Osman (r.a.) Efendimiz, Hulefâ-i Râşidîn’in üçüncüsüdür. Fil Vakası’ndan altı yıl sonra Mekke’de dünyaya gelmiştir. Soyu Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile birleşmektedir. Büyükannesi, Rasûlullah Efendimizin halası, Abdulmuttalib’in kızı Beydâ’dır.(l)
Yaratılışı itibariyle dürüst, mazbut, doğru, halim, selim, afif bir zat idi. Merhamet ve şefkat, onun başlıca hususiyetlerinden biri idi. Cahiliye devrinde dahi içki kullanmamış, iffet ve namusu ile tanınmıştı. Hz. Ebû Bekir (r.a.) Efendimiz’in telkinleri ile İslâmiyet’i kabul etmiş ilk Müslümanlardan ve Aşere-i Mübeşşere’dendir.(2)
Osman-ı Zinnûreyn (r.a.), Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) sevgili kızları Hz. Rukiye (r.anhâ) ile evlendiler. RasûI-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.), kızları Hz. Rukiye (r.anhâ) annemize şu nasihatte bulundu: ’Kızım, babanın canı Osman’a hürmette kusur etme. Ashâbım arasında ahlâk bakımından bana en çok benzeyen odur.’(3) Bu evlilikten Abdullah isminde bir oğulları olmuş, ancak hicretin dördündü yılında, altı yaşında vefat etmiştir.
Hz. Osman, Mekke’de müşriklerin baskısı artınca, zevceleri ile birlikte Habeşistan’a hicret ettiler. Bir müddet orada kaldıktan sonra tekrar Mekke’ye döndüler. RasûI-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) Medine’ye hicretle emrolununca, o da, zevceleri ile birlikte Medine’ye hicret ettiler.
Bedir Savaşı öncesi, Hz. Rukiye validemiz rahatsızlandı. İslâm ordusu zaferi kazandığı gün ise vefat etti. Hz. Rukiye validemizin vefatından sonra Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Osman (r.a.) Efendimiz’i, diğer kızları Hz. Ümmü Gülsüm (r.anhâ) validemiz ile evlendirdi. Hicretin dokuzuncu yılında Hz. Ümmü Gülsüm (r.anhâ) validemiz de vefat etti. Bunun üzerine, Peygamber Efendimiz (s.a.v.): ’Üçüncü bir kızım olsaydı muhakkak ki seninle evlendirirdim.’ buyurmuşlardır. Hz. Osman (r.a.) Efendimiz, Rasûlullah (s.a.v.)’in iki kızıyla evlenmiş olduğundan dolayı; ’ Zinnûreyn / İki nur sahibi” lakabı ile anılır olmuştur.(4)
Hz. Osman (r.a.) Efendimiz, Bedir Savaşı hariç, müşriklerle ve İslâm düşmanlarıyla yapılan bütün savaşlara katılmışlardır. Zevcesi Hz. Rukiye (r.anhâ) validemiz ağır hasta olduğu için, RasûI-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’in izniyle Bedir Savaşı’na katılmamışlardır. Buna rağmen RasûI-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, onu, Bedir Savaşı’na katılanlardan saymış ve ganimetten ona da pay ayırmışlardır.(5)
Hz. Osman (r.a.) Efendimiz, Medine dönemi boyunca sürekli Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte olmaya gayret göstermişlerdir. Ashâb’ın zenginlerinden biri olması hasebiyle, İslâm’a ve Müslümanlara birçok defa maddî yardımda bulunmuşlardır. Bilhassa kâfirler üzerine sefere çıkan orduların teçhiz edilmesinde aşırı derecede cömert davrandığı görülmektedir. “Ceyşu’l-Usra” diye adlandırılan Tebük Seferi’ne çıkacak ordunun üçte birini tek başına teçhiz etmişlerdir. Asker sayısının otuz bin kişi olduğu göz önüne alınırsa bu meblağın büyüklüğü rahatça anlaşılır.(6) Onun bu davranışından çok memnun olan Rasûlullah (s.a.v.), ’Ey Allah’ım! Ben Osman’dan razıyım, Sen de razı ol!’ diyerek duada bulunmuş ve ’Bundan sonra Osman’a işledikleri için bir sorumlu¬luk yoktur.’(7) buyurmuşlardır.
