Tarihin hemen her kesitinde insanlardan bazıları dinleri ve dolayısıyla dinin muallimleri konumundaki Peygamberleri, imtiyazlarını, insanlara karşı güç ve söz geçirme üstünlüklerini, yaşadıkları toplumun bireyleri üzerindeki otoritelerini sarsacak bir güç olarak gördükleri için kendilerine düşman ve rakip kabul etmişlerdir. Tarih; Peygamberlerini katledenlerin, olmadık işleri başlarına musallat edenlerin, şeytanla birleşip Hakk’a karşı diklenenlerin örnekleriyle doludur. Bu meyanda herkesin rahatlıkla kabul edebileceği bir hakikat vardır ki; insanların kurduğu ya da oluşturdukları sistem, ideoloji veya herhangi şeyler Yaratıcı’nın (c.c.) kurduğu, lütfettiği, oluşturduğu sistemler olan dinler ile bırakın pratiği, zihinlerde dahi mukayese edilemeyecek derecede ayrı ve farklıdır.
İnsanların bir kısmının dini kendilerine düşman olarak görmesi, dine inananlar tarafından sert karşılıklar görmeleri neticesinde bu düşmanlıkları zamanla format değişikliğine uğradı. Bu tip insanlar düşmanlıklarını doğrudan ifade etme yerine kendilerince stratejiler belirleyerek mevcut olan bu düşmanlıklarını sinsice sürdürdüler. Soğuk savaşların yerini fikri ve ilmi savaşların alması, insanların direk dine ve dinden olana karşı çıkmak yerine dinin asliyetini tahrif etme çabaları, yine bu düşüncede olanların İslâm ülkelerinde dinsel yenilikleri tetiklemeleri, dine yaklaşımlar açısından eski-yeni çatışmasının çıkması için zemin ve imkân oluşturmaları, Müslümanların yoğunlukta olduğu ülkelerde toplumların suni ayrılıklarla bölünüp parçalanmaları, Müslümanların kendi içlerinde siyasi, ilmi, fikri hiçbir alanda birlik ve beraberliği yakalayamaması hep bu din karşıtı insanların düşmanlıklarını sergilemelerinin günümüze yansıyan format değişikliği olarak karşımızda durmaktadır. Tabi bütün bunların yanında geçtiğimiz yüzyılın başlarında Osmanlı, Balkanlar, Kafkaslar’a; yakın geçmişte is Afganistan, Irak ve Filistin’e yapılanlar düşmanlığın en acımasız tabloları olarak karşımızda dururken, aynı zamanda dün Danimarka’da bugün de Yunanistan’da Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e ve Kur’ân-ı Kerim’e karşı sergilenen tavır da bu düşmanlığın diğer bir ayağını oluşturmaktadır. İşte tam burada genelde dünya üzerinde cereyan eden özelde ise İslâm ülkelerinde yaşananları ’Medeniyetler ittifakı’ ’Dinler arası diyalog’ ’Ilımlı İslâm’ ’Liberal İslâm’ ve ’Dinin sekülerleşmesi’ gibi kavramları göz önünde bulundurarak değerlendirmeye, olayları bu açıdan okumaya gayret edelim.
Böyle bir genel girizgâhtan sonra, hemen her gün duyduğumuz, kulaklarımızın aşina olduğu ama bunun yanında birçoğumuzun, ’Beni ilgilendiren konu değil!’ anlayışıyla yaklaştığı daha doğrusu yaklaşmayıp uzaklaştığı, hakikatte ise bizi, bütün İslâm âlemini hatta tüm dünyayı en derinden ilgilendirip son derece de mühim bir mevzu olan ve yazımıza da temel teşkil edecek ’Ilımlı İslâm’ konusuna geçelim.
Ilımlı İslâm Nedir?
