Mekke 2004...
Zikrullah, Allah’ı zikretme, Cenâb-ı Hakk’ın kullarına emrettiği ibadetlerden
bir tanesidir ve onu vasfederken Hz. Allah (c.c.) buyuruyor ki: ’Vele zikrullahi
ekber - Allah’ın zikri en büyüktür.’
Zikir; hatırlama, anma, sena etme ve şükür gibi manalara gelir. Kur’ân-ı Kerim’de
250’yi aşkın yerde zikir kelimesi çeşitli türevleriyle birlikte geçmektedir.
Kur’an’ın kendisi de zikirdir. Cenâbı Hakk Kur’ân-ı Kerim’de, Kur’ân’ın da zikir
olduğunu ifade buyurmaktadır. Rehber dergimizde bu konuda bir makale kaleme
aldığımız için burada bu konudaki tafsilata girmeyeceğim.
İnsanlar Cenâb-ı Hakk’ı nasıl zikrederler? Kur’an-ı Mübin’de Rabbimiz, muttaki
kulları için: ’Onlar, ayakta, oturarak ve yanları üzereyken Allah’ı zikrederler.’
buyurmaktadır. Allah’ı ne zaman zikredeceğiz? ’Ve sebbihûhü bükraten ve esîlâ
- Sabah ve akşam (yani devamlı olarak) Allah’ı zikredeceğiz.’
 Esasen dergimizde de bu hususta bir yazı ele almamıza 
  sebep teşkil eden Mübarek Efendim Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretlerinin 
  zikrullah ile ilgili tarifidir. ’İslâm’da Zikir ve Rabıta’ adlı eserinde Mübarek 
  Efendim buyurmuşlardır ki: ’İslâm’da zikir, Hz. Allah’ı anmak suretiyle tevhidi 
  ikame etmektir.’ Evvelce söylediğimiz üzere Kur’ân’ın kendisi bir zikir, namaz 
  zikir, oruç zikir ve hac da bir zikirdir. Bütün bunlar Cenâb-ı Hakk’ı anma, 
  övme, sena etme manalarını taşıyor.
  
          Şimdi umre yaptık. Bizler umreyi niçin yapıyoruz? Allah 
  için... ’Allah için olma’ vasfını yüklenmediyse onlar; onun adı sadece ’yürüyüş, 
  gidiş geliş ve Kâbe’nin etrafında tur atış’ olur. Onun yani bu amelimizin zikirle 
  tezyin edilmesi lazımdır. Zikrullah kuvvetini bu yapılan ibadet ve taatlere 
  libas olarak giydirmek lazımdır ki onlar, ibadet vasfı kazansın.
  
          Bir mü’mini düşünün ki namazda yaptığı bazı hareketler 
  vardır, bunları yapıp ediyor. Bir başka insan da aynı hareketleri yapıyor ama 
  namaz kastıyla değil. İkisi de aynı hareketleri yapmaktadır. Birisi ’Allah için’ 
  olduğu için ibadettir, diğeri ise her hangi birisinin hareketlerinden başka 
  bir şey değildir.
  
          ’İslâm’da zikir, Hz. Allah’ı anmak suretiyle tevhidi 
  ikame etmektir.’ Bu tarifi nasıl anlayacağız. Ez cümle, bizim yapmış olduğumuz 
  bu zikir meclislerine, Cenâb-ı Hakk’ı anmaya geldik. Bu anlatacaklarım, hem 
  buradaki hâllerimiz içindir hem de yapmış olduğumuz diğer bütün ibadetlere şamildir.
  
          ’Zikrullah’ demek, gafletin zıddıdır. Zikrullah, Hz. 
  Allah’ı anmak, hatırlamak ise gaflet de, insanın Yaratan’ını unutmasıdır. Tavaf 
  yapıyorsun, yanındakiyle dünyalık sohbet ediyorsun, keyf ediyorsun. Sadece, 
  Kâbe’nin etrafını adım adım arşınlıyorsun demektir. Hâlbuki o Kâbe, bütün mü’minlerin 
  kıblegâhı, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin an be an indiği, Cenâb-ı Hakk’a gönül 
  ülfetiyle bağlı olan insanın oraya inen rahmetten ruhuna yudum yudum sirayet 
  ettiği bir yerdir. Ama insanda ruh kuvveti, Allah’a îman kuvveti öyle kavi olmalı 
  ki bir çocuğun anasından emdiği süt misali oradan o rahmeti celb edebilsin.
  
