Özlenen Rehber Dergisi

117.Sayı

Abdullah Fârukî El-müceddidî (k.s.)'nun Evrâd-ı Ezkâr Anlayışı

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 117. Sayı
Geçmiş senelerde olduğu gibi dergimiz, bu aralık sayısını da Abdullah Farûkî el-Müceddidî (k.s.)’yu anlamaya ve anlatmaya hasretti.
Onun hayatında, itaatimize kuvvet katacak, Allah’a yakınlığımıza vesile olacak o kadar güzel örnekler, ibretler mevcut ki, bunların tamamını anlatabilmek için koca eserler, ciltler dolusu kitap yazılması gerekir.
Başta acziyetimizi ifade ederek biz de, dinlediğimiz, müşahede edebildiğimiz, anlayabildiğimiz kadarıyla Üstadımızın evrad-ı ezkâr anlayışını şu sınırlı satırlara bir nebze olsun yansıtmak istiyoruz. Ne mutlu onu tanıyanlara ve hakikat üzere yolundan gidenlere!
Devamlılık Ve Sadakat Ahlâkı:
Abdullah Fârukî el-Müceddidî (k.s.), hayatının her alanında ciddiyeti, sebat ve devamlılığı, vefa ve sadakati esas almış bir Allah dostudur.
O, hayır olduğuna inandığı ve Allah’ın rızasını kastederek giriştiği hiçbir işi yarım bırakmamış, Allah’ın izni ve tevfiki ile mutlaka sonlandırmıştır. Onun bu prensibine, şu hadise çok güzel bir misaldir:
Kendileri, hizmet ve tebliğ amacıyla Allah yolunda birçok şehir ve ülkeye yolculuk yapmaktaydı. Bu amaçla Almanya’ya yapacağı yolculukların birinde vize alınması gerekiyordu. O yılların şartlarında konsolosluk önünde uzun kuyruklar oluşuyor, sabah erken saatten itibaren sıra beklemek gerekiyordu. O yıl yolculuk kışa denk gelmişti. Ankara’nın dondurucu soğuğunda mübarek üstadımız, rahatsızlığına rağmen kimseden yardım talep etmemiş, bizzat kendisi sabahın erken saatlerinde konsolosluğun önünde sırada beklemeye koyulmuştu. Yanında bulunan bir talebesinin: ’Efendim, rahatsızsınız! Müsaade buyurursanız geri dönelim, hava çok soğuk ve sıra da çok uzun!’ ricasına: ’Evladım, evet, çok bitap düştüm! Geri dönerdim; ancak başladığım bir işi yarıda bırakmak benim ahlâkım değil!’ diye cevap vermiş, davası uğruna o sıkıntıya göğüs germişti.
’Oğlum! İnsan bir yerden tuttu mu, kolu kopmalı ama yine de tuttuğu yeri bırakmamalı!’ şeklinde özetlediği sadakat ve ahde vefa, onun 63 yıllık yaşantısında en üstün şekliyle ortaya konmuştu.
Onun bu derece yaşadığı vefa, devamlılık ve sadakat ahlâkı, fayda vermesi için devamlılık ve sebat gereken evrâd-ı ezkarda ne denli yol katettiği ve başarılı olduğu yönünde sanırım bizlere çok şeyler ifade etmektedir.
Bu özet mukaddimeden sonra, onun hayatı boyunca yapageldiği bazı evrad-ı ezkara bir nebze olsun değinmek istiyorum:
Kur’an Tilaveti:

Abdullah Fârukî (k.s.), hiç aksatmadan her ay en az bir hatim okurdu. Kur’an’dan okuya geldiği virdini hazerde ve seferde asla terk etmezdi. Çok büyük bir zaruret olur da virdini okuyamazsa sonraki ilk müsait vakitte telafi ederdi.
Kur’ân’dan takip ettiği virdini, genelde her sabah kıldığı duhâ namazının ardından okurdu.
