Özlenen Rehber Dergisi

15.Sayı

Aşûre Günü ve Hazret-i Hüseyin (r.a.)*

Elhamdülilâhi Rabbi’l-Âlemîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âli Seyyidinâ Muhammedin ve eshâbihî ve ezvâcihî ve evlâdihî ve etbâihî ve ehl-i beytihî ve ümmehâtihî ve ebîhi biadedi külli şey’in fi’d-dünyâ ve’l-âhireti ve kezâlik. Ve’l-hamdü lillâhi Rabbi’l-Âlemîn.

Muharrem ayının onuncu günü Aşûre (Âşûrâ) günü olarak adlandırılır. Bu önemli günün içinde bulunduğu Muharrem ayı haram aylardandır.
Aşûre Günüyle İlgili Hadîs-i Şerîfler:
İbn-i Abbas (r.anhümâ)’nın rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmaktadır:
’Aşûre günü oruç tutana, on bin melek sevâbı verilir. Muharremin Aşûre günü oruç tutana on bin şehîd, on bin hacc ve umre sevâbı verilir. Muharremin onuncu günü olan Aşûre gününde bir yetîmin başını okşayana Allah Teâlâ o yetîmin başındaki saçlar kadar cennette derece verir. Aşûre gecesi bir mü’mine iftar verene, Allah Teâlâ katında bütün ümmet-i Muhammed’e iftar vermiş ve karınlarını doyurmuş gibi sevap yazılır.’
Bunun üzerine Ashâb-ı Kirâm (Aleyhimü’r-Rıdvân): ’Yâ Rasûlallah, Allah Teâlâ Aşûre gününü diğer günlerden üstün tutmuş mudur?’ diye sordular. Rasûlullah (s.a.v.) de söyle cevap verdi:
’Evet, Allah Teâlâ Aşûre gününü diğer günlerden üstün tutmuştur. Allah Teâlâ gökleri Aşûre günü [Muharremin onuncu günü] yarattı. Dağları, denizleri, kalemi, levh’i ve Âdem (a.s.)’ı Aşûre günü yarattı. Âdem (a.s.)’ı Aşûre günü cennete soktu. İbrâhîm (a.s.)’ı Aşûre günü kurtardı. Aşûre gününde, oğlunun yerine kesmek üzere ona büyük bir koç verdi. Allah Teâlâ, Firavun’u Aşûre günü boğdu. Eyyûb (a.s.)’dan belâyı Aşûre günü kaldırdı. Âdem (a.s.)’ın tevbesini Aşûre günü kabûl etti. Dâvûd (a.s.)’ın zellesini Aşûre günü bağışladı. Îsâ (a.s.) Aşûre günü dünyâya geldi. Kıyâmet de Aşûre günü inecektir.’ (1)
Hz. Âişe (r.anhâ)’dan bir rivâyet de şöyledir: ’Aşûre Kureyş’in câhiliyye devrinde oruç tuttuğu bir gündü. Rasûlullah (s.a.v.) de buna riâyet ediyordu. Medîne’ye hicret edince bu orucu devâm ettirmiş ve başkalarına da emretmişti. Fakat Ramazan Orucu farz kılınınca kendisi Aşûre gününde oruç tutmayı bırakmış, bundan sonra Müslümanlardan dileyen bu günde oruç tutmuş, dileyen tutmamıştır.’ (2)
Abdullah b. Ömer (r.anhümâ)’nın bu konudaki rivâyeti de şöyledir: ’Aşûre câhiliyye devri insanlarının oruç tuttuğu bir gündü. Fakat Ramazan Orucu farz kılınınca Rasûlullah (s.a.v)’e Aşûre konusu sorulmuş, o da: ’Aşûre Allah’ın günlerinden bir gündür, dileyen bu günde oruç tutsun, dileyen tutmasın.’ buyurmuştur. (3)
İbn-i Abbas (r.anhümâ) şöyle demiştir: ’Peygamber (s.a.v.) Medîne’ye geldi, Yahûdîler Aşûre orucu tutuyorlardı. Onlar; ’Bu, kendisinde Mûsâ’nın Fir’avn’a galib olduğu gündür’ dediler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) sahâbîlerine: ’Sizler Mûsâ’ya onlardan daha ziyâde lâyıksınız, onun için sizler de bu gün oruç tutun.’ buyurdu. (4)
İbn Ömer (r.anhümâ) şöyle demiştir: ’Kureyş, câhiliye devrinde Aşûre günü oruç tutardı. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) Medîne’ye gelince insanlara bu Aşûre orucunu tutmayı emretti. Nihâyet Ramazan Orucu farz kılınınca Rasûlullah (s.a.v.): ’Aşûre orucunu tutmak isteyen onu yine tutsun; isteyen de yesin.’ buyurdu. (5)
Selemetü’bnü’l-Ekva’ (r.anhâ) şöyle demiştir: ’Peygamber (s.a.v.) Eslem kabîlesinden (Hind b. Esmâ isminde) bir kişiye, insanlar içinde şunu îlân et diye emretti: ’Her kim yemek yediyse, günün geri kalanında yemekten kendini tutsun! Yememiş olan kimse ise oruç tutsun. Çünkü bu gün Aşûre günüdür.’ (6)
Ebû Katâde (r.a.)’den rivâyete göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Aşûre gününün orucunun, kendinden önceki seneye keffâret olmasını Allah’tan kuvvetle ümîd ediyorum.’ (7)
İbn-i Abbas (r.anhümâ)’dan rivâyet edilmiştir. Dedi ki: ’Rasûlullah (s.a.v.), Aşûre orucunun onuncu gün tutulmasını emretti!’ (8)
