Özlenen Rehber Dergisi

30.Sayı

Haremeyn Sohbetleri - II

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 30. Sayı
Zikrullah’ın Hakîkati ve Hakîki Kulluğa götüren Nefsin Tezkiyesi
Mekke 2004...
Zikrullah, Allah’ı zikretme, Cenâb-ı Hakk’ın kullarına emrettiği ibadetlerden
bir tanesidir ve onu vasfederken Hz. Allah (c.c.) buyuruyor ki: ’Vele zikrullahi
ekber - Allah’ın zikri en büyüktür.’

Zikir; hatırlama, anma, sena etme ve şükür gibi manalara gelir. Kur’ân-ı Kerim’de
250’yi aşkın yerde zikir kelimesi çeşitli türevleriyle birlikte geçmektedir.
Kur’an’ın kendisi de zikirdir. Cenâbı Hakk Kur’ân-ı Kerim’de, Kur’ân’ın da zikir
olduğunu ifade buyurmaktadır. Rehber dergimizde bu konuda bir makale kaleme
aldığımız için burada bu konudaki tafsilata girmeyeceğim.

İnsanlar Cenâb-ı Hakk’ı nasıl zikrederler? Kur’an-ı Mübin’de Rabbimiz, muttaki
kulları için: ’Onlar, ayakta, oturarak ve yanları üzereyken Allah’ı zikrederler.’
buyurmaktadır. Allah’ı ne zaman zikredeceğiz? ’Ve sebbihûhü bükraten ve esîlâ
- Sabah ve akşam (yani devamlı olarak) Allah’ı zikredeceğiz.’


Esasen dergimizde de bu hususta bir yazı ele almamıza
sebep teşkil eden Mübarek Efendim Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretlerinin
zikrullah ile ilgili tarifidir. ’İslâm’da Zikir ve Rabıta’ adlı eserinde Mübarek
Efendim buyurmuşlardır ki: ’İslâm’da zikir, Hz. Allah’ı anmak suretiyle tevhidi
ikame etmektir.’ Evvelce söylediğimiz üzere Kur’ân’ın kendisi bir zikir, namaz
zikir, oruç zikir ve hac da bir zikirdir. Bütün bunlar Cenâb-ı Hakk’ı anma,
övme, sena etme manalarını taşıyor.

        Şimdi umre yaptık. Bizler umreyi niçin yapıyoruz? Allah
için... ’Allah için olma’ vasfını yüklenmediyse onlar; onun adı sadece ’yürüyüş,
gidiş geliş ve Kâbe’nin etrafında tur atış’ olur. Onun yani bu amelimizin zikirle
tezyin edilmesi lazımdır. Zikrullah kuvvetini bu yapılan ibadet ve taatlere
libas olarak giydirmek lazımdır ki onlar, ibadet vasfı kazansın.

        Bir mü’mini düşünün ki namazda yaptığı bazı hareketler
vardır, bunları yapıp ediyor. Bir başka insan da aynı hareketleri yapıyor ama
namaz kastıyla değil. İkisi de aynı hareketleri yapmaktadır. Birisi ’Allah için’
olduğu için ibadettir, diğeri ise her hangi birisinin hareketlerinden başka
bir şey değildir.

        ’İslâm’da zikir, Hz. Allah’ı anmak suretiyle tevhidi
ikame etmektir.’ Bu tarifi nasıl anlayacağız. Ez cümle, bizim yapmış olduğumuz
bu zikir meclislerine, Cenâb-ı Hakk’ı anmaya geldik. Bu anlatacaklarım, hem
buradaki hâllerimiz içindir hem de yapmış olduğumuz diğer bütün ibadetlere şamildir.

        ’Zikrullah’ demek, gafletin zıddıdır. Zikrullah, Hz.
Allah’ı anmak, hatırlamak ise gaflet de, insanın Yaratan’ını unutmasıdır. Tavaf
yapıyorsun, yanındakiyle dünyalık sohbet ediyorsun, keyf ediyorsun. Sadece,
Kâbe’nin etrafını adım adım arşınlıyorsun demektir. Hâlbuki o Kâbe, bütün mü’minlerin
kıblegâhı, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin an be an indiği, Cenâb-ı Hakk’a gönül
ülfetiyle bağlı olan insanın oraya inen rahmetten ruhuna yudum yudum sirayet
ettiği bir yerdir. Ama insanda ruh kuvveti, Allah’a îman kuvveti öyle kavi olmalı
ki bir çocuğun anasından emdiği süt misali oradan o rahmeti celb edebilsin.