Gece yatmazdan önce de mutlaka en az bir sayfa tilavet ederdi. Bunu, kendisine bizzat Rasûl-i Ekrem’in emrettiğini söyler ve ’uyumadan önce gözlerinin gördüğü son şeyin Allah kelamı olması’nı arzulardı.
Bunun yanı sıra işyerinde, yanında çalışan işçilerle birlikte Kur’an okur, özellikle ramazan ayında bir kez de onlarla hatmederdi.
Sabah namazının sünnetiyle farzı arasında sair zamanlarda okunan Yâsîn sûresinin yerini, Recep ve Şaban aylarında 10 sayfa Kur’an alıyordu. Ramazan’da ise bu, 1 cüze çıkıyor, böylece mübarek üç aylar süresince cemaatle 2 hatim tamamlanmış oluyordu.
Evrad-ı Ezkârı:
Abdullah Fârukî (k.s.), devamlı Allah (c.c.)’yu zikir hali üzereydi. ’Allah’ın zikrinden bir an gafil kalsam, kendimi kâfir addederim.’ sözü, onun Allah’ı zikirdeki sebat ve devamlılığına en büyük delildir.
Yine o, devamlı Allah’a ve Rasûlüne itaat hali üzereydi. Onu görenler, itaat ve ibadetteki sebatına, iştiyakına hayran olur, tükenmez iştiyak ve enerjisi karşısında acziyetlerini ifade ederlerdi. Bununla ilgili bir hadiseyi kısaca aktarmak istiyorum:
Üstadımız, belirli aralıklarla o dönemde şeyhlik vazifesi ifa eden zatlarla toplantı yapar, istişarelerde bulunurdu. Yine böyle bir toplantıda Üstadımız sabaha kadar zikrullah ve evrad-ı ezkarla meşgul olmuştu. Öyle ki diğer şeyler yorulup takatten düşünce: ’Yeter Farûkî! Yorulduk, biraz da istirahat edelim.’ deyince onlara: ’Allah’ın rıza ve yakınlığı öyle kolay elde edilmiyor, gayret etmek lazım.’ diye cevap vermişti.
Ziyaretine gelenler, dünyevî meşguliyetler sebebiyle dağılan kalp hallerini, istikametlerini ondan yansıyan itaat kuvveti ve sevgi sıcaklığıyla toparlar, dert ve tasalardan uzaklaşır, memleketlerine huzurla dönerlerdi.
Üstadımız, hastalık, yolculuk, dünyevî meşakkatler vb. sebeplerle içerisinde bulunduğu itaat halini bozmaz, evrâd-ı ezkarına devam ederdi. Hazerde ve seferde tespih elinden hiç düşmez, onu görenler kendisinde sürekli zikir halini müşahede ederlerdi.
O, mürşidi Alaaddin Fersâfî (k.s.)’dan almış olduğu günlük evrâd-ı ezkar vazifesini bir gün dahi aksatmamıştı. Cehrî olarak yapılan 100’er adet tesbihat vazifesi hakkında: ’Oğlum! Bu zikirleri ve adetlerini bana bizzat Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz telkin etti ve öğretti. Bu dersi şu vakte kadar hiç terk etmedim.’ demiştir. Bu ifadesinden anlaşıldığı üzere, onun yaşamış olduğu yüksek manevî haller, vasıtasız Rasûlullah (s.a.v.)’le mülaki olup almış olduğu emir ve tavsiyeler, onun evrâd-ı ezkarına sımsıkı tutunmasında kuvvetli bir etken olmuştur.
Rahatsızlık çektiği ayağından hayatının son demlerinde ameliyat olmuş, hastanede yatarken dahi virtlerini terk etmemiştir. Allah’a ibadet mevzuunda nefsin rehavetine asla müsaade etmez: ’Allah’a kulluk hususunda mazeret olmaz.’ diyerek evlatlarını gayrete getirirdi.
