Özlenen Rehber Dergisi

20.Sayı

Tevhid ve Hz. İsa (a.s.) - İ -

Cuma Ali KARA Özlenen Rehber Dergisi 20. Sayı
Yüce Rabbimiz, insanı en güzel bir şekilde yaratmış ve onu yeryüzünde halifelik unvanı ile şereflendirmiştir. İnsanoğluna bu şerefi veren Rabbimiz, onu kendi haline bırakmamış, kendi içlerinden seçtiği kullarına peygamberlik vazifesi yükleyerek, insanlara karşı ilâhî hüccetini tamamlamıştır. ’Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir görendir.’(1)

Bu kutsal vazife ilk olarak ilk insan olan Hz. Âdem’e verilmiş ve ahir zaman peygamberi olan Hz. Muhammed Mustafa’da son bulmuştur. İnsanlar arasından seçilen bu peygamberlerin tek ve müşterek gayeleri, insanları Rablerini tanımaya, bütün put, tağut, sahte ilâh adına ne varsa hepsini nefyedip tek mabûd olan Allah’a inanmaya, kulluğu sadece ve sadece Allah (c.c.)’ya has kılmaya davet etmektir. Allah (c.c.) bu hususu Kur’ân-ı Hakîm’de şöyle açıklamaktadır: ’Allah kendi emriyle melekleri vahiy ile kullarından dilediği kimseye, (kullarımı) ’Benden başka ilah yoktur ve benden korkun’ diye uyarın gayesiyle gönderir.’(2), ’Andolsun ki biz ’Allah’a kulluk edin ve tağuttan sakının’ diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik. Allah onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkar edenlerin sonu nasıl olmuştur!’(3)

Peygamberlerin gayesi insanlara hidayet bahşetmek değil, onları tevhide davet etmek, îman edenleri cennetle müjdeleyip inkar edenleri ise azapla korkutmaktır. ’Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim îman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.’(4)

Bütün peygamberler insanları tevhidin özüne çağırmışlar; ancak Allah’a karşı pek nankör olan insanlar(5) kendilerine gönderilen peygamberlere inanmayıp, gerçekleri tahrif ederek değiştiren milletler hâline gelmişler ve insanlığa yakışmayan hâl ve tavırlar sergilemişlerdir. Aralarında her türlü vahşeti, cinayeti işlemişler, tevhid inancından uzaklaşıp insanlara, hatta hayvanlara ve cansız varlıklara tapıp durmuşlardır. Bazı kavim ve milletler -özellikle Yahudiler- zulüm ve cinayette öyle doruk noktaya ulaşmışlardı ki kendi içlerinden seçilip peygamber olarak gönderilen eşsiz insanları öldürmüşler, Allah’ın âyetlerini inkar edip yeryüzünde bozgunculuk yaparak akl-ı selîm sahibi her insanı dehşete düşüren korkunç fiiller işlemişlerdi. Bu gerçeği Kur’ân-ı Hakîm bize şöyle bildiriyor: ’Andolsun ki İsrailoğullarının sağlam sözünü aldık ve onlara peygamberler gönderdik. Ne zaman bir peygamber onlara nefislerinin arzu etmediğini (ilâhî hükümleri) getirdi ise bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.’(6) Onlar hakkı gizlemeleri, taşkınlıkları, peygamberlerini katletmeleri ve daha bir çok ahlâksızlıkları sebebiyle Allah (c.c.)’nun azabına ve lanetine duçar olmuşlardır. ’Allah’ın âyetlerini inkar edenler, haksız yere peygamberlerin canlarına kıyanlar ve adaleti emreden insanları öldürenler yok mu? Onlara acı bir azabı haber ver.’(7)

Ehl-i kitap (Yahudi ve Hıristiyanlar) kendilerine gönderilen kitapları (Tevrat ve İncil) tahrif etmiş, bu kutsal kitaplardaki ilâhî hükümleri değiştirmiş ve bunun sonucunda da bâtıl bir itikat ve din ortaya çıkarmışlardır. ’Onlar Allah’ın kelimelerini (âyetlerini) yerlerinden kaydırıp değiştirdiler.’(8) Onlar kitaplarında vasıfları zikredilen son peygamber Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimizin peygamberliğini de inat ve taşkınlıklarından dolayı inkar etmişler, hatta Efendimiz (s.a.v.)’in vasıflarının zikredildiği bu âyetlerin bir çoğunu kitaplarından silip çıkarmışlardır. Bakara sûresinin 146. âyet-i celîlesinde Cenâb-ı Hakk onların bu fiillerini açığa vurmaktadır: ’Kendilerine kitap verdiğimiz (ümmetlerin âlimleri) onu (o peygamberi) kendi öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir grup gerçeği bile bile gizlerler.’ Bu âyet-i celîle nâzil olduğu zaman Hz. Ömer Efendimiz Yahudi alimi iken daha sonra Müslüman olan Abdullah b. Selâm (r.a.)’e bunu sordu. O da: ’Ben O’nu (Rasûlullah’ı) çocuklarımı bildiğimden daha iyi bilirim. Çünkü onda hiçbir şüphe ve tereddüde yer yoktur. Fakat çocuklarıma gelince, ne bileyim belki anneleri hıyanet etmiş olabilir.’ demişti. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) de Abdullah bin Selam Hazretleri’nin başından öptü.(9)