        ’Hocam biz tavaf yapıyoruz, say da yapıyoruz ama bu
hâller bizde hiç yoktur? Ne olacak şimdi bizim yapmış olduğumuz umreler, boşuna
mı gidecek?’

        Değil! Ben olması gereken üst seviyedeki durumları anlatıyorum.
Herkes kendi kabiliyetine göre bundan alır. Herkes buradan kendi kabiliyeti,
istidadı ölçüsünde alır.

        Cenâb-ı Hakk’ın zikri de aynı bunun gibidir. Beytullah’ta
da Cenâb-ı Hakk’ı zikrediyoruz. Umreyi, Allah (c.c.) Kur’ân-ı Kerim’de emrediyor.
Allah içinse, bu ibadettir. İbadetin manası Allah’a yakınlıktır. Hz. Allah’ı
anmaktır. İnsan Hazreti Allah’ı andığı bir ibadetin içerisinde Allah’tan gafil
olursa... Allah (c.c.) hepimizi muhafaza etsin, hepimizin halini hayra tebdil
etsin.

        Yapmış olduğumuz evrad ve ezkâr, Allah’ın zikrinde de
haslet bunun gibidir. Elimize tesbihi alıyoruz, günlük derslerimiz var, Cenâb-ı
Hakk’ı zikrediyoruz; Allah, Allah, Allah... Bu esmaları söylüyoruz. Bu Rabbimizin
ismidir. Dikkat et! Seni, beni ve bütün mükevvenatı yaratan Hz. Allah’ın ismini
söylüyorsun. O’nun ismini anıyoruz. Cenâb-ı Hak ise, Allah’ın ismini anan mü’minleri
tarif ederken; ’O mü’minler ki Allah’ın adını andıkları zaman kalpleri ürperir,
titrer ve onlara Allah’ın âyetleri okunduğu zaman îmanları kuvvet bulur.’ Bu
kuvvetten düştüğümüz zaman, bu kuvvetten uzak olduğumuz zaman kendi halimizdeyiz,
olması gereken halde değiliz.

        Yapmış olduğumuz evrad ve ezkâr, bütün bunlar Cenâb-ı
Hakk’ın ismini anmak, Allah’ı zikretmek, tevhidin ikamesi içindir. O tevhid
ki Allah’ı birlemedir. Yaratanı Yaratan’ın vasfıyla tasdik etmedir. Eğer nefis
putlarını ve dünyaya ait olan sevgileri insan yıkamazsa, akşamdan sabaha kadar
da Allah dese, nihayetinde o zikir ile gelmesi gereken tevhid onun gönlüne gelmez
ve dolayısıyla Allah o kulun kalbine de itibar etmez. Dünya sevgisiyle, şirkle,
enaniyetle, kibirle dolu olan bir kalpten yükselen zikir, insanın boğaz hançeresinden
yukarı çıkmaz.

        Bu yolda itibar ’tevhîdî istikamet’ üzeredir. Bundan
ayrılan, bunları bırakıp da eline oyuncak gibi verilen şeylerle oynayan istikametten
ayrılmış demektir.

        Dervişlik, bir yola intisab etmek ve seyr u sülûk görmek
ne demektir, manası nedir? Biz niçin gayret ediyoruz? Bizler niçin toplandık
Almanya’dan, Amerika’dan, Türkiye’den? Maksadımız şu: Bizim nihayetinde vereceğimiz
bir hesap var, bizim bu dünyaya gönderilişimizin, yaratılışımızın bir gayesi
var. O gayeyi en salim bir şekilde elde edip onun gereği gibi Allah’a kulluk
yapmaktır, kulluk vazifemizi yerine getirmektir. Tasavvufun, yani bu yolun maksadı
da, insanı bu (yukarıda ifade ettiğimiz) maksada gitmekten uzaklaştıran nefis
putlarını yıkmak, bizi peşinde gece gündüz dolaştıran dünya sevgilerinden uzaklaşmak,
sevdiğini Allah için seven, sevmediğini de Allah için sevmeyen, îmanın halâvetini
tadan mü’minler olabilmektir...