Ilımlı İslâm; Soğuk Savaş sonrasında genelde Amerika ve tüm Batı Dünyası’nın, özelde ise Rusya’nın İslâm coğrafyasındaki yayılmacı politikasına ve nihayetinde oluşacak sömürgeciliğine karşı İslâm ülkelerinde İslâm’la siyasi bilinci, yer yer de fiili mücadeleyi senkronize edip harekete geçiren ve ’Radikal İslâm, Siyasal İslâm, Fundamentalist İslâm’ gibi tanımlamalarla ifade edilen oluşumlara karşı geliştirmek istediği bir İslâm formülüdür. Başlangıç itibariyle Amerika’nın kendi hegomenyasını oluşturmak, bunu tehdit edebilecek unsurları en zararsız şekle sokabilmek düşüncesiyle ortaya çıkarttığı ’yeni bir İslâm’ projesi olarak dünyaya takdim edilmiştir. Çünkü Amerika, soğuk savaşların meydana geldiği 20. yüz yılın başlarında, Sosyalist Sovyetlerin güneye doğru inme ve Doğu Avrupa’yı istila edip sahip olmasını önlemek için bir ’Yeşil Kuşak’ teorisi geliştirmiş, komünizme karşı -kimi zaman cihad için örgütlenme de dâhil- İslâmî akımları desteklemişti. O yıllarda Amerika kendisine Komünizmi tehlike olarak gördüğü ve ’düşmanımın düşmanı benim dostumdur’ felsefesiyle olaya yaklaştığı için komünizmle mücadelede İslâm’ı, kendisini ileride tehdit etmeyecek şekil ve tarzda desteklemişti.
Dün komünizmi kendisi için tehlike olarak gören Amerika, İslâm’ı komünizme karşı desteklediği gibi bugün de kendisine en birincil tehlike olarak gördüğü İslâm’a karşı dışarıdan misyonerler aracılığıyla Protestan Hıristiyanlığı, ateizmi, satanizmi ve Budizm’i içeriden de İslâm’ın ana unsurlarını değiştirecek, müntesiplerince karışıklığa sebebiyet verebilecek oluşumları ve dinsel içerikli yenilik hareketlerini desteklemektedir. Daha anlaşılır ifade ile Amerika başta olmak üzere tüm Batı Dünyası, dün olduğu gibi bugün de kendi varlıklarının devamı için diğer varlıkların çarpışmalarını isteyen ve destekleyen bir politika sergilemektedirler.
Ilımlı İslâm Neyi İhtiva Eder?
Tarihi dayanağı ve geçmişi özetle bu olmakla birlikte yaşadığımız yıllarda adını sıkça duyduğumuz Ilımlı İslâm formülün özü, ’İslâm olmasın’ ’İslâm’ın kökünü kazıyalım’ değildir, hiçbir zaman da bu fikir ileri sürülmemiştir. Bu fikir, sadece Amerika açısından değil kendisini hangi süper güç niteliğinde görürse görsün hiçbir kuvvet, hiçbir devlet için düşünülebilir, düşünülse bile hayata geçirilebilir bir şey değildir. Çünkü bu, tüm İslâm coğrafyasında Müslüman halklarla savaşı ve bu savaş neticesinde büyük bir yenilgiyi göze almaktır. Bunu şuanda, değil Amerika hiçbir oluşum, birliktelik, devlet, kurum ya da kuruluş asla göze alamamaktadır, daha uzun yıllar alamayacağı da açık bir şekilde görülmektedir. Bu ifade edilenler şu manaya da gelmez: ’Kimse İslâm adına hiçbir kötü sonuç doğuracak girişimde bulunamaz!’ Eğer öyle olsaydı yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Irak ve Filistin’in işgali, karikatür ve Yunanistan’daki Kur’ân-ı Kerim saldırısı gerçekleşmezdi. Bu daha çok şunu dile getirir: AB, NATO, BM gibi oluşumlar birliktelik kararı olarak bunları sergileyemezler. Ülkeler ferdi alanda bu saldırılarda bulunabilirler. Bu kolektif bir hareket olmadığı için direkt olarak bir AB ya da BM saldırısı olarak bağlantı oluşturulamaz.
Ilımlı İslâm düşüncesi ’İslâm olsun ama’ diye başlayıp, ’şöyle şöyle formüle ettiğimiz gibi olsun’ diye biten ve İslâm dinine çizilen çok dar bir çerçevedir. O çerçevede ise, ’siyasi bilinci mutlaka sıfırlanmış, hayatı anlama ve anlamlandırma adına düşüncelerden soyutlandırılmış, etrafında cereyan eden hadiseleri sorgulayıcı muhtevadan arındırılmış, toplum hayatını tanzim ve imar gibi iddiaları bulunmayan, yani dinin ’şeriat’ boyutu budanmış, en önemlisi ’cihad’ ruhu sıfırlanmış tabir yerinde ise cesedi var ruhu yok, şekli var özü yok bir Müslümanlık’ vardır. Bunun da ABD yönünden belirlenen anlamı kanaatimizce şudur: ’Çıkarlarım, bu coğrafyada benim bulunmamı zaruret haline getiriyor ve ben buna karşı bir direnç istemiyorum. Bu direncin kaynağı her neyse ki bu İslâm da olsa, o da benim projelerime uygun, çıkarlarıma engel teşkil etmeyecek, emperyalizmi savunup onlara çalışacak bir yapılanmayı, daraltılmayı, belirli bir çerçeveye hapsedilmeyi kabul etmek zorundadır.’