Ehl-i Kitap dalalet ve sapıklıkta bununla kalmamış, semavî dinlerin aslı ve esası olan tevhid inancından ayrılmışlardır. Yahudiler; ’Üzeyr Allah’ın oğludur’ diyerek Allah’a şirk koşarken, Hıristiyanlar ise Hz. İsa hakkında büyük bir yanılgıya düşmüşler, onun Yahudiler tarafından çarmıha gerilerek öldürüldüğünü söylemişler, bunun yanı sıra ’İsa Allah’ın oğludur’ diyerek onun uluhiyette Allah’ın ortağı olduğunu iddia etmişlerdir.

Hakikat böyle iken, Ehl-i Kitap, tahrif edip içine şirk karıştırarak bâtıl hale getirdikleri dinlerini ve sapık anlayışlarını teknolojinin bütün imkanlarından yararlanarak tüm dünyaya yaymaya ve özellikle de fakir Müslüman ülkelerinde yaşayan dindaşlarımıza aşılamaya çalışıyorlar. Bilhassa şu günlerde Hıristiyanlar, Hz. İsa hakkında ortaya attıkları spekülasyonlarla temiz fıtratları bozma gayreti içerisindeler. Biz ise bu yazımızda özet olarak Meryem annemizi ve Hz. İsa (a.s.)’ı İslâmî bakış açısıyla, âyet ve hadîs-i şerifler ışığında bir nebze olsun tanıtmaya çalışacağız.

Hz. Meryem Annemizin Allah Katındaki Değeri

Hz. Meryem validemiz, Allah (c.c.)’nun dünya hanımları içinden seçip yüksek derecelere ulaştırdığı, Hz. İsa (a.s.) gibi Ulu’l-azm bir peygambere anne olma şerefiyle şerefyâb kıldığı muhterem validemizdir.

Hz. Ali Efendimizin rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfte Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: ’(Âhiretin) en hayırlı kadını Meryem binti İmrân’dır. Dünyanın en hayırlı kadını Hatice binti Hüveylid’dir.’ Ravi bunu söylerken eliyle semaya ve yere işret etti.(10) Başka bir rivayette ise Rasûlullah (s.a.v.)’den şöyle nakledilmektedir: ’Erkeklerden pek çokları kemâle ermiştir. Kadınlardan ise İmrân’ın kızı Meryem, Firavun’un karısı Asiye, Hüveylid’in kızı Hatice ve Muhammed’in kızı Fâtımâ’dan başka kimse kemâle ermemiştir. Âişe’nin kadınlara üstünlüğü tiridin diğer yiyeceklere üstünlüğü gibidir.’(11)

Hz. Meryem annemizin babası İmrân, Benî İsrâil kavmi içerisinde pek muteber ve hatırı sayılır bir kimseydi. Annesi ise pek iffetli ve saygın bir hanım idi. Uzun yıllar evli oldukları halde İmrân ve hanımının hiç çocukları olmamıştı. Bir gün İmrân’ın hanımı (Hanne) bir ağaç altında oturmuş dinlenirken ağacın üzerinde bir kuş yuvası gördü. Anne kuş getirdiği yiyeceği yavrusunun ağzına vermekteydi. Bu manzara karşısında heyecana kapılan İmrân’ın hanımı, hazinesi sonsuz ve her şeye muktedir olan Allah (c.c.)’ya ellerini kaldırarak kendisine bir çocuk vermesi için dua etti. Cenâb-ı Hakk içtenlikle yapılan bu duaya icabet ederek onlara bir çocuk ihsan etti. İmrân’ın hanımı bir müddet sonra hamile kaldığını karnındaki yavrusunun hareket etmesiyle anlayarak son derece sevindi ve bunu kendisine lütfeden Yüce Rabbine şükretti. Şükrünün bir ifadesi olarak da karnındaki çocuğu Beytü’l-Makdis’e hizmetçi olarak Allah’a adadı. Kur’ân-ı Hakîm bu güzel hadiseyi şöyle anlatır: ’İmrân’ın hanımı şöyle demişti. ’Rabbim! Karnımdakini azatlı bir kul olarak sırf sana adadım. Adağımı kabul buyur. Şüphesiz niyazımı hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen sensin.’(12)

Hanımının hamile kalmasıyla pek mesrur olan İmrân, kısa bir süre sonra, doğacak çocuğunu görmeden Hakk’ın rahmetine kavuştu. Böylelikle Hz. Meryem validemiz daha doğmadan yetim kaldı.

