Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemin. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve eshâbihî ve ezvâcihi ve evlâdihi ve etbâıhî ve ehl-i beytihî ve ümmehâtihî ve ebîhi bi adedi külli şey’in fi’d-dünyâ ve’l-âhirati ve kezâlik ve’l-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn.
Rabbimize sonsuz hamd-ü senâlar olsun. Peygamber (s.a.s.) Efendimize salât ve selâmların en güzeli olsun.
* * *
Nefis terbiyesinden maksat onu kirleten şeylerden temizlemektir. Onu kirleten şey ise Allah’a ve Rasûlüne isyan olan şeylerdir. İtaat temizliğini artırır. İsyan kirliliğini artırır. Rasülü Kibriya Efendimize itaat da nefsin kazanması gereken bir haslettir, bir vecibedir. Mü’min üzerine vaciptir. Nedir o? Rasûlü Kibriya Efendimize itaat. Biz şöyle anlıyoruz veya (Allah muhafaza) böyle anlatılıyor: Peygamber Efendimiz namazı getirmiş, namaz Allah’ın emri bunu böyle kabul etmişiz. Namaza itaat ederiz ama namazı bize getiren, namaz Allah’ın emridir diyen Peygamber Efendimize itaati kâle almıyoruz (Haşa). Dikkat edelim kardeşlerim, Rasûlullah Efendimizin şu mübarek ağzından ne çıkmışsa ona itaat edeceğiz.
Güzel bir mü’min olma arzusunda değil miyiz biz? Rabbimize güzel bir kul olalım da yarın mahşer gününde Rabbimizin azabıyla karşı karşıya kalmayalım. Derdimiz bu değil mi? Bunun yolunu Allah (c.c.) haber veriyor: ’Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan sakının.’ (el-Haşr, 59/7) Böyle yaparsanız kurtuluşa erersiniz. Öyle yapacağız ama işte önümüze engeller çıkıyor. Gerek işlerimiz güçlerimiz gerek de gerek dünya menfaatleri sebebiyle, gerek heva ve heveslerimize meyledip nefsimize karşı mücadele zayıflığımız, şeytanın türlü türlü aldatmalarına yenilmemiz bizi, zayıf düşürüyor. Bu mücadele gerektiriyor.
Örneğin bakın, Abdullah b. Amr el-Âs (r.a.) anlatıyor. Efendimiz (s.a.v.) ona şöyle buyurur: "...Muhakkak ki her ay üç gün oruç tutman sana yeter. Zira senin için her bir haseneye (iyiliğe) mukabil on misli (sevap) vardır. İşte bu (her ay üç gün oruç tutmak), tüm sene oruç tutmak (demek)tir.’ (Ben, nefsim üzerine ibadette) şiddet gösterdim, bana da şiddet gösterildi. ’Yâ Rasûlallah! Muhakkak ki ben, (bundan fazlası için kendimde) kuvvet buluyorum!’ dedim. (Rasûlullah): ’Öyleyse Allah’ın Peygamberi Dâvûd (a.s.)’ın orucunu tut. Onun üzerine ziyadede bulunma.’ buyurdu. (Ben): ’Allah’ın Peygamberi Dâvûd (a.s.)’ın orucu da ne idi?’ dedim. ’Senenin yarısıdır.’ buyurdu. Abdullah, yaşlandıktan sonra (takatten düşünce): ’Keşke, Nebi (s.a.v.)’in ruhsatını kabul etseydim.’ diyordu. (Buhârî, Savm, 55)
Evet, insan hep genç kalmıyor ki. Gün geliyor o sahabe efendimiz de yaşlanıyor. Yaşlandığı zaman şöyle söylüyor: ’Keşke, Nebi (s.a.v.)’in ruhsatını kabul etseydim.’ Çünkü yaşlandı ve artık oruca güç yetiremiyor. Fakat dikkat edin buna rağmen Peygamber Efendimize vermiş olduğu o sözü de ömrünün sonuna kadar terk etmiyor. Çünkü bir peygambere verilen söz Allah’a verilen söz demektir. Peygambere yapılan biat Allah’a yapılan biattır. İmandır bunun adı. ’Ey iman edenler! Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin ve (Kur’ân’ı, cihat çağrısını) dinleyip durduğunuz hâlde ondan yüz çevirmeyin.’ (el-Enfâl, 8/20).