O, evrad-u ezkara bir vazife ve ahit olarak bakıyor, bu hususta devamlılığın sadakat olduğunu ve ’derslerine dikkat eden müritlerin ’sadıklardan’ olduğunu’ söylüyordu. Onun bu hususta sergilediği sadakate, şu hadise en güzel bir şekilde işaret etmektedir:
Bir keresinde, beraber tasavvuf yoluna suluk ettiği bir ihvanıyla oturup sohbet ederken: ’İmâm Şa’rânî Hz.nin şu kitabından herhangi bir yeri açalım, bize ne tavsiye ederse ömrümüz boyunca yapalım!’ şeklinde bir karar alıyorlar. Niyahet açtıkları sayfada, Hz. Yûnus (a.s.)’ın Kur’ân’da geçen ’Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn’ tesbihâtını 100 defa yapmaları tavsiye ediliyor. Abdullah Fârukî (k.s.), bu andan vefatına kadar bu tesbihâtı hiç aksatmadan düzenli bir şekilde yapmıştır.
’Aldığınız emanetleri muhafaza edin!’ diyerek sık sık taliplerini tesbihâtlarını düzenli bir şekilde yapmaları hususunda uyarırdı. ’Dersini yapmayan, zahiren bizimle birlikte görünse de hakikatte bizimle olan terbiye bağı kopar.’ der, işin ehemmiyetini açıkça ifade ederdi.
O, ’Allah her şeyi eşsiz bir düzen ve intizam üzere yaratmış.’ der, her işinde düzen ve tertibi severdi. Bu ahlakının bir tezahürü olarak yapılan tesbihâtın sayısına dikkat eder ve taliplerine de dikkat etmelerini tembihlerdi. Ziyaretine gelen ve sohbetinde bulunan ihvanına o sırada yaptıkları tesbihatın ne olduğunu ve sayısını sorardı. Bir mecliste: ’Ne kadar yaptın?’ sorusuna; ’Bilmiyorum efendim, saymadım!’ diyen ihvanını: ’Oğlum, öyle olmaz, hesabını bileceksin! Yaptığın tesbihatı say!’ diyerek uyarmıştır.
Evratta Temel Ölçüsü:
Onun bu hususta temel aldığı ölçü; evrâd-ı ezkârın Kur’an ve Sünnet çerçevesinde, şeriata uygun olması gerektiğiydi. Nefis terbiyesini, sünnetleri yaşamaya bağlayan, Rasûlullah (s.a.v.)’e sevgi ve bağlılığı gün gibi aşikâr olan Abdullah Fârukî (k.s.), hayatının her alanında olduğu gibi, terbiyeye direk tesir eden tesbihâtları da sünnete uygun bir şekilde tanzim ve tertip etmiştir.
Sabah Virtleri:
O, sabah virtlerine büyük ehemmiyet gösterirdi.
Ezanın ardından sabah namazının sünnetini evinde kılar, sonra mescide gelirdi. Sünnetle farz arasında 100 defa ’Subhânallâh ve bihamdihî, subhânallâhilazîm’ zikrini yapardı. Sonra Yâsîn sûresini okur, cemaatle namaz kılındıktan sonra sünnet üzere tesbihatı tamamlar, sonrasında bizzat kendisinin derlediği ’Evrâd-ı Şerîfe-i Fârûkiyye’nin birinci bölümünü cemaatle birlikte okurdu. Topluca okunan Esmâu’l-Hüsnâ, Esmâ-i Rasûlillah, salâtu selamlar sırasındaki yüksek aşk hali, Allah ve Rasûlü’ne beslediği sevgiden dolayı gözlerinden akıttığı yaşlar, içerisinde bulunduğu manevî halin adeta birer habercisiydi. Veyse’l-Karânî (k.s.)’nun virdini okurken takındığı tavır, içerisinde bulunduğu haşyet, tevazu ve inkisar halini yansıtırdı. Bu virtlerin yüksek sesle, iştiyakla ve canlı bir şekilde okunmasına ehemmiyet verir, sık sık safta bulunanları bu hususta uyarırdı.
