Özlenen Rehber Dergisi

79.Sayı

Medya Toplum Din Üçgeni

Sema Betül ŞENTÜRK Özlenen Rehber Dergisi 79. Sayı
İnsan sosyal bir varlıktır. Çevresinde cereyan eden olaylara sadece gözlemci edasıyla bakmayıp aksine yaşananlardan iyi ya da kötü oranda etkilenir. Bu insanı hayvanattan ve nebatattan ayıran farklılıkların başta gelenlerindendir. Bu özelliği ona hayatı sadece kendi çevresiyle sınırlandıramayacak derecede başkalarına ihtiyaç duyma, onlarla diyaloga geçerek hayatı şekillendirme imkânları sunar. İnsanın başta diğer insanlar ve var olan bütün her şeyle olan bu ilişkisi iletişim denilen olgunun belirli özelliklerini taşımaktadır. İletişimin bilinen en temel özelliği sonucunun etkileşime dönüşmesidir. Onun için denilir ki ’İletişim etkileşimdir’. Yani insanlar birbirleriyle iletişim içerisinde oldukları oranında birbirlerinden etkilenmeleri de doğaldır. Bu Yaratıcı’mızın insanoğluna sunduğu en belirgin insan olma hasletlerinden birisidir. Zaten olayın böyle olmaması yani insanın çevresindekilerden etkilenmemesi yadırganması gereken asıl unsur olarak düşünülmelidir. Onun için diyebiliriz ki; insan yaşadığı toplumun değer yargılarından, âdet ve geleneklerinden, örf ve ananelerinden, dilinden, dininden, mezhebinden kısacası hayatı ve insanı ilgilendiren bütün her şeyden etkilenir ve bu da hayatın doğal unsurlarındandır.
İnsanları etkilemede kitle iletişim araçlarının yadsınamayacak derecede başarılı oldukları bir gerçektir. İnsanlar bilgi edinmek, belli bir düşünce ya da ideolojiyi hedef kitleye iletmek veya her hangi bir konuda insanları bilgilendirmek gibi onlarca sebepten ötürü kitle iletişim araçlarıyla direk ya da dolaylı ilişki içerisinde olurlar. Kitle iletişim araçları içerisinde de insanı en fazla etkileyebilecek özelliklere haiz olanlarına genel olarak ’medya’ diyoruz. Medya; televizyon, gazete, dergi, radyo ve internet gibi iletişim unsurlarını bünyesinde bulunduran kitle iletişim araçları için bir üst mekanizmayı temsil eder.
Genel isim olarak kitle iletişim araçları, özel isim olarak ise medya, toplumun temel değerlerinin, düşünce ve ideallerinin sergilendiği en büyük pazardır. Özellikle de küreselleşmenin en üst perdeden yaşandığı günümüz dünyasında bu hakikat daha bir belirginlik ve önem kazanmış durumdadır. Medya toplumu ilgilendiren her alanda çalışmalar yapmakta, toplumu düşünsel, inançsal ve sosyal yapıda geliştirecek, eksikleri izale edecek girişimler sergilemektedir. Yani en azından pratikte olmasa da teoride böyle olması gerekir. İşte biz de bu çalışmamızda ülkemiz medyasının teori ile pratik arasındaki en girift hâlini teşkil eden ve etkileme unsurunun fazlalığı nedeniyle toplum yapısında açtığı yaraları da göz önünde bulundurarak ’medya-toplum-din’ üçgenini incelemeye çalışacağız.