İmrân’ın hanımı bir erkek çocuğu doğurmayı beklerken vakit geldiğinde doğan çocuk zannettiğinin aksine bir kız çocuğuydu. Hz. Allah kendisine son derece güzel ve tatlı bir kız çocuğu bahşetmişti. ’O’nu (Meryem’i) doğurunca, Allah ne doğurduğunu bildiği hâlde: ’Rabbim! Ben (sana adadığım çocuğu) kız doğurdum. Oysa erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu korumanı diliyorum.’ dedi.’(13)

Yüce Allah, bu mübarek hanımın samimiyetle yapmış olduğu ikinci duayı da kabul etti. ’Rabbi onu (Meryem’i) güzel bir kabul ile teslim aldı ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi.’(14) Böylece Hz. Meryem hiçbir kadına nasip olmayan bir sûrette Hz. Mevlâ’nın koruması ve himayesi altına girdi.

Hz. Allah (c.c.), annesi tarafından Beytü’l-Makdis’e hizmetçi olarak adanan Hz. Meryem’in bakımı ve himayesini kura vasıtasıyla(15) Hz. Zekeriyya (a.s.)’a yükledi.(16)

Hz. Meryem Beytü’l-Makdis’de mihrab denilen yerde kalıyor ve zamanını Allah (c.c.)’ya ibadet ederek geçiriyordu. Onun bakımı ve himayesiyle görevli olan Hz. Zekeriyya (a.s.) mihraba her gelişinde Hz. Meryem’in yanında enva-ı çeşit yiyecekler buluyordu. Yaz mevsiminde kış yiyecekleri, kış mevsiminde yaz yiyecekleri... Bu duruma hayret eden Hz. Zekeriyya merakla sordu: ’Ey Meryem! Bu (yiyecekler) sana nereden geliyor? O da: ’Bu Allah tarafındandır. Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır.’ dedi.(17)

Meleklerin Beklenen Kutlu Müjdeyi (Hz. İsa) Hz. Meryem’e Haber Vermeleri

Rabbine büyük bir ihlâsla ibadet eden Hz. Meryem’in hâli gün geçtikçe daha da kemale eriyordu. Öyle ki melekler bir vakit ona hitap ettiler: ’Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni bütün dünya kadınlarına tercih etti. Ey Meryem! Rabbine ibadet et; secdeye kapan (O’nun huzurunda) eğilenlerle beraber sen de eğil.’ (18)

Bir vakit Hz. Meryem kendi âilesinden ayrılarak Beytü’l-Makdis’in doğu tarafına çekildi ve rahatsız edilmemek için diğer insanlarla arasına perde çekerek ibadete başladı. O bu şekilde, günlerce ibadete devam etmişti. Bir gün yine Rabbine ibadet ederken ansızın gördüğü manzara karşısında ürperdi, korkuya kapıldı. Çünkü karşısında nereden ve nasıl geldiğini bilmediği bir şahıs duruyordu. Hz. Meryem ona:

’- Ben senden Rahmân’a sığınırım. Eğer Allah’tan korkan bir kimse isen burayı terk et, beni rahatsız etme.’ dedi. Gelen bu zat Cibrîl-i Emîn idi. İnsan sûretine girerek Hz. Meryem’e Allah’ın emriyle gelmişti. Şöyle dedi:
’- Ben ancak Allah’ın bir elçisiyim. Sana tertemiz bir oğlan çocuğu bağışlamak üzere geldim.’ Bunun üzerine Hz. Meryem:
’- Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım halde benim nasıl çocuğum olabilir?’ dedi. Melek:
’- Öyledir. Zira Rabbin buyurdu ki: ’Bu bana kolaydır. Çünkü biz onu insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız. Bu, karara bağlanmış (ezelde takdir edilmiş) bir iştir.’ dedi.(19)
Bu konuşmadan sonra Hz. Cibril Hz. Meryem’e üfürdü ve kayboldu.(20) Böylelikle Hz. Meryem hamile kaldı.

Kaynakça: 1. El-Hac 22/75.
2. En-Nahl 16/2.
3. En-Nahl 16/36.
4. El-En’âm 6/48.
5. El-Âdiyât 100/6
6. El-Mâide 5/70.
7. Âl-i İmrân 3/21.
8. El-Mâide 5/41.
9. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı M. Hamdi Yazır, c.1, s.439.
10. Buhârî, Menâkibu’l-Ensâr 20.
11. Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe 70.
12. Âl-i İmrân 3/35.
13. Âl-i İmrân 3/36.
14. Âl-i İmrân 3/37.
15. Âl-i İmrân 3/44.
16. Âl-i İmrân 3/37.
17. Âl-i İmrân 3/37.
18. Âl-i İmrân 3/42-43.
19. Meryem 19/16-21.
20. El-Enbiyâ 21/91.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.