Özlenen Rehber Dergisi

110.Sayı

Kalplerin Ancak Kendisiyle Felah Bulduğu Zikrin Farziyeti;

Rıfat AKSAÇLIOĞLU Özlenen Rehber Dergisi 110. Sayı
Hamd zikriyle kalplerin itminan, nefislerin terbiye ve tezkiye olduğu, ruhların kendisiyle sükûn bulduğu, yerlerin ve göklerin Rabbi olan Allah (c.c.)’ya olsun!
Salât ve selâmların en ekmeli ise hürmetine âlemlerin yaratıldığı, insanı, insan-ı kâmil yapacak ilimlerin ve zikirlerin kendisiyle alışıldığı Rabbimiz’in Habibi Rasûl-i Kibriya (s.a.v.) Efendimizle beraber âl ve ashabının üzerine, bizi Rabbimize yakınlaştıracak vecih üzere olsun!
Kalpleri felaha kavuşturacak, nefsin hevâsını kıracak, hidayet nuru ile karanlık kalpleri aydınlatacak yegâne kuvvet şüphesiz ki Rabbimiz Teâlâ’nın kuvveti, Rabbimiz Teâlâ’nın rahmetidir. Fakat bu rahmeti ve kuvveti üzerine çekecek olan insanın kendisidir. Bu hususta insanın üzerine gereken bazı vecibeler vardır. Bunların başında ise Allah (c.c.)’yu çokça zikretmek gelmektedir. Zikir ki, erkek ve kadın bütün müslümanların üzerine farz olan bir ibadettir. Allah (c.c.) nasip ederse, zikrin farziyetine delalet eden birkaç ayet-i kerimeyi usul-u fıkıh kaideleriyle beraber açıklamak istiyorum. Rabbim yâr ve yardımcımız olsun, niyetlerimizi rızası istikametinde sabit kılsın, yapmış olduğumuz hata ve kusurları affeylesin! Âmin!
Allah (c.c.) zikirden gafil kalanları uyarmak, yüz çevirenleri ise cezalandıracağını bildirmek suretiyle bunun her müslüman üzerine bir vecibe olduğunu bildirmektedir. Ve bu manada; ’Her kim Rahman olan Allah’ın zikrinden yüz çevirirse biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o şeytan onun yakın dostudur. Şüphesiz ki bu şeytanlar onları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.’ buyurmaktadır. (Zuhruf, 43/36-37)
Kaide 1: Eğer ki bir amelin yapılması karşılığında ikâb (ceza) bildirilirse o, o ameli yapmanın hükmünün haramlığını bildirir.
Kaide 2: Haram olan bir şeyden kaçınmak farzdır.