Daha sonra Nakşıbendî hatmesine geçilirdi. Burada halkanın düzen ve intizamına azami dikkat gösterirdi. Dizlerin birbirine değmesini söyler, yapılan tesbihâtın ayık bir halde yapılmasını isterdi. Hatmenin ardından vefasının bir tezahürü olarak kendisine kadar geçen silsile-i sâdâtın ve bizzat Rasûlullah (s.a.v.)’in anılmasını emrettiği büyüklerimizin isimlerini hürmetle tek tek okurdu. İsimleri okurken sıraya ve hiçbirinin eksik kalmamasına önem verirdi.
Duanın ardından sünnet üzere bağdaş kurarak işrak vaktine kadar Allah’ı zikir ve tesbihatla meşgul olurdu. İşrak vaktine kadar ’Evrâd-ı Şerîfe-i Fârûkiyye’nin ikinci bölümü sesli bir şekilde okunur, kerahet vakti çıkınca iki rekât namaz kılardı. ’Manasını tam olarak anlayamadığımız bu virtlerin yerine İslâm tarihi okusak daha faydalı olmaz mı?’ diye bir teklif sunan bir ihvanını; ’Evladım! Bu virtlerin her birinde büyüklerimizin nazar ve teveccühleri var. Ben büyüklerimin nazarını celbeden bu evradı bırakıp da başka bir şeye yönelir miyim hiç!’ diyerek nezaketle ikaz etmiştir.
Üstadımız (k.s.), sefere çıktığında birçok kısmı ezberinde olmasına rağmen ’Evrâd-ı Şerîfe-i Fârûkiyye’ kitabını mutlaka yanında götürüyordu.
Sabah takip ettiği virtlerini ne kadar yorgun ve hasta da olsa asla terk etmiyordu. Geç geldiği yolculuklarının ardından dahi teheccüt namazını kılıyor ve sabah virtlerine iştirak ediyordu. Mısır’da tahsil gördüğümüz sırada kendileri her iki ziyaretinde evimizde misafir olmuşlardı. Bu süre zarfında çoğu gece eve geç saatlerde dönüyor, yoruluyor ve uykusuz kalıyorduk. Buna rağmen her sabah mutat olduğu üzere sabah virtlerini yerine getiriyor ve hiçbir zaman içimizden geçen: ’Bu gece geç geldik, uykusuz kaldık, namazı kılıp uyuyalım, işrakı beklemeyelim’ düşüncesiyle hareket etmiyordu. Onun bu ciddi tavrı, bizde ’bu hususta asla taviz verilmemesi gerektiği’ anlayışını yerleştirdi. Şayet o, sadece bir kere taviz verseydi, belki de biz bunu ömrümüzün sonuna kadar tembellik ve gafletimize bir mazeret kılacaktık.
Hadis Okumaları:
Manen mürebbisi olan Abdulkadir Geylânî (k.s.)’nun işaretleriyle hadis ilmine yönelmişti. Hayatının sonuna kadar piyasada mevcut hadis eserlerinin neredeyse tamamını okumuştu. Hatta ’Riyazu’s-Sâlihîn’, ’et-Terğîb ve’t-Terhîb’ gibi bazı hadis külliyatını baştan sona defalarca okumuştu. Onun bu gayreti, kendisini Rasûlullah (s.a.v.)’e daha çok yaklaştırmış, öyle ki yaptığı her hareket sünnet haline gelmişti. Kendisi bu hakikati birçok kereler: ’Evladım! Sünnetleri öğrenmek isteyen bize, yaşantımıza baksın! Bizim her hareketimiz sünnettir elhamdülillah’ diyerek ifade etmiştir.