Büyük Ortadoğu Projesi, (BOP) veya daha sonraki adıyla Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi’nin (GOKAP) askerî, siyasi, sosyal ve kültürel muhtevası içinde ’Ilımlı İslâm Projesi’ de önemli bir yer tutuyordu. Bu bir sosyo-kültürel dönüşümü amaçlıyordu. Bu proje bu ülke insanlarının dine, siyasete, topluma, ekonomiye, geleceğe bakış açılarını yüz yıllardır var olandan ayrılaştırmayı ve değiştirebilmeyi hedefliyordu. Kısacası bu fikirle Amerika bölge insanını medenileştirecek(?) ona bugüne kadar hiç bilmediği imkânlar sunacaktı.(?) Amerika bunun için yüklü bir fon ayırdı. Konuyla ilgili olarak Amerika’da, İslâm ülkelerinde ve AB ülkelerinde paneller, sempozyumlar, konferanslar düzenletti, raporlar hazırlattı. Batı ve Doğuda genelde din özelde ise İslâm ile ilgilenen akademisyen, yazar, düşünür, kanaat önderi yüzlerce kişi Amerika ve AB’nin hazırlattığı bu sempozyumlara katılıp bu projenin işlemesinde öyle ya da böyle rol aldılar.
Yıllardır ifade edilen dinler arası diyalog, medeniyetler ittifakı vb. gibi projelerin geçtiğimiz yıllarda başta Afganistan ve Irak saldırıları ve sonraları gerçekleşen Gazze saldırısı neticesinde büyük bir zemin kaybına maruz kalması tüm dünyanın kabul ettiği bir gerçek olarak karşımızdadır. Bu hakikat Bush yönetimi tarafından net olarak algılanamadığından Amerika tüm dünyada özellikle 11 Eylül saldırıları sonrası çıkarlarını büyük ölçüde tehdit edebilecek bir oluşumun –İslâm’a fobi– temelini attı. 2009 yılının ilk aylarında Başkanlık görevine başlayan Obama, Bush yönetiminin bu yanılgısını şuan için görmüş olmalı ki göreve başlamasının ilk yirmi dört saati dolmadan özellikle Afganistanlı Müslümanların bulunduğu Guantanamo hapishanesinin boşaltılmasını istedi. İlk resmi ziyaretini dünya ve bölge siyasetinde önemli bir dönemeç olan Türkiye’ye yaptı. Arkasından Bush yönetiminin en büyük tehlike olarak gördüğü İran ile anlaşabileceği zemin arayışı içerisine girdi. Peki, bütün bu olanlar Amerika’nın yüz yıllardır devam eden stratejilerinden ödün verdiği anlamına gelir mi? Cevabımız Hayır. Amerika çıkarlarından vazgeçmeyi hiçbir zaman düşünmez. Yeni başkan Obama’nın yaptığı Bush’un yapamadıklarıdır. Daha net ve açık ifadelerle Obama şuan için Müslüman ülkeler nezdinde Amerika’nın özellikle 11 Eylül sonrası oluşturulan İslâm’a fobi ile bozulan prestijini artırma hesapları içerisindedir. Doğal olarak da buna Türkiye’den başlaması gerekmekteydi ve öyle de oldu. Çünkü Türkiye özellikle siyasi gelişmeler sonrası İslâm ülkelerinin nezdinde itibarı artan, Gazze saldırıları ve Davos zirvesindeki çıkışlarıyla adından sıkça söz ettiren ve düne nazaran daha istikrarlı ve bölgesel açıdan daha güçlü konumda. Amerika planlarından vazgeçmedi, anlaşılabilmesi açısından versiyon değiştirdi diyebiliriz.
Ilımlı İslâm ve Türkiye’nin Yaklaşımı
Ilımlı İslâm konusu dâhilinde yapılan eleştiri ve tenkitler ülkemizdeki bazı çevrelerde adına Amerikan düşmanlığı demeyelim ama Amerika anti-sempatisi olarak algılandı. Müslümanların tabir yerindeyse paranoya içerisinde oldukları, olayları sürekli başkalarına mal etmeye çalıştıkları fikri ileri sürüldü. Buna gerekçe olarak da, cereyan eden her şeyi Amerika’ya fatura etme, her şeyde Amerikan parmağının olduğunu dillendirme gibi durumlar gösterildi. Bu konuda fazla detaya inmemek şartıyla birkaç noktaya temas etmeye çalışacağız. Çünkü konunun bu boyutu makalemizin sınırlarını aşabilecek ve mevzuu başka mercilere çekebilecek mahiyettedir.