Yine İbn-i Abbas (r.anhümâ)’dan rivâyet edilmiştir:’Muharremin dokuzuncu ve onuncu günleri oruç tutarak yahûdîlere muhâlefet edin!’ (9)
Hazret-i Ali (k.v.)’den rivâyet edilmiştir: ’Aşûre gecesini ihyâ edeni, Allah Teâlâ dilediği şekilde ihyâ eder.’ (10)
Aşûre Orucunun Fıkhî Yönü:
Görüldüğü üzere câhiliyye devrinde Kureyş’in de tuttuğu Aşûre orucunu Rasûlullah (s.a.v.), bi’setten önce tutmuş, sonra bir ara terk etmişse de Medîne’ye hicret edince Hz. Mûsâ’nın sahih yollardan ulaşan şerîatına uyarak Ramazan orucu farz kılınıncaya kadar o da bu orucu tutmuş ve Müslümanlara da tutmalarını emretmiştir. Hattâ bu konuda henüz bir emir bulunmamakla birlikte, Buhârî’de yer alan bir hadîse göre Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), münâdîler çıkararak Aşûre orucunu halka duyurmuş, geceleyin oruca niyet etmeyenlerin günün yarısında haberdar olsalar dahi o andan îtibâren oruca başlamalarını emretmiş, ancak Ramazan orucunun farz kılınmasıyla bu orucu isteğe bırakmıştır. Ramazan orucunun farziyetinden itibâren Aşûre orucunun müstehab olduğunda ittifak eden âlimler, Hz. Rasûlullah’ın bu konudaki emrinin Ramazan orucundan önceki dönem için vücûb ifâde edip etmeyeceği husûsunda ihtilâf etmişlerdir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe ile bâzı Şâfiîler Aşûre orucunun önceleri vâcib olduğunu, fakat bu hükmün Ramazan orucu ile nesh edildiğini, Hanbelîler ve bir kısım Şâfiîler ise müstehab olduğunu kabûl etmişlerdir. (11)
Aşûre Gününün Kutsallığı:
Aşûre günü, hem Müslümanlarca, hem Yahûdîlerce ve hem de câhiliyye dönemi Arapları tarafından kutsal bir gün olarak kabûl edilmekteydi. Hz. Nuh (a.s.) zamânından beri bütün ilâhî dinlerde makbûl sayılan Aşûre gününde oruç tutmak Yahûdîlere farz kılınmıştı. Câhiliyye dönemi Arapları ise köken olarak Hz. İbrâhim (a.s.)’dan gelen tevhîd inancını tahrif eden müşrikler oldukları için, onlar arasında da bu günün önemi yerini korumuştu. İşte Aşûre günü ve orucunun ilâhî dinlere dayanan bu kökeninden dolayı, Rasûlullah (s.a.v.), Ramazan orucu farz kılınıncaya kadar, Aşûre gününe saygı göstermiş ve o gün oruç tutmuştur. Aşûre orucu görüldüğü üzere sâdece Yahûdîlere âit bir oruç değildir. Yalnız, onları taklit etmemek ve hurâfelerinin İslâm bünyesine girmesine engel olmak için mü’minleri uyaran Rasûlullah (s.a.v.)’in Aşûre orucu hakkında Yahûdîlere muhâlefeti söz konusudur. Bu muhâlefet, yukarıdaki İbn-i Abbas hadîsinde geçtiği üzere sâdece Aşûre günü değil, Muharremin dokuzuncu ve onuncu günü de oruç tutmak şeklindedir. Hattâ Buhârî ve Tirmîzî’deki bir rivâyete göre, bu iki günle birlikte on birinci günü de oruç tutularak Yahûdîlere muhâlefet edilmesi buyurulmuştur. (12)
Aşûre Gününün Fazîleti
İslâm ulemâsının çoğunluğuna göre Aşûre gününün fazîletlerini şöyle sıralayabiliriz:
1. Aşûre orucu bir yıla keffârettir. O gün, Allah Teâlâ’nın öyle bir ikrâmıdır ki, onu, ümmet-i Muhammed’in günahlarına keffâret, hatâlarına temizleyici kılmıştır.
2. Allah Teâlâ, Âdem (a.s.)’ın tevbesini Aşûre günü kabûl etmiştir.
3. Allah Teâlâ İdris (a.s.)’ı Aşûre günü göğe kaldırmıştır.
4. Allah Teâlâ Nuh (a.s.)’ın gemisini Aşûre günü Cûdi dağında karaya oturtmuştur.
5. İbrâhîm (a.s.) Aşûre günü doğmuştur. Allah Teâlâ onu o gün, kendisine Halîl edinmiştir. Nemrud’un ateşinden de o gün kurtarmıştır.
6. Allah Teâlâ Dâvud (a.s.)’ın tevbesini o gün kabûl etmiştir. Yine o gün Süleyman (a.s.)’a mülkünü vermiştir.
7. Allah Teâlâ Eyyûb (a.s.)’ın sıkıntı ve hastalığını Aşûre günü gidermiştir.
8. Allah Teâlâ Mûsâ (a.s.)’ı denizden Aşûre günü kurtarmış ve Fir’avn’u o gün denizde helâk eylemiştir.
9. Allah Teâlâ Yûnus (a.s.)’ı, balığın karnından Aşûre günü kurtarmıştır.
10. Allah Teâlâ Îsâ (a.s.)’ı, Aşûre günü göğe kaldırmıştır.
11. Allah Teâlâ gökleri Aşûre günü yaratmıştır. (13)