Onun, hadis kıraati hususunda aşkın bir gayreti vardı. Hadisleri; ’Her bir hadisi, Rasûlullah (s.a.v.) karşımda sanki bana söylüyormuş, bana emrediyormuş gibi okuyor ve dinliyorum!’ diyerek ifade ettiği ince hassasiyetle okuyor ve dinliyor, nerede ve hangi halde olursa olsun asla terk etmiyordu. Hastanede dahi bunu terk etmemiş, takip ettiği hadis kitabını odasında refakatçi kardeşlerimizle birlikte müzakere etmişti.
Salât-ı Selam:

Abdullah Fârukî (k.s.), Efendimiz (s.a.v.)’e salât-u selam getirmeye büyük ehemmiyet veriyordu. Her zikri bir sayı ile sınırlamış, salât-u selam için ise alt sınır belirlediği halde üst sınır koymamış, talebelerini sık sık: ’Yapabildiğiniz kadar çok salât-ı selam getirin! Salât-ı selamın üst sınırı yok!’ telkinleriyle teşvik etmiştir.
’Salât-ı selamda büyük sırlar var. Bunu bildikten sonra ben onu hiç terk eder miyim? Gecemizi, gündüzümüzü buna hasretmişiz!’ diyerek çevresini salâvata teşvik ederdi. Özellikle Cuma günü hadis-i şerifte haber verildiği üzere getirilen salât-u selamlar direk Efendimiz (s.a.v.)’e arz olduğundan salâvata daha da fazla önem verir, salâvata Perşembe gününün akşamından başlardı. Cuma günü sabah namazından sonra dünya işleriyle meşgul olmaz, vakit zayi olmasın diye çoğu zaman kahvaltı dahi yapmaz, tüm vaktini salât-u selama hasrederdi.
Cuma namazından önce mescidinde mutat bir şekilde önce Kehf suresi tilavet edilir, sonra kendisinin derlediği ’Salâvât-ı Şerîfe-i Fârukiyye’ kitabı baştan sona bitirilir, ardından ezana kadar hadis-i şerif okunurdu.
Cuma günleri, Bedir Ashabı adedince, yani 313 bin salâvat getirir, o günde kurmuş olduğu meclisler, birer salavât meclisleri olur, ihvanlar adeta birbirleriyle yarışırlardı. Taliplerine ne kadar salâvat çektiklerini sorar, belirlediği sayıya ulaşmada hiç kimsenin kendisini geçmesini istemezdi.
Cuma günü haricinde de her gün ikindi namazından sonra günlere bölünmüş bir halde hazırladığı ’Salâvât-ı Şerîfe-i Fârukiyye’ kitabından o güne has bölümü okur, Efendimize salât-ı selam getirmenin bir alışkanlık haline gelmesine çalışırdı.
Cenâb-ı Hak kendisine, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in bizzat telkinleriyle hazırladığı bir salâvat metni nasip etmişti. ’Bu kapsamlı salâvatta birçok sırrın olduğunu ve vakti müsait olanların günde en az 1111, vakti dar olanların ise 11 ya da 111 defa yapmaları gerektiğini’ söylerdi.
Üstadımız, salât-ı selam getirmede adeta zamanla yarışırdı. Yanında mutlaka saat bulundurur, yaptığı salâvat adedini zamanla tahdit ederdi. Hatta şahsî aracının ön tarafına görebileceği şekilde dijital bir saat koymuş, aracında yaptığı tesbihat ve salât-ı selamın sayısını itinayla tahdit etmiştir.
Cuma Günü İcabet Saatinde Dua:
İcabet saati olma ihtimali sebebiyle, Cuma günleri akşam ezanına yarım saat-yirmi dakika kala mescidinde oturur, dua ile meşgul olurdu. Fâtıma (r.anhâ) annemizin tavsiyesi üzere bu ameli nerede olursa olsun asla terk etmez, bu vakti Rabbine dua ve ilticaya hasrederdi.