Müslümanlar, Medine’ye hicret ettikleri zaman su sıkıntısı vardı. Rûme kuyusundan başka içilecek su yoktu. Bu kuyu da bir Yahudi’ye ait idi. Rasûlullah (s.a.v.), ’Rûme kuyusunu kim açarsa, ona Cennet vardır.’ buyurmuşlardı. Hz. Osman (r.a.) Efendimiz bunun üzerine bu kuyuyu satın alarak Müslümanların hizmetine sun¬muştur. RasûI-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, ’Yâ Rabbi! Osman’ı kıyamet gününün sıkıntılarından kurtar, ona rahatlık ver. O, bizim bir çok sıkıntılarımızı gidermiştir.’ buyurmuşlardır.(8)
Hicretin altıncı yılında Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Ashâbı ile birlikte Umre yapmak amacıyla Mekke’ye doğru yola çıktı. Müslümanları Mekke’ye sokmak istemeyen müşrikler, onları Hudeybiye böl¬gesinde durdurdular. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Umre yapmak amacıyla Mekke’ye girmek istedikleri¬ni bildirmek için, Hz. Osman (r.a.) Efendimiz’i, Mekke’ye elçi olarak gönderdi. Ancak, Hz. Osman (r.a.) Efendimiz’in geri dönüşü beklenenden uzun sürmüş, öldürüldüğüne dair haberler gelmeye başlamıştı. Bu durum üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Ashâbı’nı, ‘ölmek pahasına müşriklerle çarpışmak’ üzere biate çağırdı. Bey’atu’r-Rıdvân adıyla tarihe geçen bu biatleşmede Rasûlullah (s.a.v.) sol elini sağ elinin üzerine koyarak, ’Osman, Allah’ın ve Rasûlü’nün işi için gitmiştir.’ dedi ve onun adına da biat etti.
İkinci halife olan Hz. Ömer (r.a.), bir köle tarafından saldırıya uğramış ve ağır yaralanmıştı, yerine kimin geçmesini istediği sorulduğunda, Cennetle müjdelenen Sahâbelerin isimlerini söyledi ve bunların birinin seçilmesi için de, Abdurrahman b. Avf (r.a.)’ı hakem tayin etti. Adaylar arasında sadece Hz. Ali (r.a.) ile Hz. Osman (r.a.) Efendilerimiz kalmış diğer adaylar çekilmişler¬di. Abdurrahman b. Avf (r.a), çeşitli içtihatlardan sonra Hz. Osman Efendimiz’i halife tayin etti ve ona biat etti. Arkasından da Hz. Ali (r.a.) biat etti ve Hz. Osman Efendimiz’in halifeliğini kabul etti.(9)
Hz. Osman (r.a.) Efendimiz, ’İstanbul ancak Endülüs tarafından fethedilebilir. Eğer orayı fethederseniz, İstanbul’u fethedenlerin ecrine ortak olacaksınız.’ buyurarak İslâm ordularının yönünü Kuzey Afrika istikametine çevirmişti. Cezayir hududuna kadar bütün Kuzey Afrika, İslâm ülkesi haline getirildi. Bu olay, İslâm ordularının İspanya’ya geçişini kolaylaştırdı. İlk İslâm donanması oluşturuldu. Bu donanmanın üstün gayretleri sonucu Kıbrıs Adası alındı. Bu savaşa Ashâb’ın ileri gelenlerinden Ebû Zerr-i Gıfârî, Ebû’d-Derdâ, Ümmü Haram ve Übâde bin Sâmit de katıldılar.
