Özlenen Rehber Dergisi

113.Sayı

Terk-i Dünya Edip Hakk'a Gönülden Boyun Eğerek Nefsi, Ölüm ve Sonrası İçin Eğitmek

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 113. Sayı
12.08.2012 Ramazan-ı Şerif

Hz. Pir Abdulkadir Geylanî (k.s.) efendimizin "Ölüme Hazırlık" adlı sohbeti…
Allah’u Teâlâ şöyle buyurmuştur. ’Allah katında din İslam’dır.’(Âl-i İmrân, 3/19) İslâm’ın yani İslam kelimesinin hakikati istislamdır (teslim olmak ve teslimiyettir). Önce İslam’ı (İslam dinini) kabul edin sonra da istislamı (teslimiyeti) nefislerinizde gerçekleştirin. Dışınızı İslam ile içinizi de istislam ile temizleyin. Kendinizi Rabbınıza teslim edin. Onun tedbirine ve takdirine razı olun. Bırakın hakkınızda O’nun takdiri hüküm versin. Kaderin getirdiği herşeyi makbul karşılayın. Rabbiniz sizi sizden daha iyi bilir. Müdebbir (herşeyi idare ve takdir den) ve Hakim (hüküm ve hikmet sahibi) olarak O’ndan razı olun. Yakın bir dost olarak O’nun kelamından (Kur’an’dan) razı olun. O’nun emirlerini de yasaklarını da (kabul eliyle) karşılayın. O’nun dinini bütün kalbinizle karşılayın. Kendinize o dini şiar ve örtü edinin.
Ölüm gelmeden önce, Allah’tan dönüşün mümkün olmadığı yani kıyamet günü gelmeden önce hayatınızı ganimet bilin.
Şuan itikaftayız kardeşlerim, dışarıdan men ettik kendimizi. Biz azalarımızı men ettik, Rabbim de bütün düşünce-i efkârımızı, kalbimizin bütün hassasiyetlerini de dışarılardan men etsin! Zatından gayrısında men etsin inşallah.
Nefis, kendisini mahrum saydığı şeylerden dolayı ızdırap duyar, zorlanır. Halbuki bilirse bu, birer ganimettir. Hayatımızın içerisinde, Rabbimize hususen tahsis edilmiş bir vakit olarak hayatımızın ganimetleridir bu nimet.
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, bu itikaf ibadetiyle amel ettiği zaman kendisini, en çok sevdiğine teslim etti. O’nun (c.c.) için, herşeyden yüz çevirdi. Gözünün, kulağının ve diğer azalarının onu meşgul edecek her şeyinden sıyrıldı, yalnızca Cenâb-ı Hakk’a yöneldi. Bir peygambere de zaten bu yakışırdı!.. Bize de her hususta olduğu gibi bu hususta da en güzel örnek oldu elhamdülillah. Allah’ım şefaatlerine nail etsin inşallah. Peygamber Efendimizin Rabbine yönelişi gibi, bizim yönelişlerimizi de O’nun yönelişlerine tabi kılsın.
Emellerinizi kısaltın. Çünkü felah bulan kimse ancak emelini kısaltmak suretiyle felah bulmuştur. Dünyaya karşı hırsınızı azaltın. Haris olmasanız bile kısmetleriniz size gelecektir. Yaratılmış olan bütün insanların hırsı sizde toplansa, hırsınız taşları yaracak seviyeye varsa, Rabbimin size nasip etmediği bir zerre dahi size asla ulaşmaz. Herşeyi hakkıyla takdir eden Hazreti Allah’tır. Cenâb-ı Hakk murat etmediyse, O’nun murat etmediğini, O’nun gücünün üstünde bir güçle, O’nu aşıp da sana kim verebilir ki?