Şunu bütün samimiyetimizle itiraf edebiliriz ki Müslümanların Amerika’ya ya da Amerikalıya karşı sırf Amerikalı olduklarından dolayı, bir hıristiyan ya da yahudiye sırf belli bir inanca sahip olduklarından dolayı bir kin, bir husumet beslemesi asla söz konusu değildir. Biz Müslümanlar olarak kişilerle ve kurumlarla ilgili onları karalayıcı, hakir görücü yargılarda bulunmuyoruz. Bizim için herkes Allah’ın yarattığı insandır. Kişilerin ırkı, cinsi, rengi ya da inancı onların rencide edilmesini, hor ve hakir görülmesini gerektirmez, eğer birileri tarafından bu yapılmışsa hiçbir neden de bunun yapılmasını mazur göstermez. Bizim yaptığımız, birilerinin bilinçli bir şekilde İslâm ve Müslümanlar hakkında planlar yaptığını, İslâm’ı ve Müslümanları kendilerine düşman olarak algıladıklarını, bunun neticesinde de sadece Müslümanların değil bütün dünyanın huzur, refah, güven ve geleceğini tehdit ettiklerini, dünyayı yaşanılmaz bir hale çevirdiklerini, masum insanların hunharca katledilmelerine sebebiyet verdiklerini bütün dünya kamuoyuna sunmaktır. İslâm’ın özüne yönelik gerçekleşen tehdit ve tehlikeleri Müslümanlara iletmektir. Bunu yapan kim olursa olsun. Biz bile bile yanlış yapanın, zulmedenin, zulmünde ısrarcı olanın karşısındayız, adı ister Amerika olsun isterse İsrail.
Olayda Amerika parmağı var mı yok mu?
Asıl can alıcı nokta işte tam burası. Bu, son derece mühim soruya cevap olarak şunu verebiliriz ki; bugün yeryüzünde yapılan savaşlar hep Müslüman ülkelerde, savaşlar neticesinde öldürülenler hep Müslümanlar ve bu zulmü reva görenler ya da bu zulme sessiz kalanlar da (Orta Doğu’da, Kafkaslarda olduğu gibi) hep Amerika ise…
Dün Afganistan’da bugün Irak ve Filistin’de iç savaş çıkarılmış, kardeşi kardeşe kırdırmışlarsa… İşgal edilen ülkelerin toprak bütünlüğü her geçen gün tehlikeli bir viraja giriyorsa…
11 Eylül sonrası başta Amerika olmak üzere hemen hemen bütün Hıristiyan ülkelerde ’İslâm’a fobi’ adı altında Müslüman ve İslâm düşmanlığı körüklenmişse…
Ve belki de en önemlisi modernleştirme, sekülerleştirme, ılımlılaştırma gibi onlarca proje, dünyanın birçok yerinde hâlâ kabile devletlerinin, teknolojinin en küçüğünden bile yoksun diktatörlerin yönettiği devletlerin, bu çağda insan eti yiyebilecek kadar medeniyetten yoksun onlarca devletin varlığına rağmen sadece ve sadece İslâm ve Müslümanlar hakkında uygulanmak isteniyorsa… Bilemiyorum daha bunun üzerine bir şeyler söylemeye gerek var mı?
Burada ifade edilen sadece Amerika ya da İsrail devletleri değildir. Bu bir ideolojidir. Bunu her kim sergilerse adı da her ne olursa olsun o, Müslümanlar ve yaşanabilir bir dünya adına gerçek tehlike olandır. Bunun bugün için en bilinen ayağı ’İslâm’a fobi’ kavramının yine özellikle 11 Eylül saldırıları neticesinde başta ABD olmak üzere tüm Batı Dünyası’nda dillendirilmesidir ki neticede yaklaşık iki milyar Müslüman adeta terörist ilan edilmiştir. Hâlbuki bugün için gün yüzüne çıkan belge ve deliller 11 Eylül saldırılarını kimlerin ne maksatla yaptığını tüm dünyanın ezberini bozar nitelikte izah etmesinin varlığı meydandadır. Bir diğer ayağı da dünyaya demokrasi getirmek isteyen kuruluş, birlik ve devletlerin iş Filistin’e gelince seçimle işbaşına gelmiş Hamas’ı kabul etmemeleri, insan hakları, kadın hakları, çocuk hakları savunucularının yine sıra Irak Afganistan ya da Filistin’e, orada hunharca katledilenlere gelince sessiz kalmalarıdır.
