Ehl-i Sünnet’in nazarında Sahabe, sevilmeleri vacip olan, faziletleri Kur’an, Sünnet ve icma ile sabit olan en hayırlı zümredir. Ehl-i Sünnet, Sahabe’ye sevgi ve saygıyı o kadar önemsemiş ki, Sahabe’ye ihtiramı, Ehl-i Sünnet’i diğer sapık fırkalardan ayıran en temel özelliklerinden addetmiştir. Nitekim hem itikatta hem de amelde imam olan İmam-ı Âzam (rh.a.), hocası Atâ b. Ebî Rebâh (rh.a.) ile ilk karşılaşmalarında aralarında geçen diyalogu şöyle anlatıyor:
’Atâ ile Mekke’de karşılaştım. Ona bir soru sordum. Bana:
’Sen nerelisin?’ dedi. Ben de:
’Kûfeliyim!’ dedim.
’Sen dinlerini parça parça eden ve kendileri de grup grup ayrılmış olanların yaşadığı Kûfe ehlindensin öyle mi?’ dedi. Ben de:
’Evet!’ dedim. Bana:
’Peki sen hangi fırkadansın?’ dedi. Ben de:
’Selef’e (Sahabe, Tabiîn ve Tebe-i Tabiîn’e) sebbetmeyen (kötü söz söylemeyen, ileri geri konuşmayan, ayıplayıp yermeyen), kadere iman eden ve hiçbir kimseyi günahtan dolayı tekfir etmeyenlerdenim.’ dedim. Atâ da bana:
’Bildin (bu anlayış üzere) devam et!’ dedi.1
Görüldüğü gibi İmam-ı Âzam (rh.a.), Ehl-i Sünnet’i, diğer fırkalardan ayıran en belirgin özelliklerini çok keskin bir şekilde ifade ederek Selef’e ihtiram ve tebcili en başta zikrediyor.
Sahabe-i Kiram’ın faziletlerini Kur’ân-ı Hakîm, birçok yerde bize beyan etmiştir. Bazen Sahabe’nin hepsini, bazen Ensar’ı, bazen ise Muhacirleri övgü ile anlatmıştır. Müminlerin devamlı okuduğu, Allah’ın kelamı olan Kur’an, onların;
- en hayırlı bir ümmet,
- Allah’ın razı olduğu bir topluluk,
- doğru yolda olanlar,
- sadık,
- sâlih,
- hakiki mümin,
- kurtuluşa erenler
olduğuna şahadet etmiştir.
’Şüphesiz Allah, ağaç altında sana biat ederlerken müminlerden razı olmuştur.’2
’(Ey Rasûlüm!) De ki: ’Hamd, Allah’a mahsustur. Selam da O’nun seçtiği kullarına olsun.’ Allah mı daha hayırlıdır, yoksa onların ortak koştukları mı?’3
İbn-i Abbas (r.anhümâ), bu ayette ’selam edilen kişiler’in, Peygamberimiz’in (s.a.v.) ashabı olduğunu söylemiştir.
’Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.’4
’İşte onlar doğru yolda olanların ta kendileridir.’5
’Bu mallar özellikle, Allah’tan bir lütuf ve hoşnutluk ararken ve Allah’ın dinine ve peygamberine yardım ederken yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılan fakir muhacirlerindir. İşte onlar sadık olanların ta kendileridir.’6
’Onlardan (Muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendisidir.’7
’İman edip hicret eden ve Allah yolunda cihat edenler ve (Muhacirleri) barındırıp (onlara) yardım edenler var ya; işte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için bir bağışlanma ve bol bir rızık vardır.’8
’İslam’ı ilk önce kabul eden Muhacirler ve Ensar ile iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.’9
’Fakat peygamber ve beraberindeki müminler, mallarıyla, canlarıyla cihat ettiler. Bütün hayırlar işte bunlarındır. İşte bunlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.’10