Bu dünyadan nasiplerinizi elde etmeden ayrılmayacaksınız. Vah sana! Hevesi kov! Ölümün elinden kurtuluş yok. Nereye gidersen git. Nereye dönersen dön! O senin önünde ve etrafında. Kıyametten kurtulamazsın. Ölüm günün senin hakkında özel bir kıyamettir. Kıyamet günü de hem senin için hem de senin dışındakiler için genel bir kıyamettir. İlk kıyamet ikinci kıyameti getirir. O zaman ölüm meleğini görürsün. Sana güler yüzle mütebessim bir çehreyle gelir. Yanındakiler de öyledir. Sana selam verirler. Tıpkı enbiyanın, şühedanın ve salihlerin ruhlarını aldığı gibi senin ruhunu da yumuşaklıkla alır. Kıyamet gününün senin hakkında hayırlı geçeceğini müjdeler. İlk gün ikinci günü getirir. Eğer hayır görürsen hayırdır, şer görürsen şerdir.
Yani senin için küçük kıyamet koptuğu zaman eğer hayır görürsen bil ki büyük kıyametin koptuğu zaman da sen hayır ehlinden olacak ve hayır görenlerden olacaksın. Eğer küçük kıyametin koptuğu zaman, ölümün seni gelip bulduğu zaman, zor bir ölüm gördüysen, ölümden sonra şer ile karşılaştıysan bil ki büyük kıyamet koptuğu zaman da şerle karşılaşacaksın.
Ölüm meleği Musa (a.s.)’a geldi. Elinde bir elma vardı. Elmayı Musa (a.s.)’a koklattı. Bu koklatma esnasında onun ruhunu aldı. Hepsi böyledir.
Subhanallah! Dün ayet-i kerimeyi okumuştuk. Muhammed Suresinde (47/27), azabını dilediği inkar ehillerine, ölüm meleği ve yardımcılarının önlerine ve arkalarına vura vura onların canlarını alacaklarını haber veriyor Cenâb-ı Hakk... Meleğin vurması insanların vurması gibi değildir; Allah’ın muradı üzerine vuruyorlar.
Allah katında derecesi en yüksek olanın ruhu en kolay ve en güzel bir surette alınır, Ey cemaat! Ölmeden önce nefislerinizden ve iradelerinizden ölün! Ölümü çokça zikredin ve gelmeden önce ona hazırlanın, ölmeden önce ölürseniz, ölüm size kolaylaşır, ona karşı ne bir ağırlık olur ne de bir endişe, ölüm ve kıyamet günü mutlaka gelecektir, onları bekleyin, bu iki gün hususunda Allah’tan bir kaçış yolu yoktur. Akıllı olun, ben sizde ne kalp görüyorum ne de kalplerinizde bir marifet! Yazık sana! Zahitlik iddiasında bulunuyorsun, zahitlerin elbisesini giyiniyorsun ama dünyanın çocukları (kulları) olan zenginlerin ve yöneticilerin kapısına gidiyorsun, nefsine dönüyorsun ve dünyayı talep ediyorsun, onda olanı istiyorsun, Hazreti Peygamberin ’Bir çukurun (koruluğun) etrafında dolanan kimse oraya düşebilir (düşmesi an meselesidir)...’ (Buharî, Kitâbü’l-İman, 52) buyurduğunu işitmedin mi?
Çok düşünülmesi gereken, çok tefekkür edilmesi gereken bir hadis-i şerif. Rahmetli Mübarek Efendim hayatta iken, zahiren bir kelime buyurmadığı, söz ile de ifade etmediği halde, cemaat içerisinde hali vakti yerinde olan insanlarla irtibatımızın olmasını istemediği kanaati bende hasıl olmuştu. O yüzdendir ki Rahmetli Mübarek Efendimin dışında kendi irademle asla böyle bir insanın yanına gitmedim, bir kerenin dışında. Şöyle oldu: Rahmetli Mübarek Efendimin yanına gelirken bir arkadaşımızın yanına uğradım. Yaptığımız amel de şuydu: Bir bardak çay içtik, sohbet zikir yaptık ve Rahmetli Efendi Hazretlerinin yanına geldik, o kadar. Bir bardak çay... Herkes ikram edebilir bir bardak çayı. Falanca yere uğradık diye bir şey de söylemedik Mübarek Efendimize. Tabi Cenâb-ı Hakk hallerimizi açınca, Rahmetli Efendime gelirken uğradığımız yeri Allah ortaya çıkardı. Rahmetli Mübarek Efendim ’Bir daha gitmeyin!’ de demedi. Gerek de yoktu zaten. Sözünün şeklinden, sesinin durumundan, halindeki tavırdan anlaşılıyordu. İkinci bir defa daha tekerrür etmedi elhamdülillah. Peygamberimizin bütün hadisleri gibi bu hadis-i şerifi de nefis terbiyesi hususunda tefekküre şayan bir hadis-i şeriftir.