Ilımlı İslâm’a Yönelik Eleştiriler
’Ilımlı İslâm Projesi’ ile ilgili duruşların İslâmi topluluklar içinde yer yer ’Amerika güdümüne girme’ tarzında suçlamalara sebep olduğu bilinen bir gerçektir. Projeye, ’İslâmi hassasiyet’ noktasından gösterilen tepki genelde şu üç yönde olmuştur:
1. ’İslâm İslâm’dır’ söylemi ile dile getirilen tepki. ’İslâm İslâm’dır, onun ılımlısı şiddetlisi olmaz. O bir bütündür. Bu tarz yaklaşımlar, tarihte diğer din ve inanışlarda olduğu gibi İslâm’ın bütüncül yapısını bozmaya, içeriğini tahrif etmeye ve asıl önemelisi İslâm’ın müntesiplerince sorgulanılacak bir mercie getirmeye yönelik yaklaşımlardır.’
2. ’Ilımlı İslâm’ ifadesi, öteki boyutunda ’Şiddet-terör-İslâm’ suçlamasını ihtiva ediyor. Bu tarihi derinlikleri olmakla birlikte özellikle 11 Eylül’den sonra ABD’nin Müslümanlar üzerinde yürüttüğü bir psikolojik savaş yöntemidir. Daha açık ifadeyle Ilımlı İslâm’ı savunmak İslâm’ın öbür yüzünün şiddet, terör, baskı, istibdat gibi olgular olduğunu iddia etmektir ki, bu asla kabul edilemez.’ şeklinde gösterilen tepki.
3. ’Ilımlı İslâm Projesi, Müslüman toplumların gelişmeci, ilerlemeci ruhunu öldürmeye, dolayısıyla ekonomik, sosyal, siyasi gibi birçok alanda dışa bağımlı bir sömürge toplumu oluşturmaya yönelik bir projedir. İslâm zaten rûhuna aykırı düşmeyen çağın getirdiği yeniliklere açık bir dindir. Hatta daha ötesi Medeniyet İslâm’ın öngördüğü toplumsal yapının uygulamasıyla asıl hüviyetine erişmiş, yani modernlik, medeniyet, ilericilik İslâm ile mümkün olmuştur. Ilımlılaştırılması, yumuşatılması gerekecek ve adına sertlik denilebilecek bir olgu var ise, bu en son İslâm ve Müslümanlar hakkında düşünülmesi gereken bir şeydir. Yine de bu meyanda bir şeyler söylenecekse tarihte özellikle Müslümanlar üzerine onlarca Haçlı Seferini yapan, dün Kudüs’te Balkanlar’da Batı Trakya’da Müslümanlara adeta kan kusan, yakın tarihte iki cihan harbini çıkaran devletlerinin, zihinlerin yaptıkları ılımlılaştırılması yumuşatılması gerekli şeylerdir. Onun için kim neyi modernleştirecek, kim hangi cüretle hangi sertliği ılımlılaştıracak. Bu esnada yeri gelmişken söylemeden geçemeyeceğimiz bir nokta daha var ki o da şudur: İslâm özellikle yaşadığımız çağda kimsenin tekelinde olan bir din değildir. Onun için dün Saddam’ın, Humeyni’nin bugün Taliban ya da Kaddafi’nin ve ya herhangi bir İslâm ülkesinde herhangi bir idarecinin, yöneticinin hatta din âlimi (?)’nin yaptıkları, özüne muhalif işler İslâm’la özdeşleştirilemez. Onların sebep oldukları da İslâm’a fatura edilemez. İslâm insana siyasi bir bilinç de kazandırır. İslâm, Müslümanlar adına ülkenin sömürülmesi karşısında tavır koymayı gerektirir. Sömürge - yarı sömürge statüsü içinde yaşayan İslâm coğrafyasında, bağımsızlık mücadelesini de içine alan bir cihad ruhundan vazgeçilemez.’ şeklinde gelen tepki...