EKRAN BAŞINDA DİN İÇERİKLİ TARTIŞMALAR
Ülkemizde genel itibari ile medya, dine hem mesafeli hem de -üzülerek ifade ediyoruz- epey art niyetli yaklaşmaktadır. Dini ve dinden olanları tehlikeli gibi göstermek, kavramları içeriğinden boşaltarak veya değiştirerek ele almak, dinin en ince ve en ilmî birikim gerektirecek konularını genellikle televizyon ortamında hem de gerçek manada ehil olmayanlar aracılığıyla tartışmak, bunun nihayetinde toplumda dinin anlaşılması, yaşanılması güç bir haslet olduğu, dinî emirlerin birbirleriyle çelişki arz ettiği imajı uyandırmak, sahtekâr, düzenbaz, sözünün eri olmayan, fitneci, nefsine, şehvetine düşkün bir din adamı profili çizmek, dini mevzulara samimiyetle yaklaşmayıp dinin müntesiplerini rencide edici bir tavır takınmak, hangi konum ve mevkide olursa olsun kişi ve kurumların yaptıklarını dine fatura etmek, dinsel içerikli olanların varlığına tahammülsüzce davranmak, dünün olduğu gibi bugünün medyasının da en belirgin özelliğidir.
DİN’E ÇAĞDIŞILIK YAFTASI
Medyanın dine ve dinden olanlara karşı bu tavrını şöyle bir tetkik etmemiz gerekirse; dine ve dindar olanlara karşı yaklaşık birkaç asır önce Hıristiyan Batı kültürü empozeli olarak başta roman ve hikâye ile başlatılan bu hakir görücü, rencide edici, özellikle dinî içerikleri sebebiyle geçmişi aşağılayıcı tavır daha sonraları sinema ve dizi filmlerle tam gaz yoluna devam etti. Hikâye ve romanlarda çizilen yaramaz, lüzumsuz, ikiyüzlü, fitneci din adamı imajı bütün heybeti hatta daha fazlasıyla sinema ve dizilerde uzun süre topluma büyük bir gururla(!) lanse edildi. Din ve dinsel içerik arz edenler eskimiş, miadını doldurmuş, gelişmelerin önüne engel olacak gerici diyerek yaftalandı. Yine bir zamanların en fazla okunan bu kitap ve en fazla seyredilen bu filmlerinde dinin teknik ve toplumsal manadaki gelişmelere karşı, modernlik düşmanı, çağdışı bir olgu olduğu devamlı suretle gösterildi. Düşmanla anlaşma yapan ve bunun nihayetinde vatanını çıkar karşılığı satan hacı, hoca, din adamı profili ile toplumun nezdindeki din adamı portresi küçümsetildi, alaya alınacak duruma getirildi.
GAYR-İ MEŞRU HAYAT’IN MODEL OLARAK SUNUMU
Ülkemizde belli bir dönem sinemada içki, sigara, zina, kumar, dolandırıcılık, haksızlık, hırsızlık, komünizm, sosyalizm, faşizm gibi onlarca konu özenti uyandıracak mahiyette devamlı suretle işlenirken aynı film ya da dizilerde hiç camii, namaz, oruç, kurban gibi ibadetler işlenmedi. Oysaki sözde kendimize, gelişmek adına örnek aldığımız Batı Dünyası bırakın sinema ve dizileri, çizgi filmlere dahi dinsel içerikler koymadan geçmiyor, filmlerde en değerli, en itibarlı kişiler olarak da din adamlarını, kilise görevlilerini seçiyordu. Bizde sinemada bile neşeli günlere hiç dinsel içerikli olgular sokulmadı. Mesela film gereği ağa, bey rolü oynatılanlar nedense Ramazan ayında iftar vermeyi, zenginliklerinin zekâtını fakirlere tasadduk etmeyi veya Kurban Bayramı günlerinde kurban keserek fakirlere dağıtmayı hiç düşünmediler ve dolayısıyla uygulamadılar. Ama bunun yanında düğün, asker uğurlama gibi törenlerde içki, müzik, kadın hep en ön planda idi. Dini, camiyi, Kur’ân-ı Kerim’i bugün birçoğumuzun yaptığı gibi bir zamanların ve günümüz medya anlayışının büyük çoğunluğu sadece cenazelerde mezarların başında hatırladı ve bilinçli bir şekilde böyle yaptı. Bu, yapılanlar içerisinde en bilinçli yapılandı. Çünkü bunun altı çok tehlikeli bir zemini teşkil etmektedir. Şöyle ki bu düşünce bir manada şunu ifade etmekte: ’Din hayata değil memata müdahil olabilir.’ Bu gün birçok insanın pervasızca dillendirdiği de işte bu değil midir? Din camide ve ya evde yaşanır; sokakta, çarşıda, şurada burada dini yaşayamazsın denilmiyor mu? Filmlerde oyuncular dua ya da iyiliklere sarılma yerine dilek ağaçlarına çaput bağlamayı türbelere mum yakıp adakta bulunmayı yeğlediler hem de bütün bunları modernlik ve çağdaşlık adına yaparak. Yani bir taraftan dini hurafe olarak nitelendir, diğer taraftan ise medyuma, büyücüye, falcıya çağdaşlık(?) adına değer ver. Diğer taraftan yıllarca ekranlarda yüzlerce bölümü yayınlanan dizilerde nedense Cuma ya da Bayram namazları da dâhil hiç camiye namaza giden oyuncu gösterilmezken inatla ve ısrarla erkek-kadın arkadaşlıkları, yılbaşı-Noel tatilleri, stres ve sıkıntı atıcı olarak içki, mide bulandırıcı arkadaşlıklar, ilişkiler devamlı suretle gösterildi.
Bu daha çok medyanın iki binli yıllara kadar ki stratejisi idi. Bugün düne nazaran iyi şeylerde olmuyor değil; ama bu malum medya yine bildiğini okumaya bütün hızıyla devam ederken biz Müslümanları da buna alet ediyor. Burada sadece şunu söylemek gerekir ki bugünün medyası dini yok saymaktan daha ziyade dinde fitne çıkarmayı, dini polemik unsuru haline getirmeyi hedefliyor ve görünen o ki bunda da başarılı oluyor. Medyanın bu noktada başarılı bir şekilde yaptığı unsurlardan birisi de dinî ifade ve kavramlarla dalga geçmek ve onları alaya almaktır.
KİTLE İLETİŞİM ORGANLARI VE KAYIP ZAMANIMIZ
İletişimde medyanın gücü bugün daha bir kendisini göstermiş durumdadır. Medya içerisinde hele hele televizyon emsalsiz bir etkileme aracıdır. Hem görsel olarak ve hem de işitsel olarak birden çok duyu organına hitap ediyor olması televizyonu radyo, gazete ve dergiden hatta internetten dahi daha önemli ve özel kılıyor. Yapılan araştırmaların dünyada Amerika’dan sonra en fazla televizyon seyreden ülke olduğumuzu ortaya koyması da bu savımızı kuvvetlendirir niteliktedir. Toplumsal açıdan tam olarak televizyonun ablukası altına girmiş ve böyle giderse uzun süre çıkamayacak durumdayız. Diziler, kadın programları, spor programları, müzik ve magazin programları etrafımızı sarmış ve bizi kendisine mahkûm etmiş durumda. Bu hakikati reyting denilen olgunun zirvesinde hangi şeylerin olduğu da ortaya koymaya çok rahat yetmektedir. Yine yapılan bazı araştırmalar Türk halkının genelinin günlük 3,5 saat televizyon seyrettiğini ortaya kaymaktadır. Burada şunu da ifade etmek gerekir ki biz toplum olarak dün olduğu gibi bugün de mevcudu olması gerektiği şekilde kullanamamanın sıkıntısı içerisindeyiz. Daha açık ifadelerle günde 3,5 saat televizyon seyretmemiz esnasındaki zaman kaybı esas itibariyle ilmî, dinî, sosyal ya da bizi ilgilendirecek içerikli programlar seyretmeyişimizden ötürü de ayrı bir kayıptır. Aynı sıkıntı bugün için internet için de geçerli. Bu alanda yapılan araştırmalar da ortaya koymuştur ki –özellikle sokak aralarında mantar gibi biten internet kafelerde- internet kullanım oranı % 10–12 oyun ve eğlence tarzı kullanım oranı % 88-90’dır.
