Bu mektup, Molla Hâcı Muhammed Lâhorîye yazılmıştır. Dünyayı seven ve ilmi, dünyayı kazanmağa harc eden kötü ilim adamlarının zararını bildirmekte ve dünyaya düşkün olmayan âlimleri medh etmektedir:
Âlimlerin dünyayı sevmesi ve ona düşkün olması, güzel yüzlerine siyah leke gibidir. Böyle olan ilim adamlarının insanlara faydası olur ise de, kendilerine olmaz. Dîni kuvvetlendirmek, İslamiyet’i yaymak şerefi bunlara ait ise de, bazen kâfir ve fâsık da bu işi yapar. Nitekim Peygamberlerin Efendisi ’aleyhi ve alâ âlihi’s-salevâtü ve’t-teslîmât’ kötü kimselerin de, dîni kuvvetlendireceğini haber vermiş ve ’Allah’u Teâlâ bu dîni, fâcir kimselerle de, elbette kuvvetlendirir’ buyurmuştur. Bunlar, çakmak taşına benzer. Çakmak taşında enerji vardır. İnsanlar bu taştaki kudretten ateş yapar, istifade eder. Taşın ise, hiç istifadesi olmaz. Bunların da ilimlerinden kendilerine fayda olmaz. Hatta bu ilimleri, kendilerine zararlıdır. Çünkü kıyamet günü, bilmiyorduk, günah olduğunu bilseydik yapmazdık diyemezler. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki:
’Kıyamet gününde, en şiddetli azap görecek kimse, Allah’u Teâlâ’nın kendi ilminden, kendisini faydalandırmadığı âlimdir.’ Allah’u Teâlâ’nın kıymet verdiği ve herşeyin en şereflisi olan ilmi, mal, mevki kapmağa ve başa geçmeğe vesile edenlere, bu ilim zararlı olmaz mı? Hâlbuki dünyaya düşkün olmak, Allah’u Teâlâ’nın hiç sevmediği birşeydir. O hâlde, Allah’u Teâlâ’nın kıymet verdiği ilmi, Onun sevmediği yolda harcamak çok çirkin bir iştir. Onun kıymet verdiğini kötülemek, sevmediğini de kıymetlendirmek, yükseltmek demektir. Açıkçası, Allah’u Teâlâ’ya karşı durmak demektir. Ders vermek, vaaz etmek ve dînî yazı, kitap, mecmua çıkarmak, ancak Allah rızası için olduğu vakit ve mevki, mal ve şöhret kazanmak için olmadığı zaman faydalı olur. Böyle hâlis, temiz düşünmenin alâmeti de, dünyaya düşkün olmamaktır. Bu belâya düşmüş, dünyayı seven din adamları, hakikatte dünya adamlarıdır. Kötü âlimler bunlardır. İnsanların en alçağı bunlardır. Din, îmân hırsızları bunlardır. Hâlbuki bunlar, kendilerini din adamı, âhiret adamı ve insanların en iyisi sanır ve tanıtır. Sûre-i Mücâdele’de, ’Onlar, kendilerini Müslüman sanıyor. Onlar son derece yalancıdır. Şeytan onlara musallat olmuştur. Allah’u Teâlâ’yı hatırlamaz ve ismini ağızlarına almazlar. Şeytana uymuşlar, şeytan olmuşlardır. Biliniz ki, şeytana uyanlar ziyan etti. Ebedî saadeti bırakıp sonsuz azaba atıldı’ (Mücadele, 58/18-19) meâlindeki âyet-i kerîme bunlar içindir.
Büyüklerden biri şeytanı boş oturuyor, insanları aldatmakla uğraşmıyor görüp, sebebini sorar. Şeytan cevap olarak, ’Zamanın din adamı geçinen kötü âlimleri, insanları yoldan çıkarmakta, bana o kadar yardım ediyor ki, bu mühim işi yapmama lüzum kalmıyor’ demiştir. Doğrusu, zamanımızda İslamiyet’in emirlerini yapmaktaki gevşeklikler ve insanların dinden yüz çevirmesi, hep din adamı perdesi altında söylenen sözlerden, yazılardan ve bu adamların bozuk niyetlerinden dolayıdır.
’Din adamları üç kısımdır: Akıl sâhibi, ilim sâhibi, din sâhibi. Bu üç sıfatı da birlikte taşıyan din adamına ’Din âlimi’ denir. Bir sıfatı noksan olursa, onun sözüne güvenilmez. İlim sâhibi olmak için, akıl ve nakil ilimlerinde mütehassıs olmak lâzımdır.
Dünyaya gönül kaptırmayan; mal, mevki, şöhret kazanmak, başa geçmek sevdasında olmayan din âlimleri, ahiret adamlarıdır. Peygamberlerin ’aleyhimü’s-selâm’ vârisleri, vekilleridir. İnsanların en iyisi bunlardır. Kıyamet günü bunların mürekkebi, Allah’u Teâlâ için canını veren şehitlerin kanı ile tartılacak ve mürekkep, daha ağır gelecektir. ’Âlimlerin uykusu ibadettir’ hadîs-i şerîfinde medh edilen, bunlardır. Ahiretteki sonsuz nimetlerin güzelliğini anlayan, dünyanın çirkinliğini ve kötülüğünü gören; ahiretin ebedî, dünyanın ise fâni geçip tükenici olduğunu bilen onlardır. Bunun için kalıcı olmayan, çabuk değişen ve biten şeylere bakmayıp, bâkî olana, hiç bozulmayan ve bitmeyen güzelliklere sarılmışlardır.
Ahiretin büyüklüğünü anlayabilmek, Allah’u Teâlâ’nın sonsuz büyüklüğünü görebilmekle olur. Ahiretin büyüklüğünü anlayan da dünyaya hiç kıymet vermez. Çünkü dünya ile ahiret birbirinin zıddıdır. Birini sevindirirsen öteki incinir. Dünyaya kıymet veren ahireti gücendirir. Dünyayı beğenmeyen de, ahirete kıymet vermiş olur. Her ikisine birden kıymet vermek veya her ikisini aşağılamak olamaz. İki zıt şey bir araya getirilemez. Ateş ile su bir arada bulundurulamaz.
Tasavvuf büyüklerinden bazısı, kendilerini ve dünyayı tamamen unuttuktan sonra, birçok sebepler, faydalar için, dünya adamı şeklinde görünürler. Dünyayı seviyor, istiyorlar sanılır. Hâlbuki içlerinde hiç dünya sevgisi, arzusu yoktur. Sûre-i Nûr’da, ’Bunların ticaretleri, alış verişleri, Allah’u Teâlâ’yı hatırlamalarına hiç mâni olmaz’ (NÛR, 24/37) meâlindeki âyet-i kerîme bunlar içindir. Dünyaya bağlı görünürler. Hâlbuki hiç bağlılıkları yoktur.
Hâce Behâeddîn-i Nakşibend Buhârî ’kuddise sirruh’ buyuruyor ki: ’Mekke-i Mükerreme’de Minâ pazarında, genç bir tacir, aşağı yukarı, ellibin altın değerinde alış veriş yapıyordu. O esnada kalbi, Allah’u Teâlâ’yı bir an unutmuyordu.
Mektubat 33.mektup;
Özlenen Rehber Dergisi 134. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.