Bizans’a karşı kazanılan en parlak ve kesin zaferlerden birisi hiç şüphesiz ki Latu’s-Sevârî deniz savaşı olmuştur. Bu zaferden sonra Bizans, Müslümanlara karşı olan deniz üstünlüğünü kaybet¬miş, İslâm donanmasının İstanbul surlarına kadar önüne çıkacak bir güç kalmamıştır.(10)
Onun hilafeti döneminde İran’ın fethi tamamlandı. Arkasından da Azerbaycan ve Ermenistan fethedildi. İslâm orduları Orta Asya’ya kadar ulaştılar ve Türklerle ilk temaslar sağlandı.
Hz. Osman (r.a.) Efendimiz’in en önemli hizmet¬lerinden birisi de Kur’an-ı Kerim’in çoğaltılarak vilayetlere gönderilmesidir. Kur’ân-ı Kerîm ilk olarak Hz. Ebû Bekir (r.a.) zamanında tedvin edilmişti. Zeyd b. Sâbit’in başkanlığında yapılan bu çalışmada, Kur’ân-ı Kerîm iki kapak arası bir kitap haline getir¬ilmişti. Bu ilk Mushaf, Ebû Bekir (r.a.)’dan sonra Hz. Ömer (r.a.)’a geçmiş, onun şahadetinden sonra da Hafsa (r.anhâ)’nın elinde kalmıştı.
Azerbaycan seferi esnasında ordu içerisinde kıraat konusunda bir ihtilafın çıkması, ordu komutanı Huzeyfe b. Yemâni’yi endişelendirmiş ve Halife’den, Müslümanların emin bir şekilde okuyabilecekleri bir Mushaf’ın çoğaltılmasını istemişti. Bunu üzerine Hafsa (r.anhâ)’nın yanında bulunan Mushaf getirilerek çoğaltıldı ve bütün eyaletlere dağıtıldı. Bunun dışında kalan nüshaların tamamı toplatılarak imha edildi. Bu durum karsısında Ashâb’ın hayatta olanları oldukça rahat¬lamışlardır. Hz. Osman (r.a.) Efendimiz’e, yapmış oldukları bu hizmetlerinden dolayı Nâşirü’I-Kur’ân (Kur’ân’ı çoğaltan) lakabı verildi.(11)
Hz. Osman (r.a.) on iki sene hilâfet makamında kalmıştır. Hz. Osman (r.a.), mülayim ve hoşgörü sahibi bir zattı. O’nun bu yapısından istifade eden bir takım eyalet valileri, sorumsuz davranışlar sergilemeye başlamışlardı. Bunun akabinde yükselen şikâyetler, yavaş yavaş bir fitne ve kargaşa ortamının oluşmasına sebep olmuştu.
Endülüs’ten Hindistan hudutlarına kadar çok geniş bir sahayı kaplayan devletin içerisinde, çeşitli din ve ırklara mensup “zimmî” statüsünde topluluklar vardı. Bunlar da, mağlup düştükleri İslâm Devleti’ne karşı her fırsatı değerlendirerek baş kaldırıyorlardı. Yahudi unsuru ise, İslâm Ümmeti’ni parçalayıp yok etmek için İslâm’ın temel prensiplerini hedef almıştı. Müslüman olduğunu iddia ederek ortaya çıkan bir takım Yahudi asıllı kimseler, zuhur eden huzursuzlukları körükleyip fitne alevini her tarafa yaymaya çalışıyorlardı.
Bu Yahudilerden birisi, nifak hareketlerinin ortaya çıkmasını sağlayan ve tam bir komitacı olan Abdullah bin Sebe’dir. İbn-i Sebe, Yemenli bir Yahudi’dir. Hz. Osman (r.a.) zamanında Medine’ye gel¬erek Müslüman olmuş, Hz. Osman (r.a.) ona hiç itibar etmeyince Kûfe’ye yerleşerek, Hz. Osman karşıt¬larını etrafına toplamaya başlamıştı. Onlara: ’Son derece zâhid ve inanmış görüneceksiniz. Hz. Osman’ın büyük memurları aleyhinde konuşarak onları halk nazarında küçük düşüreceksiniz.
