“İki nimet vardır. İnsanların çoğu onlar hususunda aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit!”(Buhârî, Rikâk 1)
Zaman, her saniyesi istesek de istemesek de hiç aksamadan geçip giden, tekrarı olmayan ve azlığından yakındığımız bir kaynak. İyi değerlendirilirse lehimize olan, kullanılmazsa ve boş geçirilirse heder olup giden bir sermaye. Bununla birlikte ne kadar da hoyratça kullanılan, ne kadar da çok israf edilen bir nimettir zaman.
İşte hemen hepimizin beklediği tatil geldi çattı. Dinlenme zamanları olarak algıladığımız bu tatiller Allah Rasûlü’nün beyan ettiği gibi değerini bilmediğimiz boş vakit dilimlerinden birisidir. Asıl itibariyle İslâm’da bizim algıladığımız gibi bir tatil anlayışı mevcut değildir. Tatil Arapçada boş kalmak, işlevsiz olmak anlamlarına gelir. Hâlbuki bir Müslüman’ın boş kaldığı, ibadet ve amelden uzak olduğu bir zaman dilimi söz konusu değildir. Senenin her günü, 24 saatin tümü kullukla geçirilmelidir. Cenâb-ı Hakk’ın kâinatta koymuş olduğu düzen ve işleyişte yukarıda zikrettiğimiz mana itibariyle tatile yer verilmemiştir. Zira en ufak bir tekleme ve duraksama tüm dengeleri altüst edecektir. Vücudumuzdaki organlarda bile bunu müşahede edebiliriz. Mesela kalp, tatil yapayım, biraz durayım dese ne olur?
Hemen ölürüz. Bizden habersiz vücudumuzda hummalı bir çalışma gece gündüz hiç aralıksız devam ediyor. Solunum sistemi, kan dolaşımı, sinir sistemi vs. dur durak bilmeden bizden habersiz işlevlerini sürdürüyorlar.
Ne var ki insan, tabiat itibariyle yorulan, sürekli bir hal üzere bulunamayan, değişikliğe ve istirahata ihtiyaç duyan bir varlıktır. Bu sebeple insanın belli hudutlarda dinlenmesi, istirahat etmesi meşru kılınmıştır. Ancak istirahat, zamanı boş geçirme olarak addedilmemelidir. Bir âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
“Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul. Ancak Rabbine yönel ve yalvar.”(1) Bu âyetten anlaşılan şudur ki; bir Müslüman’ın tatili, istirahat etme adına belirli bir zaman dilimini boş ve manasız şeylerle geçirmek değil, dünyevî ya da uhrevî faydası bulunan işlere intikal etme, ortam ve mekan tebeddülü şeklinde olmalıdır.
Ailelerin bir arada vakit geçirebilmeleri açısından pek çok imkânı barındıran yaz tatili, değerlendirilmesi bakımından büyük önem arz etmektedir. Çoğu zaman bu büyük nimet ve fırsatlar, yaz tatili bitince fark ediliyor ve ’Hay Allah, tatil de ne çabuk geçti; hiçbir şey anlamadık! Keşke planlı davransaydık ya da şöyle yapsaydık!’ vs. şeklinde hayıflanmalar oluyor.
Öncelikle, kendimiz ve yavrularımızın dünya hayatındaki mutluluklarını düşündüğümüz kadar, kâmil bir Mü’min olma ve ebedi mutluluğu kazanma adına yapılması gerekenleri de düşünmek zorundayız. Gazete okumaya, televizyon seyretmeye ayırdığımız vaktin hiç olmazsa bir kısmını da dinî bilgileri okuyup öğrenmeye, anlamaya ve öğretmeye ayırmalıyız. Bu hususta en büyük görev ailelere düşmektedir.
Peki, neler yapılabilir ve bu tatiller en güzel şekilde nasıl değerlendirilebilir? Eğer ki amaç güzel ve doğru olduğu halde, ona götüren yol doğru değilse, çoğu zaman istenilenin tersiyle karşılaşılır. İlk önce dikkat edilmesi gereken husus şudur ki; “nasıl olsa tatil” düşüncesiyle hareket edip çocuk başıboş bırakılmamalı, özellikle iyi bir arkadaş ortamı oluşturmasına yardımcı olunmalıdır. Peygamberimiz (s.a.v.)’in, “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.”(2) müjdesine nail olabilmek en önemli ideallerden biri olmalıdır.