Bu kaidelere göre yukarıdaki ayet-i kerimeyi ele alacak olursak;
- Karşılığında ceza bildirilen amel, ’Allah’ın zikrinden yüz çevirmek’tir. (Fakat burada şunu da belirtmek gerekir ki ayet-i kerimede geçen ’yağşu’ kelimesinin manası her ne kadar meallerde yüz çevirmek olarak verilmiş olsa da sözlükteki manası ’görmedeki zayıflık’tır. Yani yüz çevirmeden daha hafiftir. Burada Allah’ın zikrinden kim geri durursa manası da kullanılabilir.)
- Bu fiilin karşılığında bildirilen ceza ise kötü amelleri iyiymiş gibi benimseterek bunda ısrarcı kılacak şeytan ile yoldaş olmaktır. O halde karşılığında ceza bildirilen ’Allah’ın zikrinden yüz çevirmek’ haram, bundan sakınmak yani Allah’ı zikretmek ise farzdır.
Allah (c.c.), Cum’a suresinde; ’Allah’ı çok zikredin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.’ (Cum’a, 62/10) Ahzâb suresinde ise; ’Ey inananlar, Allah’ı çok anın. Ve O’nu sabah akşam tesbih edin.’ (Ahzâb, 97/41-42) ayet-i kerimeleri ile de bizatihi zikri emretmiştir.
Kaide 3: Her emir vücup (gereklilik) ifade eder. Ta ki kendisini bundan (yani vaciplikten) gayrisine hamledecek bir karine (delil) gelinceye kadar.
Rabbimiz Teâlâ, Cum’a suresinde, Cuma namazının akabinde ticaretin mubah olduğunu bildirdikten sonra kurtuluşa erebilmenin bir gereği olarak, Ahzâb suresinde ise biz iman edenlere doğrudan, kendisini zikretmemizi emretmektedir. Kaidemizden anlaşıldığı gibi kendisiyle emrolunduğumuz Allah (c.c.)’nun zikri farzdır.
Kur’ân-ı Kerim’de 292 yerde çeşitli türevleriyle, 37 yerde ise emir olarak gelen zikrin farziyetini bildiren ayet-i kerimeler saymakla bitirilemez.
Fakat burada belirtmek istediğim bugün bazı insanların; ’zikirden maksat şudur, zikirden maksat budur’ diye, ayetleri tamamıyla çeşitli ibadetlere yormalarının yanlışlığıdır. Çünkü ayet-i kerimelerde zikir kelimesi umumi olarak gelmiştir.
Kaide 4: Umumi gelen nas (hüküm) umumiyeti üzere devam eder. Ta ki, manasını belli bir şeye daraltacak başka bir nas gelinceye kadar.
Yani naslardaki zikir, zikir kelimesinden ne kast ediliyorsa hepsini kapsamaktadır. Ve bunu herhangi bir delil olmaksızın sadece namaza ya da namazdan başka bir manaya daraltmaları yanlıştır.
Yanlış olmakla beraber hakikat onların iddia ettiklerinin tam aksinedir. Yani asıl olan bütün ibadetlerden maksadın zikir olduğudur.
Bunu biraz açacak olursak; zikir, hatırlama, anma demektir. Yapılan ibadetlerden maksat ise, kuluna şah damarından daha yakın olan Allah’ı, kendisinden gafil kalan kula hatırlatmaktır. Nitekim Cibril hadisinde: ’Kişinin Allah (c.c.)’yu görüyormuşçasına ibadet etmesidir’ diyerek ihsan için yapmış olduğu tanımda Rasûlullah (s.a.v.) bize bunu ifade etmektedir. Yoksa kişinin ne namazdaki yatıp kalkmasında, ne de oruçtaki aç kalmasında her şeyin maliki olan, bütün noksanlıklardan münezzeh olan, varlığı sadece kendisinden olan Hz. Allah’a bir fayda vardır. Bu hususta Peygamberimiz (s.a.v.), Ebû Hureyre (r.a.)’dan gelen bir hadisinde, içerisinde zikir (yani Allah’ı hatırlama) olmayan ibadetten bahsederken: ’Nice oruçlu vardır ki; orucundan kendisine aç kalmaktan başka bir şey yoktur. Ve nice (gece namazına) kalkan vardır ki kalkışından kendisine uykusuzluktan başka hiç bir şey hâsıl olmaz.’ (İbn-i Mâce, Sıyâm, 21) buyurmaktadır. Hal böyleyken, işlemiş olduğu günahlar sebebiyle kalbî rikkatini (hassasiyetini) kaybeden bizler, bu hakikati idrakten uzak kalmaktayız. Fakat kişinin direk olarak Allah (c.c.)’nun ismini ’Allah, Allah, Allah’ diye zikretmesi, tesir açısından daha kolay ve kuvvetli olmaktadır.
Yani zikir, hem diğer ibadetlerin özünü teşkil etmesi, hem de müstakil (kendi başına) bir ibadet olması noktasında Allah (c.c.)’nun ayet-i kerimeleriyle farziyetini sabit kılmış olduğu bir ibadettir.
Unutulmaması gereken bir diğer husus ise, Ra’d suresinin 28. ayet-i kerimesinde de geçtiği gibi ’kalplerin ancak Allah’ın zikriyle itminan bulacağı’dır. Bu ayet-i kerimenin ışığı altında, İmam-ı Kuşeyrî (rh.a.): ’Zikrullah, velilik payesinin verilmesine sebep olur ve vuslat alametini ve iradesini tahakkuk ettirir. Hakk’a (c.c.), vuslat yollarının en kavi ve metinidir.’(kuşeyri risalesi) diyerek zikrullahın insanda velayet nurunu parlatacağını, vuslat yurduna vasıl edeceğini haber vermektedir.
Lakin şunu da bilmek gerekir ki, her ilmin bir usulü ve bu usulü alıştıran bir hocası olduğu gibi, kişiyi Hakk’a vasıl edecek ve onda velayet nurunu parlatacak zikrullahın da bir usulü ve bunu alıştıran bir hocası üstadı vardır. Nitekim itminan bulan kalp, ne dil ile ifade edilebilir, ne de bu itminanlığı bulduran yollar dil ile tarif edilebilir. Bu ilimler, kalpten kalbe intikal eden, kavlin (sözün) kendisine çok fazla yer bulamadığı ilimlerdendir.
Peki, ama bu gün tasavvufî cemaatlerin yapmış olduğu toplu ve cehri zikir, yukarıda bahsetmiş olduğumuz, farz zikrin neresindedir? İnşallah bunu da gelecek sayımızda açıklamaya çalışacağız.
Her şeyin en iyisini ve en doğrusunu Rabbimiz Teâlâ bilir. Tevfik ve başarı O’ndandır.
Selam, hakka tabi olanların üzerine olsun. Âmin!
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.