Ilımlı İslâm ve Telkin Ettiği ’DİN’ Anlayışı
Bu noktada son zamanlarda özellikle ülkemizde cereyan eden ve kendisine modernizm, sekülerizm gibi isimler verilen oluşumları da bu Ilımlı İslâm çerçevesi içerisine sokmak lazım. Modernizm en genel tarifle; dini ve dinden olanları anlamada yer yer Rasûlallah (s.a.v.) Efendimizin, Raşit halife ve Ehl-i Beyt’in, Selef-i Sâlihîn’in, bugüne kadar ki müçtehit âlim ve ulemanın kabul ettiği, üzerinde ittifak ettiği birçok hususu; kendince çeşitli nedenleri sebep göstererek kabul etmemek, eleştirmek, eksik ve hatta yanlış bulmak en önemlisi de onların anlayış ve nakillerine aykırı bir din, din anlayışı tasavvur etmektir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’den ayrı, onsuz, sözde Kur’an İslâm’ını savunmak, Hadis-i Şerifler’in büyük çoğunluğunu sahih değil, ya da günümüz dünyasına uymuyor diye atmak, yüz binlerce Hadis-i Şerif’i ’Hiç durmadan konuşan, zaman ve zemin gözetmeden lüzumsuzca söz sarf eden bir Peygamber tasavvuru’ küstahlığıyla alaya almak, Kur’an’da geçen ’salât’ kelimesini ’dua’ olarak anlayıp namaza şüpheli bakmak, başörtüsünü füruat olarak algılayıp Allah’ın emrini heva ve hevesleri doğrultusunda, kariyer, makam mevki, şan şöhret gibi dünyalık çıkarları uğruna kabul etmemek, bütün bunların yanında şefaat, kader, salâvat gibi bu güne kadar var olan dini birikime mesnetsiz ve tutarsız delilsiz sebeplerle karşı çıkıp inkâr etmek ve daha niceleri; Ilımlı İslâm güdümlü kişi ve kurumların, halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede dillendirdikleri nağmelerdir. Bütün bunları ortaya atmalarındaki niyetleri nedir tam olarak bilemiyoruz ama bu fikirlerinin İslâm’a ve Müslümanlara zarar verdiğini çok rahat bir şekilde görebiliyoruz. İsimleri, çalışmaları her ne kadar İslâm adınaymış gibi de görünse hakikatte İslâm’dan ve hizmetten çok uzak oldukları hakikatini söyleyip tekrar mevzuumuza geçiyoruz.
Bütün bu yaşananlar dâhilinde İslâmî camia, ’Ilımlı İslâm Projesi’ne İslâmi hassasiyetten yola çıkarak tavır koyarken, başta Türkiye gibi ülkelerde, Ilımlı İslâm projesine başka bir tepki daha gelişmiştir. ’Acaba Türkiye’de yaşanan son on yıllık siyasi sosyal ve ekonomik hadisleler ABD’nin ’Ilımlı İslâm Projesi’nin ürünü müydü? ABD, Türkiye’yi laboratuar olarak kullanıp, Ortadoğu’ya sistem ihracını, Türkiye modelinden esinlenerek mi gerçekleştirecekti? O sıralar ’Model ülke’ gibi ifadeler çok tüketildi. Hem demokrasi, hem laiklik, hem İslâm... Bu üçlünün bir arada yaşayacağı bir model neden örnek olmasındı? Totaliter yönetimler altındaki İslâm ülkeleri başka türlü nasıl demokratikleşebilirdi ki...’
İslâmî duyarlılığı olanlar tarafından durum böyle algılanırken karşı taraf olanca gücüyle ’Ilımlı İslâm, radikal İslâm’a geçişin bir basamağı’ yargısını seslendirildi. Onlara göre ’İslâm ülkeleri ılımlı İslâm’ı –ki radikal İslâm’ın ön kapısı- değil, laikliği-din ve devlet işlerinin birbirlerinden ayrı müstakil unsur olarak telakki edilmesi- örnek almak suretiyle çağdaşlaşabilirlerdi. Türkiye, yıllardır sanki ılımlı İslâm’la laiklik arasında tercih yapmak gibi bir gerilimin içine sürüklendi hâlâ da sürüklenmekte.
