Hayatımıza kattığı mana ve bizlere kazandırdığı değer bakımından hatırımızdan hiç çıkmayan, gönül bağımızın kopmayıp aramıza giren zaman ve mekân farklarının bu bağı etkileyemediği kişiler vardır.
Bizleri dünyaya getiren, en muhtaç olduğumuz zamanlarda şefkat ellerini üzerimizde bulduğumuz anne babalarımız?
Ahlâken ve fikren ömrümüz boyunca tesiri altında kaldığımız, bizlerin cehaletten ilmin aydınlığına kavuşmasına birer vesile olan kıymetli üstatlarımız?
Zorluklarla dolu hayatta yardım ve destekleriyle yanımızda olan kardeşlerimiz, arkadaşlarımız ve ismini andığımızda, hatırası aklımıza her geldiğinde değişik temennilerde bulunduğumuz diğerleri?
Ancak öyle birisi var ki getirdikleriyle hayatımıza mana ve şekil veren, Yaratıcımızla bağımızı kurup dünya ve ebedi âhiret yurdunun saadetini kazanmamıza vesile olan? Yolu ve hatırası unutulup terk edildiğinde gönüllerin karanlıklara gömüldüğü, madden ve manen sıkıntıya düşülen o yüce peygamber, Muhammed Mustafa (s.a.v.).
Onun gayrisi beşer için duyduğumuz sevgi ve bağlılıklarımız, gönül dünyamızda onlara ayırdığımız yer ya zahiri güzellikleriyle, ahlaklarıyla, ya da zikrettiğimiz gibi bize olan dünyevî ya da uhrevî faydalarıyla şekillenir. Nebi (s.a.v.) sevilmek, her daim anılmak, canı feda edercesine bağlanmak için yeteri kadar vasfa, güzelliğe sahiptir. Onun bu kıymetini bizler her ne kadar idrak edemesek bile O’nunla beraber bulunmak nimetiyle şerefyap olan Sahâbe (r.anhüm) sevgi ve bağlılığın zirvesini O’na karşı yaşamış, hissetmişler. Hem de âhir zaman Müslümanlarına (!) ’bu kadar da olur mu?? dedirtecek derecede.
Hakiki sevgi ve imanın idrakine varamamanın sıkıntısını yaşayan bizler geçtiğimiz ay içerisinde kutlu doğum münasebetiyle yapılan programlar, konferanslar vs. etkinlikler vesilesiyle hidayet kapımız, sırat-ı müstakimi gösteren rehberimiz, Rabbimizi bize tanıtan en yüce peygamber ve beşer Rasûl-i Kibriyâ (s.a.v.)’i anmaya, anlamaya çalıştık. O’nun bize kazandırmış olduğu değerler nispetinde deryadan bir damla misali olan anma hususundaki bu gayretlerimiz, O’nu bize bahşeden Rabbimizin rızasına ne kadar muvafık oldu, Peygamber cahili toplumumuza O’nu tanıma ve anlama adına neler verdi, tabi ki bilemiyoruz.
Samimiyetle yapılan her iş maksadına elbette ulaşacaktır. Peygamber (s.a.v.)’i anma ve anlatmadaki samimiyet ise O’na inandığını ifade eden Müslüman toplumun onun getirdiği şeriatın emirlerine uyup sünnetine ittiba etmesiyle, ahlâklarıyla bezenip her şeyden çok sevmesiyle kendisini gösterecektir.
Kendisine ’Peygamber’i seviyor musun?? sorusu yöneltilen her Mü’min, O’nu sevdiğini söyleyecektir. Ancak her biri diğerinin varlığını zorunlu kılan iman ve sevginin bir şahısta bulunduğunun ispatı ise itaatle olur. Seven iman eder. İman eden de sevdiğine tabi olup itaat eder. Bunlardan her hangi birisinin eksik oluşu diğerindeki zayıflıktan ötürüdür. Şayet bir kimse hem iman edip sevdiğini söylüyor, hem de O’nun emir ve yasakları husunda gerektiği gibi hareket etmiyorsa, ahlâklarına tabi olmuyorsa, onun bu sözü mücerret bir iddia olmadan öteye geçmez.
Rasûlullah (s.a.v.), peygamber olarak gönderilmesinden önce o günün toplumu cahiliye hayatı yaşıyorken, O’nun gelmesiyle birlikte Sahâbe’nin ’Ay doğdu üzerimize Vedâ’ Tepelerinden!? diyerek tabir ettikleri bir nur gibi zulmeti dağıtmıştı. Bugün de O’ndan uzak, getirdiklerinden habersiz insanların içerisinde bulundukları zulmet, o devirdeki cahiliyenin karanlıklarına ne kadar da benziyor. ’Din muameledir.? buyuruyor Peygamberimiz (s.a.v.). Acaba helal haram demeyip mal biriktiren, başkasının hakkını hak hukuk perdesi altında gasp eden şahıs dinin neresinde? Irz ve namus mefhumlarının hiçe sayıldığı, ahlâksızlıkların okullarda, sokaklarda, evlerin içerisinde kol gezdiği bir toplum Rasûlullah’a imanın ve itaatin neresinde? Peygamberin getirdiklerini nefsi, şeytanı vs. etkileri bir tarafa itip de baş tacı yapamayan Müslümanlar kutlu doğumla acaba ne kazandılar?
Toplum olarak O’nu öyle anmalıyız ki, ismi ve yolunun güzellikleri aklımıza, gönlümüze ve tüm benliğimize işlemeli, hem de bir daha silinmemek üzere. Müslüman olarak her bir fert O’nun sünnetlerini ihya etmeli ki, tecdit önderleri büyüklerimizin içerisinde yaşamış oldukları toplumu ihya ettikleri gibi günümüz toplumu da yeniden hayat bulsun. Haksızlık adalete, zulumât nura dönüşsün.
Onu öyle anmalıyız ki, Habîbi’ni anma hususunda Rabbimiz bizden razı olmalı. Kıyamet gününde şefaat dilerken huzuruna yüzümüz ak çıkabilelim.
Sahâbe İbn-i Ömer (r.a.) O’nu gönlündeki sevgi ve iştiyakla anınca ayağındaki rahatsızlık, ağrı gitmişti. Biz de O’nu bugün öyle kuvvetli bir sevgiyle analım ki, bizim de gönül hastalıklarımız şifa bulsun.
Evlerimizde O’nun ahlakı ve edebi yaşanmalı ki, aileler mesut olsun. Okullarımızda sünnetleri öğretilmeli ki, toplumumuz huzur içerisinde yaşayan, anarşi ve taşkınlıklardan uzak bir toplum olsun.
Yüce Rabbimiz son nefesimizi verinceye kadar Habîbi’ni bizlere unutturmasın!
Kutlu Doğumdan Bize Kalan
Özlenen Rehber Dergisi 38. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.