        Gönüller bu kuvvetten uzak olduğu zaman hemen kendi
hallerine düşer. Kendisine göre istekleri vardır. Kendisine göre arzuları vardır,
doğruları vardır; ama seni içinde bulunduğun bu dağınık hâllerden tevhidin kuvvetine
çekecekse (bir kuvvet), işte bu nefis putlarından kurtulmakla mümkündür. Bunu
(arınmayı) bulmak ve bu nimete kavuşmak bizim asli vazifemizdir. Aksi halde
Yaratan’ının huzuruna, seni Yaratan’ından uzaklaştıran nefsinin ahlâklarıyla
gidersin.

        Nefis terbiyesinde bulunan kişiler; ’sadece çeşitli
vakitlerde bir araya gelip, nefislerinin heva ve hevesleriyle rahat bir hayat
sürüp, sonra da oturup yeme içme, çay içme gibi herhangi (dünyalık) bir maksat
için bir araya gelip, bununla hoş vakit geçiren insanlar gurubu değildir.’

        Nefis terbiyesine talip olan insan, ’Allah’ın gayrında
her şeyden vazgeçen insan’ demektir. Bu fakîrin tarifidir, bu. Bunun dışında
sen adını ne koyarsan koy, seni oyalayan, seni bu maksattan uzaklaştıran her
şey, senin nefsinin kazancından başka bir şey değildir. Tevhidin karşısında
nefsî bahanelerle ömrünü geçiren, ömrünün nihayetinde büyük pişmanlıklar yaşar.
İmam-ı Rabbânî Efendimizin buyurduğu gibi ’Her ne ki seni Allah’tan uzaklaştırıyor,
o kıl kadar da olsa senin için öldürücü bir zehirdir.’

        Hazreti Allah’ın huzuruna, Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna
kavuşmaya namzet kullar gibi hareket etmek gerekir. Onun mümessilleri, bu beldede
Rasûlullah Efendimizin ve Kur’ân-ı Mübîn’in tasdikiyle bu vasfın sahibi oldular
elhamdülillah. Hayatlarını onların hayatlarına tebdil etmekten uzak kalan, bahanelerle
ömrünü heva ve heveslerin peşinde geçiren elbette ki, onun karşılığında Allah
neyi takdir etmişse onu bulacaktır.

        Mü’minler hac veya umreye, Cenâb-ı Hakk’ın takdiriyle
çeşitli vesilelerle gelir. İşte Beytullah! İşte misâl-i mahşer! Bugün ihramlarla
dolaştığımız bu beldede, biraz kalabalık olduğu zaman adım atmakta zorlandığımız
ve bir an önce vazifemizi bitirip de feraha kavuşmak istediğimiz bu yerde olduğu
gibi, yarın mahşer gününde de insanlar anadan üryan Hz. Allah’ın huzurunda toplanacaklar.
Güneş insanlara bir mızrak boyu yaklaşmış olacak ve insanlar dünyada yaşadıkları
hayatlarına göre o mahşer gününün sıkıntısını çekecekler. Kimisini ter boğacak...

        Allah aşkına! O dehşetli güne hazırlanan insanın, mü’minin
vasfı ne olmalıdır? Allah’a kulluk yoluna çıkan bir insan üzerinde hangi halin
vasıflarını taşımalıdır? Elbette bu yol tehlikelerden arınmış değildir. O yolun
üzerinde belki sıkça kullandığımız fakat tehlikesini bir türlü idrak edemediğimiz
nefis ve şeytan gibi, dünya sevgisi gibi, kötü arkadaş gibi büyük sıkıntılar
var. Farkında değiliz; ama bakın hepimizin yandığı, feryat ettiği bir şey var...
Gördüğümüz zaman gönlümüzdeki sıkıntıların gittiği, sözleriyle içinde bulunmuş
olduğumuz bedbaht hâllerden diğer bir hâle kavuşturan Mübarek Efendim Abdullah
Farukî el-Müceddidî Hazretleri için diyoruz ki ’Kıymetini bilemedik!’ Bu kıymeti
sana bildirmeyen şey, taşıdığın azılı nefsindir. Eğer nefsini o Sultanın ayaklarının
altına koymuş olsaydın, onun bu gün bedenen aramızdan ayrılmasının senin için
hiçbir zararı olmazdı. O azgın nefis işte, önümüzde.