Hazret-i Hüseyin (r.a.)’in Şehâdeti:
İslâm târîhi boyunca Aşûre gününde meydâna gelen en önemli hâdiselerden biri de ’Cennet gençlerinin efendilerinden biri’ olan Hazret-i Hüseyin (r.a.)’in şehîd edilmesidir.
Gavsü’l-Âzam Seyyid Abdülkâdir Geylânî (k.s.) Hazretleri bu hâdiseyi şöyle değerlendirmektedir: ’Hazret-i Hüseyin (r.a.)’in şehîd edilmesi, Allah Teâlâ’nın, Rasûlullah (s.a.v.)’in torununun derecesini yükseltmek, kerâmetini kat kat artırmak, şehîdlik sebebiyle şehidlerin önderi durumunda olanların derecesine ulaştırmak için, katında günlerin şerefli ve büyüğü olan Aşûre gününde olmuştur.’ (14)
Hazret-i Hüseyin (r.a.)Hicrî 10 Muharrem 61’de (1 Ekim 680) Kerbelâ’da şehîd edilmiştir. Bu fâcianın İslâm dünyâsında çok köklü etkileri olmuştur. Rasûlullah’ın sevgili torunu olan Hazret-i Hüseyin’e ve etrâfındaki Ehl-i Beyte revâ görülen bu zulüm, bütün Müslümanların yüreğini dağlamıştır. Aradan yüzyıllar geçtiği hâlde bu fâcianın acıları unutulmamıştır, unutulacak gibi de değildir.
Bütün bunlara rağmen, Aşûre gününü yas günü olarak değerlendirmek ve bu günde şiîlerin yaptığı gibi taşkınlıklar yapmak doğru değildir. Rasûlullah ve Ashâbı o günü nasıl değerlendirmişlerse bizim de öyle yapmamız gerekir. Onlar, bu günde oruç tutmuşlar, o gün çoluk çocuklarını sevindirmek, giydirmek gibi şeyler yapmışlardır. (15)
Yine Seyyid Abdülkâdir Geylânî (k.s.) de Aşûre gününü yas günü kabûl etmenin doğru olmadığını belirterek şunları söylemektedir: ’Hazret-i Hüseyin’in şehîd edildiği gün, musîbet günü olsa idi, Rasûlullah (s.a.v.)’in vefât ettiği gün olan Pazartesinin musîbet ve mâtem günü olması daha uygun olurdu. Hattâ, Ebû Bekir (r.a.) de Pazartesi günü vefât etmiştir. Rasûlullah Efendimiz ve Hazret-i Ebû Bekir’in vefâtı ise, onlardan başkasının vefâtından daha yüksektir. Buna rağmen Pazartesi günü mâtem günü olmayınca, Aşûre günü de mâtem ve musîbet günü olamaz. Mâtem günü kabûl edilmesi, sevinç ve şerefli gün olmasından uygun değildir.’ (16)
Ehl-i Sünnet ulemâsı, genellikle bu görüştedirler. Bu, onların Hazret-i Hüseyin’e revâ görülen zulmü tasdîk etmeleri anlamına gelmez. Tam aksine, ifrattan ve tefritten sakınma prensibine uygun davranışın bir sonucudur. Zâten Ehl-i Sünnetin en önemli esaslarından biri de, ifrat ve tefritten uzaklıktır. Ehl-i Sünnetin dışındaki fırka ve ekoller, ya ifratta veyâ tefrittedirler. Bu ise, Kur’ân-ı Azîmüşşân’da beyan buyurulan ’Vasat Ümmet’ (17) gerçeğine ters düşer.
Rabbimiz bizi, bu mübârek günü sünnete uygun olarak kutlamak ve değerlendirmekten ayırmasın. Rasûlullah’ın, Ashâbının ve Hazret-i Hüseyin (r.a.)’in şefâatlerine nâil eylesin.