Cenâb-ı Hakk buyurdu ki: ’Biz her peygamberi ancak, Allah’ın izni ile (kendisine) itaat edilmesi için gönderdik.’ (en-Nisâ, 4/64) Bir Peygamberimiz var bizim, 1441 sene evvel doğan Rasûl-ü Kibriya Efendimiz (s.a.v.), altmış üç yıl yaşadı, dini tebliğ etti, bir beşer olması münasebetiyle ’Kullü nefsin zâikatü’l-mevt / Her can ölümü tadıcıdır.’ (Âl-i İmrân, 3/185) hakikati onun üzerine de tecelli etti. Ecel vakti ona da geldi. Ve Cenâb-ı Hakk’a yürüdü ama getirdiği şeriat, Kur’an ve bırakmış olduğu Sünnet-i Rasûlullah kıymeti kıyamete kadar, hükmü baki olan hükümlerdir. Ve şu an biz kendisine bir Peygamber gelen bir kavimiz. Rasûlullah Efendimizin bedeni şu anda aramızda yok ama bize bir Peygamber gelmiş, Cenâb-ı Hak’tan emirler getirmiş. Biz O Peygamber’e iman etmişiz ki sen Allah’ın Habibisin, Allah’ın elçisisin, Kur’an’ı sen getirdin ve sen bize La ilahe illallah, Allah’tan başka ilah yoktur hakikatini Muhammedü’r-Rasûlullah yoluyla getirdin. Biz sana iman ettik, Allah’ın seni insanların arasından Peygamberi olarak seçtiğine iman ettik… Bu imanımız şunu bize gerekli kılıyor. Biz O Allah’ın Nebisine itaat edeceğiz.
Çocuğun senin sözünü tutmazsa kulağını çekip bir tane şamar vuruyorsun, eşin senin sözünü tutmazsa yüzünü çeviriyorsun, tavır yapıyorsun, belki başka başka tedbirler alıyorsun ama bir Peygambere itaat etmediğin zaman Hz. Allah onun karşılığında, Peygambere itaat etmemekle Hz. Allah’a itaat etmemeyi aynı kabul ediyor. Dikkat edin. Biz bir din yaşıyoruz kardeşlerim, imanımızın sahibi var, bizi yaratanımız var. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bu hakikati bize hatırlatmak için gönderildi. Silkinin, şu ataleti üzerlerimizden atalım kardeşlerim. Allah’ın Rasûlüne itaati araştırın. Kendi işlerinizi önünüze bir serin, ben ne yapıyorum? O Peygamber bir emir olarak namazı getirdi: ’Ey müminler! Namaz kılın. Hz. Allah böyle emrediyor. Kur’an’daki âyet-i kerimeler bunu ifade ediyor’ buyurdu. O zaman namazını kılmayan Allah’a da itaat etmiyor, bu emri getiren Rasûlüne de itaat etmiyor demektir. Hem Kur’ân-ı Kerim’deki Cenâb-ı Hakk’ın emrini yerine getirmediği gibi, bu emri sana getiren Peygamber’e de tabi olmamak suretiyle, bir de Allah’ın Rasûlüne de itaatsizlik var burada. Namazı kılmamakla sadece Hz. Allah’ın bir emrini yerine getirmemiş olmuyorsun, bununla beraber bu emri getiren Peygamber’in sözüne de kulak asmamış oluyorsun. Öyle bir söz kullanmaktan Allah’a sığınırım, Peygamber’in sözüne kulak asmayan, nasıl böyle bir ümmet anlayışı olur kardeşlerim…
Ve sorun kardeşlerim kendinize, ’ben peygamberime itaat ediyor muyum?’ diye. Ben bununla bazen kendi kendimi de tenkit ediyorum. Acaba çok mu ümitsizliğe sevk eden, hep böyle olumsuzlukları ifade eden şeyler mi anlatıyorum diye, hakikaten bazen kendimi de tenkit ediyorum. Çünkü insanlara bakıyorum çok rahat konuşuyorlar. İnsanlar hemen cennete giriyor. Biz istemez miyiz ki Rabbimizin rahmeti olan cennet yurduna girelim, Rabbimizin cemalini görelim, dünyada sevdasını çektiğimiz Rasûl-ü Kibriya Efendimizi görme imkanımız orda. Cennete girince ancak görebiliriz. Bizi yoktan yaratan Rabbimizi ancak cennete girmekle görebiliriz. Ama kardeşlerim bunun için çalışmak, sahabe efendimizin çalıştığı gibi çalışmak gerekmiyor mu?