Mübarek Efendim evlatlarını nefis terbiyesiyle meşgul ediyor. Bu hali vakti yerinde olan insanlara gidince o an, üzerinde nefis alametleriyle durup dolanıyorsun. Oraya gittiğin zaman, gerek senin meylin sebebiyle onun imkanlarına meyledecek arzu duyacaksın veya onun sana imkanlarını sunmasını bekleyeceksin. Her ikisi de çirkin!
Makam sahibinin yanına gidip makamından menfaatini beklemek, mal sahibinin yanına gidip onun malından menfaat beklemek, nefsin denîliğinin aşağılığının alametlerindendir. Sen ne kadar iyi niyet söylersen söyle! Niye hep makam sahipleriyle dost oluyorsun da makam sahibi olmayanlarla dost olmuyorsun! Niye hep onların yüzüne tebessüm ediyorsun da hali vakti yerinde olmayan fakir bir insan olduğu zaman ona yüzünü bile dönmüyorsun!
Bir de hiç imkanı olmayan bir insanı imkanı olan insanların yanına sürekli gönderin, sürekli orayı görüp gelsin; evine geldiği zaman bütün konuşulan, gözünün gördüklerine kavuşma arzusu, hırsı ve tamahı olacaktır. Huzur gidecektir.
İslam şöyle bir dairedir. Haramlar bunun en uç sınırlarıdır. Mübarek Efendim de misal veriyordu, haram sınırlarında dolaşan bir insan en uç sınırlarda dolaşan bir insan, en ufak bir gaflette kendisini haramın içerisinde bulur. En ortası şeriatın kendisi. Orada düştüğün zaman mübaha düşersin, mekruha düşersin, tahrimen mekruha düşersin. Ama sınırda dolaştığın zaman uçuruma düşersin! Harama düşersin!
O yüzden insanı harama götürecek yollardan da uzak durmak lazımdır. ’Ben düğüne giderim, düğünün içinde otururum; ama kalbimi Allah’ın zikrinden başka bir şey ile meşgul etmem!..’ Yalan söyleme! Düğünün birinde gider oturursun, ikincisinde elin ayağın oynar, üçüncüsünde kalkar davulcunun önünde göbek atarsın. Sen nefsin ne olduğunu biliyor musun!
’Ben içki içmiyorum da, arkadaşlar içiyordu da sadece onların yanında duruyorum.’ diyor. Bugün öylesin, birkaç gün sonra sen de onlardan aşağı kalmazsın.
Cenâb-ı Hakk’ın gösterdiği kötülüklerden yüz çeviremeyenler, elinden bir tutanı olmayanlar battıkça batıyor. Çünkü küçük günahlar işlene işlene büyük günah haline gelir. Ve büyük günahların işlenmesine de kapı açılır. Bir insan, hemen doğrudan şu kötülüğe gideceğim demez zaten. Muhakkak ona bir rehber vardır. Bir arkadaş vardır. O kötülüğü alıştıran bir arkadaşı vardır. Allah’ım, kötülükten de kötülüğe çağıranlardan da uzak tutsun ya Rabbim!