Bu ve Kur’ân’ın daha birçok yerinde övgü ile bahsedilen Sahabe-i Kiram’ın din anlayışları üzerine, onların izini adım adım takip etmek, Ehl-i Sünnet’i diğer bidat fırkalardan ayıran, itikadının temel dayanağı olmuştur. Ahmed b. Hanbel (rh.a.), Ehl-i Sünnet’in inancının umdesini şöyle ifade etmiştir:
’Ehl-i Sünnet’in temel dayanak noktası, Ashab-ı Kiram’ın yoluna sarılmak ve onlara tabi olmaktır… Onları sevmek sünnet, onlara dua etmek ibadet, onlara uymak (tabi olmak, ilahi rahmete) vesile, onların izlerine tutunmak fazilettir. Rasûlullah’ın (s.a.v.) ashabı insanların en hayırlısıdır…’11
Ehl-i Sünnet’in, Sahabe’ye verdiği kıymet ve hürmeti yeryüzünü dolduracak kadar muazzam ilme sahip olan, İmam Şafiî (rh.a.), ’er-Risâle’ isimli eserinde şöyle ifade etmiştir:
’Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ashabını, hem Kur’ân’da hem de Tevrat ve İncil’de övmüştür. Hz. Peygamber de (s.a.v.) kendilerinden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir takım faziletleri onlar hakkında dile getirmiştir. Allah Rasûlü’nün sünnetlerini bizlere ulaştıran onlardır. Allah Rasûlü’ne vahyin indiği süreçte Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yanındaydılar. Bu sayede Hz. Peygamber’in (s.a.v.) muradının genel mi yoksa özel mi (umum-husus) bağlayıcı mı yoksa tavsiye niteliğinde mi (azm-irşad) olduğunu bilebilmişlerdir. Yine onlar, bizlerin vakıf olduğu ve olmadığı birçok nebevî sünneti de bilmekteydiler. Onlar yeni bir bilgi/hüküm istinbâtına imkân tanıyacak hususlarda, verâ, akıl, içtihat ve bütün (dini) ilimlerde bizlerin fevkindedirler. Kanaatimiz şudur ki, onların görüşleri, bizlerin kişisel görüşlerinden tercihe daha şayandır.’12
Asırlar boyunca Ehl-i Sünnet uleması hem yazdıkları eserlerde, hem de bilfiil toplumun içerisinde vaaz, nasihat çalışmaları yaparak ve Ehl-i Sünnet dışı fikirlerin sahipleriyle münazara ve mücadele ederek, Sahabe-i Kiram’ı şiddetle savunmuşlar ve insanların gönlüne; Ashab’a saygı, hürmet ve edebi kazımaya çalışmışlardır.
Geçmişten bu yana devam eden bidat fırkaların yaymaya çalıştığı; Ashab’ı tenkîs eden, tevhin eden, müminlerin nazarında Sahabe toplumunu değersizleştirme gayret ve çabaları, bugün doruk noktaya ulaşmıştır. Oryantalistlerin en büyük hedef ve projeleri, Müslümanları Kur’an ve Sünnet hakkında şüpheye düşürmektir.
1- Devamlı surette sorgulama,
2- Aklı nassın önüne geçirme,
3- Kur’ân’ı –güya çağa uygun bir şekilde yeniden yorumlama- adı altında, tamamen hevâya dayalı bir din anlayışı tesis etme,
4- Hadisleri sahih bile olsa akla ve keyiflerine uymuyorsa inkâr etme,
5- Selef’i hiçe sayıp onları devamlı surette hakir görme vs.
Kısaca İslam’ı ve Müslümanları adı konmamış bir karma din ve o dinin müntesiplerine dönüştürme çabaları, hedeflerini gerçekleştirmede takip ettikleri metotlardır. İşte yukarıda belirttiğimiz bu hedeflerine ulaşmada önlerinde en büyük engel ’Sahabe’dir. Bundan dolayı Sahabe’yi öncelikle kendilerine hedef edinip, onları devre dışı bırakma adına ellerinden gelen her şeyi yaptılar, yapıyorlar.