Unutmayalım ki çocuklar, bir fotoğraf makinesi gibi evdeki konuşmaların, olay ve hareketlerin resmini çekerler. Çocuk, görerek, duyarak, taklit ederek öğrenir. Kişiliği de, çevresinde görüp duyduklarına göre oluşur. Bundan ötürüdür ki, din eğitimine en sağlıklı başlangıç, çocuğun, dinin yaşandığı bir ortamda, hayatını dinin gereklerine göre düzenleyen bir aile ya da çevre içinde bulunması ya da bulundurulması ile gerçekleşebilir. Bu sebeple evlerimizin gündemi İslâm ve Kur’ân’dan uzak kalmamalıdır. Bu ortamda büyüyen çocuklar seve seve Kur’an öğrenmeyi isteyeceklerdir. Tam aksine pembe dizileri ve lüzumsuz programları izleyen bir ailede, çocukların Kur’an sevgisiyle büyümeleri çok zordur. Hal dili, söz dilinden her zaman daha etkilidir. Sigara içen birinin, çocuğuna “Sigara içme!” demesi ne derece etkili olabilir ki? Haftada bir akşam belirli bir saat, Kur’an veya sohbet saati olabilir; ailenin bütün fertlerinin iştirakiyle dili kolayca anlaşılabilecek bir tefsir veya hadis kitabından bir bölüm okunup açıklanabilir. Eğer okuma işi sırayla çocuklara da yaptırılırsa evde ayrı bir manevi havanın estiği fark edilecektir.
Çocuğun seviyesine inin. Unutmayın ki, o erişkin olmadı; ama siz çocuk oldunuz. Onun yaşlarında neler yaşadığınızı, hissettiğinizi hatırlayıp ona daha iyi yaklaşabilirsiniz. Yoksa çocuğunuz sizi ’anlamadığı bir dilden konuşan yabancı bir rehber’ gibi görebilir. Bunun yanı sıra yaz dönemlerinde açılan Kur’ân kurslarına da devam etmeleri sağlanabilir. Ancak bu, çocuğu baştan savmak amaçlı yapılmamalıdır. Çünkü hem, “evde durmasın da bizi rahatsız etmesin” düşüncesiyle adını “Kur’an öğrenmelerini isteme” koyup kurslara gönderen ve sonrasında “durumları nedir, bir şeyler öğreniyorlar mı, yoksa sadece gidip geliyorlar mı?” diye takip ve kontrol etmeyen o kadar çok aile var ki. Ayrıca ’İşte Kur’ân kursuna gönderiyorum. Ben vazifemi yaptım.’ anlayışıyla gevşekliğe düşmek, her şeyi kurs eğitiminden beklemek de çokça düşülen bir yanlıştır. Maalesef, kaba bir tabirle “Saldım çayıra Mevlâm kayıra” anlayışının hâkim olduğu bir aile ortamında çocukların yeterli seviyede yetişmesi elbette mümkün değildir. Ufacık bedenleri taşıyan o küçükler öğrendikleri her şeyi bembeyaz bir kâğıda kaydediyorlar adeta. Öğrenilenler evde anlattırılmalı ki hem anlatım kabiliyeti geliştirilmiş, hem de bilgileri pekişmiş olsun. Şunu unutmayın ki, çocuğunuza yardımcı olabilmeniz için mükemmel olmanız gerekmez, ama samimi olmanız ve ilgi göstermeniz şarttır.
Ebeveynler olarak hem kendimizin, hem yavrularımızın âhireti için; haydi, evlerimizi Kur’an okulu haline getirmeye ve içinde yaşayanları da bu okulun öğrencileri yapmaya! Her şey kendi gayretimize bağlı. Biz çaba göstereceğiz, Rabb’imizin, “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.”(3) buyruğuna kulak vereceğiz ki, O da halimizi ıslah etsin ve neslimize sahip çıksın.
Rabb’imiz, neslimizi Kur’ân ruhuyla ve nuruyla süslesin! Başımızı soktuğumuz evimiz Cennet’ten bir bahçe olsun!
Kaynaklar:
1. el-İnşirâh, 94/7-8.
2. Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân 21.
3. et-Tahrîm, 66/6.
Yaz Tatili ve Kur'an Talimi
Özlenen Rehber Dergisi 41. Sayı
diyecegim şu ki: İnsanın kalbi, ?ağaç dalından sarkıtılmış ince bir ipin ucundaki tüy gibi? (3) her yönden gelen rüzgarlara açıktır... buna istinaden o esen rüzgar neden kur'an-ı kerim ögrenme,O 'nu daha iyi anlama ve hayatımıza tatbik etme rüzgarı olmasın nedennnn. Bir gün gelcek dünyada güneşin battığı ve doğduğu her yerde Rabbimin nam-ı celili duyulacak..işte o günler çok uzak değil daha fazla çalışmak daha fazla ögrenmek, daha fazla baskalarına öğretmek işte en önemli konu bunda gizlidir... emeğine sağlık miyase özcan hocam yüreğine sağlık... Rabbim razı olsun...
ne kadar güzel ifade edilmiş.Allah razı olsun yazılan harflarin sayısı adedince, hatta daha fazla.Rabbim okumayı anlamayı yaşamayı ve anlatmayı nasip etsin...