Halifenin, kendi akrabalarından başkasına memuriyet ve para ver¬mediğini iddia ederek halkı halifeye karşı kışkırtacak¬sınız.’ telkinlerinde bulunuyordu. Bir taraftan Müslümanlar arasında ’ric’at-i Muhammed / Muhammed (s.a.v.)’in tekrar dönüşü’ düşüncesini körüklerken, öte taraftan Peygamber’in peşinden hilâfet hakkının Hz. Ali (r.a.)’a ait olup bunun da Allah tarafından belirlenmiş bir hakikatten başka bir şey olmadığını yayarak daha sonra ortaya çıkacak Şia akidesinin temellerini atıyordu.(12)
Hz. Osman’a karşı yapılan en önemli suçlama, onun, kendi akrabalarını valiliklere getirmesi, onlara bolca ihsanlarda bulunması ve yolsuzluklarını denetleyememesi iddiasıdır. Hz. Ali (r.a.) bu konudaki şikâyetlerini ona ilettiğinde o, Hz. Ali’ye şöyle diyordu: ’Muğîre b. Şu’be’yi, Ömer’in vali tayin ettiğini bilmez misin?’ Hz. Ali: ’Biliyorum!’ deyince o; ’O halde neden akrabalığı ve yakınlığından dolayı onu vali tayin ettiğim şeklinde bir kınamada bulunuyorsun?’ diye sormuştu. Hz. Ali’nin buna verdiği cevap şuydu: ’Ömer, vali atadığı kimseyi sıkı bir şekilde kontrol altında tutardı. En ufak bir hatalarını görse onları sorgular ve en şiddetli şekilde cezalandırırdı. Sen ise bunu yapmıyorsun.’(13)
Bunun üzerine Hz. Osman, vilayetlerdeki yönetimler hakkında yapılan dedikoduları ve bunların sebeplerini yerinde incelemek üzere müfettişler tayin etti. Muhammed b. Mesleme’yi Kûfe’ye; Üsâme b. Zeyd’i Basra’ya; Abdullah b. Ömer’i Şam’a ve Ammâr b. Yâsir’i de Mısır’a gönderdi. Ammar b. Yâsir hariç, diğerleri görevlerini tamamlayarak geri dönmüşlerdi.
Osman (r.a.), haksızlıkları gidermek, filizlenmeye başlayan ve ümmet için büyük sıkıntılara sebep olacak olan fitnenin yatıştırılması için yoğun bir gayretin içine girmişti. O, gelen şikâyetleri dikkatle inceliyor, başta Hz. Ali (r.a.) olmak üzere Ashâb’ın ileri gelenleri ile istişarelerde bulunuyordu. Ancak, Mısır’dan Medine’ye gelip, Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’in gayr-i meşru uygulamalarını şikâyet eden bir heyetin, dönüşlerinde İbn-i Ebî Serh’in takibatına uğramaları ve bazılarının öldürülmesi, olayların tırmanmasına sebep olmuştu.
Bunun üzerine Mısır’dan altı yüz kişilik bir topluluk Medine’ye gelerek Mescid-i Nebî’de, İbn-i Ebî Serh’in işlediklerini Sahâbîlere şikayet ettiler. Talhâ bin Übeydullah, Hz. Âişe (r.anhâ) ve Hz. Ali (r.a.), Hz. Osman’a giderek, bu insanların haklı isteklerini yerine getirmesini ve Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’i azlederek yargılamasını istediler. Bunun üzerine Hz. Osman, Mısırlılara, kendileri için vali olarak kimi istediklerini sordu. Onlar, Muhammed b. Ebî Bekr’i istediklerini bildirdiler. Osman (r.a.) da, Muhammed b. Ebî Bekr’i vali tayin etti.