Ebu Zerr-i Ğıfari hazretlerinin, iki parça elbisesi var, bir izar bir gömlek. İhram gibi, bir parçası kendi üstünde bir parçası kölesinin üstünde. Ne bu hal diye sorulunca şöyle diyor: ’Muhakkak ki ben bir adamla sövüştüm ve onu anasından dolayı ayıpladım. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) bana: ’Ey Ebû Zer! Onu anasından dolayı ayıpladın mı? Muhakkak ki sen, kendisinde cahiliye (ahlâkı) olan birisin. Kardeşleriniz, sizin hizmetçilerinizdir. Allah onları sizin elinizin (idarenizin) altına (emanet olarak) verdi. Şu halde her kimin kardeşi elinin altındaysa, ona yediğinden yedirsin ve ona giydiğinden giydirsin. Onlara, onlara ağır gelen (takatlerini aşan) şeyler yüklemeyin. Şayet onlara (böyle bir iş) yüklerseniz, onlara yardım edin.’ buyurdu. (Buhârî, Îmân, 22) Üzerinde bir elbise var, bölmüş yarısını o giyiyor yarısını kölesi giyiyor.
Allah’ın Rasûlüne itaatin alışılması lazım kardeşlerim. Tasavvuf yolundaki nefis terbiyesi ve bunun mürebbileri olan Allah dostları ve mürşid-i kâmiller kendi faziletleri ile bu nimete kavuşmadılar kardeşlerim. Bunlar Allah ve Rasûlüne itaat nimetiyle bu fazilete kavuştular. Allah’a ve Rasûlüne itaatteki gayretleriyle herkesin fevkinde bir mücadele ile mücadele ettikleri için bu fazilete kavuştular.
Allah aşkına izan sahibi olalım, gayret edelim, peygamberine itaat eden bir toplum olarak gayret edelim. Ben hassaten bütün kardeşlerimden Allah rızası için, bu hayrı kazanabilmek için, yaşadığınız hayatı önünüze dökmenizi tavsiye ediyorum. Gerekiyorsa yazın ve hangisinde Allah’a ve Rasûlüne itaat halindesiniz hangisinde değilsiniz bir bakın kardeşlerim. Bilin ki Allah’a ve Rasûlüne itaat halinde olmadığınız her işinizden dolayı her ahlakınızdan dolayı Cenâb-ı Hakk’a hesap vereceksiniz. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’(Nefsinin) heva (ve heve)si, getirdiğim şeylere tâbi olmadıkça hiç biriniz (kâmil manada) iman etmiş olmaz.’ (İbn-i Ebî Âsım, es-Sünne, c.1, s.45, bab:6, h.no:15)
Şu sadrında barındırdığın gerek dünyevi gerek uhrevi ne varsa bütün istek ve arzularının hepsi, önümde rehberim olan Peygamber Efendimin istek ve arzuları doğrultusunda olmakla ben ancak doğru bir yolda olabilirim. Cenâb-ı Hakk peygamberine olan itaatı kendisine itaat saydı. Rasûlüne olan itaatle kendisine olan itaati birbirine yakın kıldı. Bunun için bitmez tükenmez vaatler vadetti. Rasûlüne itaat etmeyenlere de çetin bir azap vereceğini de bildirdi. Cenâb-ı Hakk Nisâ sûresinde şöyle buyurmuştur: ’Her kim peygambere itaat ederse, muhakkak ki Allah’a itaat etmiştir.’ (en-Nisâ, 4/80)
Zıddı nedir? Ona itaat etmeyen bana da isyan etmiş demektir. Peygambere itaat etmek, onun sünnetlerini yerine getirmek, O’nun getirmiş olduğu hususları kabullenip boyun eğmektir. Şu kelimeye dikkat edin kardeşlerim: ’Allah’ın Rasûlüne boyun eğmek.’ Hani mesela, bizim nefsimize ağır geliyor, nefsimiz bunu kabullensin anlasın diye böyle bir misal veriyorum. Haşa böyle bir kapıya boyun bükebilmek, Rasûl-ü Kibriya Efendimizin kapısında şu yüzümüzü Peygamber Efendimizin eşiğine koyabilmek, şu âlemin tamamını yönetmeyi, saltanatını sana verseler Vallahi ve Billahi Allah’ın nezdinde şu âlemin ve içindekilerin hepsinden daha üstündür ve izzetlidir elhamdülillah. Nedir o izzetli ve üstün olan? Peygamber Efendimizin o eşiğine şu başımızı koyabilmek, boynumuzu bükebilmek, oraya boyun eğmek, hiçbir söz hakkı kendisinde görmeden sahibinden gelen şeylere "belâ" diyebilmek, itiraz yollu hiçbir şey bırakmadan "evet" diyebilmek.