’Kişi arkadaşının dini üzerinedir.’ (Ebû Dâvûd, Edeb: 16) buyuruyor Peygamber Efendimiz (s.a.v.). Kiminle arkadaşlık yapıyorsan, bugün değilse bile yarın ona dönersin. Kiminle arkadaşlık yaptığına dikkat et. Bir arkadaşın seni ibadet ve taatten alı mı koyuyor, o arkadaş sana arkadaş değil. Düşman! Şeytan arkadaşının şekline girmiş, seni Allah’a itaatten çekip alıyor. Ya sen onu Allah’a itaate davet edeceksin ya da ondan yüz çevireceksin.
& & &
"Dünya ile meşgul olmak, Allah yoluna düşmüş kimselerin yolunu keser bitirir."
Dünya ile meşgul olmak… bunların her birisi terbiyeye ait olan sözler. Paragraf paragraf, cümle cümle, satır satır, vallahi ve billahi şerh edilse, her birinin altında nefis terbiyesinin hakikatini ortaya koyan nice ilimler yatıyor.
"Onları büyüler. Akıllarını başlarından alır. Bu genel bir kaidedir. Allah’ın dilediği müstesnadır."
Allah dilerse seni denizin ortasına düşürür, ama üzerine bir damla su sıçrattırmaz. Ama denizin ortasına bu hal üzere düşeni de ancak Allah düşürürse böyle olur zaten. Yok ben giderim iddiasında olan, batar kalır orada.
Mübarek Efendim şu sözün sahibi idi. ’Ben bu dünya ile top oynarım!’ diyordu Mübarek Efendim. Bu sözü Mübarek Efendim söylerse ona yakışıyor. Çünkü dünyanın dişi ona geçmedi elhamdülillah. Dünyanın ona dişi geçmedi.
Şimdi başımızdan aşağı dünya kokuyoruz da dünyayı ne kadar zemmetsek de bize gülüyordur. Ama Allah’ım eline bırakmaya inşallah. Çırpınıyoruz inşallah. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bir gün oturuyormuş da eliyle itelercesine bir işaret yapmış. Peygamber Efendimizi takip eden Hz. Ebubekir Efendimiz (r.a.) diyor ki: "Ya Rasûlallah! Ne oldu da böyle yaptınız?’ ’Şu dünyaya bak! Bütün ziynetleriyle gelmiş de kendisini kabul etmem için bana zorluyor. Ben de ona git, seninle işim olmaz! sen bana kendini kabul ettiremezsin" diyorum. O da bana şöyle söyledi: Sen beni kabul etmedin ama senden sonra ümmetin beni kabul edecek!’ buyuruyor.
Hz. Ebubekir es-Sıddık Efendimiz bu hadiseyi işitti ya; Peygamber Efendimiz (s.a.v.) vefat etmiş, Ebubekir (r.a.) Efendimiz halife olmuş, bir Ramazan günü oruç açacak. Arabistan’ın sıcağı malum, buzdolabı yok, o zamana göre soğuktan maksatları neyse, soğuk su getirmişler iftar vaktinde (bir rivayette bal ile tatlandırılmış su getirdiler ). O soğuk sudan orucunu açmak için bir yudum su aldığı zaman suyu yutamıyor ve gözlerinden yaşlar akmaya başlıyor. Ağlıyor, ağlıyor, ağlıyor… Vay bizim hallerimiz vay! Ağlaması dinince etrafındakiler soruyor. Ey Rasûlullah’ın Halifesi! Niye ağlıyorsun? Peygamberimizle yaşamış olduğu biraz önceki hadiseyi hatırlatıyor. ’Senden sonra ümmetin beni kabul edecek!’ dedi ya, ben bu soğuk suyu ağzıma alınca acaba dünyayı kabul etmiş mi oldum, diye hatırıma geldi de onun için ağlıyorum.
