Özlenen Rehber Dergisi

110.Sayı

Efâl-i Mükellefin-islâm Dininde Kulların Âmellerinin Hükümleri - İıı

Murat GELEGEN Özlenen Rehber Dergisi 110. Sayı
’MUBAH’ - ’MEKRUH’
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu makalemizde de ’ef’âl-i mükellefîn/mükellefin fiilleri’ kısımlarına kaldığımız yerden ’Mubah ve Mekruh’ konuları ile devam edeceğiz.
5. MUBAH
Mubah kelimesi sözlükte "açığa çıkan, açıklanan, serbest bırakılan şey" demektir.
Dinî bir terim olarak ise, bu sözlük anlamıyla bağlantılı olarak, şâri’in mükellefi yapıp yapmamakta serbest bıraktığı fiilleri ifade eder. ’Helal, caiz, mutlak’ gibi terimler de, genelde aynı manada kullanılır ve mükellefin yapması veya terk etmesi halinde herhangi bir övgü yahut kınamayı gerektirmeyen davranışlarını belirtir. Bununla birlikte aralarında bazı cüzî anlam farklılıkları bulunduğu için ’mubah’ teriminin yanı sıra ’caiz’ ve ’helal’ terimleri üzerinde de ayrıca durmak gerekir.
Fıkıh usulünde şer’î (teklifî) hüküm beş kategoride ele alınır. Bunlardan vacip ve mendup, yapılması gerekenleri; haram ve mekruh ise, yapılmaması gerekenleri ifade eder. Mubah ise, iki gruba da dâhil olmayıp yapılması veya terk edilmesi yönünde herhangi bir şer’î (dinî) yükümlülüğün bulunmadığı fiil ve konumu ifade eder. Bazı usulcüler mubahı, şâri’în yapılmasına izin verdiği fiiller olarak da tarif ederler.
Bir fiilin mubah olduğu nasıl anlaşılır:
1- Şâri’in, o şeyin helâl ve mubah olduğunu bildirmesiyle olur.
Mesela ayette: ’Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı…’ (el-Bakara, 2/187) buyrularak oruç gecesinde kadınlara yaklaşmanın mubah olduğu belirtilmiştir.
2- İşlenmesi halinde bir vebal ve günahın, dinî bir sakıncanın bulunmadığını ifade etmesiyle olur.
Mesela ayette: ’Allah, size ancak leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur olur da, istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Şüphesiz, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’ (el-Bakara, 2/173) buyrularak zaruret halindeki bazı durumların mubahlığı belirtilmiştir.
3- Herhangi bir yasaktan sonra gelen emirle anlaşılır.
Mesela: ’Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfünden nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.’ (el-Cuma, 62/10) buyrularak Cuma namazı vaktinde alışverişin haram olduğu belirtilmiş, namaz bitince de alışverişin ve diğer dünyevi işlerin helâlliği beyan edilmiştir.
Yukarıdaki yollarla bilineceği gibi yine o konuda hiçbir dinî yasaklama ve kısıtlamanın bulunmamasıyla da kendiliğinden sabit olur. Bu da bir fiilin dinî hükmü konusunda herhangi bir açıklama yoksa ’Eşyada asıl olan mubah olmasıdır’ ilkesi gereğince, o fiilin mubah olduğuna hüküm verilmesini ifade eder. Kur’an’da değişik vesilelerle zikredilen: ’evleniniz’ ’yiyiniz’ ’içiniz’ gibi emirler, bu mubah fiillerin işlenmesinde dikkat edilecek kayıt ve şartları, hikmet ve amaçları açıklamaya yöneliktir.
Mubahın hükmü:
Yapılıp yapılmamasının dinen eşit değer hükmünde olması, yapılmasında da yapılmamasında da sevap ve günahın olmamasıdır. Bununla birlikte mubahın iyi niyetle ve ibadet kastıyla işlenmesi halinde fâilin ecir ve sevap kazanacağı da ifade edilir. Mesela; bir kimsenin vakit öldürmek maksadı dışında, sünnet olduğu için yüzmeyi öğrenmesi buna örnek gösterilir. Aynı şekilde, bir fiilin kural olarak mubah olması, o fiilin sürekli ve ölçüsüz şekilde işlenmesi veya terk edilmesinin de mubah olduğu anlamına gelmez. Konuyu örneklendirecek olursak; mesela, geçmişten günümüze en