Muhammed b. Ebî Bekr, Mısır’dan gelenler ve bir grup Sahâbî ile birlikte Medine’den yola çıktı. Medine’den üç günlük bir mesafede yol alırlarken, devesini, sanki takip ediliyormuş gibi hızlı sürmeye çalışan bir adam gördüler.
Adamı yakalayıp sorguladıklarında İbn-i Ebî Serh’e bir mesaj yetiştirmeye çalıştığını anladılar. Ona kim olduğu sorulduğunda, bazen Osman (r.a.)’ın, bazen de Mervan bin Hakem’in kölesi olduğunu söylüyordu. Üzerindeki mektubu açtıklarında, içinde, ’Muhammed b. Ebî Bekr ile falanca falanca... sana ulaştıklarında onları öldür!’ yazılı olduğunu ve bunun Hz. Osman’ın mührüyle mühürlenmiş olduğunu gördüler.
Derhal Medine’ye geri dönüp Hz. Osman’ın evini kuşattılar. Hz. Ali, yanına Muhammed bin Mesleme’yi alıp Osman (r.a.)’ın evine gitti. Hz. Ali (r.a.) ona, üzerinde kendi mührü bulunan bu mektubu kimin kaleme aldığını sordu. Osman (r.a.), böyle bir mektup yazmadığını ve yazıldığından da haberi olmadığını söyledi. Muhammed de Osman (r.a.)’ı doğrulamış ve bu işi düzenleyen kimsenin Mervan olduğunu söylemişti. Yazıyı inceledikleri zaman bunun Mervan bin Hakem’e ait olduğunu anladılar. O esnada Osman (r.a.)’ın evinde bulunmakta olan Mervan’ın kendilerine teslim edilmesini istediler. Hz. Osman (r.a.) bunu kabul etmedi. Çünkü onu öldüreceklerinden korkuyordu. Onun evini kuşatan asiler diyalog çağrılarına cevap vermedikleri gibi, suyunu da kesmişlerdi. Hz. Osman’ın fitneyi yatıştırmak ve haksızlıkları gidermek hususunda yaptığı nasihatlerin onlar üzerinde hiç bir tesiri olmamıştı. Onlar, Hz. Osman (r.a.)’a şöyle diyorlardı: “Biz seni hilafetten azledene veya öldürene yahut da bu yolda ölene kadar bu işten vazgeçecek değiliz. Eğer sana sahip çıkanlar bize engel olmaya kalkarlarsa onlarla savaşırız.” Hz. Osman onlara, Allah’ın üzerine yüklediği hilafet görevini asla bırakmayacağını ve ölümün kendisine bundan daha sevimli olduğunu bildirmiş, ayrıca kendini savunmak için kimseye emir vermediğini eklemişti.(14)
O, asileri şehirden kovup çıkarmak hususunda Ashap’tan gelen teklifleri reddediyor, onlardan silah kullanmayacaklarına dair kesin söz vermelerini istiyordu. Bir gün kendisini kuşatan asilerin karşısına çıkıp: ’Ali buralarda mı? Sa’d buralarda mı?’ diye sormuş, bulunmadıkları cevabını alınca biraz susmuş ve şöyle demişti: ’Bana su sağlamasını Ali’ye bildirecek kimse yok mu?’ Bu, Hz. Ali’ye ulaşınca derhal ona üç kırba su göndermişti.
Ali (r.a.), asilerin Osman (r.a.)’ı öldürmek istediklerini öğrenince, böyle bir şeye meydan vermemek için, iki oğlu Hasan ve Hüseyin’e, kılıçlarını alarak gidip Osman’ın kapısında beklemelerini ve içeri kimseyi sokmamalarını söylemişti. Abdullah bin Zübeyr de onlara katılmış, diğer bir takım Sahâbîler de çocuklarını oraya göndermişlerdi. Durum çok nazik bir hâl almıştı..