Teheccüt Namazı:
Üstadımız (k.s.), Peygamberimiz (s.a.v.)’in müekket bir sünneti olması hasebiyle teheccüt namazına büyük önem verirdi. Kendi ifadesiyle, mürşidine intisabından itibaren, ’Teheccüt namazı kılmadığı gece, bir elin parmaklarının sayısı kadar ya var ya da yoktur.’
Bu hususta büyük gayret gösterir, zahirî sebeplere tutunmayı ihmal etmezdi. Yorgun, uykusuz ya da hasta olduğu zamanlar namaza kalkabilmek için gerekirse 2 saat birden kurardı.
Sık sık ihvanlarına, teheccüt vaktinde ayık olmalarını öğütler; ’Teheccüt namazı kılmayan, salihlerden olamaz.’ derdi. Özellikle Ramazan’da, mukabele için erken gelenlere henüz fecir doğmamışsa teheccüt namazı kılmalarını söylerdi.
Evvabin ve Duhâ Namazı:
Abdullah Fârukî (k.s.), sünneti olduğu için akşam namazından sonra 2 ile 6 rekât arasında kılınan evvâbîn namazını hiç terk etmezdi.
Aynı şekilde, işrak vaktinden itibaren öğleden önceki kerahet vaktine kadar kılınabilen duhâ namazını da terk etmez, bu namazı müstehap olan vakitte kılar ve ardından Musa (a.s.)’ın bu vakitte Tûr-i Sîna’da Rabbinin kelamına mazhar olması hasebiyle Kur’ân’dan bir bölüm okurdu.
İtikâf:

Tasavvuf yoluna suluk etmesinden vefatına kadar geçen süre içerisinde her sene mutlaka Ramazan’ın son 10 gününde gerek ferdî gerek ihvanlarıyla birlikte itikâfa girer, bu sünnetin ihyasına büyük gayret gösterirdi.
İtikâfta; Kur’an tilaveti, tefekkür ve Allah’ı zikirle meşgul olurdu. İtikâfa has tesbihâtı büyük bir titizlikle yerine getirir, belirli sayıdaki bu zikirlerin tek tek ve manası tefekkür edilerek yerine getirilmesini isterdi.
İlim ve Zikir Meclisleri:

Abdullah Fârukî (k.s.), haftalık ilim ve zikir meclislerini belirlenen gün ve zamanda tertip eder, hiçbir surette aksamasına müsaade etmezdi.
Zikir günleri haricinde, fıkıh ve akait kitaplarının okunduğu, güncel meselelerin müzakere edildiği meclisler tertip eder, sorulu cevaplı icra eylediği bu toplantılar vesilesiyle ihvanlarının ilmî seviyelerinin yükselmesini arzu ederdi.
İlmî Çalışmalar:
Vefatına kadar her ay ’Özlenen Fark’ dergisinde mutlaka en az bir makalesi yayınlanmaktaydı.
Kitap okumaya çok önem verirdi. Evinde, istirahat ettiği odada, evinin terasında, mescidinde, işyerinde ayrı ayrı kitaplardan her gün mutat olarak bölümler okur, başladığı bir kitabı mutlaka bitirirdi. ’Kütüphanesinde yer alan yüzlerce cilt kitabın hepsini en az bir kere, bazılarını ise birkaç defa bitirdiğini’ söylerdi.
Tahiyyetü’l-Mescid Namazı:

Mübarek Üstadımızın virt edindiği amellerden biri de tahiyyetü’l-mescid namazıdır. Kendisi bu namaza devam ettiği gibi ihvanlarına da kıldırır, mescidine gelenlere oturmadan önce iki rekât namaz kılmalarını söyler, bu sünnetin ihyası için gayret sarf ederdi.
***
Muhterem Efendim! Geride bıraktığın biz evlatlarına güzel ve güzel olduğu kadar da çok ağır bir yol bıraktın!
Rabbim, şefaatlerine, himmet ve teveccühlerine mazhar kılsın! Emanetine bihakkın sahip çıkmayı, bıraktığı yol üzere huzuruna varmayı cümlemize nasip eylesin!
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.