          ’Hocam biz tavaf yapıyoruz, say da yapıyoruz ama bu 
  hâller bizde hiç yoktur? Ne olacak şimdi bizim yapmış olduğumuz umreler, boşuna 
  mı gidecek?’
  
          Değil! Ben olması gereken üst seviyedeki durumları anlatıyorum. 
  Herkes kendi kabiliyetine göre bundan alır. Herkes buradan kendi kabiliyeti, 
  istidadı ölçüsünde alır.
  
          Cenâb-ı Hakk’ın zikri de aynı bunun gibidir. Beytullah’ta 
  da Cenâb-ı Hakk’ı zikrediyoruz. Umreyi, Allah (c.c.) Kur’ân-ı Kerim’de emrediyor. 
  Allah içinse, bu ibadettir. İbadetin manası Allah’a yakınlıktır. Hz. Allah’ı 
  anmaktır. İnsan Hazreti Allah’ı andığı bir ibadetin içerisinde Allah’tan gafil 
  olursa... Allah (c.c.) hepimizi muhafaza etsin, hepimizin halini hayra tebdil 
  etsin. 
  
          Yapmış olduğumuz evrad ve ezkâr, Allah’ın zikrinde de 
  haslet bunun gibidir. Elimize tesbihi alıyoruz, günlük derslerimiz var, Cenâb-ı 
  Hakk’ı zikrediyoruz; Allah, Allah, Allah... Bu esmaları söylüyoruz. Bu Rabbimizin 
  ismidir. Dikkat et! Seni, beni ve bütün mükevvenatı yaratan Hz. Allah’ın ismini 
  söylüyorsun. O’nun ismini anıyoruz. Cenâb-ı Hak ise, Allah’ın ismini anan mü’minleri 
  tarif ederken; ’O mü’minler ki Allah’ın adını andıkları zaman kalpleri ürperir, 
  titrer ve onlara Allah’ın âyetleri okunduğu zaman îmanları kuvvet bulur.’ Bu 
  kuvvetten düştüğümüz zaman, bu kuvvetten uzak olduğumuz zaman kendi halimizdeyiz, 
  olması gereken halde değiliz.
  
          Yapmış olduğumuz evrad ve ezkâr, bütün bunlar Cenâb-ı 
  Hakk’ın ismini anmak, Allah’ı zikretmek, tevhidin ikamesi içindir. O tevhid 
  ki Allah’ı birlemedir. Yaratanı Yaratan’ın vasfıyla tasdik etmedir. Eğer nefis 
  putlarını ve dünyaya ait olan sevgileri insan yıkamazsa, akşamdan sabaha kadar 
  da Allah dese, nihayetinde o zikir ile gelmesi gereken tevhid onun gönlüne gelmez 
  ve dolayısıyla Allah o kulun kalbine de itibar etmez. Dünya sevgisiyle, şirkle, 
  enaniyetle, kibirle dolu olan bir kalpten yükselen zikir, insanın boğaz hançeresinden 
  yukarı çıkmaz.
  
          Bu yolda itibar ’tevhîdî istikamet’ üzeredir. Bundan 
  ayrılan, bunları bırakıp da eline oyuncak gibi verilen şeylerle oynayan istikametten 
  ayrılmış demektir.
  
          Dervişlik, bir yola intisab etmek ve seyr u sülûk görmek 
  ne demektir, manası nedir? Biz niçin gayret ediyoruz? Bizler niçin toplandık 
  Almanya’dan, Amerika’dan, Türkiye’den? Maksadımız şu: Bizim nihayetinde vereceğimiz 
  bir hesap var, bizim bu dünyaya gönderilişimizin, yaratılışımızın bir gayesi 
  var. O gayeyi en salim bir şekilde elde edip onun gereği gibi Allah’a kulluk 
  yapmaktır, kulluk vazifemizi yerine getirmektir. Tasavvufun, yani bu yolun maksadı 
  da, insanı bu (yukarıda ifade ettiğimiz) maksada gitmekten uzaklaştıran nefis 
  putlarını yıkmak, bizi peşinde gece gündüz dolaştıran dünya sevgilerinden uzaklaşmak, 
  sevdiğini Allah için seven, sevmediğini de Allah için sevmeyen, îmanın halâvetini 
  tadan mü’minler olabilmektir...
  