Bazen bu itaatı kavramada noksan kalan birileri, ’Peygamber Efendimiz’in emrine rağmen, acaba şöyle yapsak olmaz mı? şeklinde bir alternatif getirince, ’Ben sana bir peygamber sözü hatırlatıyorum, sen şöyle de yapsak olmaz mı diyorsun, seninle ebediyen konuşmayacağım’ diyordu sahabe efendimiz. Sebep ne? Rasûl-ü Kibriya Efendimizin söylediği söze alternatif getirme gayreti. Yani Peygamber (s.a.v.) Efendimizin getirdiği şu ahlaktan benim şu söylediğim daha üstün bir ahlaktır anlayışına meyletmek demektir. Allah bizi böyle bir bedbahtlıkla karşı karşıya getirmesin inşallah.
Ben orayı şuna hamlediyorum: İtaat edemediğimiz her kısım, bu zamanda bu sünneti yapamayız dediğimizden dolayı değil de şu zalim nefsimize söz geçirip de Allah’ın Nebisine tabi olamadık anlayışından kaynaklanıyor. Biz zayıfız ya Rabbi! Bu zayıflığımız sebebiyle Habibine itaat edemedik Allah’ım, anlayışından dolayıdır. Ama böyle deyip de tembelliğe sığınmayacağız kardeşlerim. Boyun eğmeyi gerektirir onun getirdiklerine. Allah hiçbir peygamber göndermedi ki ümmetlerinin kendilerine itaat etmesini vacip kılmasın. Bir peygamber geldiyse o peygambere itaat vaciptir. Öyleyse kardeşlerim her bir Müslüman kadın erkek Rasûlullah Efendimize itaat edecek. Namazında itaat edecek, orucunda itaat edecek, haram olan şeyleri terk etmede itaat edecek, yapın dediği emirleri yerine getirmede itaat edecek. Yapamıyorum güç yetiremiyorum… Önce yapabildiklerini yap. Önce yapabildiklerini yap. Zaten tamamına güç yetiremeyiz biz. Tamamına güç yetiremeyiz. Burayı da söyleyeyim. Ama yapabildiğin kadarına güç yetirmek için gayret etmezsen tamamını terk etmiş gibi olursun. Hiçbirine kıymet vermemiş gibi olursun.
Çünkü Medine dışında yaşayan bazı sahabeler vardı, dinin emirlerini Peygamber Efendimizin yanına gelip gitmeleri esnasında alışıyorlar sonra da yaşadıkları karyelerine çekilip gidiyorlardı. Bunlar Peygamber Efendimizin daha sonraki sünnetlerinden haberdar olamadılar; ancak onlar: "Bize dinimizi alıştır yâ Rasûlullah" dedikten sonra, Efendimiz (s.a.v.)’den dinin emirlerini öğreniyorlar ve ’Canım yed(-i kudret)inde olan (Allah)’a yemin olsun ki, bunun üzerine ebediyen ne şey ziyade ederim, ne de ondan (bir şey) eksiltirim.’ deyip döndüler gidiyorlar, sözlerine sadakat gösteriyorlardı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ise: ’Her kimi, cennet ehlinden bir kimseye bakması sevindirecekse, bu (adam)a baksın!’ buyurdu. (Bkz. Müslim, Îmân, 4; Buhârî, Zekât, 1)
Niye bizim aramızda Hz. Ebubekirler yok, Hz. Ömerler, Hz. Osmanlar, Hz. Aliler, Hz. Bilaller, Hz. Musab bin Ümeyrler, Hz. Ka’b bin Malikler yok. Bunların herbirisi Allah’a ve Rasûlüne itaatlarıyla, kıyamete kadar devam edecek, parlayacak bir izzetin sahibi oldular. Neyle? Allah’a ve Rasûlüne itaatlarıyla buna kavuştular. Her hususta Allah’a ve Rasûlüne itaatı, bütün istek ve arzularının önüne geçirdiler. Nasıl biliyor musunuz?
Hz. Ömer (r.a.) efendimiz mal taksiminde Üsâme b. Zeyd’e, oğlu Abdullah’a verdiğinden daha çok pay verdi. Bunun üzerine Abdullah sordu: ’Muhakkak ki benim hicretimle Üsâme’nin hicreti birdir. (Niçin ona daha fazla verdin?)’