İmam Buhârî’nin en kıymetli hocalarından olan, ’sizden birinin İhlâs suresini ezbere bilip okuduğu gibi, ben de altı yüz bin hadisi öyle ezberden okurum’ diyen, büyük hadis hâfızı Ebû Zür’a (rh.a.), Sahabe-i Kiram’ın dindeki önem ve konumlarını şöyle ifade ediyor:
’Şayet bir adamın Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Sahabesine saygısızlık yaptığını/onları değersizleştirdiğini görürsen, bil ki o kişi zındığın ta kendisidir. Çünkü Allah’ın Rasûlü haktır. (Hak peygamberdir.) Kur’an haktır. Peygamberimizin getirdikleri haktır. Bütün bunları (Kur’ân’ı, Peygamberimiz’in getirdiği İslam dini ve bu dinin öğretilerini) bize nakledip, ulaştıranlar Sahabe-i Kiram’dır. İşte Sahabe’yi değersiz kılmaya çalışanlar (onlara saldıranlar, hakaret edenler, onları yok sayanlar) Sahabe’nin Sahabeliğini yıkıp, onları devre dışı bırakmak suretiyle aslında Kur’ân’ı ve Sünnet’i iptal etmeyi istiyorlar. (Hz. Allah (c.c.) ayette şöyle buyurmuştur): ’Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.’13
Ehl-i Sünnet uleması, Sahabe meselesinin dinin en temel meselelerinden olduğunu ortaya koymuşlardır. Bunun altında yatan sebep, Sahabe’den birisinin bile hakkında söylenecek uygunsuz, edebe ahlaka sığmayan sözlerin, zaman içerisinde Sahabe’nin hepsini kapsayacak bir şekilde genelleme yapılarak Sahabe hakkında oluşturulacak şüphe neticesinde, başta Kur’ân-ı Hakîm olmak üzere, dinin temel öğelerini sarsmaya kapı açacağını yakînen bilmeleridir.
Allah (c.c.), Kur’ân-ı Hakîmi de, Peygamber’inin Sünnet’ini de sonraki nesillere aktarma vazifesini Sahabe’ye vermiştir. Allah onlardan razı olsun, bu vazifeyi en kâmil vecihle yaptıklarından dolayıdır ki, dinimiz Yahudilik ve Hıristiyanlığın başına gelen tahriften korunmuştur. Bundan dolayı Sahabe’den sonra gelen bütün Müslümanların onlara karşı vefa ve minnet borcu vardır. Dolayısıyla Sahabe’yi ta’netmek, onlara hakaret etmek, direk olarak İslam’a, Kur’ân’a ve Rasûlullah’a (s.a.v.) hakaret etmek manasına gelir.
Sahabe toplumunun seçkin bir topluluk olduğu ve dinin tesis ve tebliğinde Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yardımcıları olduklarını, Sahabe’nin fukahâsından olan İbn-i Mes’ûd (r.a.) şöyle ifade etmiştir:
’Allah Teâlâ, kullarının kalplerine nazar etti. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kalbini tüm kullarının kalplerinin en hayırlısı olarak buldu. Onu kendisi için seçti ve risaletle görevlendirdi. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kalbinden sonra kulların kalbine tekrar nazar etti, Ashab’ın kalplerini kullarının kalpleri içinde en hayırlı kalpler olarak buldu. Onları, Nebi’sinin (s.a.v.) vezirleri kıldı.’14
Efendimiz (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur:
’Müslüman bir kimseye sövmek fâsıklıktır…’15
Genel olarak Müslümanlar hakkında hüküm bu iken; Sahabe-i Kirama dil uzatmak laneti mucip değil midir?
(Endnotes)
1 Muhammed Abdu’r-Raşîd en-Nu’mânî, Mekânetü’l-İmâm Ebî Hanîfe Fi’l-Hadîs, s.17, Dâru’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, Beyrut, 2007.
2 el-Fetih, 48/18.
3 en-Neml, 27/59.
4 Âl-i İmrân, 3/110.
5 el-Hucurât, 49/7.
6 el-Haşr, 59/8.
7 el-Haşr, 59/9.
8 el-Enfâl, 8/74.
9 et-Tevbe, 7/100.
10 et-Tevbe, 7/88.
11 Muhammed Abdu’l-Âtî el-Buhayrî, Minhâcu’s-Sâlihîn, s.57, el-Mektebetu’t-Tevfîkiyye, Kahire.
12 Beyhakî, Menâkibü’ş-Şâfiî, Seyyid Ahmed Sakr, c.1, s.442, Mektebetü Dâri’t–Turâs, Kahire
13 Muhammed Abdu’l-Âtî el-Buhayrî, age., s.56.
14 Muhammed Abdu’l-Âtî el-Buhayrî, age., s.53.
15 Buhârî, Îmân, 35.
Ehl-i Sünnet Nazarında Sahabe-i Kiram - 1.bölüm
Özlenen Rehber Dergisi 149. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.