Ortaya çıkan görüntü ise genel olarak şuydu: Türkiye’deki bazı kesimler Amerika’nın modern sömürge statüsü için kurguladığı, önemli ölçüde içi boşaltılmış bir İslâm’ın varlığının gönüllü müdavimleri iken bazıları ise buna bile yani kolu bacağı kesilmiş dalı budağı koparılırmış bir İslâm’a tahammül edemiyordu. Onlar ılımlı İslâm karşıtı söylemlerinde, dinin alanını sürekli daraltıyor, sadece sokakta değil, evde bile İslâmî bir hayat tarzına karşı çıkıyordu. İslâm, iç âleme hapsedilmiş, ya da hapsedilmesi gereken bir şeydi onlar için. Toplumsal alanda üstü çizilmişti. Çünkü onların zihin dünyasında İslâm Araplara, hem de çölde yaşayan medeniyet yoksunu bedevi Araplara münhasır bir düzen ya da bir totemdi. Bu çağda miadını doldurduğu için dikkate değer görülmüyordu. Bu mutlaka gerçekleşmesi gereken ve kendisinden asla taviz verilemeyecek kadar mühim bir olgu idi. Bunun için toplum bu manada gerilmeli, suni polemiklerle İslâm’ın kırmızıçizgileri aşılıp, İslâm adına olan her şey her mekân ve zeminde, yetkili yetkisiz herkes tarafından cesurca tartışılabilmeliydi. Hem de Allah tarafından Peygamberine gönderilmiş Kur’an ve Sünnet’e rağmen bu yaratılmış aciz akıl ve izanlarıyla. Yine onlara göre insanların akıllarının bir köşesine İslâm’ın günlük hayata etki etmesinin birçok alanda çok sakıncalı bir olgu olduğu devamlı suretle telkin edilmeliydi.
Bu konuda Ilımlı İslâm fikrini savunanların istedikleri İslâm; Hıristiyanlık ve Yahudilik karşısında kuvvetli bir varlık hissettiremeyecek, tepesinde biten zalimlere kıyama kalkma şecaatini sergileyemeyecek, doğrudan olmasa da dolaylı yollarla sömürgeci emperyalistlerin değirmenine bıkmadan ve usanmadan su taşıyacak daha öncede ifade etmeye çalıştığımız gibi fıkıhsız, hadissiz, akaitsiz, cihat ruhu budanmış, İslâm’ın müntesiplerinin gönüllerine hapsolunduğu, teorisi olan ama pratiği asla olmayan diyalog İslâm’ı. Light, evcil, ılımlı, sulandırılmış, yumuşatılmış, fıkıhsız, şeriatsız, cihatsız, mezhepsiz, sosyal hayatla ilgili hiçbir telkin ve öğretisi olmayan, mekân olarak camiye, zaman olarak da senenin sadece Ramazan ayına hapsedilmiş bir ideoloji, totem veya hümanizma haline dönüştürülmüş içi boş tam manasıyla Protestanlaştırılmış yani birçok emir ve nehyi rafa kaldırılmış, çağa uyarlama, birilerinin gözüne şirin gözükme adına proje sahiplerince oluşturulan kalıplara sokulmuş yeni bir İslâm. Tek cümle ile Siyonistlere, haçlılara, emperyalistlere, iç ve dış sömürgecilere zarar vermeyecek, dünya üzerindeki Müslümanların halinden bihaber Filistin, Afganistan, Irak ve Çeçenistan gibi İslâm ülkelerine çok uzak, zalime ’dur’ demeyip aksine öyle ya da böyle onların yararına çalışacak, adı olan ama kendisi ilelebet ortalıkta görünmeyecek bir İslâm ve açlıktan midesi sırtına yapışan, evinden, yurdundan edilmiş, malına, namusuna, canına kast edenlerin var olduğu diğer Müslümanların haline aldırmayan, kendi zevk ve eğlencesini düşünen bir Müslümanlık…
Bu fikri ortaya atan ve bunu projeleştirenler her kim ise bugün yaşanılanlar dâhilinde dünyaya şöyle bir baktığımızda başarılı olduklarını söylemeden geçemeyeceğiz. Kolu kanadı kırılmış, Kur’an ve Sünnet’ten çok uzak, birlik, beraberlik ve kardeşlik gibi ulvi duygulardan yoksun, haram ve bidatlerle örülmüş bir yaşantı dâhilindeki İslâm coğrafyası, başarılı olduklarının en açık ve bariz göstergesidir.
Tarihin her anında Hak ile Batıl devamlı mücadele ede gelmiştir. Yaşananlar ve anlatılanlarda açık bir şekilde göstermektedir ki bu da günümüz için bir Hak-Batıl mücadelesidir. Olayı analiz etmeye, durumun mevcut faturasını incelemeye buradan başlamalıyız. İslâm’ın gerektirdiklerini bilmemizin lüzumu kadar da çağın bizlere tevdi etmeye çalıştıklarını birilerinin bizler adına yazdığı senaryoları ve biçtiği rolleri de bilmeli, iyi kavramalıyız.