Medya etkileşimin derin ve uzun soluklu olması nedeniyle toplumsal manada insanımızın fikir dünyasını derinden etkileyen ve yine insanımızın zihninde silinmesi hiç de kolay olmayan yaralar açtı, açmaya da devam ediyor. Medyanın şöyle toplumsal yapımıza getirdikleri ve nihayetinde götürdüklerini ifade etmeye çalışırsak, öncelikle medya, aile mefhumumuzu yok etme başarısını gösterdi ki bu diğerlerine nazaran en büyük başarısıdır. Kadın programları, kadınlı erkekli yarışmalar, mankenli, defileli, günübirlik ilişkili arkadaşlıklar sıradanmış hatta şu çağda mutlaka yapılması gerekli şeylermiş gibi hem de toplumun özellikle kişilik ve kimlik sorunu yaşayan bireylerinin kendilerine idol olarak aldıkları ünlüler tarafından öyle bir gösterildi -ya da biz öyle anladık- ki bugün için toplumsal yapımızda hızlı bir çöküş baş gösterdi. Yeni doğum yaptığı yavrusunu çöp kutularına atan anneler, annesini öldüren evlatlar, yeğenini miras uğruna katleden amcalar, halalar, birbirlerini aldatan eşler; dahası komşusunu, akrabasını tanımayan insanlar, moda ve lüks sevdalısı gençler, satanizm, budizm, ateizm gibi inançların daha doğrusu inançsızlıkların peşinden koşan nesiller; uyuşturucu, alkol, sigara bataklığına düşen insanlar hep bu aile mefhumunun, toplumu bir arada tutacak sevgi, saygı ve merhamet unsurlarının zayıflamasından kaynaklanan temel problemlerdendir.
BOŞANMALAR
Bu konuda belki de söylenmesi en gerekli olan husus da son on beş yirmi yıl zarfında büyük bir artış sergileyen boşanma olaylarıdır. Bir toplumsal olgu olarak her yönüyle incelenmesi gereken bu boşanma hadiselerinin hiç de azımsanmayacak derecedeki boyutunu da medyanın Müslüman Türk toplumu üzerindeki etkileri oluşturmaktadır. Sinema ve dizilerde gösterilen Batı kültürü, sahte hayatlar ve uydurmalık mutluluklar özellikle gençlerin ideali haline gelmekte ve büyük bir mefhum olan aile ve evlilik kurumlarına bakış açılarını derinden sarsmaktadır. Bütün bunların nihayetinde de toplum adeta cinnet geçirmekte ve yukarıda ifade etmeye çalıştığımız çıkmazların kucağına düşmektedir.
MODERN HAYAT- SAVURGANLIK VE MODA

Medya ekseninden yola çıkarak toplumsal açıdan içerisine düştüğümüz çıkmazlardan birisi de lüks ve modern yaşam adına yaptığımız yanlışlıklardır. Bu meyanda karşılaştığımız temel problem bencilce bir yaşam ve akabinde oluşan israf olgusudur. Toplum olarak az üreten ama bunun yanında çok fazla tüketen bir yapımız var. Bir de bunun yanında hayata moda ve tarz ekseninden baktığımız için sürekli bir tüketim yine de bu tüketim karşısında doyumsuzluk, tatmin olamama durumundayız. Anne babalar olarak bizler moda ve marka tutkunu olduğumuzdan çocuklarımızda bu ahlakı benimsiyorlar. Yine konuya paralel olarak toplumumuzun moda, marka ve tarz kıskacında bocalamasının temelini de medya unsuru oluşturmaktadır. Reklamların kalite ve markayı devamlı suretle telkin ediliyor olması bu hasletlere olan ilgi ve isteğimizi de artırmaktadır. İyi de bunun ne zararı var? Denilirse, şöyle cevap verebiliriz ki; bunun yaşadığımız şu zaman dilimindeki kişisel olarak en büyük zararı ’Müminler kardeştir’ hakikatinin gönüllerimizde olması gerektiği şekliyle yer edinememesidir. Dünyanın birçok yerinde şuan açlıkla imtihan edilenlerin varlığını hesaba katmayışımızdır. Toplumsal manada en büyük zararı da toplumun bireyleri arasındaki statü hiyerarşisinin düne oranla bugün için daha fazla mesafe kat etmesidir. Yani büyük çoğunlukla bizlerde artık Batı’nın daha önceden yaptığı gibi hayatı ’ego’muz perspektifinden okuyor ve etraftaki ihtiyaç sahibi insanları görmezden geliyoruz. Bunun doğal sonucu olarak da toplum içerisindeki zengin-fakir hiyerarşisi milyarder-züğürt dediğimiz iki uç noktaya ulaşıyor. Bütün bunlar da tabir yerindeyse zenginin malında fakirin gözünün kalmasına, hırsızlık, dolandırıcılık, soygun, vurgun gibi ahlâkî içerikten yoksun hasletlerin karşımıza çıkmasına neden oluyor.