büyük sorunlardan olan; kişinin dilediği zamanda istediği yemek çeşitlerini ölçüsüz davranarak yiyip aşırı beslenmesi veya tam zıttı olarak yine zamanımızda sıkça rastladığımız ’açlık grevi’ yapması, bu fiili mubah olmaktan çıkarıp duruma göre haram hükmüne bile sokabilir. Ve yine gençlerimizin büyük çoğunluğunun içinde olduğu, oyun, eğlence, gezip dolaşma ve dinlenme gibi faaliyetler; tek tek ele alındığında mubah davranışlar olduğu halde, kişinin bunları devamlı bir âdet ve alışkanlık haline getirip de, hayatının diğer dini ve dünyevi vecibelerini aksatacak şekilde ölçüsüz ve aşırı davranması mekruh, yeri geldiğinde de haram görülmüştür.
Burada ayrıca mubahla yakın anlam ilişkisi olan ve yer yer eş anlamlı olarak kullanılan ’caiz’ ve ’helâl’ kavramlarına da temas etmekte yarar vardır.
a) Caiz:
Caiz sözlükte ’geçip gitmek, mümkün, serbest ve geçerli olmak’ anlamlarına gelen ’cevâz’ kökünden türetilmiş bir isim olup fıkıh terimi olarak; dinen veya hukuken yapılmasına müsaade edilen fiilleri ifade eder. Bu anlamdaki müsaadeyi belirtmek üzere de ’cevaz’ kavramı kullanılır.
Bu kelime İslam’ın ilk yıllarında kullanılmamış, fakat daha sonra ortaya çıkan sorun ve meseleler karşısında İslam âlimleri tarafından kullanılmaya başlamıştır. Bundan dolayıdır ki; ilk devir İslâm hukukçuları bilhassa ’haram’ hükmünü Allah’ın yetkisinde gördüklerinden, haram ve helâl tabirlerini çok az ve dikkatle kullanmışlar, kendi içtihat ve yorumları sonucu ulaştıkları serbestliği veya sakıncayı ise ’caiz’ veya ’caiz değil’ tabirleriyle ifade etmişlerdir. Çünkü haram ve helâl kesin ve açık bir nassa dayanan ve sadece Allah’ın tayin ve takdir yetkisinde olan dinî birer hükümdür. Bu sebeple olmalıdır ki, mezhep imamlarının da dâhil olduğu ilk devir İslâm âlimleri karşılaştıkları her ihtilaflı meseleyi, şeriata zıt olmadığı sürece, haram veya helâl hükümleriyle değil de, ’bence doğru değil’, ’mahzurlu’, ’sakıncası yok’, ’çirkin’ gibi daha esnek ifadelerle tabir etmeyi tercih etmişlerdir. İşte ’caiz’ veya ’caiz değil’ tabirleri de bu ortamda gelişmiş ve yoğunluk kazanmış terimler arasındadır.
b) Helâl:
Haram’ın karşıtı olan ’helâl’, sözlükte; ’bir fiilin mubah, caiz ve serbest olması ve yasağın kalkması’ gibi anlamlara gelir. Dinî bir terim olarak da helâl; ’Dinen izin verilmiş, hakkında dini bir yasaklama ve kısıtlama bulunmayan davranışları’ ifade eder. ’Caiz, mubah, mutlak’ gibi terimler de aralarında cüzî anlam farklılıkları bulunmakla birlikte, genelde aynı anlamda ve mükellefin yapıp yapmamakta muhayyer bırakıldığı davranışları belirtmek üzere kullanılır. Bununla birlikte helâl, dinî literatürde daha çok haramın zıt anlamlısı olarak, yani bir şeyin yasaklanmamış ve kınanmamış olduğunu bildiren bir terim olarak kullanılır. Kur’an’da ve hadislerde sıklıkla geçen ’helâl’ ve ’hill’ tabirleri de genelde bu son anlamda kullanılmıştır.
6. MEKRUH
Sözlükte; ’sevilmeyip kerih, nahoş görülen şey’ demektir. Bunun mastarı olan ’kerahet’ de sözlükte; ’çirkinlik, sevimsizlik, bir şeyi sevmemek ve hoşlanmamak’ gibi anlamlara gelir. Fıkıh terimi olarak ise mekruh; ’şâri’în yapılmamasını kesin ve bağlayıcı olmayan tarzda istediği fiil ve davranışlardır.’
Gerek şâri’în bu tarz yasaklaması, gerekse bu yasaklamanın sonucunda o fiil ’kerâhet’ diye anılır; yasaklanan fiil için de ’mekruh’ terimi kullanılır. Mekruh da haram gibi meşru olmayan fiil ve davranış olmakla birlikte, aralarında bazı farklılıklar bulunmaktadır.
Bir fiilin mekruh olduğu nasıl anlaşılır:

a) Şâri’, bir fiilin yapılmamasını istemek üzere ’kerâhet’ lafzını kullanmış olabilir.
Meselâ: ’Allah, size dedikodu yapmanızı, çok soru sormanızı ve mal-mülk ziyan etmenizi mekruh kılmıştır.’ (Buharî, İstikrâz, 19) hadisinde, dedikodunun, çok soru sormanın ve mal mülk ziyan etmenin mekruh olduğu bildirilmiştir.
b) Şâri’, bir fiilin yapılmamasını istemek üzere, kendisinde haramlığa değil de, mekruhluğa delâlet eden bir karînenin (işaret) bulunduğu yasaklama ifadesi kullanmış olabilir.
’Ey iman edenler! Size açıklandığı takdirde sizi üzecek olan şeylere dair soru sormayın.’ (el-Mâide, 5/101) âyetinde ’sormayın’ kelimesiyle ifade edilen yasağın haram değil de mekruh olduğuna, âyetin devamında gelen, ’Eğer Kur’an indirilirken bunlara dair soru sorarsanız size açıklanır. (Hâlbuki) Allah onları bağışlamıştır. Allah çok bağışlayandır, halimdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir).’ (el-Mâide, 5/101) ifadesi delalet etmektedir.
c) Şâri’ bazen de fiilin yapılmamasının tercihe şayan olduğunu dolaylı bir üslûpla istemiş olabilir.
Meselâ, Hz. Peygamber (s.a.v.): ’Mihrin en iyisi, en kolay olanıdır.’ hadisinde mihrde aşırılığın terk edilmesini teşvik etmiş ve mihrde aşırılığa gitmenin mekruh olduğunu zımnen ifade etmiştir.
Mekruhun Hükmü:
Fakihlerin çoğunluğuna göre mekruh fiil işleyen cezayı hak etmez; bazen kınanma ve azarlamaya müstahak olur. Ancak mekruh fiili Allah rızası için terk eden kişi, övülmeye ve sevaba müstahak olur.
Hanefî fakihlere göre ise mekruh iki çeşittir:
a) Tahrîmen Mekruh:
Bunlar, şâri’în yapılmamasını kesin ve bağlayıcı tarzda istediği bir fiil olmakla birlikte, bu talep zannî bir delil ile sabit olmuştur. Bu tür mekruhlar harama yakın olup, vacibin karşıtıdır. Mesela; iki kişi arasında yapılan bir akdi bozmak üzere yeni bir fiyat teklif etmek, başkasının evlenme telifinde bulunduğu kadına evlenme teklifinde bulunmak tahrîmen mekruhtur. Vaciplerin terk edilmesi de mekruhtur.
Bu nevi mekruhun hükmü, haram bir fiili işleyenin hükmü gibidir, yani cezayı, ahiret azabını gerektirir. Ancak haramdan farkı, bunu inkâr eden kişi kâfir olmaz.
b) Tenzîhen Mekruh:
Bunlar da, şâri’în yapılmamasını kesin ve bağlayıcı olmayan bir tarzda istediği fiillerdir. Tenzîhen mekruh, helâle yakın olup, mendubun karşıtıdır. Soğan, sarımsak yiyerek camiye gitmek, abdest alırken suyu israf etmek gibi fiiller bu kısma örnek verilebilir. Bu nevi mekruhun hükmü, herhangi bir cezayı ve kınanmayı gerektirmemesidir. Ancak tenzîhen mekruh hükmündeki bir fiili işlemek, üstün ve faziletli olan davranış tarzının terk edilmesi demektir.
Dinî literatürde yer alan ve özellikle ibadetler alanında sıklıkla söz konusu edilen mekruhlardan sakınmak –mendupları işlemekte olduğu gibi- mükellefleri dinî hayata, haramdan, kötü ve çirkin işlerden uzak durmaya hazırlayıcı, dinî vecîbelerin daha anlamlı ve verimli şekilde ifa edilmesini destekleyici bir işlev taşır. Aynı şekilde mekruhlardan kaçınma, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in tavsiyelerini, güzel ahlâk ve yaşayışını, İslâm toplumlarının ahlâkî değerlerini iyi izleyebilmek açısından da son derece önemlidir…
En doğrusunu Allah bilir.
Selam Hakka Tabi olanların üzerine olsun!
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

2 kişi yorum yazdı.