Savunulsun ya da tenkit edilsin Ilımlı İslâm tanımlaması, tıpkı ’Siyasal İslâm’ tanımlaması gibi sorunludur, bizim açımızdan sıkıntılıdır. ’Ilımlı İslâm’ derken neyin kastedildiği pek net olmamakla birlikte, sanırım, sertlik ve terör yanlısı ’Siyasal İslâm’dan farklılığı ortaya koymak için başvurulan bir tanımlama bu. İslâm terörden, savaştan, kan dökmeden husumetten yana olmadığı gibi emperyalistlere göz yumacak, dinine, mukaddesatına kin besleyenleri görmezden gelecek bir olgu da değildir. Buradaki doğru yaklaşım şu olmalı: İslâm’ın ılımlısı-ılımsızı olmaz. İslâm tektir, ama İslâm’a dair yaklaşımlar çoktur. İşte itikadî ve amelî mezhepler bunların en güzel örneğidir. Hal böylede olsa dine dair yaklaşımlar dinin aslı değildir.
Özet
Batı kendi sömürüsü, ahlaksızlığı, çöküntüsü ve yıkılmışlığının karşısında dün olduğu gibi bugün de en büyük engel ve tehlike olarak İslâm’ı görmektedir. Batıl dinlerin, ideolojilerin, fikir ve felsefi akımların etkilerini kaybetmesine karşılık İslâm’ın hâlâ diri ve zinde olması onlar açısından bu düşüncenin de temelini teşkil eden en birincil unsurdur. Kendi çıkarlarını tehdit etmeyecek şekilde İslâm’ın var olmasını savunurken, dini asliyetinden kopararak, çağa uyarlama adına dinin sınırlarını zorlaması ve nihayetinde gelinen nokta adı Ilımlı İslâm veya İslâm’ın sekülerleşmesi gibi ne olursa olsun bu düşüncelerin, projelerin bizler adına sakıncalarını ortaya koymaya kâfidir. İslâm âleminin siyasal açıdan bir birliktelik içerisinde olamayışı, aramızda Türk Müslüman, Kürt Müslüman ya da Arap Müslüman gibi ayrımların varlığı, ırksal üstünlük anlayışlı milliyetçilik -ki iki yüz yıldır bizi biz olmaktan uzaklaştırdı- olgusunun her geçen gün sertleşmesi, emperyalistlerin ekmeğine yağ sürmekte ve bu da mahvımızın senedi olarak karşımızda durmaktadır.
İşte bütün bunların nihayetinde okyanuslar ötesinden gelen Amerika, yüz yıllardır aynı coğrafyada yaşadığımız, aynı dini, aynı kültürü paylaştığımız Irak’ı işgal eder ve bizler Müslümanlar olarak sesimizi çıkartamayız. Ne zamanki bilinçlenmeye ve dik duruş sergilemeye başlasak; Ermeni soykırımı, Kürt meselesi, Alevi-Sünni ilişkileri, IMF ve dış borçlar çıkışa geçen ülke politikamızın ve uyanışa geçen birlik şuurunun önüne getirilip koyulur, bir manada ellerimiz kollarımız bağlanır.
Bu noktada yapmamız gereken İslâm’ın içeriğine yönelik kurgulanan sinsi planları bozmak, yapanlara ve içerideki işbirlikçilere fırsat vermemek olmalıdır. Bunun içinde zihnimizin, elimizin, evimizin, gönlümüzün, neslimizin tertemiz, geleceğimizin de pasparlak olması şarttır. Akıllarımızın bir tarafına şunu büyük harflerle yazmalıyız ki, biz İslâm’a gönül vermişler olarak Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Acemiyle biriz, kardeşiz aynı yolun yolcusu, aynı davanın bekçisiyiz. Ne zaman ki bunu yakalarız işte o zaman dünyaya hükmederiz, ne zaman ki dünyaya hükmettik işte o zaman yaşanabilir bir dünyayı elde ederiz.
İslâm’ın kâinatı aydınlatan ışığı altında başı dik, alnı ak bir İslâm âlemi ve bunun yanında da kardeşçe ve insanca bir dünyaya kavuşabilmemiz için ’Ey Kudreti Sonsuz olan Allah’ım! Bizlere yardım et. Sevdiğin, sevdirdiğin, sevip ona itaat edenleri yakın kıldığın Habîbinin (s.a.v.) hürmetine. (Âmin)
Masumiyetin Ardına Saklanmış Sinsi Plan 'İlımlı İnsan'
Özlenen Rehber Dergisi 79. Sayı
Ebat olarak küçüklüğünün yanında muhteva olarak fevkalade büyük bir makale. Yazan ve yayınlayanlara müteşekkirim. Bu tarz ümmeti ilgilendiren yazıların devamını bekliyoruz.