Ve’s-selâmu alâ men ittebea’l-Hüdâ.


Kaynakça:
* Not: Bu makale ilk olarak ’Özlenen Fark Aylık İlmî Araştırmalar Dergisi’nde (Haziran 1999, Sayı 35) yayınlanmıştır.
1. Abdülkadir Geylânî, Gunyetü’t-Tâlibîn, Çeviren: A. Fârûk Meyan, Çelik Yayınevi, 7. baskı, İstanbul, 1992, s. 352. Not: Burada bu hadîsin bir başka rivâyeti daha vardır.
2. Buhârî, Savm 69 ; Tirmîzî, Savm 48 ; Müsned c.VI, s. 29-30.
3. Müsned, c. II, s. 59, 143.
4. Buhârî, Kitâbu’t-Tefsir 158.
5. Buhârî, Savm 1.
6. Buhârî, Savm 68 ; Geylânî, a.g.e., s. 356.
7. Tirmîzî, Savm 47.
8. Tirmizî, Savm 49.
9. Tirmîzî, Savm 49.
10. Geylânî, a.g.e., s. 353.
11. DİA-IV, s. 25.
12. Buhârî, Savm 69 ; Aynî, c.IX, s.190.
13. Geylânî, a.g.e., s. 355.
14. Geylânî, a.g.e., s. 355.
15. Geylânî, a.g.e., s. 356.
16. Geylânî, a.g.e., s. 356.
17. El-Bakara Sûresi 2/143.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.