          Gönüller bu kuvvetten uzak olduğu zaman hemen kendi 
  hallerine düşer. Kendisine göre istekleri vardır. Kendisine göre arzuları vardır, 
  doğruları vardır; ama seni içinde bulunduğun bu dağınık hâllerden tevhidin kuvvetine 
  çekecekse (bir kuvvet), işte bu nefis putlarından kurtulmakla mümkündür. Bunu 
  (arınmayı) bulmak ve bu nimete kavuşmak bizim asli vazifemizdir. Aksi halde 
  Yaratan’ının huzuruna, seni Yaratan’ından uzaklaştıran nefsinin ahlâklarıyla 
  gidersin.
  
          Nefis terbiyesinde bulunan kişiler; ’sadece çeşitli 
  vakitlerde bir araya gelip, nefislerinin heva ve hevesleriyle rahat bir hayat 
  sürüp, sonra da oturup yeme içme, çay içme gibi herhangi (dünyalık) bir maksat 
  için bir araya gelip, bununla hoş vakit geçiren insanlar gurubu değildir.’
  
          Nefis terbiyesine talip olan insan, ’Allah’ın gayrında 
  her şeyden vazgeçen insan’ demektir. Bu fakîrin tarifidir, bu. Bunun dışında 
  sen adını ne koyarsan koy, seni oyalayan, seni bu maksattan uzaklaştıran her 
  şey, senin nefsinin kazancından başka bir şey değildir. Tevhidin karşısında 
  nefsî bahanelerle ömrünü geçiren, ömrünün nihayetinde büyük pişmanlıklar yaşar. 
  İmam-ı Rabbânî Efendimizin buyurduğu gibi ’Her ne ki seni Allah’tan uzaklaştırıyor, 
  o kıl kadar da olsa senin için öldürücü bir zehirdir.’
  
          Hazreti Allah’ın huzuruna, Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna 
  kavuşmaya namzet kullar gibi hareket etmek gerekir. Onun mümessilleri, bu beldede 
  Rasûlullah Efendimizin ve Kur’ân-ı Mübîn’in tasdikiyle bu vasfın sahibi oldular 
  elhamdülillah. Hayatlarını onların hayatlarına tebdil etmekten uzak kalan, bahanelerle 
  ömrünü heva ve heveslerin peşinde geçiren elbette ki, onun karşılığında Allah 
  neyi takdir etmişse onu bulacaktır.
  
          Mü’minler hac veya umreye, Cenâb-ı Hakk’ın takdiriyle 
  çeşitli vesilelerle gelir. İşte Beytullah! İşte misâl-i mahşer! Bugün ihramlarla 
  dolaştığımız bu beldede, biraz kalabalık olduğu zaman adım atmakta zorlandığımız 
  ve bir an önce vazifemizi bitirip de feraha kavuşmak istediğimiz bu yerde olduğu 
  gibi, yarın mahşer gününde de insanlar anadan üryan Hz. Allah’ın huzurunda toplanacaklar. 
  Güneş insanlara bir mızrak boyu yaklaşmış olacak ve insanlar dünyada yaşadıkları 
  hayatlarına göre o mahşer gününün sıkıntısını çekecekler. Kimisini ter boğacak...
  
          Allah aşkına! O dehşetli güne hazırlanan insanın, mü’minin 
  vasfı ne olmalıdır? Allah’a kulluk yoluna çıkan bir insan üzerinde hangi halin 
  vasıflarını taşımalıdır? Elbette bu yol tehlikelerden arınmış değildir. O yolun 
  üzerinde belki sıkça kullandığımız fakat tehlikesini bir türlü idrak edemediğimiz 
  nefis ve şeytan gibi, dünya sevgisi gibi, kötü arkadaş gibi büyük sıkıntılar 
  var. Farkında değiliz; ama bakın hepimizin yandığı, feryat ettiği bir şey var... 
  Gördüğümüz zaman gönlümüzdeki sıkıntıların gittiği, sözleriyle içinde bulunmuş 
  olduğumuz bedbaht hâllerden diğer bir hâle kavuşturan Mübarek Efendim Abdullah 
  Farukî el-Müceddidî Hazretleri için diyoruz ki ’Kıymetini bilemedik!’ Bu kıymeti 
  sana bildirmeyen şey, taşıdığın azılı nefsindir. Eğer nefsini o Sultanın ayaklarının 
  altına koymuş olsaydın, onun bu gün bedenen aramızdan ayrılmasının senin için 
  hiçbir zararı olmazdı. O azgın nefis işte, önümüzde.
  