Hz. Osman, ne asilerin haksız taleplerini kabul ediyor, ne de Medine ve diğer bölgelerden gelen, asileri savaşarak Medine’den çıkarma tekliflerine olumlu cevap veriyordu. O, Peygamber Şehri Medîne’de kan dökmek ve fitneyi ilk başlatan kimse olmaktan çekindiği için böyle davranıyordu. Hz. Âişe (r.anhâ)’dan, Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle söylediği rivayet edilmektedir: “Yâ Osman! Belki Allah sana bir gömlek giydirir. Münafıklar senden o gömleği çıkarmanı istediklerinde, bana kavuşuncaya kadar sakın çıkarma.”
Hz. Osman, Rasûlullah (s.a.v.)’in bu günler için kendisine bildirdiği şeylere uymaya çalışıyor ve şöyle diyordu: ’Rasûlullah (s.a.v.)’in benimle ahitleşmiş olduğu şey üzerinde sabretmekteyim.”(15)
Asilerin kendisini öldürmeye kararlı olduğunu anladığında, onların böyle bir iş işleyip katillerden olmalarını önlemek için kendilerine, bir Müslüman’ın kanının ancak; zina, kasten adam öldürme ve dinden dönme durumlarında helal olabileceğini hatırlatıyor ve kendisinin bunlardan hiç birisiyle itham edilemeyeceğini anlatıyordu.
Hz. Osman (r.a.), elli gün süren muhasara sonunda 18 Zilhicce 35 (17 Haziran 656) yılında Cuma günü Kur’ân okurken evinin duvarını yıkarak içeri giren isyancılar tarafından şehit edildi. O zaman seksen iki yaşında bulunuyordu. Mübarek kanı okumakta olduğu Kur’ân-ı Kerîm’in sayfalarına damlayarak izler bırakmıştı. O gün bugündür bütün Müslümanlar bu müthiş acıyı yüreklerinde taşımaktadırlar.
Hz. Osman (r.a.) efendimiz, son derece takva ve verâ sahibiydi. Geceleri sabahlara kadar namaz kılar, Kur’ân okurdu. Hatta bir gece iki rekâtlık bir namazda Kur’ân’ı hatmetmiş ve bu yüzden hakkında âyet nazil olmuştur. Ayrıca Peygamber Efendimiz’in vahiy kâtiplerindendi.
Hz. Osman (r.a.)’a: “Bu kadar yüksek derecelere ne ile ulaştın?” diye sordular. Hz. Osman (r.a.) şöyle cevap verdi: “Allah (c.c.)’nun Kitabı’nı sağ tarafıma, Peygamber (s.a.v.)’in sünnetini de sol tarafıma aldım. Ve bildim ki, Cenâb-ı Allah benim bütün gizli işlerime vakıftır.”
Rabbim cümlemizi şefaatlerine nail olanlardan kılsın! Âmin.
Kaynaklar:
1. İbnü’I-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, s. 584-585.
2. Sîret-i İbn-i İshak, İstanbul 1981, s. 121.
3. Menâkıb-ı Çehâri Yâr-ı Güzîn, Seyyid Eyyûb b. Sıddık, s. 224.
4. Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, c. 2, s. 194.
5. H.İ.Hasan, Târîhu’l-İslâm, s. 256.
6. KÖKSAL Asım, İslâm Tarihi, c. IX, s. 162.
7. Celâleddin-i Suyûtî, Târîhu’I-Hulefâ, s. 165.
8. Buhârî, Fezâilu’I-Ashâb.
9. Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, c. 2, s. 194.
10. H.İ. Hasan, a.g.e., s. 266-267.
11. ÜLKÜ Hayati, İslâm Tarihi, s. 69.
12. İbnü’l-Esîr, Tarih, c. 3, s. 154.
13. İbnü’l-Esîr, a.g.e., c. 3, s. 152.
14. İbnü’l-Esîr, a.g.e., c. 3, s. 169,170.
15. Üsdü’l-Ğâbe, c. 2, s. 589.
Hz. Osman-ı Zinnûreyn (r.a.)
Özlenen Rehber Dergisi 39. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.