Hz. Ömer’i böyle davranmaya sevk eden bir şey var. Üsame kim biliyor musunuz? Hz. Üsame (r.a.), Rasûlullah Efendimizin azatlı kölesi Zeyd bin Harise’nin oğlu. Peygamber Efendimiz onu çok sevmiş. Öyle ki Efendimiz (s.a.v.)’in, üzerine ridasını almadan karşıladığı ender insanlardandır.
Hz. Ömer dedi ki: ’Muhakkak ki onun babası Rasûlullah (s.a.v.)’e senin babandan daha sevgiliydi. Ve muhakkak ki o da, Rasûlullah (s.a.v.)’e senden daha sevgiliydi. Ve muhakkak ki seni, anne-baban hicret ettirdi.’ (İbn-i Hibbân, Sahîh, İhbâruhû An Menâgıbi’s-Sahâbe, Bâbu’l-Ed’iye, c.15, s.517, h.no:7043) Bakın, tercihe bakın. Allah’ın Rasûlü daha çok sevdiği için ona daha çok veriyor. Aynı Ebubekir Efendimiz gibi. Mekke’nin Fethi günü, Ebû Bekir (rh.a.), (babası) Ebû Kuhâfe’yi ama bir ihtiyar olduğu halde Rasûlullah (s.a.v.)’e önayak olup getirdi. Rasûlullah (s.a.v.): ’İhtiyarı bıraksaydın da biz onun yanına gelseydik!’ buyurdu... (Bezzâr, Müsned –el-Bahru’z-Zehhâr-, c.12, s.296, h.no:6131) (Ebû Kuhâfe) biat etmek üzere elini (Rasûlullah’a) uzatınca Ebû Bekir (r.a.) ağladı. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.): ’Seni ağlatan nedir?’ buyurdu. (Ebû Bekir): ’Onun elinin yerinde, senin amcanın elinin olması, onun Müslüman olması ve (bu sayede) Allah’ın senin gözünü aydın kılması beni daha çok sevindirirdi...’ dedi. (İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe Fî Temyîzi’s-Sahâbe, s.1503, h.no:10478)
Peygamber Efendimizi sevindiren şey bizi sevindirsin. O’nu üzen şey bizi üzsün. Ama şunu bilin ki her itaatsizlik Allah’ın Rasûlünün sadrına bir eziyet, her itaat O’nun gönlüne bir sevinç vesilesidir. Herkes Allah’ın Rasûlünü ne kadar çok sevindirdiğine ve ne kadar çok üzdüğüne dikkat etsin.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: ’İmtina edenler hariç ümmetimin hepsi cennete girecektir.’ (Sahâbeler): ’Yâ Rasûlallah! Kimler imtina edecekler?’ dediler. (Rasûlullah): ’Her kim bana itaat ederse cennete girer. Her kim de bana asi olursa imtina etmiş olur.’ buyurdu. (Buhârî, İ’tisâm, 2)
İnsan şimdi diyor ki, böyle bir akıl sahibi olabilir mi? İman edip cennet ve cehennemi bilen, cehennemin derekelerinden haberdar olan, Allah’ın çetin azabını bilen bir insan nasıl itaatten kaçınır… Rasûlullah’a itaatı alışın kardeşlerim. Hükümlerin herbirini ayrı ayrı bilmeyebilirsiniz. Ama şunu şöyle söyleyin kardeşlerim. ’Ben peygamberime itaatı şiar edindim, ne zaman ki benim peygamberimden bana bir hüküm gelirse benim şu boynum O’nun ayaklarının altına kurbandır.’ Bunu sadrınıza yazın kardeşlerim. Böyle olursa Peygamber Efendimizin yanında olursunuz. Böyle olmazsa hep O’nun karşısında, Peygamber Efendimizin o iman dolu mübarek ağızlarından dökülen sözlere onu örten ve onun karşısına başka bir yol çıkaran bir ahlakın sahibi olursunuz. Yani hep peygamberine muhalefet eden, peygamberine karşı gelen bir ahlakın sahibi olursunuz. Allah’ın dostlarının alıştıracağı şey; Allah’a ve Rasûlüne itaat etmek, onlara isyanı da terk etmektir kardeşlerim. Bu yollar da bunun için vardır. Rabbim hepimize istifade etmeyi nasip etsin inşallah.
Veselâmun ala’l-murselin ve’l-hamdu lillahi Rabbi’l-âlemin.
İtaatsizlik, Allah Rasûlü'nün Sadrına Bir Eziyet İken İtaatimiz O'nun Mutahhar Gönlüne Bir Sevinç Vesilesidir
Özlenen Rehber Dergisi 110. Sayı
allah razı olsun mübarek efendimden bizlere ışık tutuduğu için