        Bizlere Allah sevgisini, Peygamber sevgisini, Ehl-i
Beyt ve Sahabe sevgisini ve bu gün ’Yâ Ummî, yâ Haticetü’l-Kübra!’ dediğimiz
zaman, kendi annemize seslenir gibi bu yakınlığı bize alıştıran Mübarek Efendim’dir.

        Hangimiz bu nimetlerden haberdardık? Ama işte o nefis
öyle bir zalım ki, senin gözünün önüne bir perde getiriyor ki, seni yaratan
Hz. Allah’tan bile seni gafil bırakıyor. Sen ben ise Cenâb-ı Hakk’ın rızasını
ve yakınlığını, o nefsimize muhalefet etmek suretiyle değil de, onun sözlerini
ve isteklerini yerine yetirmekle elde edeceğimizi zannediyoruz.

        Nefis terbiyesi çetin iştir kardeşlerim! Nefisinin istek
ve arzuları, heva ve heveslerini Allah için terk etmeyi vaad etmeyen, bu yolun
nimetindeki saadete kavuşamaz.

        Zikrullah işte öyle bir kuvvettir ki seni bu nimetlerden
alı koyan nefsin bütün hastalıklarını bertaraf edip Allah’tan gayrı senin gönlündeki
her şeyi söküp atar ve maksat hâsıl olur. Bu yapılan zikrullahtan elde edilmesi
gereken maksat ve gaye ancak Allah’tır, ancak Allah’tır, ancak Allah’tır. Bunun
dışında seni oyalayan her ne varsa; seni bu yolun istikametinden ayıran gerek
dünya, gerek nefis ve gerekse şeytanın işleri cümlesinden olan şeylerdir.

        Mübarek Efendimin, ’İslâm’da zikir, Hz. Allah’ı anmak
suretiyle tevhidi ikame etmektir’ tarifince acaba tevhid nasıl ikame olur? Allah’ın
farz kılıp yap dediklerini yapıp haram kıldıklarından şiddetle içtinap edip
bu hususta Allah’ın Nebî’sine tam bir teslimiyetle, ondan gelen hükümlere gönlünde
hiçbir hoşnutsuzluk olmadan teslimiyet göstermek suretiyledir. Ruhunu, canını
O’na (s.a.v.) teslim eden, tevhidin kuvvetiyle Allah’ın nezdinde hayat bulur
elhamdülillah.

        Nefis terbiyesi, sözünde sadık olanların, Allah ve Rasûl’üne
sevgi ve muhabbette, itaatte kendi canından geçenlerin yoludur. İşte Mübarek
Efendim bunun en güzel mümessilidir. Rabbim şefaatlerine mazhar eylesin inşallah.

        Ez cümle sohbetimizi şununla bitireyim kardeşlerim:
’Nefis terbiyesinin nihayetinde, seyr u sülûkun nihayetinde hâsıl olan nimet
şudur: Kur’ân’ın ahkâmı o gönülde hâkim olur. O ruhun, o bedenin gıda merkezi
Allah’a itaattir, Kur’ân-ı Mübin’dir ve o kulun mutlak rehberi Rasûl-i Kibriya
Efendimizdir, O’na (s.a.v.) ittiba eder. Bunları topladığımız zaman çıkan kelime
şudur: ’Lâ İlâhe İllallah Muhammedü’r-Rasûlullah.’

        İşte nefis tezkiyesinde elde edilecek nihai nokta budur.
Bulan dünya ve ahiret saadet içerisindedir. Allah’ım bizleri de o bahtiyarlardan
kılsın...

Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • Mustafa BATAK

    Cenabı-Hak bu maneviyat dolu yazıları hakiki manada anlayarak günlük yaşamımızda uygulamayı nasip etsin.

  • AZİZ KAYGISIZ

    ALLAH GANİ GANİ RAZI OLSUN.

  • saadet çelik

    ne diyeyimki sadece hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum.ne yapıyoruz hiç birşey.allah yar ve yardımcımız olsun.içim çok dolu ama dökemiyorum satırlaraaaaaaaaaaaaaaaasadece ağlamak istiyorum

  • erol şen

    bir özlem daha bitti elhamdülillah..

4 kişi yorum yazdı.