          Bizlere Allah sevgisini, Peygamber sevgisini, Ehl-i 
  Beyt ve Sahabe sevgisini ve bu gün ’Yâ Ummî, yâ Haticetü’l-Kübra!’ dediğimiz 
  zaman, kendi annemize seslenir gibi bu yakınlığı bize alıştıran Mübarek Efendim’dir.
  
          Hangimiz bu nimetlerden haberdardık? Ama işte o nefis 
  öyle bir zalım ki, senin gözünün önüne bir perde getiriyor ki, seni yaratan 
  Hz. Allah’tan bile seni gafil bırakıyor. Sen ben ise Cenâb-ı Hakk’ın rızasını 
  ve yakınlığını, o nefsimize muhalefet etmek suretiyle değil de, onun sözlerini 
  ve isteklerini yerine yetirmekle elde edeceğimizi zannediyoruz.
  
          Nefis terbiyesi çetin iştir kardeşlerim! Nefisinin istek 
  ve arzuları, heva ve heveslerini Allah için terk etmeyi vaad etmeyen, bu yolun 
  nimetindeki saadete kavuşamaz.
  
          Zikrullah işte öyle bir kuvvettir ki seni bu nimetlerden 
  alı koyan nefsin bütün hastalıklarını bertaraf edip Allah’tan gayrı senin gönlündeki 
  her şeyi söküp atar ve maksat hâsıl olur. Bu yapılan zikrullahtan elde edilmesi 
  gereken maksat ve gaye ancak Allah’tır, ancak Allah’tır, ancak Allah’tır. Bunun 
  dışında seni oyalayan her ne varsa; seni bu yolun istikametinden ayıran gerek 
  dünya, gerek nefis ve gerekse şeytanın işleri cümlesinden olan şeylerdir.
  
          Mübarek Efendimin, ’İslâm’da zikir, Hz. Allah’ı anmak 
  suretiyle tevhidi ikame etmektir’ tarifince acaba tevhid nasıl ikame olur? Allah’ın 
  farz kılıp yap dediklerini yapıp haram kıldıklarından şiddetle içtinap edip 
  bu hususta Allah’ın Nebî’sine tam bir teslimiyetle, ondan gelen hükümlere gönlünde 
  hiçbir hoşnutsuzluk olmadan teslimiyet göstermek suretiyledir. Ruhunu, canını 
  O’na (s.a.v.) teslim eden, tevhidin kuvvetiyle Allah’ın nezdinde hayat bulur 
  elhamdülillah.
  
          Nefis terbiyesi, sözünde sadık olanların, Allah ve Rasûl’üne 
  sevgi ve muhabbette, itaatte kendi canından geçenlerin yoludur. İşte Mübarek 
  Efendim bunun en güzel mümessilidir. Rabbim şefaatlerine mazhar eylesin inşallah.
  
          Ez cümle sohbetimizi şununla bitireyim kardeşlerim: 
  ’Nefis terbiyesinin nihayetinde, seyr u sülûkun nihayetinde hâsıl olan nimet 
  şudur: Kur’ân’ın ahkâmı o gönülde hâkim olur. O ruhun, o bedenin gıda merkezi 
  Allah’a itaattir, Kur’ân-ı Mübin’dir ve o kulun mutlak rehberi Rasûl-i Kibriya 
  Efendimizdir, O’na (s.a.v.) ittiba eder. Bunları topladığımız zaman çıkan kelime 
  şudur: ’Lâ İlâhe İllallah Muhammedü’r-Rasûlullah.’
  
          İşte nefis tezkiyesinde elde edilecek nihai nokta budur. 
  Bulan dünya ve ahiret saadet içerisindedir. Allah’ım bizleri de o bahtiyarlardan 
  kılsın...

											
- 
				
				
					
					Mustafa BATAK 
					 
			 
			
			- 
				
				
					
					AZİZ KAYGISIZ 
					 
			 
			
			- 
				
				
					
					saadet çelik 
					 
			 
			
			- 
				
				
					
					erol şen 
					 
			 
			
4 kişi yorum yazdı.Cenabı-Hak bu maneviyat dolu yazıları hakiki manada anlayarak günlük yaşamımızda uygulamayı nasip etsin.
ALLAH GANİ GANİ RAZI OLSUN.
ne diyeyimki sadece hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum.ne yapıyoruz hiç birşey.allah yar ve yardımcımız olsun.içim çok dolu ama dökemiyorum satırlaraaaaaaaaaaaaaaaasadece ağlamak istiyorum
bir özlem daha bitti elhamdülillah..