizi görmek isterdim.ben peygamber efendimi çok seviyorum.ona layık bir ümmet olabilmeyi çok istiyorum. not:peygamber efendimiz(S.A.V)e dil uzatanlar akıllarını başlarına alsınlar.