Hz. Ebubekir Efendimiz de bunu "dünya" diye kabul ediyor. Demek biz, dünyayı tanımıyoruz! Yani dünyanın ne olduğunu bilmiyoruz. O yüzden nelerden sakınacağımızı da bilmiyoruz. Bir yudum soğuk su dünya olursa hakikaten dünyanın ne olduğunu bilmiyoruz. Allah’ım bize, katından, dünyanın ne olduğunu anlayacak bir ilim kapısı açsın, Habibi (s.a.v.) hürmetine inşallah! Çünkü biz yanımızda barındırdığımız şeyi, bunu bildiğimiz halde barındırıyorsak onu dünya olarak kabul etmiyoruzdur. Veyahut dünya olduğunu bildiğimiz halde üstünü örtüyoruz. Yok canım bu dünya olur mu, diyoruzdur muhakkak.
Dünya nedir? Tarif edilmiş tabi. Sohbet sade dünya oldu şimdi. Biz ölümü anlatacaktık aslında. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) zamanında birisinin kapısında bir hayvan ölmüş, onu da kaldırmış insanlardan uzak bir yere atmış. Peygamberimiz de ashabıyla bir yerden dönerlerken, o sahibinin attığı hayvan orada şişmiş, patlamış, artık nasıl bir haldeyse... Sahabe efendilerimiz onu görünce ağızlarını burunlarını kapatmışlar. Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuş: ’Sizce sahibinin yanında şu hayvanın bir kıymeti var mı?’ hayır, zaten bir kıymeti olsa atmazdı.’ demiş ashabı (r.anhüm ecmain). Peygamberimiz (s.a.v.): ’İşte Cenâb-ı Hakk’ın katında dünyanın kıymeti de bu lâşe gibidir!’ buyuruyor. Hiçbir kıymeti yoktur!
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) dünya gözüyle görelim diye ashabına böyle bir misal veriyor. O, bir de işin hakikatini görüyor. İnsanların rağbet ettiği, bizim rağbet ettiğimiz dünyanın, vazgeçemediklerimizin, o leş gibi kokan hallerini… biz onları tutmak için, o leşleri tutmak için… Allah Allah! Ne kadar aciziz biz ya! Ne kadar zavallıyız! Ne kadar körüz biz Rabbim!..
"Çok az kimse vardır ki Allah’u Teâlâ onların kalplerine ve işlerine sahip çıkar. Onları halvetlerinde ve celvetlerinde muhafaza eder. Kudret eliyle onların yiyeceklerini, içeceklerini ve giyeceklerini tertemiz eder."
Amennâ! Benim Efendim öyleydi elhamdülillah. Bir gün yolculukta yeni gelen bir kardeşimiz bizimle olan tanışıklığı sebebiyle Mübarek Efendime ikramda bulunmak istemişti. Ticaretini nasıl yaptığını bilmiyordum. Ya Faiz varsa, haram varsa, rüşvet varsa... Ben de bu ikram işine vesile olmuş olursam, şimdi bunu Efendi hazretlerine nasıl ikram edeyim?.. Bir taraftan araba sürüyorum bir taraftan da bunları düşünüyordum. Ben içimden bu düşüncelerle cedelleşirken Mübarek Efendi hazretleri dedi ki: ’Oğlum Allah bize haram lokma yedirmez! Bir şeyi rızık olarak taksim etmişse muhakkak o temizdir oğlum!’ Ayaklarının altını öpeyim Efendim senin!
"Sûfîler, Rasûlün getirdiği ile amel etmişlerdir; böylece Rasûl onlardan razı olmuş, onlara sahip çıkmış ve onlar sevmiştir..."
Rabbim, dünyanın aldatıcı cazibesine kapılmaktan muhafaza eylesin. Kalplerine ve işlerine sahip çıktığı, halvetlerinde ve celvetlerinde muhafaza ettiği, Zâtı’nın ve Habibi’nin razı olduğu kulları arasına bütün kardeşlerimizi dahil eylesin...

Not: Bolt olarak yazılan kısımlar, Hz. Pîr Abdulkadir Geylânî (k.s.) efendimizin "Cilâü’l-Hâtır" adlı güzide eserinden "Ölüme hazırlık" bölümünden okunmuştur.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.