Bütün bunlardan sonra sonuç olarak diyebiliriz ki; yaşadığımız yüzyılda medya toplumun bireylerini etkilemede açık ara önde giden olgudur. Hepimiz hayatın belirli zaman aralıklarında şahit olmuşuzdur ki medya insanı, düşünceyi, kurum ya da kuruluşları aklama veya karalamada kendisiyle şuan için mukayese edilemeyecek derecede kuvvetli ve büyüktür. Sadece şu örnek bile meramımızı anlatmaya yeter ve artar bile: Bugün felsefi ifadeyle yaratılmışlığı evrime oranla çağdışı olgu olarak gören medyanın bunu şu çağda sinsice dile getirmesi de onun ilericiliğini, gelişmişliğini, modernitesini ve rasyonelliğini en güzel şekilde ortaya koymaktadır. Medyanın hezimetine uğramış bunun nihayetinde de insanlar tarafından yanlış algılanıp yanlış tasavvur edilmiş en önemli unsur ise hiç şüphesiz din ve dinî içerik arz eden şeyler olmuştur. Dün olduğu gibi bugün de belirli zihni yapıya sahip olanlar, bazen yok sayarak bazen de sözde dini koruyarak bilinçli bir şekilde din ile uğraşmış, bireyleri ve bu meyanda kurumları etkilemişlerdir. Medya ile derinden etkileşim ve iletişim içerisinde olan insan da doğal olarak dini medyanın lanse ettiği gibi algılamaya ve yine hem dine hem de dinden olanlara medyanın penceresinden bakmaya başlamıştır. İşte bu da bugün için ’Müslümanım’ diyenler açısından dahi dinin eve, camiye Ramazan ayına hapsedilmesine sebebiyet vermiş ya da dinin sadece deruni olarak algılanması bunun yanında muamelat boyutunun rafa kaldırılmasına neden olmuştur. Tabii ki bütün bunlar sonuçta en büyük zararı yine Müslüman’a vermiş, silinmesi bugün için dahi pek kolay olmayacak derin yaraların açılmasına zemin olmuştur.
Peki, bu noktada bize düşen nedir dersek; bizler, Müslümanlar olarak medyanın bugün için güçlü bir iletişim aracı olduğunu kavramalı, bu gücü dine ve dinden olanlara saldırı şekline indirgeyenlere fırsat vermemeliyiz. Klasik bir ifade olacak belki ama, o televizyon kanallarını, o kanallardaki programları seyretmeyecek ve o gazeteleri o yazarları okumayacağız. Ayıklık, uyanık olmak, duruş sahibi olmak bunu gerektirir ve hepimiz kişisel olarak değilse de Müslüman kimliklerimiz adına bu anlayışı taşımalıyız. Değilse daha çok ateşler, fitneler, çıkmazlar içerisinde uzun yıllar bocalarız.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.